
Tam isabet.
Anahtarı avuçladığı elinin aksi eliyle anahtarın altındaki kağıdı kavradı ve on saniye kadar göz gezdirdiği kağıdı imha eder etmez evden çıktığı gibi motoruna akladı Güneş.
Sarhoş olduğu geceye dair detaylar aklındaydı Güneş’in, Uraz’ın aracıyla mekandan ayrılırlarken motorunu ardında bırakmışlardı. Her ne olduysa o uykuya daldıktan sonra olmuş olmalıydı. Notta yazılı olan adrese vardığında motorunu kapatıp yavaşça çıkardığı kaskını motosikletinin bagajına bıraktı. Motorunu park ettiğinde ona oldukça tanıdık gelen polis merkezi binasının çokta özel olmayan mimarisine bir kaç saniye baktıktan sonra giriş kapısına doğru yola koyuldu.
Ağır adımlarla kontrollerden ve nihayet turnikeden geçince karşısında duran kaya gibi bedeni görmemesi mümkün değildi. Şaşkınlığından kurtulmak için silkinip, tokalaşmak üzere kendisine uzatılan eli tuttu Güneş.
”Nasılsın Güneş?”
”Teşekkürler Mete Kıdemlim. Uraz kıdemlim...” Cümlesini tamamlamasına fırsat verilseydi Uraz kıdemlisinin kendisini burada beklediğini söyleyip, Uraz'ın nerede olduğunu soracaktı ama cümleyi tamamlayacak fırsatı bulamadığı gibi üstüne sanki yanlış da anlaşılmıştı.
”Biliyorum, haberim var. Biz de seni bekliyorduk, daha fazla kaybedecek vaktimiz yok Güneş, gel benimle.” Dedi Mete, müdürlüğün koridorunu işaret ederek. Bir kaç metre adımladıktan sonra önlerindeki asansörle, girişin iki kat aşağısına indiler. Güneş kendisini neyin beklediğinden habersiz sükunetle Mete Kıdemlisini takip etmeye devam etti. Bir süre daha koridorda ilerledikten sonra önlerine çıkan kapıyı açıp içeri giren Mete’nin adımlarını peşi sıra takip etti Güneş. Bulundukları odanın izleme odası olduğunu içeri girer girmez anlamıştı genç kadın. Pür dikkat önlerindeki monitörlerden sorguyu izleyen ekip içerisinde, tanıdık yüzler de varsı; Alper, Betül... bu isimlerden sadece bir kaçıydı. Bir tek o yoktu. Gözleri Uraz'ı aramakta ısrar ettiğinden, hemen camın ardındaki sorgu odasında bulunan kişiyi fark etmesi oldukça zamanını aldı. Gözlerinin irisi büyüdükçe büyürken ismini ve ismini anan sesi işitmesiyle dikkati sesin geldiği yöne çevrildi.
“Hoş geldin Güneş, seni tekrar aramızda görmek oldukça güzel.”
Derin bir nefes alıp verdi Güneş. Yavuz’u tekrar görmek tüm yaşanan acıları deşmişti. Ela gözlere hapsolmuş hüznün farkındaydı Yavuz.
“Güneş, geldin!!!” Diye bedenini sarsan kucaklamayla gözlerindeki tüm o hüznü alev alev öfkeye dönüştüren Alper oldu. Güneş bu kez etraftaki tanımadığı kimlikleri de düşünerek ölçüsüz bir cümle kurmamak için sadece bakışlarıyla Alper’e ayar çekmekle yetindi. Konuşsaydı söyleyeceği şey belliydi.
S.ktir git Alper!
Alper de bu bakışların ne anlama geldiğini anlamış olacaktı ki usul usul uzaklaştı Güneş’in yanından. Tüm ekip tek tek Güneş’le tokalaşmaya başladıklarında bir yandan da Mete hızla operasyonun başından gelindiği noktaya kadar Güneş’e özet geçti. Kaybedilecek vakit yoktu.
“…İçerdeki itirafçı sayesinde, Harun’u köşeyi sıkıştırdık...”
Güneş, itirafçıya bakarken kısılan gözlerini Alper’e döndüğünde Alper Güneş’in bakışlarından aklından geçeni okumuş karşısında bebeksi ela gözleriyle soru soran kadına sesli bir şekilde karşılık vermişti.
“Ta kendisi. Elif yıllardır Harun’a çalışıyormuş. Aralarında tuhaf bir ilişki var. Sevgili değiller ama bedenlerini kullanmakta da sakınca görmüyorlar. Birbirlerinin ardını korumuşlar yıllarca. Şimdi ne değişti de itirafçı oldu diyebilirsin. Elif birine gerçekten kör kütük aşık olmuş. O birisi Harun’un ticari rakip olarak gördüğü ve Elif’i planlı olarak üzerine saldığı kişinin de ta kendisi. O kadar aşık ki aşık olduğu adamın isminin ilk hecesini bile bir kez dahi anmadı. Harun'u yakmak için kendi başını da yaktı. ”
“Ölümcül hata!” Diyerek Alper'in konuşmasına dahil olan Betül’dü. Güneş, bakışlarını Betül’e çevirdiğinde, karşısında kendine karşı tebessüm eden o her zaman ki Betül vardı. Burada herşey , herkes tam da bıraktığı gibiydi, peki ya kendi. Kendisi her zamanki Güneş gibi bakabiliyor muydu Betül’ün yüzüne. Yara almamış gibi, kayıp vermemiş gibi… Bu kez de konuşmaya Mete devam etti.
“Harun da diğer sorgu odasında sorgulanıyor! İş birlikçilerini de toparlamamıza az kaldı. Uzun süredir peşinde olduğumuz bu sistemi deşifre ettiğimiz gibi çökertmemiz de an meselesi artık. Harun itirafa başladığında her şey peşi sıra çorap söküğü gibi gelecek!”
Yıllardır beklediği ana ramak kala neden böyle tuhaftı ki hisleri; Tuhaf ve de bir o kadar anlamsız. İşte o anlamsızlıkta tüm varlığıyla arıyordu adını bildiği eksikliği. Güneş, uyandığında kendisine bırakılan notun onu neden buraya çağırdığını, neden burada olduğunu biliyordu artık. Uraz ona, o çok istediği yeri ve görevi vermişti sonunda. Onunla birlikteyken hiçliğe yumduğu gözleri sadece bir gecenin sabahında umuda uyanmıştı. Uyanmıştı ama bu kez de o yoktu. Niye yoktu? Peki bu yoksunluk neydi. Edip'i kaybetmenin acısı henüz dinmemişken sanki ikinci bir kayıp daha yaşamışlık hissi, nedendi. Gözleri yanıyordu, bıraksa kendini çağlayacaktılar sanki.
Derviş sabrıyla beklerken saatler saatleri kovalıyordu. Çapraz sorgu boyunca Güneş boş boş Elif'in zaman zaman akıcı konuşmalarındaki mimiklerine zaman zaman susuşlarındaki tavırlarına baktı. Hala Harun'un sorgulamasını izlememesine ekiptekiler mana veremiyordu. Ekip pür dikkat polis memurlarınca yapılan sorgulamayı takip ederken genç ve başarılı polis memurlarından biri uzun boyu kararlı bakışlarındaki keskinlikle gözlem odasına daldı.
“Hiç bir iddiayı kabul etmiyor. Saatlerdir sorgulama odasındayız. Gizli tanığın itiraflarının hepsini yalanladı. Avukatını istiyor puşt!” Diye höykürdü.
Güneş, gözlem odasının karanlık kuytu köşesinden öne doğru çıkıp ekip arkadaşlarının toplandığı yere yaklaştığında kendisine tanıdık gelen sesin sahibiyle göz göze gelme imkanını buldu. Bu adam daha evvel tutuklu olarak polis merkezine getirildiğinde, vatan haini damgasıyla kendisini sorgulayan polis memurunun ta kendisiydi. Karşısındaki adam mahcup bir yüz ifadesiyle genç kadına selam verirken tokalaşmak üzere elini uzattığında eli havada asılı kalmıştı.
“Komiser Hikmet Kutay, daha önce hoş bir karşılaşmamız olmadıysa da hakkınızda …”
“Geçmişte olan geçmişte kaldı. İşimize bakalım, sorguya girmek istiyorum müsaade var mı?”
“Pekala.” Dedi Hikmet komiser, havada kalan eliyle koltuğunun altında duran kabarık sanık dosyasını alıp Güneş'e uzattı. Güneş dosyayı eline alıp özensizce sayfalarda göz gezdirip dosyayı komisere alması için geri uzattığında Hikmet karşısındaki ciddiyetsizlikten beis duyduysa da sorgu odasına giden yöndeki kapıyı işaret etmekten başka bir şey yapmayacaktı. Mahcuptu ama aynı zamanda da barışçıl tavrına karşılık bulamayışını oldukça küstahça buluyor, karşısında dik başlı soğuk ve mesafeli duran kadının sorgudaki adamı konuşturabileceğine ihtimal vermiyordu. Güneş ve Harun'un geçmişleri hakkında öğrendikleriyle sanıkla olan buluşmanın sorgulamadan daha çok hesaplaşmadan ibaret olacağını düşünüyordu.
Güneş Gözlem odasından ayrılırken Yavuz'a seslendi.
"Benim öncesinde Tuğçe'ye ulaşmam lazım." Yavuz, Tuğçe'nin adını duyar duymaz ufak çaplı bir sarsıntı yaşasa da panikle Güneş'in yanına varıp Tuğçe'yi güvenli numaradan arayarak telefonu Güneş'e uzattı. Arama sesinin ardından alayla aramayı yanıtlayan sesin sahibi Tuğçe'ydi.
"Ne var kas yığınııııı!"
"Tuğçe , benim Güneş."
"Ggüneşşş!"
***
Kaykılarak oturduğu rahatsız iskemlenin sırt kısmına kafasını geriye atıp yaslarken tavandaki boşluğu izliyordu Harun. Sorguya son verileli epeyce bir vakit olmuş olmalıydı. Buraya alınırken zamanı takip edebileceği tüm materyaller elinden alınmıştı. Hala hangi gerekçeyle burada alı konulduğundan bir haberdi. Ellerinde bir delil olmasına ihtimal vermiyordu. Delilleri karartma konusunda profesyonel bir ekibe sahipti. Çok geçmez teşkilata sızdırdığı yandaşları çıkışını sağlayacaktı, bundan şüphesi yoktu. Tek derdi buraya alınmasına neyin sebep olduğuydu. Yakın ve uzak geçmişe dair ne var ne yoksa tavandaki boşluğa diktiği gözlerinin önünden teker teker geçiriyordu. O anılar arasından tek bir detaya tutundu aklı.
Asude!
Sude onun tek gerçek hatasıydı. Karanlığının işlediği her suçu normalleştirerek bu günlere gelmeyi başarmışken, her kötülüğü, her günahı kendinde hak görmüşken kendi vicdanının şahitliğe çağırdığı tek hakiki hatasıydı Sude. Vücuduna dair her bir kıvrımı her bir detayı aklının en berrak hatırlarını süslerken, onun o narin, ürkek sesinden kulaklarında çınlayan adı da dahil, ona ait her bir detay aklının en berrak hatıralarındaydı. Unutacak olduğunda da bir şekilde kendini hatırlatmayı başarıyordu. Aylar önce ona o çok benzeyen koreografinin sahibini ne kadar arasa da bulamamıştı. Mümkün olabilir miydi? Burada olmasının sebebiyle bir alakası olabilir miydi? Duyduğu sesle bakışlarını sorgu odasının kapısına indirirken artık buradan ayrılma vaktinin geldiğinden o kibirli kalbi oldukça emindi.
"S.ktirrr!"
Ayağında yumurta varmış gibi yürüyen kadının ayakkabısından çıkan ses duvarlarda yankılanırken, üzerinde oturduğu iskemlesini gayri ihtiyari geri sürdü adam. Sorgu odasında duran bir metrekarelik masanın üzerine dirseklerini dayayıp agresifçe avuç içleriyle Yüzünü sıvazladı kendine gelebilmek için ama karşısında kendisine bakan siluet ifadesizce kendisini izlemeye devam ediyordu. Masanın hemen karşı tarafındaki iskemleye doğru tek kelam etmeden yürüdü kadın.
Saç diplerinden şakaklarına sızan terden belliydi adamın ne kadar zor anlar yaşadığı. Ağır ağır yaklaştığı masanın kendinden tarafında buluna iskemleyi çekip oturdu kadın. Sağ bacağını sol bacağının üzerine atıp kollarını göğüs altında bağlayarak hemen karşısında duran adamı sessizce izledi.
Harun gözlerini kırpıştırıp ceketinin koluna terini silerken inanamazcasına karşındaki kadına bakmaya devam etti. Beklenmedik bir kahkaha sardı sorgu odasını. Avam bir üslupla kahkaha atan Harun'du. Gözlerini sorgu odasının duvarındaki geniş aynaya çevirdi. O aynanın ardından izlendiğini bu sorgu odasına giren herkes bilirdi. Bağırarak kurduğu cümleleriyle kahkahası kesik kesikti.
“Buna inanmamı beklemiyorsunuzdur, beni böyle mi sorgulayacaksınız ha..." Yüzünü karşısındaki kadına geri çevirerek devam etti alayla.
"Sude ölmedi ve karşımda öyle mi?"
"Sude seninle doğup öldü." Yutkundu Harun. Bu ses... Kulaklarında tınladığında nutku tutulmuştu. Bu ses, yıllarla demlenen ama asla özündeki tınısını kaybetmemiş Harun'un da kulaklarının aşina olduğu o tanıdık sesti.
"Asude..." Bir kaç dakika sessizce izledi Harun, farkında olmadan yüzünde beliren tebessümü fark eder etmez silkinip kendine geri geldi.
"Eee sırada ne var. Asude'yi taklit ederek mi beni sorgulayacaksınız?" Harun'un emin sözleri gözlem odasında Hikmet Komiser hariç tüm izleyenleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Belli ki Güneş'in çabası da fayda etmeyecekti. Hikmet Komiserse Harun’u kendi bile konuşturamadıysa gayrısının şansı olduğunu düşünmüyordu.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Hıh. Asude'nin cesedini teşhis etmeseydim eğer..."
"Bu kadar eminsen, neden sahnede dans ettiğimde peşimden adımı haykırarak koştun."
"O da sendin ha..."
"Bana neden böyle hayran hayran bakıyorsun."
"Özlemişsem demek!" Tuğçe'nin hazırladığı maskenin ardında şaşkınlığını saklıyordu Güneş. Dediği gibi pür dikkat hayran hayran bakan karşısındaki adamın katil olduğundan emin olmasa şu anda Harun'un Asude'ye aşık biri olduğuna inanabilirdi. Herkes Harun'un itirafını duymayı beklerken o Asude'nin intikamının peşindeydi. Evet o şu anda Asude'ydi.
"Beni sana deli gibi bağladın. Hayallerimi çaresizliğimi bedenimi kullandın ve..."
"Ve..." Dedi Harun.
"Hangi adam sevdiği kadını eskortluğa gönderir."
"Aldığı parayla yetinmeyen daha fazlasını isteyen Asudeydi." Harun ikna olmamıştı karşısındakinin Asude olduğuna. Zaten Güneş'in de böyle bir çabası yoktu. Yüzündeki maske ve yapay zekayla sesini değiştiren cihazlar Harun'u baskılamak içindi.
"Hayalim dünya çapında tanınan bir dansçı olmaktı, dahasıyla yetinemeyeceğim tek şey buydu para değil."
"Yanına aldığı yetime iyi bir gelecek vermek için hep dahasını istedi Asude. Hiç bir zaman küçük balığın peşinde değildi. En zengin en sözü dinlenen mafya babalarının önünde soyundu." İş amacından çıkmış gibiydi Harun değil Güneş baskı altındaydı sanki. Gözlem odasındakiler müdahale etmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
"O yetim içinde en çok hayallerimi gerçekleştirmek istemiştim. Yetim de olsak her şeyin üstesinden gelip başarabileceğimizi görecekti. Sen yalnızca benim değil bir yetimhane dolusu çocuğun da hayallerini çaldın."
“Ben sana o yetimhaneden kurtulman için el uzattım.”
Duraksadı önce Güneş ve ilk itirafı almanın sevinciyle devam etti.
“Haklısın sayende iki sene evvel kurtulabildim oradan.”
Harun'un kaşları şahlandığında kendini toparlama vaktinin geldiğini anladı.
“Bana yalvaran bir çocuğa el uzattım evet iş buldum. Okuluna, garsonluk yapıp para kazanarak da devam edebilirdin ama sen sahneye çıkmayı istedin.”
Satranca başlamışlardı. Karşısında oturan şahı devirmek onun için kolay değildi belki ama Harun için böyle bir şey imkansızdı. Harun’un tüm hamleleri eninde sonunda boşuna olacaktı. Çünkü Harun’un karşısında duran bir şah değildi, satrancın en kilit taşı olan vezirdi. Birden fazla taşın özelliğini üzerine giymiş olan Vezir.
“Dans etmek istedim. Yetim bir çocuğun mahkum edildiği karanlık adi odasının duvarlarını yıkıp yalnızlığına kimsesizliğine son vermek istedim. O yoksunluğu, o karanlığı, dans ederken yok sayabiliyordum. Bana en iyi gelen, en iyi yaptığım, bu yüzden de en çok tutunduğum şeydi dans etmek. O yetim kızın dansını tüm dünya görsün istedim o yetim kalbimi sevgiyle doyurmak hayranlar edinerek aç olduğum o sevilme duygusunu iliklerime kadar hissetmek istedim. Sende bulduğumu zannettiğim şey de oydu. Beni her gece becerip ardına bile bakmadan yatakta terk edişlerini bile aşk zannedecek kadar sevilmeye açtım. Hiç mi sevmedin beni?”
Harun bu kez karşısındakinin manipülasyonuna gelmeyecek kadar tedbirliydi.
“Ne anlatıyorsun…” sözünü kesti Güneş Asude olarak.
“Bana sevişmediğimizi söyleme bedenindeki her bir detayı tek tek anlatabilirim zira karanlıkta sevişmekten nefret edersin.”
“Ben değil sen karanlıktan nefret ederdin!!! Yeter kesin şu saçmalığı. Beni burada daha fazla tutamazsınız! AVUKATIMI İSTİYORUM!”
“Seviştiğimizi inkar etmiyorsun yani.”
“Ben seninle sevişmedim küçük faişe! Kim olduğunu bilmiyorum ama buradan çıktığımda seni zevkle tatmin edeceğimde emin olabilirsin!”
“Reşit olmayan bir kızın bedeninden hayallerinden faydalandın sen Harun.”
“Saçmalamayı kes!”
“Kasığındaki dövmeyi, kalçandaki gamzeyi…”
“Sağlıklı bir erkeğim becerdiğin tüm o kadınların hatırında güzel bir anı kalmış olmalı. Yoksa tüm bunları nereden bilebilirdiniz ki?”
“İlkim olduğunu…”
“ Kes artık. O yetimhane müdürü benden evvel kaç kez pazarlamıştı seni beyaz yakalılara bana bakire numarası yapmayacak kadar tecrübeliydin!” Terini ceketinin koluna silerken öfke bürünüştü gözünü.
“ On yedi yaşında bakire bir kızla birlikte olmuş birine çevirmek böyle suçlamak istiyorsun ha ben bu manipülasyona gelmem.”
“Bakire olmadığımı nereden biliyorsun!”
“Seninle yetişkin olana dek sevişmedim ben. Sadece bir kez!
“Ben bileklerim kesimliş bir şekilde köhne bir sokakta bulunduğumda daha yeni on sekizimi doldurmuştum.”
Duraksadı Harun. Bu kadar kolay olamazdı. Hayır bunca yıl inkar etmişken bu kadar kolay olamazdı.
“Saçmalık! Saçmalık!!!” Öfkeyle höykürerek ayaklandı iri cüssesiyle yerinde eş zamanlı olarak Güneş de aralarındaki mesafeyi korumak üzere ayaklandı. Gözlem odasındakiler de Harun’u sakinleştirmek ve de nezarete göndermek için ayaklanmışlardı ki Güneş tek hamleyle sorgu odasının kapısını kilitledi ve az evvel oturduğu iskemleyi iskenlenin sırtını kapı kulpuna dayadı.
Harun öfkeyle üzerine yürüdüğü kadının kaçmak yerine odanın kapısını kilitlenesine ve açılmamak üzerine kulpunu sıkıştırmasına anlam vermedi.
“Eceline susamış bu sürtük ha!”
Seri bir hareketle Harun’un yüzüne iki yumruk attı Güneş. Koca beden anlık gafletle aldığı darbeler yüzünden sarsıldıysa da yıkılmadı.
Devam etti Güneş, istediği itirafı alması onu durduracak değildi. Bir yandan sorguya devam etti diğer yandan da içinde biriken tüm o yılların tüm o çocukluğunun, özleminin, intikamını almaya. İşin aslı devam da sayılmazdı çünkü gözlem odasındakiler de dahil herkes aslında bunun bir başlangıç olduğuna şahit oluyorlardı. Gözlem odasındakiler şaşkınlık içindeydi. Alper çoktan sorgu odasının kapısını yumruklamaya başlamıştı.
”O sokağa terk edildiğim gece ve sabahı ve öncesi beni hiç görmemiştin oysaki değil mi? Şehir dışındayım mı demiştin. Sahte bilet de ayarlamış mıydın Harun.”
“Sürtük! Kim olduğunu öğrendiğimde senin için çok geç olmuş olacak.”
Harun, havaya kaldırdığı yumruğuyla üzerine doğru abanırken Güneş bu kez hamlesini diyaframa doğru yaptı. Aklında Uraz'dan daha ilk derste öğrendiği o nefesini kesen an vardı. Harun koca cüssesine rağmen nefesi kesilmiş bir halde yere yığıldığında Güneş pantolonunun kemerine asılı kelepçeyi çıkartıp Harun'u seyit onbaşı gücüyle sürükleyerek tek kolundan sorgu masasına kelepçeledi. Gözlem odasındakiler peşi sıra sorgu odasının kapısını zorlarlarken Güneş Harun'un kafasını saçlarını avuçlayarak kaldırıp bir kaç kez sert zemine vurduktan sonra hızını alamayıp, ceketinin koluna sakladığı şişi çıkardı. Bunun da ne kadar acı verdiğini biliyordu. Bu yaptığının yasal bir açıklaması yoktu elbet ama karşısındaki suç makinesi sıradan suçlularla mukayese bile edilemezdi. Sorgu odasının kapısını zorlayanlar Harun'u değil Güneş'i düşünüyorlardı. Belki de ilk kez Güneş'in bu denli kontrolden çıktığına şahit oluyorlardı. Güneş Harun'un tek bileğinden sorgu masasına kelepçeli yüz üstü yerde yatan bedenini tek diziyle ezerken diğer ayağı sert zeminde Harun'nun boştaki elin parmağını da o sert zemine dayamış şişle parmağının tırnak dibini zorluyordu. Koca cüssesi üzerindeki bedenini ha devirdi ha devirecek olmasına bile aldırış etmeden işkencesine devam ediyordu Güneş.
"Bende senin parmaklarını beceriyorum... Çok yazık... Bu arada Baron'un bağlantıları kesildi Casanova. Saatler evvel onu da içeri aldılar. Ölüm meleği kanına girdiği çocuk bedenlerini gömdüğü mezbahada intihar etti o da otopsi yapılmak üzere morga götürüldü. Pedo baş itirafçılarımızdan. Ondan daha genç daha sağlıklısın ama o kanser yüzünden ölürken bile her şeyi itiraf ederken sen hala susuyorsun. O uzun kolun karga ve iblise güveniyor belli ki. Karga deşifre edildi. Müsteşar dosyayı başbakana verdi. Yakında istifasını verecek ve dokunulmazlığı kalkacak. Hımm geriye bir tek iblis kalıyor. İblis kim Harun... "
"Harun artık direnmeyi de bırakmıştı."
"Bırak beniiii bırak beniii sürtük." Aynı anda kırılan sorgu odasının kapısıyla ekiptekiler içeri dalmışlardı. Gördükleri manzara karşısında ne yapacaklarını bilemezlerken Harun, odayı girenlerden yardım ve merhamet dilenmeye çoktan başlamıştı bile.
"Alın beni bu kadının elinden... Her şeyi anlatacağım alın."
Güneş'in blöfü işe yaramıştı. Az evvel Harun'a anlattığı gerçekleşmesini hayal ettiği hikayeyle Harun'un güvendiği dalları tek tek kırmıştı. Biraz ileri gitmişti ama yaptıklarından pişmanlık duyacakta değildi. Güneş gerçek kimliği deşifre olmadan Harun'un tepesinden zorla alınırken az evvel yalvaran kendisi değilmiş gibi tehditlerini havaya savurmaya başladı Harun. Her ne olursa olsun seni bulacağım, sülalenle birlikte s.keceğim. Güneş Mete'nin kollarında zorla alın konulmuşken yerdeki adama sert bir tekme atarak haddini bildiren bu kez de Alper olmuştu.
Mete sürükleye sürükleye gözlem odasına götürdü Güneş'i. Ardından yalnız kalmak üzere odadaki herkesi dışarı gönderdi.
"Ne yaptığının farkında mısın sen GÜNEŞ ŞENEL!!! Ünvanına, yetkine sana verilen göreve karşılık sen nasıl bu kadar fütursuzca davranabilirsin. Nasıl bu kadar kontrolsüz olabilirsin ha! Lanet gelsin... Ben o Uraz efendiye dedim. Bu kızı bu göreve istemiyorum dedim. Sona bu kadar yakınken sen nasıl, sen nasıl tüm operasyonu nasıl böyle bir duruma sokabilirsin. "
Uraz değildi. En başından beri bu görevden alı koyan Mete'ydi... Mete'yi belki de ilk kez bu tonda görüyordu. Durulmuyordu öfkesi. Güneş de farkındaydı ki öfkesi ne yersizdi ne de abartılı.
"Yahu bu adam şimdi çıksa dese ki beni darp ettiler yapmadığım suçu bana itiraf ettirdiler."
"Kıdemlim itirafı darptan önceydi yalnız..."
"Kes... Hadi dövdün, şişle işkence etmek ne. Bu adam ajan mı ha ajan mı..."
"Bir o eksikti Kıdemlim..."
"Güneşşşş ... ah, Güneş ah... Bu odadan çıkmak yok. Kariyerin de burada son bulacakmış demek ki... " Uraz'ın kulaklarını çınlata çınlata odadan öfkeyle ayrılmıştı Mete kıdemli. Güneş'te buraya kadar gelmişken Harun'un içeri atılmadan salınmasından endişe ediyordu elbet ama nedense az bile yaptığını düşünüyordu. Tek hamlede yüzündeki maskeden ve gırtlağına yakın yerde boynuna takılı ses değiştirici cihazdan kurtuldu. Gözlem odasından sorgu odasına başını çevirdiğinde hala içindeki öfkenin durulmadığını anlamıştı Güneş. Sessizce izlemeye koyuldu ve sonunda Harun, kendisine yapılan işkencenin de tesirinden olacak ki sorgulamanın normal bir seyirde ilerlemeyeceğinden endişe edip tüm organizasyonun deşifre olduğuna dair blöfü yemiş Hikmet'in her bir sorusuna patır patır karşılık veriyordu.
"Buraya kadarmış Casanova..."
Sorgu odası boşaltılalı neredeyse bir gün olmuş Güneş nezaret yerine gözlem odasında saatlerdir hapis durumda tutulmaya devam ediyordu. Mete'nin gidişinden beri kimse gelmemiş su bile veren olmamıştı. Açlık, susuzluk sorun değil elbet, eğitimlerde daha zor şartlara tabi tutulmuştu ne de olsa talimliydi ama o içini kavuran mahcubiyet hissi yok muydu? O his saniyeleri bile saatlere katlıyordu. Görevine son verseler umurunda olmazdı, intikamını almak ona yeterdi zaten fakat Harun'un başka canları yakmayacağından emin olması bir de.... Evet birde Uraz vardı. Edip'in yerde kalan kanı vardı. Fehmi Kemankeşle yaptığı anlaşma vardı... Ağrıyan başının sızısını dindirebilirmiş gibi ellerinin işaret ve orta parmaklarını şakaklarına dayadı ve ovalamaya başladı. Kulağına çalan adım sesleriyle yine gayri ihtiyari bakışları gözlem odasının kapısına kaydı. Bir ihtimal belki bu kez kapı aralanırdı diye düşündü. Umut ettiği gibi de oldu, sonunda kapı beklediği gibi aralandı. Karanlık odaya koridordan vuran ışık gözlerini kısmasına sebep olduğunda kapıyı aralayan uzun bedenin kim olduğunu doğrulayamasa da kalbinin amansızca hızlanışını hissetti. Bu gelen Uraz'dı. Yine kızacak azarlayacaktı belki ama onu bir başına bırakmayacaktı. Gözlerinin ışığa alışmasına fırsat vermeden yerinden kalktı ve koşar adımlarla kapıyı aralayan bedene doğru koştu.
"Sonunda geldin..." dedi ama karşısında gördüğü beden beklediği kişiye ait değildi. Heyecanı yüzünde soldu genç kadının.
"Daha erken gelmek isterdim elbet ama elimden gelen bir şey yoktu." Dedi komiser Hikmet.
"Anlayabiliyorum." Diye keyifsizce karşılık verdi komisere Güneş.
"Harun?" Diye sordu odadan çıkar ayak peşi sıra. Gelişmelerden de habersizdi tabi.
"Konu hakkında bilgi vermeye yetkili değilim maalesef."
Ne demekti ki bu. Her şey burada son buluyordu demek.
"Pekala, gidebilir miyim?" Diye sorduğunda Komiser Hikmet başını aşağı yukarı sallamakla yetindi önce, Güneş ardını dönüp kurumun çıkış kapısı yönünde yola koyulunca da ardından seslendi.
"Asude ve sizinle alakalı olan dosyayı okudum. Tüm okuduğum o dosyalar bildiklerim yüzünden sabretmekte zorlanırken yerinizde olsaydım eğer, gözümün kararmaması ihtimal bile değildi. Elinize sağlık." Ardına dönmedi Güneş. Yüzünde hala keyifsiz bir ifade vardı. Daha bir kaç gün evveli her şeyden vazgeçmiş kaybolmuş hissederken şimdi ne diye görevi sona erdi diye üzülüyordu ki. Motorunun yanına yaklaştığında önünde Alper beliriverdi. Çekimser bir şekilde mesafeyle Güneş'e yaklaştı Alper. O her zamanki yılışık hallerinden eser yoktu da sanki kendisinden çekinir bir hali tavrı var gibiydi.
"Mete Kıdemlim hepimizi eğitim sahasındaki hangarda bekliyor. Telefonun kapalı olduğu için bizzat buraya gelerek haber vermem gerekti. Ben arabayla geçerim, sen de motorla gelirsin herhalde. Yani motor sevdiğini bildiğimden davet etmiyorum yoksa benle de gelebilirsin tabi..."
"Motorla geliyor olacağım." Güneş daha cümlesini bitirmemişti ki Alper çoktan gözden kaçar gibi uzaklaşmıştı. Telefonunu cebinden çıkarıp şebekeye bağlayıp tekrar pantolonunun arka cebine koydu. ard arda gelen bildirim mesajlarına bakmak gibi bir niyeti yoktu. Alper gelmiş haber vermişti işte... Belli ki Mete kendisiyle veda konuşmasını herkesin içinde yapacaktı. Kasvet omuzlarını yere düşürmüştü. Kısa saçlarına eliyle geriye atıp kaskını başına geçirip motoru çalıştırdığı gibi yola koyuldu. Sonunda güvenli bölgeye giriş yapıp eğitim sahasının ortasındaki eski hangarın kapısına gelmişti. demir kapıya varla yok arası tıklayıp kapıyı araladığında ekip arkadaşlarının bir telaş içinde olduklarını fark etti bir kaç adım attıktan sonra Mete ile karşılaştıklarında yutkundu Güneş. Mete aralarındaki mesafeyi kapatırken, aynı zamanda tepeden dik dik Güneş'e bakıyordu. Mahcup yere düşen bakışlarını güçlükle tekrar Mete Kıdemlisinin yüzüne doğru kaldırdığında kendisine uzattığı şişleri gördü.
"Bir daha o telefonunu kapalı tutma sakın, bunları da al. Bunları senin kadar iyi kullanacak birinin daha burada olduğunu sanmıyorum, geç mangalın başına kuşbaşıları şişle ve pişir Güneş Şenel!"
"Nnasıl, ben ... görevden alınmadım mı?"
"Dua et Güneş Şenel. Dua et ki Harun her şeyi iş birliğiyle itiraf etti. Seninle birlikte deşifre edip, nezarete tıkmamız gereken dört isim daha var. Haaa son olarak bu yaptığının bir cezası olmayacak sanma onun da bir vakti var." Mete konuşmasını tamamlamış ekip yemeğinin hazırlığıyla ilgilenmek üzere giderken Güneş tarafından kolundan yakalandı.
"Biliyorum bunu sizden istemeye hakkım yok ama yanlış bir şeyler var. Aklımı kalbimi kurcalayan. Ne ceza verirseniz razıyım ama son bir kez... " Kolunu Güneş'in elinden çekti Mete başıyla mangal ateşini işaret etti ve Güneş'in isteğini görmezden geldi. Elinde şişlerle mangal başına gitti Güneş ve kendisinden istenileni yapmaya koyuldu.
Sofra kurulmuş herkes masadaki yerini birer birer almaya başlarken birde sesli bir şekilde hangar kapısı açıldı. Herkesle birlikte Güneş'in bakışları kapıya döndüğünde olduğu yerde kalakaldı Güneş. Herkes suspus olmuşken Mete'nin bariton sesi yankılandı hangarda.
"Sonunda geldin ha Hande!" Mete kıdemlisini onaylarcasına başını aşağı yukarı salladı Hande. Başı dik gururlu bir şekilde adımlarken tam karşısında mahcup bir şekilde duran bedene sımsıkı sarıldı. Tüm hangarı bir üzüntü havası sarmıştı. Edip'in yokluğunun verdiği bir hüzündü bu... Dudaklarından çıkan nefes Güneş'in kulaklarını gıdıklıyordu, fısıldayarak konuştu Hande.
"Onu... onu, ardında bırakmadığın ve bize getirdiğin için teşekkür ederim. Son ana kadar ettiğin mücadele için teşekkür ederim Güneş." Güneş iki yanında salık duran kollarıyla Hande'yi sarıp sarmalarken, Edip'inde yanlarında onları izliyor olduğunu inanıyor hatta inanmaktan bile öte emindi biliyordu.
Şehitlere ölü demeyiniz, onlar diridirler...
Güçlükle bedenlerini ayırdıklarında Hande gözünden dökülen inci tanelerini yüzünü narince elleriyle sıvayarak siliverdi.
"Kendime gelip kabullenmem zaman aldı. Geciktiğim için üzgünüm."
"Uraz Kıdemlim benle konuşmasaydı sanırım bende hala burada olmayacaktım. Bende yeni geldim sayılır."
"Benle konuşanda oydu. Bana ne yapmak istediğimi sordu önce düşündüm. Edip'in olmadığı bir hayalim yoktu ki benim. O doktor olsa hemşire olurum, o savcı olsa hakim olurum, o yönetici olsa ben asistanı olurum derdim. O öldü ve ben onsuz bir şekilde hayattayım. Cevap veremedim Uraz'a. Düşünmemi söyledi. Sonra bir gün Halis Olcay bize geldi. Fark ettim ki bizim eve çok da yabancı değil. Yani annemle baya yakınlar. İşte Edip'i yad ediyoruz öyle yas havası. Döndü ve bana bir soru sordu Güneş. Bana dedi ki, büyüyünce ne olmak isterdin şu anda olmak istediğin yerde misin, dedi? Bu soruyu yıllar önce Edip'te bana sormuştu biliyor musun?"
"Ona ne demiştin?"
"Senle olmak istiyorum demiştim. O ilk itirafımdı. Kıpkırmızı olmuştu yanakları, çok güzeldi." Hande anlatırken sakindi ve de huzurlu. Ciğerlerini şişiren bir nefes alıp seslice verdikten sonra konuşmasına devam etti.
"Onunla olabileceğim tek yer burası ve benim alınacak bir intikamım var!" Güçlüydü, gururlu ve hiç olmadığı kadar kendinden emin son derecede kararlı.
"Eeee ne yiyoruz..." Diye az evvel aralarındaki konuşma geçmemiş gibi masaya doğru seri adımlarla yürümeye başlamıştı. Peşi sıra Güneş'te masaya oturduğunda Alper yine yanı başındaydı. İzin ister gibi Güneş'in yanına oturdu.
"Bir yerinde şiş falan saklı değildir de mi? " Şimdi anlaşılmıştı Alper'in o hallerinin sebebi. Başını kaldırıp Alper'e dik dik baktıktan sonra dudaklarını araladı. Alper yine duymayı beklediği o cümleyle oturduğu yerden kalkmak üzere doğrulurken işittiği emir kipiyle bu kez şaşkına döndü.
"Otur yerine Alper!" Doğrulduğu yere düşer gibi oturdu Alper. Herkes önlerindeki tabaktan yemeğe başladıklarında Mete bir anda hangarda asılı duran televizyonun sesini son ses açtı. TV de akşam haberleri saatiydi. Güneş haberlerde adını duyduğunda hangardaki herkes gibi televizyondaki yayına dikkat kesildi.
"... oysaki vatan haini olarak anılan Güneş Şenel'in ve tüm o çalışma arkadaşlarını vatanımız için yaptığı fedakarlıklardan ötürü minnetle anıyoruz." İsmi haklanmış, vatan haini olarak kaydedildiği yerden minnet anılan bir şehit olmuştu artık. Başta vatan haini olarak anıldığı haberlere takılmadığını zannediyordu, iadeyi itibara bu kadar sevinmiş olmasından anlamıştı ki o zaman da içten içe çok ama çok üzülmüştü. Gözleri sulanmıştı birden. İlk kez bu kadar kontrolsüz hissediyordu başını önündeki tabağa eğdi. Herkes Güneş'i alkışladı ama o başı önündeki tabağa doğru eğik bir halde dakikalarca kalakaldı. Yemek faslı devam ederken Alper salata tabağını Güneş'in önüne itip et tabağını çekmek için yeltendiğinde Güneş bu kez Alper'e müsaade etmeyecekti. Artık yası bitmişti. Harun nezaretteydi. Alper'in şaşkın bakışları arasında çatalını tabağa daldırdığı gibi gelen et parçasını ağzına götürdü Güneş. Sonra bir daha bir daha derken gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu.
Ağlıyordu evet, ağlıyordu. Kendi bile farkında değildi belki ama etraftakiler bu yaşlara yakinen şahit oluyorlar ilk kez Güneş'in ağladığını görüyorlardı. Telefonuna gelen bildirim sesini bahane edip masadan kalkmakla bu ilgiden kaçabildi Güneş. Kendini hangardan dışarı attığında hala salya sümük ağlıyordu. Telefonunu eline alıp dikkatini bildirimlere vererek göz yaşlarını hiç değilse eğitim sahasındaki askerlerin dikkatinden saklamak istedi. Ard arda ne kadar çok bildirim gelmişti öyle Alper'den. Alper'in mesajlarını es geçip son gelen isimsiz mesaja takıldı gözleri. Mesajı açtı.
'Mutluluktan da olsa gözlerinde tek damla yaş olmasın, çok çirkin oluyorsun.' Bu neydi şimdi. Etrafına bakındı, göz yaşlarını silip tekrar hangarın kapısını araladı. Ekiptekiler iştahla yemeğe gömülmüştüler. Gelen bildirim sesinden mesaj atanın içeriden olmadığına düşündü Güneş. Gelen mesaja baktı tekrar.
'Halhalın yine bende kaldı.' Okuduğu cümle kalbinin ritmini değiştirmeye yetmişti. O buradaydı. Koşar adımlarla etrafındaki asker üniformalıların yüzlerine bakmaya başladı. Eğitim sahası o gün epeyce bir kalabalıktı.O kalabalığa rağmen aradığı bir çift kara gözü bulmaktan vazgeçmeyecek gibiydi. Ta ki telefonu çalana dek. Gizli numaranın kimden olduğundan emin olarak açtı telefonu.
"Neredesin?"
"Beni mi arıyorsun?"
"Oyun mu oynuyorsunuz benle."
"Beni göremeyeceğin bir yerdeyim Güneş, beni aramakla vakit kaybetme istedim."
"Siz benim göremeyeceğim bir yerdesiniz ama ben sizin beni görebileceğiniz bir yerdeyim öyle mi?"
"Velev ki gördün Güneş, sonra…”
"Beni yine o evde bir başıma neden bıraktınız! Mete'nin ekibine sizin sayenizde dahil olmuşum? Bunu neden yaptınız ve o haber? O, haberin yayınlanmasında sizin bir parmağınız var mı?"
"Bu kadar çok soru sormak yerine sadece gülümseyerek göğe baksan olmaz mı Güneş? Daha fazla vaktim kalmadı." O an dakikalardır işittiği helikopter sesi daha yeni dikkatini çekmişti. Başını göğe kaldırdı şaşkınlıkla. O helikopterin içinde miydi? Helikopter havda asılı kalmış gibi dururken ilerlemeye başladığında Güneş'in yüzündeki şaşkınlık ifadesi yerini ışıl ışıl bir tebessüme bıraktı. Elindeki dürbünü yanındaki koltuğa bırakıp sırtını koltuğa dayadı Uraz.
"Artık gidebiliriz." , diye pilotuna komut verirken bıraktığı dürbünden boşalan eliyle kalbini ovalıyordu,diğer eliyle kulağına dayalı telefonun ahizesinden gitme vaktinin geldiğini Güneş'e duyurmuştu zaten. Gitme ve veda etme.
"Her şey için teşekkür ederim Uraz."
"Her şeye rağmen mi?" Diye sordu Uraz. Helikopter gökyüzünde bulutlar arasında süzülerek gözden kaybolurken Güneş'in gülümseyen yüzü hala gökyüzüne dönüktü.
"Size her zaman minnettar kalacağım." Diye karşılık verdi Güneş. Bir vedanın arkasından bu kadar uzun süre bakılabilir miydi?
Buruk bir gülümsemeyle telefonunu kapattı Uraz. Bu seferki gidişi başkaydı, kalbine zarardı.
---Gelecek bölümde görüşmek üzere Köhneyle kalın. Media da bölüm sonu müziğini ekledim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.41k Okunma |
829 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |