
"Edip, iyi misin aslanım?"
"Daha iyiyim Yavuz Kıdemlim."
"İstirahat ister misin?"
"Hayır Uraz kıdemlim."
Güneş çay servisini bitirip sandalyesinde yerini aldığında Edip hariç herkes çaylarından yudumlamıştı. Hande hunharca pasta diliminden çatal almaya devam ediyordu, alacağı kalorileri hesap etmeden.
"Madem herkes burada..." diye söze başladı Uraz. Güneş, eskisi kadar başarılı olamasa da öfkesini bastırmaya gayret ederek dinledi Uraz'ı.
"Ari"
Yavuz derin bir nefes alırken, Uraz devam etti meraklı gözlerle kendilerini izleyen acemilerine.
"Uzun zamandır peşinde olduğumuz biri , ilk teması, kuzey Irak'ta oldu. Şu anda ise Suriye'de olduğuna dair istihbarat edindik. Bulunduğumuz coğrafya da bilinen takma adı Ari, bu yüzden bizde o adi herifi bu şekilde tanıyoruz. Bu adın ötesinde nasıl anılır kimliği nedir profili nasıldır ve hatta nasıl görünür tüm bunlara dair elimizde tek bir bilgi yok."
"Peki böyle kimliği belirsiz bir kişinin bulunduğu yeri nasıl doğrulayabiliyoruz, pek ala aynı lakabı kullanan birden fazla yerde birden fazla kişi de var olabilir?" diye soran Güneş'ti.
"Bu da bir ihtimal, fakat Ari'nin olayı bu. Kimliğini ifşa etmeden varlığını gösterme üzere eylemlere, terör olaylarına katılıyor. Katıldığı gruplar tek bir amaca hizmet etmeyen, birbirleriyle ilişkili, bazense birbirinden alakasız gruplar."
"Dahil olduğu gruplardan birini yakalayıp ya da aralarına sızıp kimliğini doğrulayamaz mıyız?"
"Defalarca kez denedik ama şimdiye kadar başarılı olamadık. Bunda içimize sızan hainlerin de etkisi oldu ama hepsinden önce bu herif kimliğini saklamada bir numara. Yakaladığımız kişilerden elde ettiğimiz robot resimlerin hiç biri bir diğeriyle eşleşmedi. Temas kurduğu insanları bir şekilde hipnoz ettiğini kendisine taparcasına sadakatle bağlı olduklarını da düşünüyoruz."
"Aynı kişi olduğuna nasıl emin oluyoruz, ben hala farklı kişilerin yaptığı bir eylem olabileceği kanısındayım. Teşkilat , tarikat veyahut yeni bir örgütün adı bile olabilir Ari."
"Ari'ye has bir imza var Güneş. İçinde bulunduğu eylemlerdeki enkazda daha önce görülmemiş bir şekilde yaşamı sonlandırılmış cesetlere rastladık. Benzersiz bir öldürme şekli. Kullandığı silah teknolojimizin çok ilerisinde ve cesetlerdeki bulgulardan net bir şey çıkaramıyoruz."
Güneş duraksadı ve bakışlarını yere eğdi.
"Tuğçe inceledi Güneş. Kullandığı teknolojinin CIA ve SVR 'a ait olabileceği kanısında ama hala net bir bilgi yok. Savasın olduğu coğrafyada son teknoloji silahları denediği teorisi üzerinde durduk fakat bu adam..." Sesi kesilmişti. "Bu adamın silah tüccarlığının yanı sıra organ, çocuk tacirliği de yaptığını düşünüyoruz. Türkiye'de ve sınır ötesinde yaşanan tüm o vakalarda da bu adamın izi var. Bu adama ulaşmak zorundayız."
"Alınan istihbarat ne kadar güvenli Uraz Kıdemlim." Diye soran Edip'ti.
"Asla emin olamayız ama her ihtimali değerlendirmek zorundayız."
"Anlıyorum." diye onay verdi Edip.
"Biz ne yapabiliriz?" Diye soran Hande idi. Hande'nin bu sorusu Güneş'i de heyecanlandırmıştı. Sanırım artık aksiyona start verme zamanıydı.
"Kamufle olduğunuz görevlerinize daha dikkatle ve özenle devam etmelisiniz. Sınıra yakın bir köydeyiz ve sınır ötesi, sınır içindeki hainlerce bir eylem gerçekleşmesi olası. Ben, bizi bekleyen tehlikeden haberdar olmanız için buradayım. Şu bir kaç hafta oldukça zorlu olacak bilmenizi istedim." Dedi Uraz ve zengin kalkışı tabirini desteklercesine yerinden doğrulup evden ayrılmak üzere dış kapının olduğu yöne doğru ilerlemeye başladı. Güneş'in sessizliğe darbesiyle olduğu yerde, ardına dönmeden duraksadı Uraz.
"Bu mu yani. Sürekli operasyonlardasınız ama biz bize layık gördüğünüz görevlerde sadece olasılığı düşük ihtimaller için tetikte olacağız öyle mi? Ne olacak öğrencilerimden biri eylem mi yapacak, daha ne olabilir.... Hastaneye gelen iki büklüm bir hasta zaten ölmek üzere olan hastalarımı patlatır mesela ne? Aylarca bu ihtimaller için tetikte kalırken uyuşmadık mı zaten? Siz sınır ötesi operasyonlarda cenk ederken acizce beklemedik mi sizi? Daha ne kadar engel olacaksınız bize. Bitmedi mi işkenceniz? Yıldırmak için daha ne kadar zorlayacaksınız ha daha ne kadar devam edecek bu zorbalığınız!" Nefes almadan haykırdı Güneş. Bu topraklar bu köydeki atmosfer o soğuk çelikten duvarlarını delip geçmişti sanki. Buraya geldiğinden beri kabus yerine rüyalar görmeye başlamıştı. Her biri birbirinden anlamsız rüyalar. Her biri kalbine dokunan rüyalar. Her biri duygularını kontrol etmesine engel olan rüyalar. Burada inkar etse de sevmeyi, insanlarla bağ kurmayı öğrenmişti. Komşu evdeki teyzenin her sabah sağdığı sütü getiren tonton kocası hemen ardındaki evden yükselen horoz sesiyle güne uyandığında kapısının önüne bırakılan tazecik yumurta kolileri. Çok sevecen sıcak bir köydü burası. Madalyonun görünmeyen kısmında da acılar içinde kendi koydukları törelere kurban olan insanların eviydi burası. Daha ne kadar gülmemek için daha ne kadar ağlamamak için kasacaktı kendisini. Duygularının rengi öfke kızılına bürünmüştü de Hedefine kusuyordu işte.
Odadaki herkes ayaklanmış bu ikiliye bakarken Yavuz bu ikiliyi yalnız bırakmak için Edip'le Hande'ye işaret etti. Buraya geldikleri günden beri içine attıklarını tek tek birer mermi gibi sürgüye çekti ve ateşledi Güneş, önünde duran arkası dönük adamın sırtına.
"Nasıl bir duygu bu, anlatsanıza Uraz. Nasıl bir inat. Kırmadı mı inadınızı bahanem? Acım size az mı gözüktü? O adamın içeri tıkıldığını görme arzumun sebebi bir kenara, siz dediniz ya. Siz, öğrenciliğimde beni bu adamla yan yana gördüğünüzden bu adam için uyuşturucu, kadın tüccarı, cellat dediniz. Bu adam o zamandan bu zaman kaç masumun kanına girdi siz daha iyi biliyorsunuzdur. Evet, ben intikamım için sahayı seçtim ve evet o adamın boynuna takılı urganı görmek için değil kariyerimi, her şeyimi bir kanara bırakırdım. Müsaade etmediniz, etmiyorsunuz da. Benim Mete Kıdemlimin ekibimde yer almama müsaade etmediniz. Benim kendi ekibinizde aktif olarak görev yapmama müsaade etmiyorsunuz. Yapamam Uraz kıdemlim, bu şekilde daha fazla devam edemem anlayın artık. Ben bu hesap görülmeden yaşayamam. Yetimliğimi ajitasyon etmememi de bana yıllar, yıllar evvel söylemiştiniz. Sizi en çokta bu konuda takdir edip dinledim ben. O adamın gerçek yüzünü görebildiğiniz için size ... size içten içe derinlerde bir yerde hep hayrandım ben. Bana karşı her yaptığınıza rağmen, sizinle en çok inatlaştığım o anlarda bile kendimi size güvendiğim için ispatlamak istedim ben ve hep iyi biri olduğunuza inandım ben, ama artık öyle değil. Öyle değil! Ben yetimliğimi intikamıma sarmaladım Uraz! O intikam bana ana, baba aile oldu. Hiç bir kimseyken intikamımla bir kimliğe, bir şahsiyete büründüm ben ve o intikam alınmadıkça, davam son bulmadıkça asla özgürlüğüme kavuşamam. Benden yapmamı istediğiniz şey ölmem. Siz bana hiç bir şey yaptırmamakla, ölmeyi emrediyorsunuz farkında mısınız?"
Sadece dinledi ve tek kelime etmedi Uraz. Sesi çatırdayana dek içindekileri bağır çağır haykıran kıza dönüp bir kere bile bakmadı. Artık kendisine Kıdemlim demiordu Güneş. Son saygı kırıntısını da yitirmişti işte. Belki de ilk kez bu kadar kontrolsüzdü.
"Ölümüm size huzur verir miydi Uraz! Varlığımdan bu kadar rahatsız olduğunuzu belli ederken, yokluğum sizi ihya edecekmiş gibisiniz." Susmak gizli bir anttı bu dakikalar için Uraz'a.
"Cevap versenize!"
Susmaktı Uraz'ın cevabı. Sessizliğiyle evin kapısına doğru adım adım ilerledi ve evi terk etti. Cevabını almıştı Güneş. Açılan kapıdan içeri hande girdi. Tek kelime etmedi Hande, Güneş sessizdi. Salondaki tabakları topladı ilk kez homurdanmadan, Güneş hala sessizdi. Bulaşıkları yıkadı bardakları, raftaki yerlerine dizdi, Güneş hala sessizdi. Yanına geldi Güneş'in, onla konuşmak istedi. Dudaklarını araladı ama yapamadı Hande, karşısında put gibi duran ve saatlerce aynı noktaya, evin çıkış kapısına sessizce bakan kadına. Odasına geçti Hande, yalnız bıraktı Güneş'i. Sessizce yatağına kıvrılıp yüzünü yastığına gömdü ve aşkı için döktüğü gözyaşlarıyla ıslattı yastığını uyuyakalmadan önce. Güneş'se hala aynı noktaya bakakalmış duruyordu kulağına ilişen ağlama seslerine rağmen tek kelime etmemeye yeminli haliyle.
Gök alaca karanlığa bulanmış horozlar öterken kalktı oturduğu yerden, bakakaldığı kapıya doğru yürüdü kapıyı araladı. Köyün temiz havasını içine çekerken ilk cümlesini kurdu.
"Bunu kendine neden yapıyorsun?" Edip şaşkındı, varlığından habersiz olmasını bekliyordu Güneş'in ama o en başından beri burada sabahladığını biliyordu.
"Gidemedim."
"Kalamadın da!" dedi Güneş.
"Kalamadım da , ne geçmişte ne de şimdi."
"Geçmişi değiştiremezsin Edip ;ama şimdi, senin ellerinde. Ona onu sevdiğini neden itiraf etmiyorsun, hem de ikinizde bu kadar aşıkken ha."
"Çok mu belli ediyorum?"
"Hayır, belli etseydin bu kadar perişan olmazdı, Sabahlara kadar göz yaşlarıyla yastığını ıslatmazdı."
"Biz erekler böyleyizdir belki de. Değer verdiklerimize karşı aptallık ediyoruzdur."
"Bana değer verdiğini hissettirmiştin oysaki. Vicdan azabından mı ibarettim senin için."
"Sen yetimhanede sahip olduğum en iyi arkadaştın Güneş. Aliş'in Güneş'iydin sen. Kardeşimdin sen. Kabil'in hırslarına feda ettiği Habil'din sen. Tesadüfi bir şekilde bir araya geldik, yaratıcı Kabil'e bir şans daha verdi Güneş. Bu şansı da yitiremezdim. Bu kez olmazdı."
"Beni evlat edinmemeleri için elinden geleni yaptın ama evlat edinileceğini öğrendiğinde arkana bakmadan beni ardında bıraktın."
"Ketum hallerini özleyeceğimi düşünmezdim. Bu aralar çok açık sözlüsün ve bu çok can acıtıcı bir şey."
"Kabil Habil'i öldürdü ve uğruna kardeşini öldürdüğü kadını alıp uzaklara gitti Edip. Sen hala buradasın. Aşık olduğun kadını da alıp beraber olacağınız o hayata gitmekten seni alan koyan ne."
"Tercih ettiğim hayat." Güneş anlamaz gözlerle Edip'e baktı. Bu nasıl bir cevaptı ne demekti anlayamadı.
"Beni evlat edinen aile oldukça diktatördü. Görevine aşık asker bir babam oldu. Kendisi gördüğü işkenceler sebebiyle evlat sahibi olamayınca hayalindeki erkek evlat ben oldum, daha doğrusu kendisi gibi asker ve soy adını sürdürecek bir varis. Evet, evlat değil varistim ben Güneş. Annem babam kadar baskın biri değildi. Beni severdi ona evlattım bence. Onu da kaybettik yıllar önce, kansere yakalanmıştı. O ara tanıştık Hande ile. Annesi babasından yeni boşanmıştı. Babamla evleri yan yanaydı ve iyi birer komşu olduğumuzu düşünüyordum. Hande ile de çok iyi anlaşmıştık. Ben belli edemezdim duygularımı ama o ederdi. Aşkını her zaman gözüme gözüme sokardı ben babama layık bir varis olmak için çabalarken. Bir gün babası geldi ve kızının bana olan duygularından haberdar olduğunu asla ve katta birlikte olamayacağımızı söyledi. Zengin bir iş adamıydı. Onun içinse varis Hande'ydi ve ben ona layık bir damat değildim. Başta umursamadım ama sonra bir gün bana bir video izletti. Hande'nin annesi ile babamın müstehcen bir videosuydu. O ana kadar ben babamla Hande'nin annesinin yakınlığından habersizdim, Hande'nin hala haberi olduğunu sanmıyorum. Videoyu izlediğimde babamın da bu ilişkiyi kabullenmeyeceğini anladım. Hande güçlü olduğu kadar da kırılgandır. Annesini, babasını karşısına alamaz. Bizimkisi çıkmaz sokak Güneş."
"Aşk çok anladığım bir denklem değil fakat acıyı bilirim. Acı en alışık olduğumuz şey ve ben kilometrelerce öteden dahi kokusunu alıyorum. Her ne olursa olsun, Hande adına karar vermemen gerektiğini düşünüyorum. Bir kez bencillik ederek kendin için karar verip beni terk etmiştin. Hande'yle konuş ona anlat ve geçmişte yaptığın şeyi yine yaparak bu kez Hande için herkesi geride bırak."
"Bazı duygularının kör olduğu gerçek. Hiç aşık olmadın değil mi? Aşk insanı değiştirir. Bencil biri olmak aşıkken imkansızdır. Kendini unutturur aşk. Ben birini ardında bırakmak nasıl bir acı biliyorum, o pişmanlık nasıl bir duygu biliyorum. Hande'ye bunu yapamam. Benim için ailesini geride bırakmasını isteyemem. Bir gün gelecek benden vazgeçecek ama asla ailesinden vazgeçmek zorunda kalmayacak. Buna inanıyorum."
"Bana hakaret mi ediyorsun?"
"Senin her zaman bana yaptığın şeyi bu kez ben de sana yapayım ne olacak yani? Yalan mı? Kör duyguların. Hem de öyle böyle değil."
"Sen hakareti hak ediyorsun, beni terk ettin o lağım çukurunda bir başıma bıraktın. Ben hak ettiğimi düşünmüyorum?"
"Sana göre herkes hakareti hak ediyor zaten. Adama demediğini bırakmadın?"
"O ne demek! Şimdi de Uraz'dan mı bahsediyorsun. Sakın bana onu haklı gördüğünü söyleme! Sakın."
"Haklı! O adam adice eğitimlerde üstüne geldi evet ama nihayetinde çok haklı. Ben ... Ben o sınır ötesinde nelerle karşılaşıyorum haberin var mı? Adım attığın toprağın altında hayatına ne kastedecek bilememek nasıl bir haklı paranoyadır bilir misin sen? Öyle sahada nişan alıp ateş etmek kolay. Kanlı canlı birine ateş etmek birini öldürmek ne lanet olası bir şeydir. Dünyanın en kötü insanı bile olsa öldürdüğün kişinin sana o son bakışını hatırlamak zorunda olmak nasıl bir işkence haberin var mı senin? Yemek yiyemiyorum, günledir kusuyorum lan ben. Kolu kopmuş yüzü parçalanmış çürümüş cesetler yüzünden. Görev görevdir. İster sahada, ister okulda, ister hastanede isterse laboratuvarda olsun. Bir ülkün varsa, bir davan varsa nerede olursan ol amacına ulaşırsın Güneş."
"Sen, sen nasıl konuşuyorsun. Senin korumacılığının sebebi ortak bir geçmişimizin olması. O adamın tüm bunları beni korumak için yapması olanaksız, tek derdi haklı çıkmak. Bana karşı, herhangi birine karşı egosu için haklı çıkmak."
"Ya yanılıyorsan. O adam hepimize karşı çok korumacı. Bizleri nasıl koruduğunu, sahaya her çıktığımızda, aynı şekilde karargaha dönmemiz için nasıl fedakarlıklar ettiğini görüyorum ben."
"Eğitimdeki kadınlardan daha fazla hayransın Uraz'a bakıyorum."
"Uraz, değil! Uraz kıdemlim. Beni evlat edinen babamdan daha çok baba oldu lan bana. Onunla cenk atmak bir şeref. Haksızlık ediyorsun. Fakat dahasını anlatmak bana düşmez." dedi, Mete'nin Güneş'i ekibine dahil etmesi için saatlerce yaptığı telefon görüşmesine kulak misafiri olmuştu Edip. Güneş'in davasına Güneş'ten çok sahip çıkmıştı. Bunları Güneş'e anlatmak hadsizlik olurdu yapamazdı.
"Ne demek dahası!" Diye haykırırken Edip etraf aydınlanmak üzereyken karanlıkla birlikte yok olmuştu ardına bakmadan.
"Ne demek dahası! Dahası ne..." Diye söylene söylene eve girdiğinde hande ile karşılaştılar.
"Körle yatan şaşı kalkar tabi, bak sende başladın söylenmeye."
"Hande! Hiç çekemem seni, hiç."
...
Ders bitmek üzereydi, Berzan'ın boş sırasına baktı Güneş.
"Berzan'dan haberiniz vardır?" Diye sordu şiveyle. Çocuklar öğretmenlerinin kendileri gibi şiveli konuşmasına keyifle gülerlerken içlerinden biri cevap vermekte gecikmedi.
"Öğretmenim ağa konağında düğün vardır , annesi konakta çalışır ya ona yardımdan gelememiştir."
"Buralarda ağa düğünü nasıl olur, ne hediye götürülür." Diye sordu tekrar Güneş. Bu kez başka bir öğrencisi cevap verdi.
"Vallaha kim neyi varsa hediye diye götürür ama en büyük hediye ağadandır, büyükçe sofra kurar hepimizi yedirir içirir."
"Seviyorsunuz ağa düğünlerini demek." Herkes birbirine baktı ve hep bir ağız.
"Evet.", dediler. Okuldan çıkışta Hande'nin yanına uğradı Güneş. Hastalardan kan almakla meşguldü.
"Şu hastanın da kanını alayım geliyorum Ggü, Esra." Dedi Hande, yorgun bir sesle. İşi biter bitmezde Güneş'in yanında aldı soluğu.
"Sonunda bitti mi, ziyan ettiğin kanları tekrar almak."
"Sus, tükendim hatırlatma. Kendim ettim kendim buldum. Eve geçince çalarsın Neşat Ertaş'tan."
"Dersini aldıysan ne mutlu."
"Aldım tabi almam mı? Bir daha da pasta yapanın..."
"Ben kime ne anlatıyorum ki, sorun pasta yapmam mıydı Hande. O kadar hastanın kanını ..."
"Sorun adamın birini çok çoook yüceltmemdi Güneş. Üstüme gelme artık. Yeter. Allah bir gün seni de aşkla sınar benden beter olursun, deyim kınama artık."
"Kınayan kim, akıl var mantık var yaptığın iş mi?" Hande cevap vermek yerine yaklaştıkları evlerine koşar adım ilerlerken Güneş'i ardında bırakmıştı.
İkili düğün daveti için odalarında hazırlanırken, Güneş'in tercihi yine siyahlar içinde günlük kıyafet olmuştu. Hande ise Güneş'e kıyasla daha renkli çiçekli bir elbise tercih etmişti. Birbirlerini anlamaz bir şekilde keserek düğün yerine vardılar. Düzinelerce kurulan masalar konak bahçesinden konağın dışına taşmış, sınır köylerden de olmak üzere akın eden insanlar için yemek servis ediliyordu. Masaların etrafı kararan hava için ışıklandırılmıştı. tüm kalabalığa yetecek kadar konak çalışanı vardı. Düğüne gelen köylü sınıfı ile ağa sınıfı arasındaki fark giysi ve takılardan kendilerini belli ediyordu. Aşiret büyükleri ipekli giysileri ve dik başlarıyla köylülere tepeden bakarlarken diğer aşiret sahiplerine tebessümle karışık güç gösterisinde bulunuyorlardı. Aşirete gelin gelmiş yeni evli kadınlar, yöresel kıyafetlerinin üzerine taktıkları altın kemerler ve boyunlarına taktıkları gerdanlıklarla adeta birbirleriyle yarışır gibiydiler.
"Hangi kuyumcular sponsor olmuş bunlara."
"Hande sus duyacaklar."
Konak Ağası bu ikiliyi fark eder etmez gözlerindeki parıltıyla yanlarına vardı.
"Hoş gelmişsiniz Şukufe bacım, hoş gelmişsiniz Esra Hanım." Hüseyin Ağa konuklarını tek tek selamladıktan sonra konağın büyük gelinine işaret ettiğinde, gelinin eşliğinde kendileri için ayrılan masada yan yana yerlerini aldılar Hande ve Güneş.
"Bana bacım, sana hanım dedi ihtiyar. Neden ?"
"Sen Edip'in yavuklususun ya hani tüm köy biliyor."
"Vay deyyus vay, seni gelini değil de kuma kontenjanına almışsa demek."
"Hande!"
"İyi tamam, neden bu kadar büyük bir masada tek başınayız." Demeye kalmadan konak hanımları yanlarında yerlerini aldılar. Davul, zurna zılgıtlar eşliğinde bekar kızların halaylarını seyre başladılar. hemen yan tarafta da bekar oğlanlar halay tutuyorlardı. Gece bitsin diye nefes alıp verirken masaya yaklaşan güleç bir kız Güneş'in kulağına bozuk Türkçesiyle bir şeyler fısıldadı.
"Hande ben birazdan geliyorum." Güneş genç kızla konağa doğru ilerlerken Hande halay çeken kızların keyifli hallerine bakıyordu. Halayın diğer tarafında da saçları özenle taralı, her biri bir diğerinden daha özenli olan genç delikanlıların oluşturduğu halkada halay çekiyorlardı. Kızların ve erkeklerin uzaktan uzağa birbirleriyle bakışarak cilveleştiği bir düğün alayındaydı Hande. İşittiği ıslıkla elini çantasına attı zira o kesişmeye meraklılardan biri kendisine asılacaksa avucunu yalayacaktı. Eline çantasını aldığı gibi hızla ardına döndüğünde dengesini kaybederek sendeleyen bedeni, bir çift kaslı kollarca sarmalanarak hizasını aldı.
"Eedip."
saniyenin onda biri süren şaşkınlığını, aynı anda görüşüne giren Uraz ve Yavuz'a bıraktı.
"Hop hop ne oluyor orada gençler." Diye alaya alan Yavuz iken Uraz samimi bir tebessümle ikiliyi göz hapsine almıştı. Uraz'da farkındaydı bu ikilinin arasındaki yangından, aynı zamanda imkansızlıktan.
"Role kaptırmayın kendinizi gençler." Diye daha yakından fısıldadı Yavuz. Uraz ses etmeyecekti, zira daha eğitimlerin en başında duygusallığa yer olmadığını söyleyen kendisiydi. Hande kendisini geri çektiği gibi şaşkınlığının verdiği heyecanla söze devam etti.
"Görevde olacaktınız bu gece ?"
"Ağanın ısrarları işin rengini değiştirdi biraz." dedi Uraz, diğerleriyle masadaki sandalyelerine yerleşirlerken.
"Güneş nerede?" Diye sonra Edipti. Sorduğu gibi de Hande'nin kıskanç bakışlarıyla yerle yeksan olanda Edip'ti.
"Yerlilerden biriyle gitti."
"Hangi yerli bu, adı sanı var mı? Mesela nereye götürdüler arkadaşını?"
Tam o sırada masaya doğru gelen bir grup geleneksel kıyafetli insanlar masadakilerin dikkatini çekmişti. Birbirleriyle konuşuyor gülüşüyorlardı. Ortaya aldıkları iki kadından biri oldukça tanıdıktı diğeri de konağın çalışanlarındandı.
"Çok yakıştı, içlerinden en güzelini seçmişsin." Şiveli, noksan Türkçesiyle genç kadın.
"Bedenime uygun olan bir tek buydu, eğer abartılı diyorsanız ben eski kıyafetlerimi..."
"Olmaz öyle, adettendir, köyün bekar kızları bindallı giyer öğretmen hanım, sizde bekarsınız. Hanım ağa bilir zaten bizzat bindallıları o gönderdi, eksiği olanlar giysin dediydi."
"Teşekkürler." Dedi Güneş emrivakilerden nefret ederdi ama diklenemeyeceği bir ortamdaydı. Çok uzatmadan masasına gitmek üzere yönünü çevirdiğinde masadakileri fark etti. Uraz, Yavuz, Edip ve adını bilmediği bir kaç erle düğüne gelmişlerdi. Uraz'la göz göze geldiklerinde , Güneş'in elaları o karartıda ilk kez bu kadar uzunca oyalanmıştı. Aynı saniyelerde Uraz'ın da gözleri, beyaz üzeri altın işlemeli, yer yer renkli çiçek motiflerinin desende yer aldığı bindallı içerisindeki bronz tenli küllü saçları rüzgarda dağılan bu kız üzerindeydi. Bakışlarının yönünü değişmeden yerinden kalktı Uraz. Güneş olduğu yerde duyduğu sesle durakaldı.
"Esra Öğretmenim."
"Berzan! Demek buralardasın."
"Öğretmenim sizde mi geldiniz düğüne."
"Evet herkes davet edilmedi mi?"
"Öyle ama ben ..."
"Sen ne?"
"Eee göreviniz için gelip gideceksiniz ya, düğünlere katılacak kadar bizi sevdiniz mi diye?"
"Bunu da nereden çıkardın Berzan. Sevmesem buralarda bir dakika daha duramazdım."
Berzan ve Güneş konuşurlarken Uraz ve Berzan'ın annesi bu ikilinin yanlarına gelmişlerdi. Berzan kürtçe annesine öğretmenini tanıttı. Zira anası konağın dışına çıkmayalı epey bir vakit olmuştu. Yaşlı kadın genç ve güzel öğretmeni parıltılı gözlerle tepeden tırnağa süzüp kürtçe bir şeyler mırıldanırken Uraz kadına karşılık veriyor Güneş anlamadığı bu konuşmaları konuşan kişilerin yüzlerine bakarak anlamlandırmaya çalışıyordu. Berzan gülerek yanlarından ayrılırken yaşlı kadın Güneş'e sarılıp Türkçe teşekkür etti ve yanlarından ayrıldı.
"Kürtçe bildiğinizi bilmiyordum."
"Annem bu coğrafyanın kızı, Kürtçeyi anadilim gibi bilirim Güneş."
"Peki ne konuştunuz."
"Gelin bindallısı giymişsin, kadın şaşkınlıkla karşılaşınca ona buraların adetine yabancı olduğunu söyledim."
"İyi de ben seçmedim ki yani seçtim de bedenime uygun diye ama sordum ben değişebilirim..." Güneş derdini açıklayamadan, halayın başındaki kızın çekiştirmesiyle kendini halayda buluverdi. Halaydan çıkmak için bir kaç hamlede bulunduysa da başarılı olamadı.
Uraz'sa söylene söylene masasına doğru gitti.
"Peri kızı gibi ha..." Aklına yine o görüntü geliverdi. Aslında son zamanlarda aklına gelmediği zamanlar daha az sayılabilirdi, Güneş'le bu şehre gelmeden önce geçirdikleri o son gece... Uraz Güneş'i gücendiren hayat hikayesinin itirafını duymayı beklerken ummadığı anda hiç de ummadığı yerden yara almıştı. Bakir olmayan dudakları, kaynağını bilmediği diyarlardan akan sudan sihir gibi bir sırrı yudumlarken kurak ve ıssız çöllerinde yeşerecek vahadan bir haberdi. Masasına oturmuş Güneş'in halayda debelenişini dolgun dudaklarının bir kenarı yukarı kıvrılmış, berrak gece gözleriyle izlerken değil Yavuz'un kulağına fısıldadıkları Edip'le Hande'nin yüksek tondaki didişmelerini bile işitiyor değildi. Tam da o anda oldu; Elleri oturduğu sandalyenin kollarını sıkarken, kalbinin hızlanan ritmiyle rahatsız hissederek yerinde dikleşen bedenine darbe yapan kadın, debelendiği halaydan koparken kendisine seslenenlere şimdiye kadar şahit olmadığı o gülüşle karşılık veriyordu. İlk kez güldüğünü görmüştü Uraz Güneş'in. Hem de en sahicisinden en samimisinden. Güneş yüzünde muhafaza ettiği o ifadeyle Uraz'ın olduğu masaya yaklaştıkça masadakilerin dikkatini çeken o gülümseme, Uraz kadar diğerlerini de şaşkına çevirmişti elbet ama en çok tesir altında kalan Uraz olacaktı ki ağzından kaçan küfürle bedenini oturduğu yerden savurur gibi ayaklanıp masadan uzaklaşmakta buldu çareyi. Bütün dünyası alabora olmuş gibi sarsak adımlarla ilerledi bilinmezliğe.
Güneş, masaya oturduğunda ilk sorusu Yavuz'a olmuştu.
"Neden buradasınız? Bana sakın düğün daveti demeyin?"
"Karıncalar toprak üstüne çıkmaya başladı, belli ki yerin altındaki kış hazırlığı için yetersiz."
Bu, ne demekti!!! Gözleri büyüdü Güneş'in kalbinin üstüne bir sızı kapladı. Tamda o anda silahlar patladı...
Havaya sıkılan silahlarla eğlence devam ederken, yanlarına durumu izah için konak ağası gelmişti.
"Buraların adetidir, düğünlerde silahlar sıkılır korkmayasınız."
"Olmasa daha iyi değil mi?" Dedi Yavuz, ağaya sıcak bir tebessümle.
"Öyledir tabi..." Deyip elini havaya aldırdı ağa silahlar susturuldu susturulmasına ama yükselen Kürtçe ağıt tüm halayı yarıp geçmişti. Herkes durağanlaşmış sesin geldiği yere bakarken az evvel konuştuğu kadın kendini yerlere atıyordu. Güneş kalktı oturduğu yerden seri adımlarla bu acılı kadının yanına geldi.
"Berzan'ın annesisiniz değil mi?" diye sordu oydu biliyordu ama sorunu anlayamıyordu. Kadın Berzan'ın adını duyunca daha sesli ağıtlar yakarken Güneş'in yüzünü avuçları arasına aldı. Kürtçe bir şeyler fısıldadı ama anlayamadı Güneş. Herkes etrafa bakıyordu Uraz, Yavuz çoktan olanı biteni anlamış harekete geçmişlerdi bile ama Güneş hala idrak edemiyordu. Gecenin karanlığında feryat sesleri yükselirken karanlık kendini önce kızıl maviye sonra griye sonra da mavinin en berrak tonuna bıraktı. Ağıt yakan sesler kısılmış , gözlerse yaşlıydı...
---> Gelecek bölümde görüşmek üzere
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |