
"Mete kıdemlim, sunucuya bağlandım, cihaza da. Uraz kıdemlim uygun şartları sağlamış olmalı."
"Harika bir haber Betül. Alper, sen ne durumdasın?"
"Free. Elektrik şebekesinin kontrol ağına sızdım fakat, doğru anahtar sıralamasını yakalamam ve jeneratörü devre dışı bırakmam zaman alacak."
"Jeneratörü bana bırakın!" Diyen Güneş'ti.
"Hayır Güneş, bu kez hayır. Jeneratör işi de sende Betül. Ayça yetmezmiş gibi bir de Kazanova çıktı başımıza. Deşifre olmaman lazım. Ulan Uraz!"
Ekiptekiler Mete'nin neden Uraz'a sövdüğüne anlam veremiyorlardı. Paralel operasyon ekibinden aldıkları istihbaratla Uraz her şeyin farkındaydı ve Mete'yle bildiklerini paylaşmamıştı. Güneş Hatun Çenk'le tanıştıklarını itiraf etmeseydi eğer Mete, Uraz'ın Güneş'i Kovan'dan uzaklaştırmasının altında yatan sebebi anlayamayacaktı.
Güneş kulise doğru üzerindekilerden kurtulmak için ilerlerken, yolda Betül'le karşı karşı kaldı. Telaşla mikrofonunu kapattı.
"Al bunu, beni affet."
"Ne demek bu Betül?" Fısıldadı Güneş, Uraz kıdemlisinin kendisine verdiği silahı Kovan'a girerken Betül'e bırakmıştı. Betül, Ayça sayesinde aranmadan Kovan'a girdiğinde, Alper'le Ayça arasında geçen onca konuşmadan Güneş'e karşı içten içe beslediği duyguların günahını çıkarıyordu emanetini teslim ederken. Kimsesiz bu yaşa kadar tek başına gelmiş bir kadındı Güneş. Betül kendilerini terk eden annesinden kendisine kalan yoksunluğu babasına sarılarak hafifletmeye çalıştığı anlarda bile o duyguyla başa çıkmakta zorlanırken kimsesizliğe terk edilmiş olmak oldukça zor olmalıydı.
"Sana haksızlık ettiğim zaman oldu. Ben, ben ondan çok hoşlanıyorum , kıskandım seni ama o bana kör. Sen olsan da olmasan da ben onun için erkek kardeş gibiyim, bben anladım."
"Betül!"
"Vaktimiz yok." Koşarak koridorda kayboldu Betül. Güneş ise peşi sıra bakakalmıştı. Neydi bugün tüm bu yaşananlar. Rahip de değildi, aynı gün üst üste daha kaç günah çıkarmaya şahit olacaktı. O saniye aklından Uraz geçti.
"Yok, artık..." diye homurdandı ve başını sağa sola silkerek , Betül'ün gittiği yönün aksi yöne, kulise doğru yola koyuldu.
...
"Sahnedeki kadın hoştu. İstersen bize bu akşam eşlik etmesini sağlayabilirim."
Bakışlarını Fikret'in katarak saran beyazı sararmış gözlerine sabitledi Uraz. Dudağının sağ kenarı yukarı havalanırken aklında ki tek şey karşısındaki amatör yalancının acemice kurduğu cümlelerdi.
"Size adamlarım eşlik eder, ufak bir işim var halleder halletmez bende size katılacağım. Bu gece her şeye rağmen teklifimi geri çevirmediğin için sana borçluyum."
Sağ elini kaldırıp, faullerinden başlayarak sağ kulağının arkasına yuvarladığı parmaklarıyla sanki saçlarını geriye tararmış gibi erkeksi bir hareketle kulaklığa bağlı mikrofonu açtı Uraz.
"Bana bu gece için redd edemeyeceğim kadar cömert davrandınız."
"Her kuruşuna değer."
"Lanet olsun Uraz! Bizi duyuyorsan işaret ver." Diyen ise Mete'ydi. Fikret'in sözlerinin üzerinde konuşuyordu.
"Burada da bir önceki mekan kadar ihtişamlı odalar bulunuyor mu?"
"Hayallerin de ötesinde." Dedi Fikret, Mete de aynı zamanda Uraz'ın işaret vermesini bekleyerek yılmadan Uraz'a bağırmaya devam ediyordu.
"Uraz, duyup da cevap vermiyorsan eğer senin dilini si..." Ekipteki diğer alıcıları kapatmış sadece Uraz'ın duyacağı şekilde sövüyordu Mete.
"Heyecandan dilim kurudu, bir çift kadeh de isterim, ama sahneden inen değil, hala sahnede dans eden şu kızı daha çok beğendim ben sarı saçları başa bela kızlardan hoşlanmıyorum." Diyerek ekibe beklenen sinyali vermişti Uraz.
Fikret elini kaldırarak locanın kapısını göstererek aynı zamanda da Uraz'a eşlik etmek üzere kapıda bekleyen iki adamına da işaret vermiş oldu. Uraz kendisine eşlik eden iki celladıyla locadan ayrılarak, esrarengiz eğlence odalarına varan karanlık koridorda ilerlemeye başladı.
"Tüm o yüksek sese rağmen koridordaki ölüm sessizliği şaşırtıcı, çok iyi yalıtım yapmışlar. Mekan sahibinden mimarının kartını istemeliyim , komşularım ateşli gecelerimden şikayet ediyorlar. Çözüm için fikrini alabilirim" Dilsiz cellatları hiç oralı olmazlarken Uraz, ekip arkadaşlarına durum bildirimi yapmaya devam etti.
"Lanet olsun. Alper ne durumdayız. Uraz'ın fazla zamanı kalmadı. Dikkat çekmeden ekip mekandan çıksın istiyorum. Anlaşıldı mı?"
"Biraz daha zamana ihtiyacım var, tek bir şansım var ve bu kez hata yapamam. Doğru dizilimi arıyorum Mete kıdemlim."
"Betül?"
"Kapalı kapıların ardını tek tek kontrol ediyorum Mete kıdemlim!"
"Bırakın bende yardım edeyim Mete kıdemlim, Kazanova Esra'nın peşinde. Tesadüf etmemiz çok küçük bir ihtimal."
"Başka şansımız yok gibi, Betül'e destek ver Güneş."
"Emredersiniz, kıdemlim."
"Dikkatli ol!" Mete'nin ikazını sessizce dinledi Uraz. Uzun koridorda infazına yürürken.
Gördüğü hiç bir şey gerçek değilse, sorduğu tüm o soruların cevabını ancak ön yargı kapılarını açarsa görebilirdi insan, ömrü o kapıların varlığını kabul etmeye yetseydi...
İlk kez çuvallamıştı Uraz.
Kibirli duvarları çökmüştü.
Girdabına kapıldığı o kısır döngüsünden de kurtulmaya başlıyordu aslında.
Ölen kibrini gömüp ağırlıklarından kurtularak yeniden dünyaya doğuyordu, acele etmeden. Alıştığı o benlikten sıyrılmak, öyle kolay değildi. Başarılarla dolu mesleğe sahip mükemmeliyetçi bir askerin kusurlu babalığına, sürekli yüreği ağzında gözü ise kapıda, herkesten üstün tuttuğu kocasını bekleyen annesine şahit olan göçebe çocukluğunun birer birer tuğla koyduğu, yılların emeği o duvarları çöküyordu sonunda.
Onun o vatan ve görev aşkı babasının, her koşulda kuyruğu dik tutma gailesiyle büyüyen kibri ise annesinin reddi hak edemeyeceği miraslarıydı. O mirasla bir soluk, bir nefeslik hayatı uçlarında yaşamakta cüzi iradesine bağlı kaderiydi. Yaşamla ölüm arasında kıldan ince kılıçtan keskin o kader çizgisinde yüreklice yürümekse her irade sahibinin harcı değildi. Her görevde korkusuzca o çizgi üzerinde adımladı genç adam, bazı zamanlarda en ağır bedelleri de ödeyerek. Ne ölümden korktu ne de yaşamdan fakat ilk kez kalbinde farklı bir duygu vardı. Zaman zaman nefes almasını zorlaştıran o duyguyla adımlıyordu işte. Hata yapsa yürüdüğü kıldan ince kılıçtan keskin yoldan düşecek sadece kendisi olmayacaktı. Hızlıca bir karar verdi, evet bu yolda düşecek biri varsa bu kez o kendi olmalıydı. Ciğerlerini doldurdu karanlık koridorun ıssız taş yollarında ilelerken. Anıları, iyi kötü anlarına dair o film şeriti üzerinde yürüyordu şimdi de.
Ne zaman ciğerlerini dolduracak kadar iyi hissetse, boğazına yumru gibi takılan heveslerini hatırladı, nefes alamadı. En sevdiği çocukluk arkadaşını babasının tayini çıktığında uğurlamıştı. Herkesin coşkuyla kutladığı o doğum günleri fotoğrafları onda hep yarımdı. Can dostunun nikah şahidi olacaktı o sevinci de kursağında kalmıştı. Mehmet'i kaybetmişti, sonra dava arkadaşlarını. Bağlanma kimseye diyordu ona ilahi bir güç. Bağlanma kimi çok seversen onu senden alırım. Babası terk etmişti annesini ya da annesi dahasına dayanamayıp gitme kararı almıştı babasından. Yeni bir motivasyon bulmuştu kendisine doktor olacaktı. Annesine bakacak onu koruyup kollayacaktı. Annesinin tekrar yuvaya dönmesiyle, babası ve annesiyle artık tam bir aile olma hevesi de boşa çıkmıştı yıllar ilerledikçe. Ergenlik damarlarındaki kana bulanmıştı, delilik,tüm o heyecan ve hevesler.
Bir gelecek var mıydı ona ait. Kendine ait bir geçmişi var olmuş muydu? Göçebe yaşamıştı, göçebe birine en yakışır mesleği seçmişti. En ihtiyaç duyduğu zamanlarda babasından çok yanında bulduğu adam Fehmi amcasından vatan aşkını öğrenmişti. İnkar etmiyordu Uraz, çocukluğunda mesleği için doyamadığı babası yüzünden vatandan bile nefret etmişti. İsyan ettiği o vakit 'Anne olmadan olur, baba olmadan olur ama vatan olmadan olmaz evlat! Allah kimseyi vatansız bırakmasın.' diyen de Fehmi Amcası olmuştu. O da o vatan için asker olmuştu. Göçebe bir ruha en çok yakışan mesleği seçmişti. Yari de anası da babası da Vatandı artık. Sevmeye sevilmeye yabancı kalbi damarlarında dolaşan asil kandan ötesine sorumlu değildi.
Koridor, kapkara döküm bir kapının önünde son bulduğunda ardındaki ve önündeki adama son kez baktı Uraz. Kapıyı, bir el büyüklüğündeki anahtarı iri anahtar deliğine yerleştiriği üç kez döndürdükten sonra açan adam, o iri anahtarı taşımaya hak kazanan iri cüssesiyle Uraz'a doğru dönüp düz ifadesiyle ardındaki adama baktı ve baş işareti ile Uraz'ı kapının ardına ilerlemesi için yönlendirdi.
Tarantino'nun meşhur filmindeki Beatrix'in beş noktalı avuç içi kalp patlatma tekniği kadar ölümcül olmasada Cagaloğlu'nun da karşısındaki iri cüsseli adamı etkisiz hale getirecek noktalara uygulayacağı el darbe teknikleri vardı. Fakat ilk kez başına buyruk hareket edemezdi, büyük bir çetenin içine sızılmıştı ve yılların operasyonu küçük bir ifşa ile başarısız bir şekilde sonuçlanabilirdi. Bu yüzden düşmanla cenk etmek, sınır ötesi operasyonlar onun en çok sevdikleriydi.
"Eureka, eureka!" Diye çıkıştı Alper Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet taklidiyle.
"Betül,Güneş siz ne durumdasınız?" Diye soran Mete'yidi.
"Arıyorum." Diyen Betül'ken Güneş'ten henüz ses alınamamıştı.
"Yolun sonuna geldi ha!" Yanındaki adamların dilsiz cellat gibi sukünete devam edeceklerini bile bile sona yaklaştığının sinyali veriyordu Uraz. Görev aşkı her şeyin üstündeydi. Ne demişti Reha Cağaloğlu çocuk gözlerle bakarken kendisine 'SÖz konusu vatan ise, canını ve hatta yemeyip yedirdiği evladını bile feda eder bir Asker!' O cümlenin devamı çocukluk yıllarının travması olsa da Asker olma kararı verdiğinde en büyük motivasyonu da olmuştu. Sıradan bir çete değildi içlerine sızdıkları, terör bağlantısı da olan örümcek ağ gibi vatanı dört bir yandan örmüş bir çeteydi. O ağın sahipleri ise güneşin batmadığı topraklara kadar uzanıyordu belki de kim bilir.
Bir adım daha attı Uraz, bir adım daha, bu hayatta Allah'tan sonra en çok sevdiği Fehmi Amcası, Fehmi babasıyla vedalaşmamak içine oturacaktı. Bir de şu Ari denen soysuzun derisini yüzememek.
"Jeneratör tamam." Güneş'in sesi duyulduktan üç saniye kadar sonra tüm mekan içinde bulunduğu mahalle ile birlikte karanlığa gömüldü. Sessizliğe boğulan mahallede sadece saniyeler için jenaratörlerin motor sesleri duyulmaya başladı. Bir tek Kovan karanlıkta kalmıştı.
"Sadece otuz saniyeniz var, Güneş daha fazla geciktiremez." Alper çoktan yerinden fırlamıştı.Uraz yalancı bir telaşla koridorun geri dönüş yolunu tuttuğunu dile getirdi. Cellatlar şaşkındılar ve Uraz'ı yakalamak için telefonlarının fenarını açarak koridorun tersi yönünde yola koyuldular. Oysa Uraz kaçmak yerine cellatların şaşkınlığını fırsat bilerek çoktan havalandırmaya sızmıştı. Koridorda Fikret'in adamları koşuşturuken o koridorun tavanındaki havalandırma yolunda süsünerek ilerlemeye devam ediyordu.
"Hande, Metin Berat, Kovan kaçaklarını karşılama görevi sizde, ifşa olmamaya dikkat edin. Herkes çıkışa."
Devreye girmeyen jenaratör, Kovan'da küçük çaplı bir paniğe sebep olmuş, çıkış kapısı mahşer meydanını andırıyordu. Kovan'daki bir kaç görevli ise çoktan jenaratör odasının yolunu tutmuşturlar.
"İki ve bir, jeneratörü devreye alıyorum." Dedi ve Jenaratörü açar açmaz bulunduğu odayı terk etti Güneş. Hızla geldiği yöne yöneldi.
"Ne durumdasınız?" Diye soran Mete'di.
"Ben çıktım." Dedi Alper.
"Havalandırma da sürünüyorum." Diyen Uraz'dı. Beklemedeki ekip arasında gülüşmelere sebep olmuştu Uraz.
"Siz sürünmeyin ben sürünürum Uraz Kıdemlim!" Diye çıkıştı keyifle Alper.
"Kulise ilerliyorum, dansçıların çıkış kapısından çıkmayı planlıyorum." Dedi Güneş.
"Betül, durum bildirmeni bekliyorum?" Sessizlik tüm ekibi anlık duraksatmıştı. Mete'nin ikinci kez ikazına Güneş cevap verdi.
"Betül'ü bulup çıkacağım siz devam edin."
"Güneş? Dikkat et."
Betül'le en son karşılaştıkları yerden koridoru takip etti Güneş. Bu sessizlik hayra alamet değildi. Temkinli adımlarla ilerleyip, kapalı kapıları bir bir araladı Güneş. Şimdiye kadar baktığı üç oda da boştu. Çok fazla vakit kaybetmişlerdi. Mete işi şansa bırakamazdı, Betül'ü bulma işini paralel ekibe bırakıp Güneş'i geri çekmeye karar verdi. Uraz'da paralel ekip sebebiyle rahattı. Zira Betül kendini tehlikeye atacak bir rolde mekana sızmamıştı. Pek ala karanlığın vermiş olduğu paniği avantaja çevirebilecek kadar yetenekliydi Betül.
"Güneş, geri çekil." Sustu Güneş, Betül'ü bırakamazdı. Aptal değildi. Neler döndüğünü çoktan fark etmişti. Yine de Betül'ü ardında bırakmayacaktı. Sonu her ne olursa olsun, arkada bırakılmak hissini iyi bilirdi, çünkü onun en derinlerine işlemişti.
"Güneş ses ver?"
Sustu Güneş, öyle beylik laflar etmesine gerek yoktu. Güvendeydi Betül emindi. Ona yalnız olmadığını hissettirecekti tek derdi buydu.
"Güneş, dedim.Mikrofonundan ses geliyor beni duyduğunu biliyorum hemen Kovan'ı terk et." Mikrofonu kapattı Güneş, sadece dinlemede kalmak yeterliydi.
Önüne çıkan her köşeye, her kapı ardına özenle bakmaya devamediyordu. Nefes nefese bir kapı daha açtı odanın içi eski elyalarla doluydu. Eski masa sandalyeler. İçeri girip hızka göz attı ama Betül burada da yoktu. Bulunduğu yeri derhal terk edip tekrar yola koyuldu.
Nerdesin Betül? Nerde?
...
Ne yapacağız bununla!
"Ne demek ne yapacaksınız. Ya karanlıkta kayboldum diyorum. Bırakın beni diyorum. Çişim geldi, yarım saattir tuvaleti arıyorum, diyorum. Tuvaletin yerini söyleyeceksiniz başka ne yapabilirsiniz?"
"Sen bizi salak mı sandın lan. Bu koridorda tuvaletin ne işi var. Ne arıyordun burada kimin adamısın söyle?"
"La havvela... Gözün de mi kör kadınım ben kadın! Özgürüm kimsenin bişeysi değilim ben. Anladın?" Duvarlarında tek bir pencere olmayan saadece tavandaki havalandırmlardan ibaret olan dört metre karelik odada, dizleri üzerine çöktürülmüş genç kadın yanındaki adama meramını anlatmaya çalışıyordu. Kısa süre sonra odaya kızıl sarışın orta boylu bir adam girdi. Odaya adım atar atmaz zaten odada olan kendisi gibi takım elbiseli kasıntı adamla göz göze geldiler.
"Cemo hayırdır."
"Bu fareyi kazan dairesinde yakaladım."
"Lan sana jeneratöre bak demedik mi?"
"Düzeldi işte her yer ışıl ışıl, piyangodan da bu hatun çıktı Tayyar ne tapalım."
Bir kaç adım daha ilerleyen, Tayyar denilen atletik vücutlu adam Betül'ün tamda yanı başında duruyordu. Yerde ezik bir halde duran kadına tepeden baktı.
"Kimsin sen?"
"Arkadaşına anlattım anlamadı daha da anlatmaya takatim yok, ona sor. Kalan gücümü meshanemi sağlam tutabilmek için harcayacağım."
"Ne anlatıyor Cemo bu."
"Sıkışmış güya tuvalet ararken mekan kararınca da yönünü kaybetmiş. Yemedim ağabey."
"Yesen de yemezsen de , şimdi birde bunla mı uğraşcaz? Koray Ağabey misafirleriyle Kovan'a giriş yapacak, kalabalık bir karşılama bekliyor. Sen adamları önden yolla kendinde girişte bekle bu hatunun ifadesini bir de ben alayım."
"Aman Tayyar Ağabey, hatun kişisi gibi gözüktüğüne bakma, içinde şoför nebahat gizli, pek de tarzın olmayabilir."
"Ne biliyorsun lan sen benim tarzımı, yürü git bak işine."
"Eyvallah."
Betül yavaşça kendisine imayla bakan adama doğru başını kaldırdı. Yutkundu önce. Kırmızı kod eğitimlerinde zorlu imtihanlardan geçmişti ama bu çok farklıydı. Bu adam ırzına bile göz dikmiş olablirdi.
"Kovan'a nasıl girdin sen." Diye sordu Tayyar, karşısındaki kadının Kovan'a girebilecek statüde görünmediğine emindi.
"Kapıdaan." Uzatarak saf bir ağızla cevap verdi Betül.
"Kapıdan, demek? Adın ne seni zeki şey?"
"Nebahat, dedi ya Cemo, şoför olan."
"Vay, şu durumda şaka kabiliyetin yüksek."
"Bana bak, bu bok gibi mekana patronumla geldim, meşhur KOVAN denilen yerde ne oldu bir bil. Çat diye elektirik kesildi. Üstüne üstlük personelleri baba filmi özentisi kasıntı tipler ve benim çişim var. Artık işemek istiyorum anladın mı?"
"Gel ben seni tuvalete götüreceğim" Elini uzattı Tayyar. Bulundukları yerde de bir çeşit sinyal kesici var olmalıydı, epeyce bir zamandır ekiple irtibata geçemiyordu, dolayısıyla bulunduğu durum için ekipten yardım talep edemiyordu. Çaresiz, konu büyümeden başının çaresine bakmalıydı. Geç devreye giren jenaratörden ekibin sorunu iyi bir şekilde idare ettiğini düşünüyordu. Kendisine de düşen en azından bulunduğu durumdan en az hasarla kurtulmaktı. Kendine uzanan eli tuttu Betül. Fazla direnmesi de dikkat çekebilirdi. Bu penceresiz camsız odadan bir an önce çıkmak istiyordu, sonrasına da sonra bakacaktı işte.
Tayyar uzanan eli tutan nasır bağlamış parmaklara baktı. Dudağının sağ kısmı yukarı kıvrılırken nasırlı avucu olduğu gibi iri eliyle kavrayıp elin sahibi bedeni ani bir hareketle kendine çekti. Ani harekete karşı, devrilmesini beklediği bedenin kontrollü bir şekilde ayağa kalkıp dengesini koruyuşunu inceledi.
"Pekala, önden bayanlar..." Dedi Tayyar odadaki tek çıkış kapısını işaret ederek. Tedirgin hareketlerle kapıya doğru ilerledi Betül. Kapının kulpunu çevirip duyduğu kılik sesi ardından içeriye vuran ışıkla gözlerini kırpıştırdı. Yeterli gördüğü aralığa gelen açıklıktan tek hamlede bedenini dışarı atarken duyduğu silahın horoz emniyetinin kaldırılma ve kurulma sesiyle yapacağı diğer bir hamlesinden ani bir kararla vazgeçti genç kadın.
"Bence tetiğe basmamı istemezsin." Yutkundu genç kadın, ardında bekleyen adama doğru sinyalı vermek için başını yavaşça hayır anlamında sağa sola salladı.
"O zaman yavaş yavaş hareket edeceksin, komutlarım dışına çıkmayacaksın." Bu kez de başını yukarı aşağı sallayarak ellerini teslim ol hareketiyle iki başının yanına doğru havaya kaldırdı Betül.
"Adın ne?"
"Şimal."
"Uslu kız ol Şimal. Şimdi kapıdan sağa dön ve dediğim gibi yavaş yavaş ilerle." Betül kapıdan dışarı adımlar adımlamaz çaprazında Güneş'le göz göze geldi. Gözlerini belerterek tehlike sinyali verirken Güneş zaten elleri havada olan Betül'ü görer görmez kendini koridordaki boşluğa sakladı. Güneş'in görüş alanından dışarı çıktığından emin olduğunda ilerlemeye devam etti genç kadın. Ensesine değmemesine rağmen hemen ardında başına yakın tutulan namlunun varlığını hissedebiliyordu. Bir kaç metre yol adıktan sonra aynı bariton sen tekrar yankılandı genç kadının ardı sıra.
"Burada dur!"
Olduğu yerde durakaldı genç kadın. Güneş'in de kendilerini takipte olsuğunu biliyordu. Neden boş koridorda birden bire dur demişti ki ardındaki adam. Güneş'i fark etmiş olabilir miydi?
"Ne oldu, neden durduk şimdi ha? Çişim var benim neyini anlamıyorsun. Bırakta şu köşeye işeyeyim bari!"
Duyduğu sesle irkilip ardına döndü genç kadın. Dekor olarak görünen duvar işlemesi ileriye doğru açıldığında gizli bir kapı açığa çıkmıştı. Gözlerini kırpıştırarak kendisine alayla bakan adama bakakaldı genç kadın.
"Buraya mı işeyeyim?"
"içeri gir Şi-Mal!" Önce Betül ardı sıra Tayyar gizli kapıdan geçtiler. Gizli kapının devam ettiği rutubetli karanlık koridorda bir süre ilerleyip koridorun sonundaki kapıyı açtılar. Karşılarındaki kapı dik döner merdivenlere açılıyordu. Sabırla merdivenleri takip ettiler. Betül nerede olduklarını kestirememesi sebeyle atak da bulunamıyor sabırla Tayyar'ın yönlendirmesine ayak uyduruyordu. Merdivenler son bulduğunda aydınlık kare bir holde buldular kendilerini. Duvarlarında ünlü ressemların pahalı replika eserlerinin tabloları bulunuyordu. Altın varaklı işlemeli tavanı yanı sıra holdeki işlemeli gold dresuar üzerinde mink vazo aşağı yukarı kirk iki metre karelik hole oldukça ihtişamlı bir hava katmış gözüküyordu.
Bir kaç kapı geçince soldaki ahşap kapının kulpunu tuttuğu gibi çevirip kapıyı araladı Tayyar. Önündeki kadına, hemen içeri girmesi için başıyla işaret verirken aynı zamanda elindeki silahı da sallayarak ültimatom vermekten geri kalmayacaktı. Aralık kapıdan içeri girmeden önce geldikleri yöne kısa bir bakış atıp Güneş'in varlığını yokladı fakat kendisini göremedi, çaresizce aralık kapıdan içeri adımlayarak yola devam etti Betül. Adımlar adımlamazda dumura döndü. Oldukça gösterişli bir odanın ortasında yuvarlak bir yatak bulunuyordu. Yatağın üzerindeki gösterişli parlak örtüler ipekten olduklarını haykıyordu adeta fakat Betül'ün o haykırışları duyacak vakti yoktu. hızlıca odada göz gezdirmeye devam ettiğinde, odanın ihtişamına uymayan cam pencereden gözüken yangın merdivenlerine gözü takıldı. Bu adamı atlatıp bu odadan nasıl çıkabileceğini düşündüğü sırada kulaklığına vuran cızırtıyla , sinyal kesicilerin etkisinden çıktıklarını anladı genç kadın.
"Burada!" Dedi bariton sesin sahibi Tayyar.
"Nne!"
"Çişin gelmişti ya hani, ortalık yere salma lavabo kapısı burada."
"Eevet." Koşar adımlarla lavaboya girip ardından kapıyı kilitlediği gibi mikrofonunu açtı Betül. Paralelinde şifonu çalıştırıp konuşma sesini düşürdü.
"Bben tutsağım, hem de hiç iyi bir yerde değilim." Diye mırıldandığında karşılık veren Mete oldu.
"Sen ve Güneş hariç herkes tahliye, oradan çıkmak için yalnız başınasınız Betül." Mete'nin bu acımasız söylemi karavandaki tüm ekipce işitilmişti.
"Nasıl ya bu çok zalimce." Deyen Alperdi. Bu çıkışını sadece yanındaki ekip arkadaşları duymuştu. Zira mikrofonları kapalı arabanının içine kurulu özel sistemden aynı anda arabadakilerce dinleniyordu tüm konuşmalar. Metin, Berat, Hande ile hep birliktelerdi. Uraz Mete'nin yanındaydı.
"Peki kıdemlim."
"Güneş'e ulaşamıyorum, seni almak için geri döndü ve iletişimi kopardı, ne yap et oradan kurtul ve son ana kadar iletişimde kal."
"Emredersiniz kıdemlim.".
"Yardıma ihtiyacın var mı?" Odadan bağıran sesin sahibi Tayyardı. Korkarak cevap verdi Betül.
"Hhayır!"
"Ne yapmaya çalışıyorsun sen Salur?" Uraz, Mete'ye çıkışmıştı. Soy adıyla hitaplaşmak kıdemliler arasında restleşirken rastlanan bir durumdu.
"Kriz anı yönetimlerini de görmek lazım. Nasılsa Güvenli alanda sorun yok."
"Bu çocukları kırmızı kod eğitimlerinde zorladık zaten. Amacımız canlı sahada tecrübelenmeleriydi. Bu kadarı yeter. Üstelik Güneş'e ulaşamıyoruz."
"Neden bilmiyorum ama Güneş'in ne yapıp edip bir yolunu bulacağında eminim. Bırak da izleyelim neler olacak."
"Kendine eğlence arıyorsun!"
"Neyin var senin, sanki bu çocukları tüm eğitim boyunca zorlamamışsın gibi. Onların sahada ne yapacaklarını görmek hakkım."
"Tehlikeli, şu anda dikkat çektik ve yaptığın her şey çok tehlikeli."
"Dedi, tehlikeyle dansı seven adam. Senin sorunun ne Uraz? Sen bana açık açık bir söylesene."
"Daha ilk görevlerinde özgüvenlerini geliştirmemiz gerekirken sen, onları zorlayarak travma yaratma peşindesin. İzin vermeyecektin Güneş'in ve diğerlerinin Kovan'a sızmasına. İş Kovan'a taşındı. Fikret bizi mahsene davet ederek hata yaptı ve hatasını temizlemeden bırakmayacaktı. Bu yüzden Kovan'a gitmek zorundaydık. Bu yüzden Güneş'i ardımda bırakmak zorundaydım. Komuta sendeydi."
"Ekiptekilerin hepsi birer deli kan, onların hevesini kırmak birer travma sebebi değil mi? Alper hata yaptı hatasını düzeltmesi için şans vermemek bir travma sebebi değil mi?"
"Her şeyi riske atarak mı Salur?"
"Bunu bana Kovan'a girme kararı verirken başına buyruk davranan Cağaloğlu mu söylüyor. Senin kadar bende emek verdim onlara Uraz. Bende sakınırım onları her türlü tehlikeden ama düşe kalka öğrenilir yürümek. Haklarında bir karar vereceğiz ve ben onları sahada zorlayabildiğim kadar zorlamak taraftarıyım." Dedi Mete. Uraz öfkeyle kontrol panelinin yanına oturdu. Mete mikrofonunu açarak Tayyar'a seslendi.
"Tayyar, zorlayabildiğin kadar zorla."
"Emredersiniz."
Betül, ürkek bir şekilde lavabodan çıktığında Tayyar ile göz göze geldiler. Tayyar o sırada elindeki silahın kabzasındaki kilitle oynuyordu.
"Ne istiyorsun benden?"
"Ne iş yapıyorsun?"
"Asistanım ben."
"Sekretersin yani."
"Asistan!"
"Pekala asistan, o elleri başka hangi iş için kullanıyorsun da avuç içlerin nasır içinde."
"Yoksul bir aileye sahibim, evimi kendim çekip çeviriyorum. Normal."
""Hımm, bende silah tutmaktan sanmıştım. Özellikle sertleşen kısım kabza ve tetiğe değen parmaklar olunca... Yanılmışım. Bedenini kaldırırken ki kontrolün de öyle ama sen spor yapıyorum diyeceksin, kesin öyledir." Yutkundu Betül. Artık atak zamanıydı. Hızla atıldı ve adamın elindeki silaha tekme attı. Silah yere düşer düşmez, Tayyar kızın üzerine yürüdü. İkili birbirlerine acımadan yumruklar tekmeler savuruyırlardı. Betül doğru darbeyi atamadığından karşısındaki adam hala ayaktaydı. Bir an gözü yerdeki silaha takıldı ve kendi silahını hatırladı. Kendi silahı yerine yerdeki silaha atılırken Tayyar fark eder etmez karşısındaki kadına attığı darbeyle Betül'ün bedenine beklenmedik o sarsıntıyı yaşattı. Genç kadın bedeninin sağ tarafı zeminle bulaşacak şekilde yere çakıldı. Tayyar ayaklarından yakaladığı gibi yerde sürekledi kadını. Ardından iki eliyle hiç de zorlanmadan ince bedeni bir eşya gibi yerden kaldırıp yatağa fırlattı.
Üzerindeki ceketten kurtuldu önce, gelişi güzel odanın bir köşesine fırlatarak. Adım adım yataktaki kadının üzerine doğru ilerlerken sırasıyla önce sol sonra sağ kolunun gömlek marşetlerinin düğmelerini açarak sıyırdı bileklerini. Dizleri üzerinde yatakta ilerlerken, sersemliği üzerinden henüz atmış olan kadını saçlarından kavradı ve hırpalayarak sorguya çekmeye başldı.
"Şimal misin sen gerçekten ha!"
Babasının en büyük kızıydı o, kardeşlerinin sığındığı tek , küçük bir filiz dalıydı o. Ağaç olup toprağına kök salması dallarını göğe doğru uzatıp yapraklarını açması, o yaprakların altında kendine sığınan iki küçük kalbi yağmurdan da güneşten de koruyabilması için daha çok zamanı vardı. Ölemezdi, bu yüzden hayatta kalmanın her yolunu deneyecekti. Kendileri için özel olarak tasarlanan kamufle silahı bel kemer askısından çıkardı. Oldukça minik fakat işlevselliği yüksek olan silahın kısa küçük namlusunu karşısındaki adamın çenesinin altına doğru tuttu. Her şey saniyeler içinde olmuştu. Tayyar'ın şaşkınlıkla sol kaşı şahlanırken, tetikteeki parmağı da dahil Betül'ün silah tutan eli titriyordu. Sadece bir kaç saniye hareketsiz halde bekledi Tayyar.
"Şimal olmadığını itiraaf ettiğin silahın, tetiğine basabilecek misin küçük kadın ? O metal parçası ellerinde eğri duruyor, daha önce birine silah doğrultmamış gibisin? İçindeki kurşun ateşlendiğinde eti delip de kemiğe saplandığında etrafa saçılan barutla karışık kan kokusunu solumamış gibisin?"
Mikrofona yansıyan sesi tüm ekip aynı anda işitmişti. Güneş'de sonunda sinyal kesicilerin etkisini kaybettiği alana varmış, gelen sesleri takip ederek Betül'ün bulunduğu odanın kapısına vardığında ok yaydan çıkmak üzereydi ve artık geri dönüşü olmayan bir yolun yolcusuydular. Kendindeki silaha boş boş baktı Güneş. Hızla kabzsını sıkıca tuttuğu gibi odaya daldı. Tayyar'ın Betül'ün elindeki silahı kapıp yere savuruşunun ardından , üzerindeki gömleği bedeninden sıyırırken Betül'ün mağbedini korumak için kollarıyla bedenini örtüşüne şahit olduğu an bağırdı Güneş.
"Oyun bitti!"
----> Gelecek bölüm de buluşmak üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |