
"Hazır mısınız Gençler?"
"Nasıl ya, şimdi mi hareket edeceğiz? Peki ya Güneş? O, gelmeyecek mi bizimle?"
Edip'in hangardan ayrılırken aklı Güneş'te kalmıştı. Zira, ekip görev dağılımı yapılırken, Edip'in Güneş'le aynı görevde yer alacak olma sevincini bozan Güneş'in bu görevlendirmeye karşı itirazları olmuştu. O itiraz kabul görmüş olabilir miydi? Endişeliydi Edip. Mutsuzluğu, endişeleri etrafındakilerce gözle görülür hatta elle tutulur kadar somuttu.
İşte o an Hande her defasında olduğu gibi yine Edip'in ağzında duyduğu aynı isimle sayamadığı kaçıncı kez kalbinden sarsılmıştı. Her anını birlikte geçirmek için Edip'in peşinden buralara kadar sürüklediği kalbine ihanet edip, kariyerini Edip'in etrafında inşaa etmekte vaz geçse nasıl biri olurdum diye geçirdi aklından Hande. Edip'in gözlerine baktı saniyenin onda birinde ve hemen geri çekti gözlerini. Gözünden bir damla yaş süzüldü. Gözlerinde gözü yoktu, dudaklarında adı, yüreğindeki sevdanın karşılığı onun yüreğinde yoktu. Olmasındı. Olamasa da o bu kadar sevdiğine bulaşmışken nasıl Edip olmadan bir gelecek düşünebildiğinde üzüldü. Varsındı dudaklarında bir başkasının adı olsundu, yüreğine mesken aşkı ona yeter de artardı.
"Geç kaldı! Geç kalan başının çaresine bakar." Dedi Uraz. Yerden göğe yükselen helikopterin sesinden başkası duyulmayan sessizlikle yolculuğa devam ettiler.
Altı ay sonra...
“Olmadı sanki bu.”
”İstersen şehir merkezine inip pastaneden senin için bir pasta alabilirim.”
”Olmaz öyle Güneş.”
”Neden olmazmış, maksat doğum günü kutlamak değil mi?”
”Sevgilisine doğum gününde hazır pasta alan bir kadına, burada çok da aşık gözüyle bakılmaz. Gönül eğlendiriyor derler alimallah.”
”Çünkü Allah'ın dağı bu köyde, doğum günlerinde herkes sevgilisine ananaslı pasta yapıp üstüne koyduğu mumla doğum günü kutluyor. Evet haklısın Hande, ben düşünememekle hata ettim.”
”Edip’e özel bir şey olsun istemiştim.”
Derin bir soluk aldı Güneş, Hande’nin Edip’e olan duygularının en başından beri farkındaydı. Hande’nin göreve başladıkları günden bu güne dek, kendisine karşı sert çıkışlarının ardında yatan sebebini bilmese bir dakika daha onun saçmalıklarına tahammül edecek de değildi. Seviyordu işte.
”Tamam şöyle yapalım, beraber bir pasta daha yapalım ama bence bu kez meyve yerine kakao ve çikolata kullanalım.”
”Öyle daha mı kolay olur?”
”Hayır zannetmem. Aslında bilmiyorum, daha önce hiç pasta yapmadım.”
”Eee neden çikolatalı yapıyoruz o zaman. Meyveli daha güzel değil mi?”
”Şey, bence erkekler çikolatalı pastayı daha çok severler.” Dedi Güneş, Edip çikolatalı sever diyemedi. Yetimhaneye bağışlanan bozuk meyveli pastalar yüzünden meyveli pastalardan nefret ederdik, diyemedi. Hande, Güneş’in Edip’i kendinden daha iyi tanıdığına bozulsa da Güneş’in her defasında söz konusu Edip iken kendisine karşı nezaketli tavrından taviz vermemesine minnet de duymuyor değildi.
“Pekala, önce sepet sepet yumurta, sonra…” Diye başladı Hande tekerlemelerine. Bir şeyler yaparken mütemadiyen konuşması Güneş’i çılgına çeviriyordu.
”Yine başlıyoruz…”
…
İki göz odalı evlerinden çıkalı yarım saat olmuştu. Hande, hemşirelik yaptığı sağlık merkezine geçmeden jandarma bölüğüne uğrayıp Edip’in doğum gününü kutlayacaktı. Güneş’se köy okulunda kendisini bekleyen öğrencilere okuma yazmayı öğretmenin yanı sıra fiziği sevdirmeye kaldığı yerden devam edecekti. İstemeye istemeye geldiği bu görevde öğretmenlik kanına öyle bir işlemişti ki o küçük çocuklara umut olmak, gözlerindeki ışıkları izlemek, öğrenmeye aç akıllarında yer etmek ruhuna müthiş derecede huzur nüfus ettiriyordu.
Sonunda varmıştı, tek kat delme çatma inşa edilmiş köy okuluna. Koştura koştura dersliği öğrencileri için hazırlamaya başladı. Bir yandan da kafasını kemiren düşüncelerin istilasıyla savaşmaya kaldığı yerden devam edecekti. Altı ay boyunca ne zaman bir araya gelseler Uraz kıdemlisi kendisinden uzak duruyor, mümkün mertebe bir araya gelmemek için kaçıyordu. Mardin'e gelmeden önceki geceye dair tek anı kendisini görmeye gelen kıdemlisiyle didiştiği o anlardı. Acaba bilmemesi gereken bir şey mi fısıldamıştı Uraz kıdemlisine. Ne yapacaktı, nasıl kurtulacaktı bu bilinmezlikten Uraz kıdemlisi kendisinden her fırsatta kaçarken.
Duyduğu sesle irkildi Güneş. Elini belindeki silaha attı. Evet, bu minik köyde bile işini şansa bırakmayıp her daim tetikte duruyorlardı. Gördüğü yüzle şaşkınlığı iki kat arttı Güneş’in.
"Yavuz kıdemlim!"
"Ne haber acemi!"
"Sizi buraya hangi rüzgar attı."
"Poyraz desem değil, karayel desem hiç değil."
"Anladım galiba."
"Vaktini almayayım nasılsa akşam görüşeceğiz, merak ettiğim için uğramak istedim. Bu arada oldukça iyi gördüm seni. "
"Kötü mü olmam gerekiyordu." Diye sordu Güneş.
"Estağfurullah, Uraz'da sağlıklı gözüküyordu, bu bana normal gelmedi. Mete ile bahse girmiştik. O, Uraz'ı bense seni tuttum. Birinizin perişan halde olması gerekmez miydi? "
"Berabere kaldınız yani. Uraz kıdemlimle buraya geldiğimizden beri, sizle şu beş on dakikada ettiğimiz konuşma kadar konuşmamışızdır Yavuz Kıdemlim. Sonunda istediğini başardı. Beni görev adı altında bu okula tıktığı günden beri sahadan uzak tutmaya devam ediyor. O üst düzey eğitimler, antrenmanlar anlayacağınız üzere boşaymış, özetle pas tuttum Yavuz Kıdemlim, pas!"
"Sitemini Uraz'a mı etsen? Belki Mete'ye karşı kazanmak için hala bir şansım vardır ha?"
"Kendisini bir görebilsem daha neler edeceğim." Diye homurdandı Güneş. Yavuz'sa kahkahalarıyla eşlik etti Güneş'e.
"Akşam nasıl bir araya geleceğiz ki malum burası küçük bir yer."
"Edip’le Hande madi gudi taklidi yapıyorlar ya, sizde doğum günü kutlayacakmışız. Sorun yok yani. Yanlış anlaşılmaz.”
"İyi de Hande zaten bölüğe gitmemiş miydi? İkinci kez ne diye kutlama yapacağız.”
"Görevdeler, Hande Edip'i göremedi.” Yavuz’un gözlerinden geçen anlık o karanlığı gördü Güneş. Görev diye kastettiği operasyon sınır ötesinde olmalıydı.
"Akşam ki kutlamaya Uraz Kıdemlimiz de teşrif edecekler mi?" Diye sordu Güneş, tiz bir sesle o an Yavuz'un sol kaşı şahlandı.
"Sitemimi Uraz Kıdemlime etmemi söylediniz ya ondan soruyorum." Diye toparladı Güneş.
"Anladım, başka hangi sebepten soracaksın ki zaten. Hiç"
"Akşam görüşürüz o zaman." Dedi Güneş, Yavuz'un imasına ardına dönüp telaşla yapması gerekenler varmış gibi öğretmen masasındaki kağıtları kurcalamaya başladı.
"Görüşürüz." Başını alayla sağa sola salladı Yavuz, vakit kaybetmeden okuldan ayrıldı.
Yavuz'un okuldan ayrılışının üzerinden çok az bir vakit geçmişti ki ikişerli üçerli bazense tek tek, öğrenciler okul kapısından içeri giriyorlardı. Her bir öğrencisi sırasındaki yerini aldığında ise kaldıkları yerden okuma yazma öğrenmeye devam ettiler. Öğrenciler farklı yaş gruplarında olmasına rağmen aynı sınıfta aynı seviyede eğitim alıyorlardı. Bu bölgede terör olaylarına çokça rastlandığından tayinle istifa etmeden kalan öğretmen sayısı oldukça azdı. Çocukluklarını yaşamayan bu küçük kalplerin, gözleri o kadar açtı ki yeni şeyler öğrenmeye, Güneş okulda geçirdiği görevi kendi asli görevi gibi benimsemiş, öğretmenliği en iyi şekilde yapmaya gayret ediyordu. Öğrencilerini kendinden bir parçaydı sanki. Öyle değil miydi ki, kendinden verdiği her bir bilgi kabul gördüğü bedeni kendinden bir parça yapmıyor muydu?
Gözüne takıldı Berzan'ın ürkek bakışları. Sürekli pencereden dışarıya kayıyordu dikkati. Yavaşça yokladı Güneş, Berzan'ın baktığı yerlere baktı fakat bir şey göremedi.
"Evet, teneffüsten sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz."
Berzan hariç herkes dışarı çıkmıştı. Güneş sessizce sırasında oturan Berzan'ın oturduğu sıraya doğru ilerledi, yavaşça yanına oturup naif bir tonda konuşmaya başladı.
"Bir sorun mu var Berzan ?"
"Hhayır öğretmenim."
"Öyle değil gibi görünüyorsun, anlatmak istersen dinlerim."
"Anam... Anam hasta benim. Onda kaldı ki aklım. İşler durur evde, ben burada okuyacağım diye zaman kaybederim. Sanki okumayı söksem ne olacak yazmayı öğrensem ne olacak."
"Belki üniversiteye de gidersin. Hasta olan anneler için doktor olursun. Yapılacak işleri onlar için kolaylaştıracak bir mühendis olursun."
"Ben mi? Ben öyle mi? Doktor olacağım, mühendis olacağım ben öyle mi? " İnanmaz gözlerle söyledi Berzan.
"Yok mu bir hayalin?" Diye sordu. Hayallerini kim almıştı bu küçücük bedenin.
"Yoktur bir hayalim benim. Anam dedi diye gelirim buraya da ."
"Onun varmış bir hayali demek ki seni buraya yollamış. Sordun mu hiç annene hayali ne diye?" Kaldırdı kara gözlerini Esra olarak tanıdığı öğretmeninin elalarına. Öyle sert, öyle keskin ama öylesi dolu dolu ağlamaklı baktı ki delip geçti Güneş'in yüreğini. Kendi çocukluğundan bir sızı sardı bedenini Güneş'in. Belli etmedi her zamanki gibi sessiz donuk duruşuyla öğrencisine bakmaya devam etti.
"Yok, sormadım." Dedi Berzan. Öğretmeninin üzerinden çektiği bakışlarını, mahcupça ,boynu bükük bir şekilde sırasına doğru eğdi ve eğdiği yerden kaldırmadan ayaklandı yerinden.
"Ben teneffüse çıkacağım." Kaçarcasına çıktı sınıftan Berzan.
Herkesin dünyası kendineydi, herkesin kederi, hüznü kendisineydi. Nerede kesişeceği bilinmeyen yollarda aslında hep yalnızdı insan. Cilasını kaybetmiş, güneşin kavurduğu yerleri solan, ahşap pencereden, okul bahçesinde koşuşan lastik ayakkabılı ve o kadar bile şanslı olmayan terliği koşarken ayağından fırlayan, neredeyse yamasız kıyafeti olmayan çocuklara, öğrencilerine baktı. Ağlamamak için kastığı boynu sızım sızım sızladı ama yine de tuttu kendini Güneş. Ağlamayacaktı. Her zamanki hissiz görünen suretiyle etrafına bakmaya devam edecekti.
Yorgun ama öğrencilerine bir şeyler öğretmiş olmanın sevinciyle evin yolunu tuttu Güneş. Okuldan eve yürüyerek gidiyordu. Okul çok yakın değildi ama yollar onu zorlamadığından her defasında yürümeyi tercih ediyordu. Gün ortası kavurucu sıcaklar gün sona erdiğinde de soğuk havasıyla Mardin'in sert iklimi, her gün yürüdüğü toprak yollarında teninin rengini koyulaştırdıkça koyulaştırmıştı. Teninin aksine küllü saçlarını da sarının en güzel, en bebeksi tonuna büründürmüştü Mardin'in. Arada esen ılık rüzgarlarla o bebeksi saçları, saçıyla aynı tonlardaki kirpiğine kaşına tel tel takılmıyor değildi. Kuruya somon rengine çalan dudaklarını elindeki şişeden yudumladığı suyla nemlendirirken Hande ile kaldıkları evin bulunduğu köye girmişti. Güzelliğini seyre duran yaşmaklı köy kadınları hayranlıklarını saklamazlar Güneş'i her gördüklerinde noksan Türkçeleriyle öğretmen hanımlarına iltifatta geri kalmazlardı. Okumak istediklerini okuyamamaları, varamadıkları sevdiklerine zorla evlendirilmeden önce bir kaç cümle veda notu yazamadıkları geçmişine ah ede ede bakarlardı bu yalnız ve dimdik duran genç kadına. Yaşı daha büyükçe everilecek yaşta oğul sahibi olan analarda hayran hayran bakarlardı Güneş'e. Hatta bu bakışların hayranlıktan öteye gidip çoğu kez ellerinde yumurta sepeti, daha varlıklı olanların ise yanlarında koçla kaldıkları evin kapısına hayırlı muratlarını açmak için vardıkları çok olmuştu. Hepsini nezaketle geri çevirmekte zorlandığı kadar zorlanmamıştı acemi eğitimlerinde. Ah o, dişlerini aşındırasıya dek sıktığı eğitimler. Uğruna Uraz'a katlanmak zorunda kaldığı intikamı. Tüm o planları kaldığı bu köyde donup kalmıştı. Sonunda kaldıkları delme çatma köy evinin ahşap kapasının kilidini açıp araladığı kapıdan içeriye girebildi. Kapıdan içeri girer girmez hemen sağ tarafta kalan eski yük dolabını açıp elindeki çanta ve ders notlarını dolaptaki raflara sırayla yerleştirip son olarak da ayakkabılarını ayağından çıkardığı gibi dolabın devamındaki alt kapaklarını açıp oraya da spor ayakkabılarını koyuverdi.
Elini yüzünü yıkayıp üzerini günlük rahat kıyafetleriyle değiştirir değiştirmez pasta yaparken dağıttıkları mutfağı toparlamaya başladı. Hande aceleyle çıkmak zorunda kalmasa bu mutfak saatlerce böyle kalmazdı diye düşündü Güneş. Mutfağın dağınıklığından rahatsız değildi ama Hande düzenli biriydi ve akşamki toplantıya katılacaklarında en az Hande kader tertipli olduklarına emindi. Gözlerinde geçmişten bir anı canlanıyordu. Öğretmeniyken, kendisini çalıştığı bardan karpuz gibi çıkarıp kaldığı pansiyonda gecelediği zaman Uraz Kıdemlisinin odasında kalmıştı. Ne kadar düzenli olduğuna o gece şahit olmuştu. Bir de Neşet Ertaş hayranlığına. Yaptığı işi bırakıp teybe şehir merkezinde doldurduğu kaseti taktı ve play tuşuna bastı.
Mühür gözlüm seni elden, mühür gözlüm seni elden sakınırım, kıskanırım...
Neşet Ertaş sesi kerpiçten yapılma evin duvarlarına yankılanırken Güneş akşam için el verdiğince hazırlıklarına devam ediyordu. Kaset tekleyip attığında süpürdüğü yerden doğrulup ardına döndü Güneş. Elindi sabah yaptıkları pastanın olduğu paketle mutfak kapısının eşeğinde duruyordu Hande. Söylene söylene elindeki pasta paketini mutfak masasının üzerine bıraktı.
"El beziyle yer mi silinir Güneş."
"Yer bezi değil miydi bu ya?"
"Sana bunu yüz kere anlattım yahu. Sarı bezler tezgah için mavi bezler paspas için diye."
"İyi tamam madem geldin sen devam et." Deyip, dövüşçüsü kaybeden antrenörün dövüşe son vermek için ringe attığı havlu gibi elindeki sarı bezi yere attı Güneş.
"Aaa yok öyle, ben akşam için meze hazırlayacağım. Kaldığın yerden devam et, olmadı pembe bezleri çıkarırım, onlar tezgah bezi olurlar. Pembe gönlüm sende."
Yine tekerlemelerine başlamıştı Hande. Bir anda alışagelmedik şekilde susuverdi Hande ardından aklına bir şey gelmişçesine koştur koştur masa üzerindeki paketi açtı ve paket içerisinden çıkardığı pastayı daha fazla vakit kaydetmeden buzdolabına koydu. Bu kez de buzdolabının kapağını kapatırken pastayla vedalaşır gibi konuşmaya başladı.
"Başına bir şey gelmesin diye neler çektim, akşama kadar sabret tamam mı?"
"Bu sıcağa rağmen şekli bozulmadan buraya kadar getirmişsin. Helal sana!"
"Ne sandın ya, sırf çikolatası erimesin diye köyün tahlil bekleyen kan tüplerini soğutucudan çıkarıp yerine bu sanat eseri pastayı koydum ben."
"Ne yaptın, ne yaptın?"
"Anlattım ya işte. Bu sıcakta nasıl muhafaza etseydim pastayı."
"Yuh Hande ya, onca insanın kanını nasıl heba edersin bir pasta için. Hem bu sorumsuzluğunun hesabını nasıl vereceksin?"
"Geçen ay elektrikler kesilince tekrar tahlil için hastaları çağırmıştık, çıkmadan soğutucunun fişini çektim, yarın rol keseceğim işte."
"Sana inanamıyorum Hande?"
"Ne yapsaydım Güneş. Bıraksaydım, bu pasta da ziyan mı olsaydı? Öyle olsaydı Edip'in doğum gününü kutlamak için en az bir sene daha bekleyecektim ama kanları yarın en geç öbür gün alır yine teste yollarım ki."
"Acil bir şey olursa ne yapacaksın."
"Acil durumda hastaneye özel araçla alınan kanı yolluyoruz ki zaten."
"Söyleyecek bir söz bulamıyorum sana Hande."
"Söyleme, ağzın oynayacağına elin oynasın, neredeyse gelecekler, hadisene."
"Pes!" Çalan zille, Hande de Güneş de irkildiler.
"Geldiler ya, elini çabuk tutsaydın ya. Çay bile yok ocakta."
"Ben kapıya bakıyorum, çayı koy sen." İçinden sabır çeke çeke evin kapısına vardı Güneş. Hande hızla çaydanlığın altına da demliğine de su doldurup ayrı gözlere aynı anda koyarak ocakları sırasıyla yaktı. Koşarak Güneş'in yanına vardığında Güneş'le köylü bir kadının vedalaşmasına şahit oldu. Kapıyı kapatır kapatmaz burnunun dibinde biten Hande'ye bakakaldı Güneş. İki kadın birbirlerine aşık gibi bakmaya devam ederken ortamın ambiyansını bozan Hande oldu.
"Yine mi görücüler, o kadını sağlık merkezinden tanıyorum ağa konağında çalışıyor. Ağa gelini olacaksan bu kez reddetmeden önce iyice düşünseydin derim."
"Yarın akşama düğün var."
"Düğün halayını kurup da kız istemeye elçi gönderenleri de ilk kez görü...."
"Hande! Yarın yapılacak düğüne davetliymişiz. Olay bu."
"Hımm, gelin sen değilsin yani."
"Hande!"
"Tamam, tamam olur, o da olur. Tek oğlu yok ya ağanın bu değilse öbürü olur."
"Hande yeter!" Bağırarak mutfağın yoluna dönen Güneş'i ikinci kez çalan kapı sesi durdururken, Hande kapıya daha yakın olması sebebiyle, bekletmeden kapıyı açtı.
"Verdik gitti!"
Edip, Uraz ve Yavuz ile karşı karşıya kalan Hande ve hemen gerisindeki Güneş şaşkınlıklarını gizleyemezlerken, Edip kıstığı gözlerle Uraz ve Yavuz'unda akıllarındaki soruyu sesli dile getiren oldu.
"Neyi Hande?"
"Ay siz miydiniz yahu? Öhüm... Ben de yine Güneş'e görücüler geldi sandım."
"Güneş, sana görücüler mi geliyor? Madem görücüler geliyor sen ne diye verdik gitti diye kapıyı açıyorsun kızım ya! Buralarda bu işin şakası mı olur Hande!"
"Allah aşkına yeter Hande. Edip sen de ne diye ciddiye alıyorsun olayı ya. İçeri girin!" Yüksek sesle söylenerek mutfağa geri döndü Güneş. Hızla kaynayan demliğin altını kapatıp, içerisindeki suyun fokurdaması durunca üzerine çay ve tomurcuk ekleyerek demliğin kapağını kapattı. Ardından bakır tepsiye çay fincanlarını koyup çay servisi için ön hazırlığını tamamladı. Aslında niyeti az evvelki tantanadan uzak kalmaktı.
Uraz, Yavuz, Edip çoktan iki göz evin misafir ağırlanabilecek tek odası olan odaya girdiler. Hepsi sivil kıyafetleriyle gelmişlerdi. Uraz yine karalarına bürünmüş, Edip kahve rengi pantolon ve hardal rengi tişörtüyle oldukça dikkat çekici görünürken, Yavuz kamuflajı andıran haki yeşil renkteki pantolon ve beyaz tişörtüyle odadaki üç kişilik kanepede yerlerini aldılar. Odada bir adet çalışma masası bir adet ahşap kapaklı giysi dolabı vardı. Duvardaki panoya asılı kağıt üzerlerine karalanmış sembol ve formüllerden buranın aynı zamanda Güneş'in odası olduğu anlaşılıyordu. Hande konforundan taviz verecek biri değildi, hem de Güneş için. Bu yüzden evde yatak olan tek odayı da o kullanıyordu.
Güneş odaya geldiğinde sessizlik son buldu.
"Çay birazdan hazır olur." Odadaki tekli koltuğa da Hande kurulunca, Güneş çalışma masasının sandalyesini çekip, oturdu. Yavuz, Güneş'in cümlesine karşılık verirken odada bulunan diğerleri sessizliklerini koruyorlardı.
"Zahmet oldu, nasılsın Güneş?"
"Nasıl olunursa öyleyiz Yavuz Kıdemlim. Altı aydır pasif olarak sahada görevdeyiz. Bu akşamın konusu nedir oldukça merak ediyorum, doğrusu." Güneş'in, Yavuz'a cevap verirken Uraz'a laf dokundurma gayretinin, odadakilerce fark edilmemesi olanaksızdı. Yavuz bu durumdan şikayetçi değildi. Mete'yle büyük iddiaya girmiştiler. Uraz'sa işittiklerini üzerine alınmayıp, odadaki eski el örmesi halının deseninde gözlerini oyalarken sessizliğini korumaya devam ediyordu. Hande Güneş'in serzenişe kör iken tüm duyularıyla Edip'e konsantre olmuş, Edip geldiği andan itibaren zaten keyifsiz olan hali ve solgun teniyle sevimsiz olan atmosferi solumaktan kaçmak istercesine oturduğu yerden ayaklanışına şaşkınlıkla bakıyordu.
"Lavabo nerede acaba?" Ne kadar aşık olursa olsun, Edip'in kendisini her defasında görmezden gelişini alttan almayarak , terslemekten de geri durmazdı Hande. En azından son zamanlarda öyle yapma gayretindeydi.
"Üç katlı konakta lavaboyu bulmak da pek bir zor olsa gerek." Gittikçe sararan benzine rağmen Hande'ye dönüp belki de hiç olmadığı kadar sakin ve nezaketli bir üslupla karşılık verdi Edip.
"Müsait midir diye sordum Hande?"
"Bir zahmet zatıaliniz, malumu olduğu bu evde kapalı duran tek kapı ardında sizi bekleyene bir bakı versin, defi hacetiniz için müsaitler miymiş?"
Güneş, sanki tüm gün doğum gününü kutlamak için heyecandan kıvranmamışçasına Edip'e çıkışan Hande'ye bakarken kendi hayıflanışından vazgeçiverdi. Yavuz ise kendine yeni bir eğlence bulurken, onca zaman mahrum kaldıkları için üzülüyordu.
"Ne yaşanıyor buralarda böyle!" Diye kaykılarak oturduğu yerden yarım ağız Uraz'a takılan Yavuz, Uraz'dan beklediği karşılığı alamadı. Edip rahatsızlığının verdiği etkiyle Hande'ye karşılık vermeden lavabonun yolunu tutarken Güneş oturduğu yerden kalkıp Hande'ye peşinden gelmesi için baş işareti yaptı. İkili mutfağa geldiklerinde Güneş bir şey demeden Hande anlatmaya başladı.
"O kadar uğraştım ettim, karargaha pasta götürdüm. Bölüktekiler Edip yok dediklerinde, beni araması için not bıraktım. Dönüş yapmadı."
"Görevdeymiş Hande nasıl dönüş yapsın sana bu çocuk. Baksana ne halde adam ya. Halini sorup yardım edeceğin yerde, ne bu haller bu laflar Allah aşkına bir kendine gel."
"Çayın demi oturmuş sen çay servisini hallet bende pastayı getireyim...."
"Hande! Hep aynı şeyi yapıyorsun, verecek cevap bulamayınca çareyi konuyu geçiştirmekte buluyorsun." Elindeki pasta tabaklarını masa üzerine sertçe bıraktı.
"Başka çarem yok çünkü! Yok. Ondan başka yönüm yok. Bu meslek uyuyor mu üzerime baksana! Altı aydır aynı evde dip dibeyiz. Sence bu meslek için biçilmiş kişiler miyiz? Uraz Kıdemlim anlamış da sadece Edip'le göreve çıkıyor görmüyor musun? Hırsımdan buralara kadar geldim ben. Buraya kadar dayandım ama bu kadar!"
Güneş durakaldığında Hande'nin ardındaki aralık kapıdan Edip'in kendilerini dinlediğini yeni fark edebilmişti.
"Ya bir mesaj, bir cevap, bir alo ben iyiyim der insan... ama yok! Bir tebessüm yok yüzünde bana bakarken. Onla beraber geçirdiğimiz onca anının hatırı yok. Yok ulan, yok işte herifin gözlerinde yerim yok. Ben daha ne yapabilirim. Ona da onsuzluğa da tahammülüm yok! Çarem yok, verebileceğim cevabım yok, yok." Hande göz yaşlarından arınmak için kazağının kollarıyla gözlerini sıvazlarken Edip, Güneş'te olduğu gibi Hande'ye de yakalanmamak için hızla Uraz ile Yavuz Kıdemlilerinin yanlarına geçti. Masa üzerine bıraktığı servis tabaklarını alıp az evvel hiç bir şey yaşanmamış gibi kıdemlilerinin yanına pasta sevisi yapmaya gitti Hande. Ardında mutfakta kalan Güneş, bakışlarını köyün karanlık manzarasına çevirdi. ilk kez karanlığa bakmıyordu ama ilk kez karanlığa bakıyormuşçasına sönmüş ateşin bir külü gibi hissediyordu. Bitik, öyle çaresiz. Hiç onluk bir duygu değildi ki bu. hayatı boyunca çare bulmak çare olmak için savaşan biriydi o, ilk kez çıkmaz sokakla karşılaşıyor kendine bir pencere bir kapı bulamıyordu. Yeryüzünde onca sorun onca dert varken ne kadar gereksiz bir şey için kocaman yaralar açıyordu insan kalbine. Neden bu ikisi bu kadar saçmalıyordu aklı sır ermiyordu. Oturup konuşmaları bu kadar zor olamazdı ya. Birini sevmek bu kadar acı veriyorsa neden acı veren şeyi terk edemiyordu ki insan? Silkelendi, eline aldığı çaydanlıkla önce demi sonrada suyunu sırayla bardaklara boşalttı. Ona neydi ki bir kere bu durumdan, Mardin'in havası ona iyi gelmiyordu. Öyle düşünüyordu bu aralar.
Gelecek bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |