
Yerküreyi seyre duran bulutlar, muhafaza edemedikleri hüzünlerinden damla damla kurtulurlardı. İşte o damlalar hafif hafif çiseliyordular hangarın saçtan yapılma çatısına. Her bir damla tanesi çıkardığı sesiyle hangardakilere anlayamayacakları bir dilde hüzünlerini fısıldıyorlardı. Toprak payına düşen hüzün damlalarıyla dolup taşmak üzereyken ,bağrından bir bebek gibi sancıyla doğurduğu buram buram kokan o hüznü, rüzgarlara emanet edip uzaklara, çok daha uzaklara ulaştırmak üzere uğurluyordu .
Herkes hangarda kendi hallerinde köşelerine çekilmiş duruyordu. Güneş elindeki minik mandalinayı yavaş yavaş soyarken kalçası üzerinde çöktüğü yerden, açık pencere manzarasına dikkat kesilmişçesine, manzaradaki al bayrağa boş boş bakıyordu. Dalgalanmakla dalgalanmamak arasında çiseleyen yağmur tanelerinin altında ıslanan al bayrak bir tarafta, üşütmekten korkarcasına narin esen rüzgarın getirdiği toprak kokusu diğer tarafta, diline değen mandalina tadı bambaşka bir tarafta zihninin uç köşelerine kadar esaret altındaki benliği ortamın naifliğinin tesiri altındaydı. Enteresan bir şekilde hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyordu genç kadın kendini. Her güzel şey gibi o anda daha elindeki küçük mandalina dilimleri tükenmeden sona ermişti. Karargahın demir kapısı açıldığı anki şiddetli sesine eş değer sesle açıldıktan bir kaç saniye sonra kapanmıştı. İçeri adımlayan iri postallı bedenler karargahın merkezine doğru vardıklarında her bir köşedeki acemi rehavetle bulundukları yerlerden doğrulup kıdemlilerine doğru yöneldiler. Güneş de bakışlarını ağır ağır karargahın ortasına doğru çevirdi. Saniyeler içinde çiseleyen yağmur yerini sağnak yağışa bıraktı. Hava az evvelkinden bir kaç derece eksiledi. Soğuk hava etkisiyle, zaten serin olan zemin iyice üşütür hale geldiğinde Güneş'te oturduğu yerden tek hamlede doğrularak ayaklandı.Elindeki son mandalina dilimini de ağzına attıp yavaş yavaş çiğnerken ağır adımlarla o da diğer acemiler gibi karargahın merkezinde yerini almak üzere hareketlendi.
"Operasyona katkılarınız için teşekkür ederiz. Her biriniz ilk saha görevi olmasına rağmen beklenenden daha iyi bir düzeyde sahada başarı kaydetti. Son sınavınızı da başarıyla tamamladınız."
Konuşmaya başlayan Mete iken Uraz, alışılagelenin aksine ilk kez sessizdi. Karalarının varamadığı gözlerinin beyazı al al çizgilerle dolmuş göz altında uykusuzluğun emaresi koyu çukurlar vardı. Keskin çene hattı, sinirli olduğu zamanlardaki gibi belirginleşmişti.
"Başarı kaydettik öyle mi?" Dedi kendi ve sadece sağ yanında duran Alper'in işiteceği tonda Betül. Alper serseri mayın gibi patlamaya hazır halde herkesin duyacağı tonda konuşmaya dahil oldu.
"Bir genç kadını odaya çekip üstüne gidecek ve yalnız hissettirecek kadar zorlamak mı gerekliydi? O lanet mekanda sırf görevimiz için ettiğimiz fedakarlıklar gözünüze az mı geldi."
Betül Alper'in sol koluna dokundu yükselen sesini kontrolde tutması için ama Alper hızını alamayacaktı.
"Benim, bizlerin özelinin ya da hayatlarının bu kadar ortalığa dökülmesi mi gerekti. Ha? Da ha ilk gö rev deee! Onurlarımızın ayaklar altına mı alınması gerekti ! Aylarca aldığımız eğitimler için yeterince sınanmadık mı? Kırmızı kod odasında vücutlarımızda yara almayan zerremiz mi kaldı? Yıldık mı? Vaz mı geçtik? Neyin başarısı bu ha, neyi başardık biz!"
İlk kez Edip de Alper'den yanaydı. Alper'in omzuna kolunu attı, sakinleşmesi için bir miktar omuzunu sıkıp çekti kolunu omzundan. Fazla samimi olmak istemiyor gibiydi de. Mete Alper'e çevirdi başını ve gözlrinin içine baka baka konuşmaya devam etti.
"Daha ilk görevde sınandıklarınızın daha fazlasıyla sınanacaksınız saha da. Bu öfke nedir acemi? İşte Hangar kapısı orada, sizi burada zorla tutan mı var?"
"Pekala." Dedi Alper, ceketini kaptığı gibi hangarın kapısına doğru ardına bakmadan iri adımlarla ilerlemeye devam etti.
"Alper!" Diye bağıran Uraz'dı. Durdu Alper. Sırf Güneş'i kovana sokmamak için verdiği çabasını takdir ettiğinden durdu. Aptal değildi, Uraz'la Mete arasındaki fikir farklılıklarını hissedebiliyordu. Diğerleri göremesede o, Uraz'ın ekibe güven vermek için sahaya, kendilerini yalnız hissettirmemek için çıktığını biliyordu
"Alper, sana eğitimlerde defalarca kez gitmen için yol gösterdim, vazgeçmedin. Hatta adını listede gördüğüm gün, sana veto verdim. Düşüncülerimi, fikirlerimi, değiştirdin. Beni, bizleri kendine inandırıp da yarı yolda bırakmak yakışır mı sana?"
Boğazı kasıldı, gözleri dolu dolu oldu Alper'in. Evi terk ederken ardından anne baba dediği insanlar bile, kendisine gitme dememişlerdi. şimdiki gibi o zaman da saniyesinde gitmekten vazgeçmez miydi? Gözlerinden sızan yaşlar gözükmemeliydi. Durdu, ama geri de dönemedi Alper.
"Biraz zaman verin Uraz kıdemlim, hava almaya ihtiyacım var."
"Pekala herkes serbest, akşam yemekte bir arada olacağız. Hepiniz için zorlu zamanlardı. Akşama kadar dağılın, dolaşın ama akşam hepiniz eksiksiz burada olacaksınız. Anlaşıldı mı?" Uraz, gergin ortamı biraz dağıtmıştı. Alper hangarı ilk terk eden oldu, peşi sıra birer ikişer yavaş yavaş ayrıldılar hangardan. Güneş de sanki gidecek bir yeri varmış gibi hareketlendi.
"Güneş, sen biraz daha bekle."
Hangarda Güneş Uraz ve Mete olmak üzere üç kişi kalmıştı. Güneş kendisini neyin beklediğini ilk kez hesaplayamıyor, daha doğrusu hesaplamak dahi istemiyor gibiydi. Karşısındakilerde biri de Uraz'dı ve defalarca kez eğitimleri geçse bile ekibinde yer almaması için elinden geleni yapacağını söyleyen biri olarak kendinden emin bir şekilde duruyordu. Kaldırdı yüzünü genç kadın, biraz daha bekle deyen Uraz Kıdemlisinin gözlerinin içine baktı. O da neydi. Kırmızı çizgiler dizilmiş beyazı ala bulanan gözlerinin içinden bakıyordu karaları. Bu bakışı daha önce hiç görmemiş gibiydi. Hangarın demir kapısı açılıp kapandığında çıkardığı sese dönmek istedi Güneş. Uraz hızla konuya girince içeriye gireni görmek için ardına çevirmek üzere olduğu başını Uraz'a geri döndürdü.
"Kimse ilk seferinde tereddüt etmeden tetiğe dokunmazken, sen o tetiği çektin. Operasyonun sizler için bir sınav olduğunu nasıl anladın?"
"Sözde mafya adamı olan personeliniz Betül'e şiddet uygularken oldukça suni gözüktü gözüme."
"Nasıl ya, oldukça inandırıcı davrandığımı düşünmüştüm." Kahkahalarla hangarda yankılanan sesin sahibi de hangarın merkezine vardığında, Güneş bu kez sesin kaynağına doğru döndü ve Tayyar'la göz göze geldiler.
"Öylesi adi heriflerin gözlerindeki iştaha daha önce şahit olmak da benim şansımdı, rol yaptığınızı fark ettiğimde operasyonun artık son bulma vaktinin geldiğini anladım." Dediğinde etrafındaki herkesin Güneş'e bakan gözlerinde bir şeyler değişmişti.
Uraz soğuk kanlılıkla bir sonraki sorusunu sordu, karşısında duygusuzca kelimelerini sıralayan genç kadının psikolojisinden emin olmak istedi
"Güneş o tetiğe operasyonun fake olduğunu anladığın için mi, personelimizin Betül'e uygulayacağı cinsel şiddet tahammülünü zorladığı için mi bastın?"
Uraz, Mete'yle birlikte sorduğu soru karşısında genç kadının bedeninin vereceği tepkiyi inceliyorlardı. Genç kadın yine bir sınavını vermekte olduğunu farkındaydı, amacına bu kadar yakınlaşmışken kaybetmemeliydi, kaybetmeyecekti.
"Cinsel şiddet uygulayamayacak kadar kibar gözüktü gözüme personeliniz Uraz kıdemlim, aynı zamanda bana verdiğiniz silahların ağırlığındaki farklılığı elime aldığım ilk anda anlamamakta aptallık olurdu. Dediğim gibi operasyonun son bulma vakti geldiğinden tetiği çektim, silahın boş olduğunu biliyordum kıdemlim. "
"Peki sen niye son ana kadar bekledin?" Diye soran alaşağı ettiği Tayyar kod isimli ajanlarıydı.
"Bize verilen araştırmadaki olaylar gerçekti, operasyon süresince biz acemileri ne kadarına dahil etiğinizi anlamam için zaman ihtiyacım vardı?" Tayyar kod adlı ajan dudaklarının kenarlarını aşağı büzerek, karşısında belki gelecekte yer alacağı operasyonların birinde birlikte çalışma imkanı bulacağı personele, kendisini takdir eder gibi baktı.
"Benden istediğiniz bir şey yoksa, Kovan'a geri döneceğim. Uraz kıdemlim? Mete kıdemlim?"
"Görev senindir." Dedi, iki kıdemli eş zamanlı olarak Tayyar isimli ajanlarına istediği müsaadeyi vermek üzere. Tayyar hangardan ayrılırken son bir kez daha baktı Güneş'e. Mete ise elindeki tablette bir şeyleri kontrol ediyor gibiydi.
"Uraz, bensiz devam etmelisin, çıkmam gerek." Başıyla onay verdi Mete'ye Uraz. Kısa sürede Mete'de hangardan ayrıldı. Güneş, Uraz'ın gözlerinin içine hapsetti elalarını. İki dudağının arasındaydı geleceği. Dediği gibiydi tüm sınavları geçse en iyi başarıları kaydetse dahi ekipte yer alması o iki et parçasından çıkacak sese bakıyordu.
Dudaklarının aksine o yorgun gözleri bir şeyler haykırıyor gibiydi. Güneş anlamaya, anlamlandırmaya güç yetiremiyordu. Bir süre öylece kaldıktan sonra uraz montunun iç cebine elini atıp, içinden çıkardığı kartı Güneş'e uzattı. Güneş eline aldığı üzerinde kendi fotoğrafı olan kimlik kartına baktı, baktı ve bakışlarını tekrar bir anlam bulamadığı bakışların sahibi Uraz Kıdemlisine kaldırdı. Kendisine, yıllar önceki öğrencisi gibi çocuk gözlerle bakıyor olan elaların sahibini baştan sona son bir kez daha süzdü Uraz, sözlerine başlamadan önce.
"Operasyon, için herkesten kendisine mahlas seçmesini istediğimizde, etrafına nasıl baktığını gördüm Güneş."
"Ama, ama nasıl?" Dedi düz ifadesine rağmen şaşkınlık içinde olduğunu belli eden ses tınısıyla yüksek tondan sorgulayarak.
"Yeni bir vatandaşlık numarasıyla, gerçek kimliğini buluna kadar Güneş Şenel olarak bizimle devam edebilirsin." Uraz, cümlesini tamamlar tamamlamaz hangarın kapısına doğru ilerlerken, göz yaşları birer sicim olup gözlerinden akıyordu Güneş'in. Uraz iyi bir gözlemciydi ve de haklıydı. Herkes kendine operasyon için yeni bir isim seçerken Güneş, kulağına ilk fısıldanan adı bilmeyişini hatırladı. Saklayacağı bir kimliği yoktu, koruması gereken bir ailesi. Omurgalı duruşundan başka şahsiyetinin altını dolduran bir cümle yoktu onun için. O yalnızca Güneş Şenel'di işte.
Hangar'dan dışarı adım atar atmaz yüzünü göğe kaldırdı Uraz. Yüzünü yıkadı her bir hüzün damlası, aynı hızla kıyafetlerini sarmaladı. Koşsa bir kaç adım ilerideydi arabası ama o kaçmak istemiyordu bu hüzün havasından.
***
"Yıllar önce Harun Çenk'i araştırmamızı isteme sebebin de tesadüf değil değil mi?"
"Hayır Yavuz, Pilot okulda öğretmenlik yaparken Güneş'i Harun'la görmüştüm. Lise öğrencileriyle o tipte bir adamın irtibatta olması göz arda edilemezdi ki haklıydım. Kadın, insan ticareti, fuhuş mafyasının merkezi olan bir isim haline geldi bu piç herif. Lanet olsun ki resmi hiç bir kayıt yok adamı içeri almak için."
"Güneş'te ARGE yerine bu herif yüzünden sahada olmak istiyor, öyle mi? Tüm o eğitimler boyunca kendisini motive eden gerçek buymuş yani."
"O kadar, basit değil Yavuz. Bizzat şahit oldun, Asude diye biri Güneş'in hayali bir arkadaşı olamaz. Yetimhane müdürü, o isimde biri yok da diyebilirdi fakat konuyu manipüle etmeyi tercih etti. Bir yalanla."
"Aynen, bu yüzden araştırması için müsaadeni almadan insiyatif alıp, yetimhaneyi ve müdürünü izlemeye aldık."
"İyi yapmışsın. Görelim bakalım o duvarlar içinde neler dönüyor."
"Yalnız Uraz, bu araştırmadan Fehmi Müdürümüze bahsetmeyecek miyiz?"
"Elle tutulur bir şey olana kadar bekleyelim diyorum, bunu da yetiştirmezsin değil mi Yavuz?"
"Ulan Uraz. Lan ne yetiştirmişim ben Fehmi Müdüre? Güvenmiyorsun madem git başkasına anlat meramını."
"Özür dilerim."
"Nne!"
"Çok düşündüm lan. Poligon sahasına giren o silahtan sen, ben ve Tuğçe haberdardı."
"Tuğçe olamaz, panikle toplantı odasında konuşmazdı aksi olsa."
"Sen de, ben değildim diyorsun."
"Uraz, sıçtırtma çarkına, sövdürtme muhtarına."
"Haftalık raporlama bir gün öne çekildi, diye geldi Fırat. Çağrı cihazımı poligon sahasında unutmuşum, ona sen vermişsin. Nerede olduğunu sorduğumda iletişim odasına gittiğini söyledi. Ne düşünseydim."
"Ne, nnasıl dedi?"
"İletişim odasına gitmedin mi?"
"Gittim fakat Fırat, Fehmi Müdürün benle görüşmek istediğini söylediği için gittim. Ben oraya giderken çağrı cihazlarına haftalık raporlama için mesaj gelmemişti."
"İyi düşün Yavuz, sıralama tam olarak nasıldı?"
"Uraz, daha bunamadım. Ben ne yaşadığımı iyi biliyorum. Fehmi müdür, haftalık raporlama için sunuma hazır olmamı söyledi, sonrasında da çağrı cihazlarına davet mesajları geldi."
"Fırat nerede?"
"Doğu operasyonu için görevde."
"Lanet, oydu. O ispiyonladı. Peki nasıl, neden? Tuğçe'nin ağzını yokla, kamera kayıtlarını incele. Bu işte bir bit yeniği var."
***
Mavi gri gökyüzünden yüzüne vuran kasvete sonunda yüz çevirdi. Kirpiklerinden damlayan hüzün damlaları yüzündeki diğer damlalarla buluşup oluk halinde keskin çenesinden toprağa doğru yol almış akıyordu.
"O, yetimhanede neler yaşadın sen Güneş!"
Kendi duyacağı tonda mırıldanırken, kaslı vücudunun ağırlığından ıslak toprakta ardında adım adım izini bırakarak, akşamki yemek için nevale almak üzere arabasına doğru yola koyuldu Uraz.
...
Hane-i Sûkut, dediği evinin siyah çelik kapısının kilitlerini sırayla açıp besmele çekip, sağ ayağı ile evine girer girmez, boş eve selam vermişti, yaşından erken ihtiyarlamış orta yaşlı adam. Hemen evin dış kapısının pervazına yakın duran anahtara basıp holün aydınlatmasını açtığında girişteki boy aynasındaki yansımasıyla karşı karşıya kaldı. Kırlaşmış saçları, göz altı torbalarının bittiği yerden başlayan derin kaz ayakları, alnındaki sıra sıra çizgiler, uzun boyunun yılların yer çekimi kuvvetine yenik düşmüş, hafif kamburlaşan sırtı ile aynadaki aksiyle kısa bir müddet bakıştıktan sonra şapkasını ve mantosunu çıkarıp fazlalıklarını hemen aynanın yanındaki dilsiz uşağın kollarına birer birer taktı. Soyunma odasına doğru adım adım ilerlerken boğazına geçirilmiş urgan hissi veren kravatını gevşetip gömleğinin ilk yaka düğmesini açtı ve odasındaki yılların eskitemediği ahşap oymalı giysi dolabının kapağını açıp askıdan aldığı askılığa takım elbisesinin ceketini astı. Henüz kırklı yaşlarının sonunda olmasına rağmen özensizlikten, yıpratmış olduğu bedeni ağrılarıyla isyan bayrağı açtığından olsa gerek, diz ağrılarına dayanamayıp hemen giysi dolabının yanında duran iskandinav tarzı ahşap sallanan sandalyeye bedenini bir yük gibi bırakan adam, her akşam yaptığı gibi duvarda asılı duran düğünlerinden hatıra gelinle damatın yanyana çekili oldukları fotoğraflarına bakıp içli içli selam verdi rahmetli eşine.
"Eee, nasılsın Nesibe. Günün nasıl geçti. Yine yordun ev işleriyle kendini ha. Demedin mi can parem kendini yorma diye. Sende haklısın tabi, hepimizin sorumlulukları var. Yorulmayacağız diye boş da veremeyiz ki gülüm. Benim günüm mü nasıl geçti? Çok kötüydü be Nesibe, çok mahcup, çok suçlu hissediyorum. Müthiş bir üzüntünün müteessiriyim. Yıllar önce verdiğim bir söz vardı Nesibe. Genç bir müvekkilime ona yardım edeceğime dair söz vermiştim. Ben, ben sözümü tutamadım. Yapamadım, o benden yardım istedi ben ona yardım edemedim. Deva olamadığım o kadın vefat etti Nesibe. Bir görsen o kadar gençti ki, çocukluğunu gençliğini ve gelecek yıllarını çaldıkları yetmiyormuş gibi bir hain gibi andılar onu ardından Nesibe. İçim bomboş benim, bomboş. Ben bu vaziyetle nasıl görevimi icra etmeye devam edebilirim. Hangi güçle kimi müdaafa edebilirim ki bir daha ha söyle. Bir şey söyle be iki gözümün nuru. Bir teselli ver. Çok özledim senin o ruhumu serinleten tatlı nidalarını,çok be kadınım."
Tüm bir ay adliye koridorlarında dolanmış, her bir detayını titizlikle incelediği ve her defasında önüne koca koca duvarlar örülen dava dosyasında bir milim öteye adım atamamıştı. Bir müddet daha sallanan sandalyesinde sanki mümkünmüş gibi inzivaya çekildi adam. Gözlerini yumduğunda o bal rengi umutla bakan kırgın gözler görünüyordu hayalinde. Daha fazla dayanamayıp oturduğu yerden ayaklandı, ilaçlarını içip odasında uyumayı deneyecekti. Mutfağa girdi, tezgahtaki çömlek sürehiden çömlek kulplu bardağı taşmayacak kadar su ile doldurdu. Hemen tezgahın üstündeki cam kapaklı dolabı açıp raftaki ilaç şişesinden bir tane hapı ağzına attığı gibi suyundan içti besmele çekerek orta yaşlı adam. İlaç şişesini tekrar aynı yere, dolaptaki rafa koyup cam kapağı kapattığında bu kez de açık gözlerine rağmen cam kapakta gördüğü silüete tebessüm etti.
Güneş.
"Sermet Ağabey."
Sıçradı adam durduğu yerde hemen ardına döndü. Hayal değil bu kez gerçekti. Güneşti, karşısındaki.
"Güneş! Sensin değil mi? Ssen, sen ama nasıl?"
"Sakin ol, hayattayım yaşıyorum ve seni kaybetmek istemiyorum, o yüzden sandalyeye oturur musun artık. Beni korkutuyorsun." Güneş Sermet'in kolundan tuttuğu gibi baş işaretiyle gösterdiği ardındaki sandalyeye oturması için emri vaki yaparak Sermet'e yardımcı oldu. Sermet'se hala üzerinden şaşkınlığı atamış olacak ki, Güneş'in tuttuğu yere koluna bakakaldı. Evet gördüğü vicdanının ona gösterdiği bir hayal ürünü değil gerçekten de Güneş'ti. Kanlı, canlı sapasağlam yanındaydı işte.
"Nesibe! Gülüm! Çay koy, çay. Derviş çayı olsun."
Güldü Güneş. Sermet Ağabeyinin sevincini de hüznünü de rahmetli eşi Nesibe'nin fotoğrafıyla paylaştığını bilirdi. Sanki o hayattan hiç kopmamış gibi, onunla bu evde yaşamaya devam etmişti Sermet. Bir hastalık değildi, gayet bilincindeydi biricik kıymetli karısının bu hayattan göç ettiğinin ama o böyle yaşamayı tercih ediyordu. Doğruldu, Sermet'in sevinçle bakan gözlerinin hapsinde, ardındaki dolaptan aldığı çaydanlığın alt parçasına açtığı çeşmeden suyu doldurdu, ocağı yakıp harlı ateşin üstüne koydu çaydanlığın alt parçasını. Diğer parçasına da diğer dolaptan aldığı kavanoz içindeki çaydan boca etti.
"Derviş çayında tomurcuk olur mu Sermet Ağabey, tomurcukta koyayım mı?"
"Eee, olsun da, ondan koy."
Çay demlenesiye kadar hiç konuşmadan bakışmışlardı. İlk yudumu ağzına alır almaz, açtığı ağzını bu kez sorularla doldurdu Sermet.
"Bana o ifadeyi teslim ettirdikten sonra, içim içimi yedi. Öyle haberler de ardından vatan haini dediler ya kanım dondu Güneş. Öldü dediler sana hemde bir hain gibi. Olmaz! Şimdi ise tam karşımdasın ya, bu nasıl iştir. Anlat hele bir."
"Çay nasıl olmuş?" Yüzünü ekşitti Sermet.
"Nesibem'inki gibi değil ama idare eder." Gülüştüler.
"Devlet korunmasında özel bir programa dahil oldum. Bu kadarını bil kafi."
"Nasıl, bu işin aslı astarını biliyorlardır o vakit. Dertleri neymiş senle. Kimmiş bu hainler."
"Benim öncelikli davam belli Sermet Ağabey. Devlet'in derin mevzularına akıl sır ermez. Ben kurbandım, bir çok arkadaşımı şehit ettiler, beni kurtarabildiler sadece."
"Güzel kardeşim ardından sana hain dediler."
"Hakikat ortaya çıktığında da iadeyi itibar yaparlar Sermet Ağabey."
"Yaşadığını benden başka bilen var mı?"
"Birlikte çalıştıklarım dışında bir sen Sermet Ağabey. Senden ve Nesibe Ablamdan başka kimim var ki benim."
Ardında bıraktığı odaya , Nesibe'sinin fotoğrafının olduğu odaya baktı duygulu duygulu. Evet, Güneş'i Sermet'e getiren şeydi Nesibe. Görevi için eşiyle tehdit edildiğinde, sevdiğini adalete kurban edecek kadar gözü kara bir avukattı. Karısıyla şantaj yaptıklarında dahi it sürülerine pabuç bırakmamış, karısından olmuş ama asla yılmamıştı daha gencecik bir avukatken. Namını tüm yer altı alemi de hukukçular kadar iyi biliyorsa sebeplerinden biri de bu olaydı. Kaç gece fotoğrafına bakıp özür dilemişti Nesibe'sinden Nesibe'si de ona hayatta olsa aksini söylemeyeceği o teselliyi hayalinde vermişti.
'Sen doğru olanı yaptın Sermet, hakkım sana helal. aksi olsa seni affetmezdim!'
Karısı da kendi gibi gözü kara, mert bir kadındı zira aksini duysa belki doğrudan şaşandan koca mı olur diye terk bile edilebilirdi.
"Harun Çenk'i gördüm."
İşittiğiyle anında önüne döndü Sermet, o duygulu gözlerinde anında şahin bakışları yerini aldı.
"Nerede? O da seni gördü mü?"
"Kovan'da karşılaştık. Beni Asude sandı."
"Kovana nasıl girdin, Asude ne alaka? Anlatsana baştan."
"Devlet için çalışıyorum ben Sermet ağabey, Kovan'a da o sebeple gitmek durumunda kaldım. İfşa olmamak için dansçı olarak girdim. Bildiğim tek koreografi Asude'nin ki."
"Hayda. Kızım senin ne işin var öyle bir yerde."
"Ağabey, Harun on yıl önceki Harun değil. Çok güçlü bağlantıları var artık. Onu eski haliyle bile içeri alamadıysak şimdi asla alamayız."
Durdu Sermet.
"Tabi sen bunu zaten biliyorsun." Dedi Güneş gözlerini kısarak. Yüzünü sıvazladı Sermet, o çok sevdiği çay bardağını masanın üzerinden kendinden uzak bir köşeye elinin tersiyle iti verdi.
"Nesibe'mle bir evladımız olsaydı, onu da kaybetseydim de bu adi herif içeride olsaydı keşke! Benim bir evladım ölürdü ama onca ana baba evladı hayatta olurdu. Bu adam kaç cana daha kıydı ve benim elimden..." Titreyen ellerine baktı Sermet.
"Bbenim elimden , bu ellerden hiç bir şey gelmiyor."
Biliyordu Güneş, dediğini yapardı Sermet, eğer mümkün olsaydı.
"Nesibe'yi de o doğmamış evladınızı da ne kıskandım ben Sermet ağabey."
Ellerindeki bakışlarını Güneş'e kaldırdı Sermet.
"O nasıl söz, Allah onların ömrünü da sana versin Güneş. Onlar için de yaşa."
"Ama öyle, beni de böyle seven biri, dönüp dolaştığımda gideceğim biri yok ya... işte öyle."
"Dua ettin mi?"
"Yaratıcı bile beni unutmuş bak ne haldeyim ne duası Sermet Ağabey! Baksana kimler ne rahatlıkta yaşıyor biz kimleri onlar yüzünden toprağa verdik."
"Sus! O nasıl söz. Yusuf As. kuyuya Allah unuttuğu için mi düştü, Eyüp As. Allah unuttuğu için mi görülmemiş bir hastalığın pençesinde kıvrandı yıllarca, Muhammed Sav. Allah unuttuğu için mi yetim kaldı ha! Onlar Allah'ın en yüce makamında ağırlanacak kullar değil miydi? Bizzat Allah'ın sözcüsü peygamberleri değil miydi?"
"Peki neden? Seven sevdiğine bunu neden yapar?"
"En güzel duygular en güzel dualar en zor zamanlarda kalpten çıkar. Kırgın bir kalp mümin bir kalptir. O kalpte güç bulur, en güzel niyazların sahibi olursun. O yüzden dua et." Dedi elleri arasına aldı Güneş'in ellerini Sermet avuçları tavana bakacak şekilde ellerini çevirdi.
"Peygamberler Allah'ın en çok çile çeken en ağır imtihanından geçen kulları, o yüzden duaları da çok güçlü. Peygamber duasının sırrı ne bildin mi? Hadi aç avucunu dua et." Dedi, oturduğu yerden kalkıp kırgın bir halde Nesibe'sinin yanına gitti Sermet, kırgınlığının sebebi asi Güneş'i mutfakta öylece bırakıp.
"Beni de çok mu sevdin ki yetim bıraktın Allah'ım, ne olur bana da sevginin yeryüzünde gölgesi sığınacağım bir liman ver. Dokunabileceğim, sıcaklığını hissedebileceğim bir mağbed ver. Bben, bben çok yorgunum! Çok. Adaleti sağlamam için gereken gücü bulmam gerek bana huzur bulup dinleneceğim!bir kalp ver. Bana bir umut ver'"
Fısıldadı Güneş, isyanından sıyrılıp teslimiyete ilk adımını atmıştı. Çok da inanmamıştı ettiği duanın karşılık bulacağına ama etmişti işte. O gün derinden inanmasa da kader çizgisine bir yol daha eklemişti.
...
Mükellef sofranın etrafında bir bir acemiler yer alırlarken Uraz ızgara başında et pişirmeye devam ediyordu. Mete de kalan nevale ile kapıda göründüğünde Alper ve Güneş haricindeki herkes hangarın bahçesindelerdi. Bir süre sonra çokta ayık olmadığı anlaşılan Alper belirdi hangarın bahçesinde, masayla Alper'in arasında on beş yirmi metre kadar mesafe vardı. Sallana sallana ekip arkadaşlarına doğru yürürken duyduğu yüksek motor sesine doğru döndü yönü Alper'in. Siyah klasik model motosikletin üzerinde hemen peşi sıra firen yapan Güneş'ti. Alper bölerttiği gözleriyle motoru hatim ederken bir yandan da avuçlarıyla okşamaya başladı.
"Harley Davidson'nun yeni modeli mi bu! Hey yavrum tank gibi tank!"
"Motorumla sevişmeyi bırak Alper."
"Versene anahtarı, turlayayım?" Motordan atlarcasına indi Güneş. Kasketini motorun oturma koltuğuna bırakıp anahtarını Alper'in gözlerinin içine bakarak siyah deri pantolonun arka cebine sokuşturdu. Başını Alper'in başına iyice yaklaştırıp burnuna vuran alkol kokusundan yüzünü buruşturdu Genç kadın söze başlamadan hemen önce;
"Ben hayattayken mi? Asla olmaz!"
"Ne yani miras bırakmanı mı bekleyeceğim bu bebeğe binmek için ha? Hem baksanma sen gömü mü buldun? Seni maaşa bağladılarda benim mi haberim yok ha! Kaç para lan bu!"
"Bir siktir git Alper ya!"
İkili her zamanki gibi aralarında atışarak sonunda salata dışında sebzenin bulunmadığı etçiller için mükellef olan sofraya vardılar. Oturduğu yerde yana kayarak gelen ikiliye yer açan Edip'ti. Güneş Alper ve Edip arasında yerini alırken Mete alkolsüz içkileri birer ikişer masaya dağıtıyordu. Uraz'da son posta etleri ızgaradan toparlayıp masadaki tabaklara porsiyonları bol tutarak dağıtmaya başladı.
"Soğutmadan yiyin. Böylesini en ünlü etçilerde bile tadamazsınız baştan söyleyeyim." İştahla tabaklarına konulan etleri yiyen ekip içinde Güneş önündeki tabağa bir müddet bakakaldı. Yanındakilerin duyacağı seste yutkunurken, Alper ortadaki salata kasesini Güneş'in önüne itip Güneş'in önünden et tabağını kendi önüne doğru çekti. Herkesin iştahla tabağına gömüldüğü bu sessiz ortamda Alper'le Güneş arasında yaşananlar Uraz'ın gözlerinden kaçmamış olsa da Uraz, manzarayı görmezden gelerek iştahla önündeki yemeğe odaklanmayı tercih etti. Hande'nin közde yaptığı kahveler eşliğinde devam eden sohbetler, Mete ve Uraz'ın ayaklanmasıyla son buldu. O vakit Güneş, Alper'in motoru için yaptığı aşırı abartı içeren esprilerine maruz kalmaktan kurtularak rahat bir nefes alabilirdi.
"Herkes, dikkatini buraya versin!" Dedi Uraz.
"Çok zor Uraz kıdemlim gözüm hemen ardınızda saat üç yönünde park halinde duran bebeğe kayıyor. Çok zor."
"Şu kahveni bir fondiple Alper, ben seni silkmeden de bir silkelen kendine gel. Hayde."
"Emredersiniz Uraz Kıdemlim!"
Uraz sessizce estağfurullah çekerek gece boyu devam eden Alper'in taşkınlıklarına usulünce son noktayı koyduğunu düşünüyordu. İnşallah daha fazla zorlamazdı, Alper.
" Öğlen hangarda Mete kıdemlinizin bahsettiği gibi ilk saha göreviniz için gösterdiğiniz çaba takdire şaandı. Hepimizin hassas çizgileri olabilir olacaktırda, bunun için sizi zorlamış olmaktan üzüntü duyduğumu bilmelisiniz. Mete kıdemlinizin dediği gibi görev için yeri gelir değerlerinizle sınanırsınız. Bir şekilde sizin canlı sahada yetenek ve zafiyetlerinizi tespit etmemiz gerekti. Destek gereken rollerde verimli olabilmemiz için bu şarttı. Önümüzde büyük bir ağın şehir ve dağ olmak üzere yurt içi ve yurtdışı bağlantılarına dair istihbaratlar var. Bu sebeple operasyonun iki koldan yürütülmesi gibi bir karar alındı. Ekip Mete ve ben yönetiminde ikiye bölünecek. Bu bilgiyi sizinle paylaşmak istedim.
"Bu tam olarak ne demek Uraz kıdemlim?" Diye soran Edipti.
"Bir ekip burada yürütülen operasyona Mete Kıdemlimiz koordinatörlüğünde dahil edilirken diğer ekip benim koordinatörlüğümde doğuda sınır ve sınır ötesi saha operasyonlarında isimsiz birer kahraman olarak araştırmaya devam edecek!" Tüm ekip aynı anda oturuşlarını dikleştirip konuya dikkat kesilmişti. Sınır ve ötesi bilmedikleri bir dünyaydı ve bu hepsinin gözüne korku salıyordu. Güneş hariç. Çünkü Güneş tüm o eğitimler boyunda Uraz kıdemlisinin dediği üzere asla kendisinin ekibinde yer alamaycaktı. Sonunda Harun Çenk'ten hesap sorma vakti gelmişti. Bu onun bu hayattaki en büyük motivasyonlarından biriydi.
"Gece bitmeden ekiplerinizi açıklayacağız." Dedi Mete ve Uraz'ın yanında yerini alarak ilk ismi açıkladı.
"Metin."
"Edip." Diye Mete'ye karşılık verdi Uraz da. Birer birer sırayla kendi ekipleri için acemileri bölüşüyor gibiydiler.
"Berat."
"Hande." Diye karşılık verdi Uraz. Edip ve Hande askeri okul mezunlarıydı, ikisi de doğu görevinde saha için biçilmiş birer kaptandılar.
"Betül." Dedi Mete. Betül tedirgin olmuştu. Doğu görevi onu zorlardı evet ama Mete kıdemlisine karşı hala kırgındı içten içe. İki isim kalmıştı. Alper'e Mete resti çekmişti ve Güneş'e de Uraz defalarca ekibinde yer alamayacağını ikaz etmişti. Çok açık, kalan isimlerin ekipleri belliydi. Anonsa bile gerek yoktu, fakat prosedür gereği adlarının açıklanması için beklemeye devam ediyorlardı. Sıra Uraz'daydı. Bakışlarını kaldırdı ve acemiler arasında oturan Güneş'e odakladı. Ona defalarca kez ne yaparsa yapsın ekibinde yer almasının yalnızca kendi isteğiyle mümkün olabileceğini ve bunun asla gerçekleşmeyeceğini anlattığı anılarını hatırladı. Dudaklarını araladı ve tek bir çatırdama olmayan dümdüz sesiyle ekibinde yer alacak son ismi açıkladı.
"Güneş!"
----> Gelecek bölüm de buluşmak üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |