

Altı Ay Sonra...
İpi kopmuş bir tespihin etrafa saçılan taşları gibi dağılmıştı tüm ekip. Bir araya gelse de her bir taşı, kaybolan imamesi olmadıkça tekrar zikir halkası olmazdı o tespihten. Akrep yelkovanı, yelkovan günleri günler haftaları kovalamış derken aylar olmuştu. Uraz kah sınır ötesinde kah Mardin'de terörü finansa eden ekipleri tek tek çökertmek için gerekli saha operasyonlarını organize ederken bir yandan da takıntılı olduğu Ari hakkında bilgi toplamaya devam ediyordu. Ari'ye ulaşma hırsı, onu fiziksel olarak zayıflatmakla kalmamış, daha da içe döndürüp yalnızlaştırmıştı. Ne anne babasının aramalarına ne de en sevdiği erkek kardeşinin çağrılarına döner olmuştu.
Parmaklarını dans ettirdiği klavyeye yansıyan monitör ışığıyla camdan yansıyan ay ışığı arasında alaca karanlık beton duvarlardan örme karargah odasında çalışmasına devam ediyordu. Sabahı sabah edeceği günlerden biri olabilirdi bugün onun için, odada yankılanan telefon sesi olmasaydı.
"Fehmi Müdürüm?" Diye cevapladı bilinmeyen aramayı Uraz.
"Ben olduğumu nereden bildin?"
"Bu saatte beni sizden başka kim arar Fehmi Müdürüm."
"Annenle, babanın aramalarına cevap versen onlar da ararlardı evlat. Kusura bakma bu saatte seni rahatsız ettim falan dememi bekleme sakın, malum saatlere kadar çalışıyor olduğuna göre rahatsız ediyor da sayılmam."
"Nereden çıkardınız, pekala evimde çayımı yudumluyor olamaz mıyım?"
"Öyle olsaydın telefonu Fehmi Baba diye açardın oğlum. Müdürüm dediysen hala üniforman üzerinde, iş peşindesindir sen."
"Yılların Kurtundan ne saklanabilir ki zaten. Haklısınız Fehmi Müdürüm. Yarın teslim edeceğim raporun son kez üzerinden geçeyim demiştim, saati aramayı duyunca fark ettim. Sabah çok geç olmadan postayı elinize ulaşması için yollarım."
"Ne demek o. Sen gelmiyor musun?"
"Sorgulamaları Mete pekala tek başına da yürütebilir Fehmi Baba , ben biraz daha buraları kontrol altında tutayım diyorum..."
"Ben senin neden gelmediğini bilmiyor muyum? Bu ihtiyar Kurttan hala bir şeyler gizleyebileceğini mi düşünüyorsun."
"Fehmi Baba ben.."
"Yeter Uraz. Yarın o dosyayla birlikte burada olacaksın. Ari meselesini şahsileştirmemen gerektiğini sana daha nasıl izah edeceğim. Ari sorunuyla ilgilenen bir ekibimiz var zaten. İşlerinde de gayet başarılılar. Bu konuyla daha fazla alakadar olmanı istemiyorum artık."
"Neden? Neden ilgilenmeme izin vermiyorsun Fehmi Baba!"
"Çünkü işin içine bir kez duygular karıştı mı profesyonellikten uzaklaşmak ve hata yapmak çok olası. Bende kaybedecek evlat yok. Anladın mı?"
"Her hangi bir görevde de başıma bir şeyler gelebilir aynı şekilde görevlendirdiğin ekip de Ari'nin peşinde iken bir kazayla karşılaşabilir. Bu yolda her şey olasıyken neden benim için…!"
"Bu sana has bir durum değil Uraz! Lafı her defasında aynı yere getirme. Güneş'i nasıl Mete'nin ekibine dahil ettirmediysem yine aynı sebepten seni de bu operasyona dahil ettirmeyeceğim." Uraz şaşkındı.
"Mete değil de sendin demek. Sen istemedin. Harun yüzünden değil mi?"
"Aynen öyle." Aldığı teyitle yüzünü sıvazladı Uraz.
"Dediğim gibi ,posta yarın elinizde olur."
"Uraz! Sakın. Üzerinde olan hakkım için yarın buraya geleceksin. Sana burada ihtiyacım var."
"Var öyle bir hakkınız Fehmi Müdürüm. Kaybolduğumda beni siz buldunuz, hakkınız çok ama her defasında bu şekilde mi beni yanınızda tutacaksınız artık."
"Sen olsan ne yapardın Uraz."
"En azından gözlemlerdim, kendisini görmesi için bir şans verirdim."
"Hala aynı yerdesin bunun için kaybedecek vaktimiz yok Uraz, neden anlamak istemiyorsun. Sana burada ihtiyacımız var, burada olman ve ekibi tekrar toparlamam gerek. Ayrıca… Güneş kayıp..."
Uraz ağarmaya başlayan günle harekete geçip, ön yolcu koltuğuna hazırladığı raporu attığı gibi, Mardin'de görev aldığı karargâhta hurdaya çıkarıldığı için satın alıp tamir ve modifiye için boş zamanlarını verdiği askeri jeeple Ankara'ya doğru yola koyuldu. Gözü kah yolda kah Jeep'in dikiz aynasına taktığı ay, yıldız ve güneşten oluşan zincirdeydi. Yol boyunca kulaklarında Fehmi müdürüyle aralarında geçen konuşmalar çınlıyordu.
***
"Nasıl kayıp, istediğiniz an bulabilirsiniz, sen benle dalga mı geçiyorsun Fehmi baba."
"Bulabiliriz ama buraya zorla getiremeyiz Uraz, kız kayıp diyorum. Onu düştüğü karanlıktan, bir zamanlar tıpkı seni tutup çektiğim gibi, birinin çekmesi gerek."
"Bana yaptığınız gibi yapın, onu da tutup çekin o zaman."
"Bu kızı sen eğittin Uraz, bu kızı sen keşfettin. Eminim senin konuşman benimkinden daha tesirli olacak, bu yüzden bu görev de senin."
"Neden böyle bir şeyi yapayım ki. Onun sahada olmaması gerektiğini savunduğumu biliyorsunuz."
"Seni, tanıyorum Uraz. Cevabını bildiğin soruları sorma sebebini bilecek kadar iyi tanıyorum. O kız sadece saha görevini değil, geleceğini, ideallerini de bırakıp gitti. Böyle bir yeteneğin hiç olmasına göz yumacak adam mısın sen?"
"Benden neyi nasıl isteyeceğini iyi biliyorsun Fehmi Baba. Buna da peki, yine istediğin gibi olacak ama şartlarım var..."
***
Kışın soğuğuna aldırmadan deri gömlek ve deri dar paça pantalonu giyip üzerinde aynı renkteki kar montunu giydi. Kısa saçları taranıp şekil verilecek kadar uzamıştı artık. Saçlarını geriye doğru öylesine tarayıp jole ile de şekilendirdikten sonra çantasını kaptığı gibi gecenin karanlığına karışmak üzere evinden ayrıldı. Apartmanın önünde bulunan otoparktaki motoruna aklayıp arka yüklüğündeki kasketi kaptığı gibi bozulmasından endişe ettiği saçlarına rağmen başına geçirerek gazı körükledi genç kadın. Trafikteki arabalara aldırmadan aralarından hızla akarak son zamanlarda her akşamını geçirmekten zevk aldığı mekana giriş yaptı. Mekana girer girmez marjinal görünmesini sağlayan kısa kesim saçları ve gözlerinin rengini vurgulayan kedi makyajıyla bariz farklılıklarına rağmen catwomen filmindeki Halle Berry’i andırıyor gibiydi.
Bir kaç adımda gözüne kestirdiği boş masaya, mekan görevlilerinin eşlik edip yönlendirmelerine fırsat vermeden yerleşti. Yanına gelen garsona gecenin uzun süreceğinin sinyalini vererek başlangıç için uygun gördüğü duble içkisinin siparişini verdi. Kalabalık artmaya devam ederken sahnede canlı performans gösteren amatör guruba dili döndüğünce eşlik ederken bir anda masasında hemen yan sandalyesinde beliren bedenle yarı sarhoş bedeni irkilerek çığlık çığlığa istemsizce reaksiyon göstermiş bulundu. Etraftaki abaza erkekler saatlerce yanına gelmek için sarhoş olması fırsatını kollarlarken bir anda gözlerine kestirdikleri bu kadının yanında biten adama bilenmekle kalmayacaklarını hırlayarak belli etmişlerdi.
Güneş, ilk şoku atlatır atlatmaz sarhoşluğunun da etkisiyle yanındaki siluetin hayal mi gerçek mi olduğunu anlamak için gözlerini defalarca kırpıştırmıştı.
“Uraz Kıdemlim?”
“Ta kendisiyim, Güneş Şenel.”
Yanılmamıştı, gördüğü şey tüm gerçekliğiyle karşısındaydı. Uraz Cağaloğlu! Zayıflamış mıydı? Neden gözlerinin altı bu kadar şiş ve koyuydu. Yanaklarındaki çukurlukları ilk kez görüyordu. Etrafda bir kaç tur göz gezdirdikten sonra oturduğu yerden kalkmaya karar verdi Uraz. Tabi Güneş’i de yanında alarak buradan en kısa sürede ayrılmaya da. Güneş’i bileğinden tutup sarsarak çekiştirirken Güneş’in her zamanki gibi inatla karşılık vereceğinden elbette şüphe etmemişti.
“Ne buluyorsun böyle bok çukurlarında, kalk hadi! KALK! Gidiyoruz.”
Bileğini Uraz’ın elinden kurtarmak istercesine çırpınışları etraftakilerce yanlış anlaşılmış olacak ki yan masadaki iki erkek Uraz’a ikazda bulunmuştu.
“Kızı ne diye zorluyorsun, geldin müsaade bile almadan çöktün kızın masasına zaten!”
“Avınızı elinizden aldım diye mi bu öfke. Bu kadar ayrıntıya ancak avını izleyen avcılar vakıf olabilir ancak.”
“Ne anlatıyorsun lan sen!”
Uraz kendisine söylenenlere ardını dönmeden karşılık verirken bir yandan da Güneş’i çekiştirmeye devam ediyordu. Sarsak halde ayaklandı Güneş, tam da o sırada Uraz’ın ensesine patlayan tabure ile kavganın fitili de ateşlenmiş oldu. O saniyede Güneş’de itirazı bırakıp kıdemlisine saldıran adamlara karşılık vermeye başladı. İki asi kan sırt sırta karışan mekanda kendilerine saldıran adamlarla dövüşmeye başladılar. Sayıyca azdılar ama dövüşte profesyonel olduklarını henüz darbeleriyle tanışmamış olanlar bilmiyorlardı. Kavga iyice hararetlendiğinde artık kimin kime yumruk salladığı, kavgayı kimin başlattığı bile unutulmuş gibiydi. Herkes bir diğerine saldırıyor sarhoş beyinler dostu düşmanı ayırt edemiyorlardı. Kargaşadan el ele tutuşup sıyrılan ikili, mekanın girişine paralel caddenin ara sokaklarından birinde nefes alış verişlerini düzene sokma gayretindeydiler. Güneş sırtını duvara yaslamış dinlenirken, Uraz ise ellerini pantolon kemerinin olduğu kemiklere iki yandan dayamış her zamanki kendisine has o duruşuyla nefesinin eski ritmine dönmesini bekliyordu.
“Neydi şimdi bu. Önce adamları üzerime gelsin diye kışkırtan sen değilmişsin gibi bir de lütfedip kurtulmam için bana yardım mı ediyorsun.”
Güneş kısa saçlarının alnına düşen perçemini sağ elinin parmaklarını kullanarak naif bir hareketle geriye iterken devamında elini ensesine götürüp erkek çocuğu gibi ensesi kısa kesim saçlarının köklerini sıvazlayınca Uraz bu değişik kadına kahkahalarla gülmekten kendini alamamıştı. Güneş Uraz’ı ilk kez böyle gülerken görüyordu. Ne olduğunu anlayamasa da , o boşlukta kalabildiği kadar uzun süre oyalanarak o anın tadını çıkarmakla meşgul oluyordu. Sanki mümkünmüş gibi güldükçe daha da kısılan badem gözleri ilk durağı değildi, dudağının yukarı kıvrılan sağ tarafında oluşturduğu o çukurluksa epeyce bir oyalamıştı Güneş'i. Kendisini izleyen sarhoş kadını fark edince kahkahası yüzünde asılı kaldı Uraz’ın. Saniyeler dakikalar gibi uzun geldiği o an oldukça sessizdiler, birbirlerinin gözlerinde geçmişin anılarını taradılar. Uraz’ın aklına yine aynı mekanda, Mardin’e gitmeden önce geçirdikleri o gece dudağına kondurulan buse geliverdi. Güneş’te farklı sayılmazdı. Aynı anıyı birbirlerinden bir haber yaşarlarken, Uraz Güneş’in hala tam olarak ayılmadığını farkındalığıyla ses tonuna dikkat ederek her zamankinden biraz farklı Güneş'i paylamaya başladı.
“Ne halt ediyordun aylardır?”
“Takılıyorum. Bir oradaaa bir burada öyle işte.”
“Bu sorumsuzluğunu birime nasıl raporlamayı düşünüyorsun.”
Güneş şaşırmıştı. Hala anlamamışlar mıydı? Neden buradaydı Uraz. Görmüyor muydu halini de kendisine bu soruyu yöneltiyordu.
“Kayboldum.” Dedi Güneş, az evvelki lakayt verdiği cevaptan uzak daha kontrollü daha ciddiydi sesi. Biraz da duygusal.
“Eee ben kaybolmadığıma ve yanında olduğuma göre… Çok da kayıp sayılmazsın ha!”
“Ne demek istediğimi gayet iyi anladınız Uraz Kıdemlim.”
“Güneş, bana Uraz de.”
“Ne!” Şaşkındı Güneş.
“Bana sadece öfkeli olduğun zamanlarda değil konuşmaya ihtiyacın olduğu zamanlarda da Uraz Kıdemlim yerine Uraz de.” Hatırladı Güneş, gerçektende aşırı yükseldiği zamanlarda Uraz dediğini hatırladı.
“Şey ben …”
“Anlaştık sanırım, hadi kalk gidiyoruz. Bittiyse şımarıklıkların, görevinin başına dönmelisin artık.”
Bir hışım ayağa kalktı Güneş.
“Ben anlatamıyorum galiba! Kayboldum diyorum. Bitti artık. Görmüyor musunuz? Siz haklıydınız en başından beri, saha görevinde beni istememekte siz haklıydınız. Siz kazandınız ben kaybettim. Ben sahaya ait değilim. Haklı çıktığınız için sevinmeniz gerekirken ne diye bu tavrınız? Bu korumacı halleriniz ne istiyorsunuz Uraz? Ne. Bitti diyorum… Bitti. Yapamı…”
Uraz göğsünü şişiren bir nefes derince içine çekip çektiği nefesi havaya yavaş yavaş verirken aynı yavaşlıkta adımlayarak, karşısında duran ve içinde biriktirdiklerini soluksuzca dışarı vuran kızın bedenini kaslı kollarıyla sarmaladığında Güneş hala ne olduğunu anlamamış gibi hararetle konuşmasına devam ediyordu. Ta ki o yetim başını okşayan eli hissedene kadar.
"Ben sahada cüssesine bakmadan silah arkadaşını, namusunu, onurunu, davasını sırtına almış o kadını gördüğüm an hakkında yanıldığımı anladım Güneş. Bitti diyemezsin çünkü asıl şimdi başlıyor."
Saçlarında duran muhtaç olduğu o eli yok sayarak kucaklandığı kollardan tek hamlede koptu Güneş. Daha kaç kere tekerrür edebilirdi ki kader. Elif ile Harun'u yakaladığı, laboratuvardaki patlamanın faili sanıldığı günde kaybolduğu yerden kendisini kurtaran Uraz olmuştu. Kendisini paylarken söylediği o cümleler kalbine birer bire umut ekmişti. Birileri o arka sokaklardaki faili meçhul bedenleri hatırlıyordu. Unutulmadığın yerde umutta vardı her zaman. Tıpkı Asude için, tıpkı Uraz için... o gün her şeyi en başından anlatmaya karar verip koşarak girdiği öğretmenler odasında göremediği Uraz Öğretmeni, yıllar sonra yine karşısındaydı işte. Yetim bedeni yıllar sonra onun kollarındaydı tekrar. Ama bu defa aldanmamalıydı. Bu kez kararlıydı Güneş.
"Ben o gün... o gün tüm gücümü, sabrımı, inancımı orada tükettim. Bana kalanlarla da anca böyle içer içer uyurum. Gece benim için yeni başlıyor, daha tüketmem gereken limite gelmedim ben Uraz Kıdemlim. O yüzden size Eyvallah..."
"Yalnız başına içip sarhoş olmana müsaade etmeyeceğim."
"Alkol kullanmadığınıza göre gelip yanımda bekçilik etmenize de ben müsaade edemem. Eğer sarhoş olup etrafıma öpücük dağıtacağımdan falan endişeleniyorsanız, o sadece bir defaya mahsustu, endişeniz olmasın..."
"Hatırlıyorsun demek!" Güneş kırdığı potu fark ettiğinde ayaklarının ucuna devirdi ukala bakışlarını. O baktığı yer yarılsın istedi böylece içine girebilirdi.
"Özür dilerim..." dedi içine içine konuşur gibi.
Tek adımda aralarında açılan mesafeyi kapattı Uraz. Ufak bir çocuğu paylar gibi Güneş'in ensesine doğru montunun yakasından tuttuğu gibi jeepine doğru sürüklemeye başladı genç kadını, öyle ki az daha güç uygulasa Güneş'in ayaklarını yerden kesecekti.
"Hataydı özür dilerim. Vallahi sarhoştum, istemeden oldu.." Güneş'in her bir savunma kelimesiyle öfke kat sayısı artıyordu Uraz'ın.
Ne demek hata!
"Böyle hatalar yapmamak için sarhoş olmamak gerek demek ki Güneş Şenel!"
"Her zaman olmuyor ki..."
"Bitti gitti. Yok daha fazla içmek falan!"
"Uraz kıdemlimmm ama..."
Yaka paça atıldığı ön yolcu koltuğunun kapısı şiddetle yüzüne kapatıldığında sesi de kesildi Güneş'in. O saniye itiraz etmeyi bırakıp yolcu kapısının camından moturuna doğru çevrildi bakışları. Ellerinin ayasını cama yapıştırıp dudaklarını büzerek motoruna bakan genç kadını şoför koltuğuna oturur oturmaz fark etti Uraz. Anahtarı takıp aracının motorunu ateşlerken Güneş'i paylamaya devam etti.
"Bu kafayla bir de motor sürmeyi mi planlıyordun!" İşiytiği bariton sesle irkilerek daldığı manzaradan kurtuldu Güneş. Sırtını yolcu koltuğuna hırsla yasladığında arabanın orta aynasında asılı olan zincire takıldı gözleri.
"Bir dakika , bu halhal benim olabilir mi?"
"Ne olduğu konusunda emin değildim demek halhalmış."
"Bunun sende ne işi var?"
"Okuldaki son günümde olanları unutmadığından eminim, o gün düşürmüşsün. Şans eseri buldum posta ile gönderdim ama alıcıya ulaşamadıklarından bana geri gönderdiler."
"Seni bu kadar uğraştırmaya değecek bir kıymeti yoktu, demirden bozma bir takı işte."
"Ben yusufçuk kolyesine verdiğin kıymeti görünce bununda anısı vardır sanmıştım."
"Yoktu, hoşuma gittiği için yol kenarında tezgah açmış seyyar satıcıdan öylesine aldığım bir şeydi ama artık öyle değil. Artık çok kıymetli."
Güneş gülümseyerek Uraz'a baktığında ; Uraz bir kez daha, kendisine gülümseyen bu kadın karşısında enkaza dönüştü.
Mardin'de de böyle olmamış mıydı?
Tek tek önüne tuğla koyup, varlığını tekrar inşa etmişti o günden bugüne gelebilmek için. Bu kez başarabilir miydi bu gülümseme karşısında her zaman ki o Uraz gibi olabilmeyi.
O an, gelecekte olacaklardan habersiz, yıkılan benliğini tekrar inşa için avuçladığı tuğlalardan bir kendi önüne, bir Güneş'in önüne koydu Uraz. Üst üste sıraladı o tuğlaları, bu defa içinde yalnız kalmayacak şekilde ördü duvarlarını…
Arabanın gaz pedalına bastıkça bastı, egzoz borusundan gelen ses artık bir annenin bebeğine mırıldandığı ninni gibi gelmeye başladığında Güneş'in kulağına, kanına karışan alkolün de etkisiyle uykuya teslim oluverdi zihni. Köhne bir semtin ücra köşesindeki evin kapısı önünde hafif hafif yokladığı firen pedalına sonuna kadar basıp vitesi küçülterek el frenini çekti Uraz. Yanı başında duran kendinden geçmiş bedene bir süre daha baktıktan sonra arabadan inip ön yolcu koltuğunun kapısını açtı. Narin bedeni kolları arasına alırken depar atan kalbini yokladı. Yutkundu sertçe. Bedenini saran o hissi yok saymakta kararlıydı. Ayağıyla arabanın kapasını kapatıp eve doğru yola koyuldu. Zorlanmadan evin kapısını açıp içeri girdikten sonra genç kadını üzerindeki monttan kurtarıp yatağa yatırdı.
Yatakta deyimi yerindeyse mışıl mışıl uyuyan kadını dakikalarca izledi ve ardından kendi gerçekliğini hatırlar hatırlamaz o narin bedene sırtını dönmek sureyiyle evi terk etti. Ufak detayları da hallettikten sonra yola koyuldu Uraz…
“Yine mi yaaaa!” Bağır çağır yataktan fırladı Güneş. Odanın camından sızan ışık hüzmesinin kamaştırdığı gözleri normal görme seyrine döner dönmez gördüğü tanıdık manzara kendisini altüst etmeye yetmişti. Mardin’e gitmeden evvel sabahladığı evde bulmuştu yine kendini.
Bu hiç adil değil diye düşündü. Tabiki Uraz’ı burada görmeyi beklemiyordu. O adamın genç bir kadınla aynı çatı altında aynı odayı paylaştığı nerede görülmüş duyulmuş olabilirdi ki. Yine bu köhne yerde terk edildiğini uyanır uyanmaz daha doğrusu ayılır ayılmaz anlamıştı genç kadın. Bir farkla. Belki de birden fazla farkla. Komidinin üzeri karalanmış olan kağıt üzerinde duran şey motorunun anahtarı olabilir miydi?
Gelecek bölümde görüşmek üzere
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |