16. Bölüm

11.1 Bölüm Kilitli Oda

Fatma Tuncay
demirkalem

 

 

 

 

>>>>>>>XI<<<<<<<

 

Her cinayet ardında muhakkak delil bırakır!

 

>>>>>>>XI<<<<<<<

 

 

Hani bazı anlar vardır, hiç bitmesin isteriz. Zaman tam da şimdi dursun dediğimiz anlar. Bazı rüyalar vardır ya hani asla uyanmak istemediğimiz ,olurda uyanırsak tekrar uyuyup kaldığımız yerden devam edebilmeyi umut ettiğimiz...

Bir ömür hatırlayıp aynı hazzı hissetmeyi umduğum o anıyı yaşamak ne büyük lütuf... Bilseydim, eğer bilebilseydim sonrasında beni bekleyenleri o anda kalmayı değil o anda yok olmayı dilerdim. O mutlulukla son bulmak isterdim...

Telefonun arama sesiyle ikimizde irkildik. Kimdi bu anın tadını kaçıran.

Cebimdeki titreşimi hissettiğimde çalanın benim telefonum olduğunu anlamıştım arayan da Fidelio olmalıydı. Dün gece ona ulaşmayı çok istemiş ulaşamamıştım kahvaltıda da aramasını yanıtlayamamıştım. Duygularımı, hissettiklerimi paylaşmak, tavsiyelerini dinlemek için onunla konuşmaya ihtiyacım vardı ama Çınar'ın yanındayken rahat konuşamazdım. İtalyancam kendimi ifade etmem için yeterli değildi. İngilizce konuşursam da Çınar konuşmalarımıza şahit olacaktı. Yanından uzaklaşırsam da kötü hissettirecektim. Çınar'ın Fidelio'ya karşı ön yargısı vardı. Telefonu cebimden dahi çıkaramıyordum. Çınar,

"Feraye, senin telefonun çalıyor.", dedi.

Sanki ben çalanın benim telefonum olduğunu fark etmemiştim de onun söylemesiyle çalanın benim telefonum olduğunu anlayacaktım.

Bence o da görmezden geldiğimi fark etmişti. Cebimden telefonu çıkardığımda Çınar'la bir önceki kadar yüzlerimiz birbirine yakın olmasa da bedenlerimiz hala birbirine çok yakındı. Telefonun ekranına baktığımda arayanın tahmin ettiğim gibi Fidelio olduğunu görmüştüm, görmüştük çünkü telefonumun ekranı Çınar'ın da görüş alanındaydı. Meşgule atmak için başparmağımla telefonun sağındaki tuşa basacakken

"Kahvaltıda da arayan Fidelio değil miydi? Bu kadar ısrarla aramasının bir sebebi olmalı.", deyip tane tane sıraladığı kelimelerinin ardından parmağını ekrana sürterek hala devam eden aramayı cevaplamamı ve sol eliyle de telefonu tutan sağ elimi kavrayıp telefonu kulağıma götürmemi sağladı. Fidelio heyecanla cümlelerine başlarken ben tereddütle Çınar'ın gözlerine bakıyordum. Aramızda birkaç adım mesafe bırakarak ilgisini yakınımızdaki Gece'ye çevirdi. Hala beni duyabilecek kadar yakınımdaydı. Çaresiz bende yetersiz İtalyancamla Fidelio ile konuşmaya çalışacaktım. Fidelio;

"Feraye, nasılsın?", diye sormuştu, tedirginliğimden sorusuna anca karşılık verebilmiştim.

"İyiyim, Fidelio sen nasılsın."

"Mesajlarını gördüğümden beri sana ulaşmaya çalışıyorum. Ulaşamadığım için endişelendim, onun dışında gayet iyiyim. Neler oluyor! Seninle konuşmaya ihtiyacım var, kafam karışık, iyi değilim yazmışsın. Mesajları görür görmez dönmemi istemişsin ama ne aramama ne de mesajlarıma dönmedin."

"Fidelio, sana mesaj attığımda çok karmaşık duygulardaydım." Fidelio'nun selamına İtalyanca karşılık vermem normaldi ama konuşmamıza İngilizce devam etmemi beklerken İtalyanca konuşmaya devam edişim onu şaşırtmıştı.

"Şu anda nasıl hissediyorsun, senin için ne yapabilirim, hem neden İtalyanca konuşuyorsun? İtalyancanı başka zaman mı geliştirsek şu anda seni anlamam güçleşiyor?"

"İtalyanca konuşmak zorundayım. ımmm şu anda da karmaşık, ımm idare ediyorum kötü değilim." Gerçekten İtalyancamı geliştiremediğim için kendime öfkelenmiştim, gerçi ben kendimi anadilde de ifade ederken zorlanıyordum ki bir de İtalyanca duygularımı, durumumu nasıl anlatacaktım.

Cümlelerim arasında duraksayıp asalak sesler çıkarıyordum. İngilizcem daha iyiydi. Bir an önce konuşmayı sonlandırmak ve en yakın fırsatta yaşadıklarımı, hissettiklerimi en ince detayına kadar baştan sona Fidelio ile konuşmak istiyordum. Ben mükemmel İtalyancamla cebelleşirken Çınar Gece'nin yelesini okşuyordu.

"Yanında birimi var, rahat konuşamıyor musun?"

"Evet...ımm, şu anda özgür değilim ım ...seninle paylaşmaya ihtiyacım var". Fidelio demek istediklerimi düzelterek İngilizce bana söylüyor ve anladığını belli etmeye çalışıyordu.

"Anladım şu anda konuşmak istesen de müsait değilsin, ne zaman konuşacağız? Mesajlarından dolayı çok meraklandım, bir kez meraklandığımda beklemenin benim için hiçte kolay olmadığını biliyorsun. En azından ne hakkında olduğuna dair bir kelime söyle."

"Aşk...ııı...Benim için de kolay değil ama şu anda yapabileceğim bir şey yok.... İlk fırsatta senin olacağım...", dedim derin bir nefes verip. Söylediklerime karşılık Fidelio kahkahalara boğulmuştu.

"Feraye ... Konu Aşk hakkındaydı demek...kötü bir şey olmamasına sevindim. Benim seninle konuşmak istediğim gibi sen de benle bir an önce konuşmak istediğinden beklemenin zor olduğunu söylemek istedin sanırım. Haha... Feraye bence hiçbir İtalyan'la bu seviyedeyken İtalyanca konuşmamalısın. Karşındaki kişi konuyu çok farklı anlayabilir, seninle bol bol pratik yapmalıyız. Bana "ilk fırsatta benim olacağını" söyledin. İlk fırsatta benimle görüşeceğini söylemek istediğini biliyorum. Eğer kadınlardan hoşlansaydım bu cümlenle çoktan beni tahrik etmiş olurdun. Haha.."

Fidelio'yo beni düzeltirken onunla aramızdaki arkadaşlık ilişkisine rağmen söylediğim hatalı cümlelerden dolayı utanmış, eminim ki bir miktarda kızarmıştım. Ama telefonun diğer ucundaki Fidelio'du. O çok iyi bir arkadaş, iyi de bir sırdaştı. Bu yüzden utancım çok uzun sürmemiş yerini kahkahalara bırakmıştı.

"Sonra görüşürüz."

"Sonra görüşürüz."

Derin bir nefes alıp Çınar'a doğru adımladığımda, yanına yaklaştığımı fark edip bana doğru döndü. Bende onun gibi Gece'nin yelesini okşamak istedim, elimi uzatıp Gece'yi severken ona kısa sürede nasıl alıştığımı fark ettim.

"Gece'yi sevdim.", dedim Çınar'a tebessüm ederek. Çınar duruşundan taviz vermek istemezcesine sadece bakışlarını bana eğerek

"Kısa sürede bağ kuruyorsun, enteresan olan kendine de bağlamayı başarıyorsun. Gece de seni sevdi ne yazık ki."

"Ne yazık ki ne demek bu kötü bir şey mi?"

"İtalya'ya döndüğünde seni özleyecek.", dedi çenesini kasarak. Gidecektim, çünkü eğitimimi tamamlamam gerekiyordu orada bir hayat kurmak gibi bir hayalim de vardı ama şimdilik sadece eğitimimi tamamlamak için İtalya'ya gitmeyi düşünüyordum.

"İtalya uzak bir yer değil, her fırsatta Gece'yi ziyaret edeceğim. Hem çalışkan bir öğrenciyim, mezuniyetimi geciktirmeyeceğim."

Çınar bana doğru bedenini çevirip gözlerime bir şey arar gibi baktı. Dudağının sağ tarafını yukarı kıvırarak,

"Dönelim mi artık?", dedi.

"Olur.", dedim aslında geri dönmek istemiyordum burada bu atmosferi kendisiyle daha fazla paylaşmak istiyordum.

Çınar önce beni Gece'nin sırtındaki yerini almam için destekledi, sonra da kendisi basit bir hareketle arkamdaki yerini aldı. Ben Gece'yi tavlaya yerleştirip kalan yolu yine yürüyerek döneceğimizi zannederken Çınar beni evin arka bahçesine yakın bir yerde bıraktı,

"Gece'yi tavlaya götüreceğim, bana eşlik ettiğin için teşekkürler.", dedi.

"Seninle ve Gece'yle vakit geçirmek çok keyifliydi, samimiyetin için ben de teşekkür ederim.".

Çınar düz bir ifadeyle bana baktı gözleri ise donuktu, bu bakış bir anda içimi soğutacak gibi olsa da beni üzmesine izin vermek istemedim. Daha dakikalar evvelinde birbirimize kendimizi samimi bir şekilde ifade etmiştik, aramızdaki duvarların tuğlalarını kaldırmaya başlamıştık. Bu durum benim için gerçekten de büyük bir adımdı. Her ne kadar birbirimize karşı samimi davransak da hala birbirimizi anlamakta güçlük çekiyorduk; en azından ben çekiyordum ki bu bakışının sebebini de anlamamıştım...

Ama anlayacaktım, birbirimizi anlayacaktık! Biliyordum ki karşımdaki adam güvenilmeye değer biriydi.

Çınar'ın beni eve bırakırken ki tavrı her ne kadar üşümeme sebep olsa da bugün paylaştıklarımızdan sonra aramızdaki ilişkinin olumsuz ilerleyebileceğine ihtimal vermek istemiyordum. İçimde hissettiğim huzursuzluğu yok saymak işime geliyordu. Kalbim acabaları unutturacak kadar hızlı atıyordu.

Gece'nin sırtında geldiğimiz yoldan geri dönerken gözden kaybolana kadar hayranlıkla Çınar'ı seyrettim sonrasında da evin arka bahçesine açılan mutfak kapısından içeri girdim. Mutfağa girdiğimde kendimi hummalı bir çalışmanın içinde buluvermiştim. Muhlis Bey keyifle yemek yaparken Hamiyet Hanım'ın da ona sohbetle eşlik ettiğini görmüştüm, benim içeri girmemle dikkatleri bana kesilmişti.

"Selam!", dedim en sevecen halimle, keyifliydim. Çınar'la vakit geçirmek iyi hissettiriyordu, onu daha fazla tanımak, onun hakkında daha fazla şey öğrenmek isteğiyle dolup taşıyordum.

"Merhabalar, Feraye Hanım, bizde yemek için hazırlık yapıyorduk. Özellikle istediğiniz bir şey var mı?"

"Yok hayır, güzel lezzetlerin peşinde gözüküyorsunuz, ayrıca istediğim bir şey yok.", dedim ocakta pişen yemeklerin buharını elimle kendime doğru yelleyerek kokusunu içime çektim.

"Çınar Bey neredeler?", diye sordu Hamiyet Hanım, gülerek kendisine döndüm.

"Çınar beni bıraktıktan sonra Gece'yi tavlaya bırakmak için döndü.", dediğimde şaşkın bir ifadeyle dönüp Muhlis Bey'le birbirlerine baktılar.

"Feraye Hanım, Çınar Bey yemeğe gelecek değil mi?"

"Gece'yi bırakacağını söyledi, gelip gelmeyeceğine dair konuşmadık. Bir sorun mu var?"

"Yok hayır, biz sizin için yemeği hazırlayalım o zaman.", dediklerinde Çınar dönmeyecekmiş gibi konuşmuşlardı. Bir sorun vardı da ben mi farkında değildim.

"Henüz çok acıkmadım, Çınar döndüğünde beraber yeriz. İlaçlama ve temizlik işleri bitti değil mi odama geçebilir miyim?"

"Evet onlar gittiler sizi engelleyecek bir durum yok da şey Feraye Hanım Çınar Bey'in dönüşü olur da gecikirse servis için kendisini bekleyelim mi?"

Neden bu kadar tedirgin davranıyordular, anlam veremiyordum. Bende bir miktar gerilmiştim, kısa saçlarımı kulaklarımın arkasına alıp.

"Evet, bekleyelim. Çınar gelmeden yemeyeceğim. Size kolay gelsin.", deyiverdim. Hamiyet Hanım ile Muhlis Beyin tepkilerinden Çınar'ın eve dönerken ki soğukluğunun yok saymamam gerektiğini anlamıştım.

Bu kez ki tepkisinin saman alevi gibi son bulacağından emindim. Çınar'la sohbet ederken en samimi halimle kendimi ona ifade etmeye çalışmış bunu yaparken de hayatımda kimseyle konuşmadığım kadar çok cümle kurmuştum. O da paylaştıklarımıza kıymet veriyorsa yemek vaktini benimle paylaşacaktı. Korhanlı Malikanesinde yaşarken ailemizde birbirimize ters düştüğümüz zamanlar da bile yemek vakitlerinde bir arada olmaya özen göstermiştik.

Mutfaktan çıktıktan sonra bir miktar ilerleyip durdum ve ardıma geri dönme ihtiyacı hissettim. Arkamdan fısıltılar halinde konuşulanlara kulak kabarttım.

"Çınar Beyle aralarındaki gerginlik bitmedi mi ki Hamiyet?"

"Ne bileyim Muhlis Efendi. Çınar Bey eve kadar eşlik etmemiş, birlikte dönmelerini beklerken Feraye Hanım'ın bu kadar erken dönmesine anlam veremedim. Çınar Bey çiftliği gezeceğiz dediğinde ne yalan söyleyeyim yine her zamanki gibi akşamı bulur sandım. Çınar'ın ne kadar keyif aldığını bilirsin."

"Feraye Hanım pek de keyifli döndü. Dediği gibi Gece'yi bırakmaya gitmiştir, belki de biz abartıyoruzdur."

"Bilemedim ki, hiç Çınar Bey'den beklenecek bir hareket değil, kurşun falan mı döktürsek."

"İlaç döktüler ya yetmez mi Hamiyet?"

"Aman Muhlis Efendi! Şimdi siz kendinizce latife ettiniz öylemi... Hiç, ben de kime ne söylüyorum."

...

Odaya çıktığımda üzerimi değiştirdim. Ayağımdaki yara biraz kanamıştı, dezenfekte edip yara bandıyla kamufle etmeyi yeterli gördüm. Elime telefonu alıp Fidelio'yu aradım. İkinci arama sesini duymadan aramam cevaplanmıştı, olanlar için ne kadar meraklandığını biliyordum.

"Feraye, nasılsın?"

"İyiyim Fidelio, sen?"

"Merakla anlatacaklarını bekliyorum. Bana Aşk'ı anlat."

"Aslında bana aşkı anlatacak olan sensin, senin benim hislerime tercüman olman lazım. Yardımına çok ihtiyacım var?"

"Tam olarak yardımcı olmamı istediğin şey nedir? En başından tek tek bana olanları anlatır mısın?"

Fidelio, Çınar'la olan evliliğimizden ve yaşadığım sıkıntılı durumlardan haberdardı. Çınar'a karşı hissettiklerimin keşfi benim için bile bu kadar yeniyken Fidelio'nun bilmesi imkansızdı. Ona yaşadıklarımızı tek tek anlattım ve Çınar'ın varlığında ve yokluğunda bana hissettirdiklerini de tane tane anlattım.

"Ne hissediyorsun."

"Onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum, onun hakkında daha çok şey öğrenmek istiyorum, onu görünce içi içime sığmıyor. Onunla birlikte olduğum zamanların daha uzun sürmesini isterken bir o kadar da kendisinden utandığım için ondan kaçmak da istiyorum. Bana karşı davranışlarında çok çok hissediyorum."

"Çok çok hissediyorum ne demek Feraye?"

"Mesela basit bir jestinde çok çok mutlu oluyorum ama yine belki bir anlık kaçınışı belki bir anlık donuk bakışı beni çok çok da incitiyor. Beni öptüğünde zamanı, mekânı, kendimi her şeyi unutturuyor bilinmezliğe varıyorum."

"Feraye sen gerçekten âşık olmuşsun."

"Bu kadar kısa sürede bu mümkün mü?"

"Feraye aşk'ı ne olarak hayal ediyordun bilmiyorum ama aşk zaten böyle bir şey. Birini tanıdıkça seversin güven duyarsın. Sevgi emekle olur. Aşk öyle bir şey değil. Bir bakışla, bir temasla, bir sözle âşık olmak mümkün. Âşık olmanın en uygun zamanı, durumu, koşulları olmaz. Tabi herkesin aşka dair yorumu farklı, bence hislerine ad aramak ya da karşılık aramak yerine, akışına bırakmalısın. Duyguları hissetmek duygulara isim takmaktan ya da karşındaki insanın duygularını hesaplamaktan daha değerli değil mi?"

"Olmaz Fidelio. Eğer hislerim tek taraflıysa ben çok üzülürüm. Bu hisler bana çok fazla, baş edemiyorum, bazen elimi nereye koyacağımı bile bilmiyorum. Yani çok fazla saçmalıyorum kendimi çok kontrolsüz hissediyorum ve çok da güvensiz ama saçma olan aynı zamanda bir o kadar da cesur hissetmem."

"Tamam sırayla çözüm arayalım, öncelikle hislerinin karşılığı olmadığını bilmiyoruz bu konuya en son girelim şimdi seni güvensiz hissettiren nedir?"

"Ben, çok fazla hata yapıyorum, eğitimim, yaşım... Ben kendimi Çınar'a karşı yetersiz hissediyorum kendime güvenim yok."

"Duygular söz konusuysa söylediğin hiçbir şeyin önemi olmaz. Farklılıklar önemli değildir. Ben ait olduğum bedenin duygularını taşımıyorum. Eğer öyle olsaydı bu standartlarda hissetmem gerekirdi ama öyle değilim."

Fidelio'nun ne demek istediğini anlamıştım. Benim güvensiz hissettiğim konular duygularımı yok saymam ya da karşımdaki kişinin duygularını yok sayması için bir sebep değildi.

"Anladım, baş etmem kolay olmasa da özgüven sorunumu gidermeye çabalayacağım ama ben Çınar'ı da anlamıyorum açıkçası onun beni sevmeme ihtimali varsa üzülmek istemiyorum umut etmek yerine kendimi zorlamak istiyorum."

"Böyle bir ihtimal var ama sen duygularını frenleyemiyorsun ki zaten Feraye. Bunu en başından biliyor olmalısın, kalbine söz geçirebilir misin?"

"Hayır, yapamam. Elimi göğsüme koyduğumda varlığını hissettiğim kalbimin ritmini bile kontrol edemiyorum, varlığını somut olarak hissedemediğim duyguları nasıl kontrol edebilirim. Onunla aynı çatıyı paylaşırken, birbirimize bu kadar yakınken bu imkânsız. Ben ne yapacağım Fidelio!"

"Hiçbir şey. Hislerine sahip çıkacaksın ve ne yaşaman gerekiyorsa yaşayacaksın."

"Çok zor, Fidelio. Onun bana bir sıcak bir soğuk davranması kalbimi çok yoruyor. Beni sevmesini istiyorum, bazen öyle şeyler yapıyor ki birbirimize çok yakınmışız gibi hissediyorum yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi ona kendimi yakın hissediyorum ama sonra bir bakıyorum iki yabancı oluvermişiz aramızda mesafeler var. Ben onun bana karşı ne hissettiğini bilmek istiyorum."

"Feraye sana olan ilgisinden anlayabilirsin."

"Bu mümkün değil, biz dışardayken bana yakınlaştığında etrafımıza karşı rol yapmak zorundayız, onun bana karşı tavırlarının sahici olup olmadığını anlayamam. Biz bizeyken de bana karşı çok özenli ama biliyorum ki beni korumak için halama verdiği sözün sorumluluğunu duyuyor. Biz bir ara çok yakınlaştık..."

Bunu Fidelio'ya nasıl anlatabilirdim ki, açıkça söylemeli miydim?

"Biz nerdeyse birlikte oluyorduk!", dedim Fidelio kendine has çığırtkan tepkisiyle söylediklerime şaşırdığını dile getirmişti. Benden beklenmeyecek şeyleri anlatıyordum, daha emeklemeden koşmaya başlamıştım.

"Ne demek neredeyse!!! "

"Nasıl söyleyeyim, işte biz olacakken olamadık, ben daha sına izin vermedim, durmak istedim.

"Aman Tanrım Feraye bu durumdan sonra Çınar'ın sana tepkisi ne oldu."

"Hiç, mahcup oldu. Bende o da yani sanki öyle oldu gibi."

"Feraye Türk erkekleri İtalyanlardan daha centilmen olmalı. Bu durum çok onur kırıcı bir durum, hiçbir erkek böyle bir şeyi sindiremez."

"Ama bu istenmemekle alakalı bir şey değil zaten bir anda oldu ve başlatan da bendim bence ikimizin de hormonlarımızı dizginleyemediğimiz bir durumdu. Gerçi benim kalbimden de gelen bir şeydi ama onun değildi. Beni frenleyende bu hislerdi. Ben onun kalbine ait olmak istiyorum. Ben onun kalbindekileri anlayamıyorum?"

"In bocca al lupo (Kurdun ağzında) ve In culo alla balena (Balinanın kıçında) Feraye!"

Fidelio İtalya da çok sık duyduğum deyimle bana işimin çok zor olduğunu söylemişti. Devam etti daha doğrusu yine aynı şeyi söyledi.

"Düşünmeyi bırak ve hisset, Hissettiklerini hissettirdiğinde cevapları bulacaksın. Cevabı bulduğunda da olurda karşılıksız olduğunu öğrenirsen pişmanlık hissetme. İlk kez senden böyle bir şey duyuyorum, bu duygular çok özel ve çok kıymetli. Mühim olanda güzel olanda bu Feraye"

"Fidelio sen çok iyi bir arkadaşsın, söylediklerin beni çok iyi hissettirdi. Seni de Alegra'yı da çok özledim. Biliyorum Alegra artık benimle görüşmek istemiyor. Aksi halde bir yolunu bulur bana ulaşırdı, hayatım onu ürküttü ama onu çok seviyorum ona yaşattıklarım için en azından üzgün olduğumu kendisine benim adıma söyler misin?"

"Söyleyemem Feraye, çünkü kendisiyle görüşmüyorum."

"Anlamadım, neden."

"Bazı şeyler oldu, çok da mühim değil, sen de kendini üzme bence."

"Fidelio nasıl böyle söylersin, siz yıllardır birbirinizi tanıyorsunuz, bak eğer benim yüzündense benle görüşmek istememesi çok normal. Hava alnında benim yüzümden yaşadıklarından korkmuş olabilir. Lütfen ona haksızlık etme."

"Feraye, bunları düşünme sen, bizi de merak etme ayrıca, ne zaman bir arkadaşa ihtiyacın olursa ben buradayım, telefonun arama tuşu kadar yakınım tatlım."

"Teşekkür ederim Fidelio, Ci vediamo presto."

"Görüşürüz."

..

 

Fidelio ile vedalaştıktan sonra kendimi odamdan dışarı atmıştım. Fidelio ile konuşurken akıp giden zamanın farkında değildim. Mutfağa doğru ilerlediğimde Muhlis Bey'le Hamiyet Hanım'ın kahve içip sohbet ettiklerini görmüştüm.

"Afiyet olsun.", dediğimle ikisi de bir ağız teşekkür ettiler.

"Bir isteğiniz var mı Feraye Hanım?", dedi Hamiyet Hanım, Çınar henüz gelmemişti ve ben yalnız yemek yemeyeceğimi söylemiştim. Saat epeyce bir ilerlemişti ama ben sözümde kararlıydım yalnız yemeyecektim.

"Teşekkür ederim, öyle bir bakınıyordum, Çınar dönmedi değil mi?", diye sorduğumda mahcup bir ifadeyle,

"Hayır henüz dönmedi çiftlikte her zaman beklenmedik bir iş çıkıverir, muhtemelen çiftliktekiler Çınar Bey'i görünce bırakmamışlardır.", dedi Hamiyet Hanım.

"Öyledir, muhakkak.", dedim Hamiyet Hanım'ın nezaketine karşılık olarak, gözlerim buğulanmıştı.

Çınar'ın Fidelio ile konuştuktan sonraki soğukluğundan dolayı gelmediğinden emin olmuştum. Sabah kahvaltı masasında da aynısını yapmıştı. Telefonu konuşmam için açan, emri vaki yapan da kendisiydi halbuki. Evliliğimizi ilan edeceğimiz gece çıkan fotoğraflara verdiği tepkileri de unutmam mümkün değildi. Gerçekten Fidelio'nun varlığından rahatsız oluyordu.

O gece bizi zor durumdan kurtarmak için Melek'le davete katılma nezaketinde bulunan da Fidelio'ydu, Çınar'ın ona haksızlık etmesine tahammül edemiyordum. Çınar'ın bu hallerine anlam veremiyordum. Onunla evliliğimize dair yeterince dikkatliydim, Fidelio ile arkadaşlığıma da karışamazdı ya! Hem bu yaptığıyla birbirimize yakınlaşamadığımızı da anlamıştım oldum. Ne olursa olsun onun yemek saatinde burada olacağını, beni yalnız bırakmayacağını düşünmüştüm. Aramızda yaşananlara fazlaca anlam yüklemiştim.

Ne kadar da aptalım!

"Ben kütüphanedeyim Hamiyet Hanım, Çınar gelirsee..."

"Tamam haber ederim."

"Teşekkürler."

Canım sıkılmıştı. Kafamın dağılması için iyi bir bahane bulmuştum. Hamiyet Hanım'ın evi gezdirdiğinden beri aklım kütüphanede kalmıştı ama yaşananlardan sebep son günlerde tadım olmadığı için kitap keşfine çıkma isteğini kendimde bulamamıştım. Kütüphanede gözüme takılan kitapların basım tarihleri beni oldukça heyecanlandırmıştı. Bizimde evimizde de dedeme ait olduğunu bildiğim ciltleri yıpranmış çok eski tarihlere ait kitapların olduğu kütüphanemiz vardı. Öyle kaynaklar vardı ki hatta Osmanlıca yazılı eserlerin de olduğu kitaplar görmüştüm. Bir düşünsenize o yıllarda kullanılan kelimeler, betimlemeler kim bilir nasıldı. O satırları okurken zamanda geçmişe yolculuk yapmış gibi hissetmemek mümkün müydü? Ya şiir kitapları... Şairlerin, aşklarını, heyecanlarını kendi dönemlerine münhasır bir dille ifade edişlerine pek bir hayrandım.

Ben tarihi severdim. Bu yüzden mimar olmak istemiştim belki de. Tarihi mimarilere saklanmış sırrı keşfetmek heyecan vericiydi. Her mimar eserinde bir duygusunu gizlerdi ya da aşikâr ederdi tıpkı şairlerin aşklarını şiirlerinde anlattıkları gibi.

Bir gün bende yazımı kışa çeviren bu adamı anlatacak bir mimariye imza atabilecek miydim? Bana bunları yaşatmaya ne hakkı vardı? Hislerimden bir haber değilmiş gibi ben de hislerime karşılık bekliyordum.

Kendin çal kendin söyle Feraye! Ah ah!

Merdivenlerin son basamağından da adımımı çekmiştim, Çınar'ın odasının kapısına gözüm takıldı. Eşeği dövemeyen semerine sövermiş, kapısına tıslayarak kütüphanenin olduğu yere doğru yönelmiştim.

O, öyle bir zalim bir yar ki

Sevse de yangındasın sevmese de.

Sabretmeye bitap düşmüş hasretim aşikâr,

Gel dese de yanar bu dil, demese de!

Susmuyor us da çığlıklar,

Aşk kördüğüm, anahtarsız kilit, kapısız dört duvar...

Hadi kaç mümkünse bu esaretten!

O, öyle bir yar ki,

Varlığı kalpte zulüm yokluğu ise tende.

(* 03.08.2018 tarihinde günlüğüme karaladığım mısralarımdan 😊)

 

Merdivenlerden sonra sağa doğru dönüp odalarımızı ardımda bıraktım ve dümdüz ilerlemeye devam ettim. Koridor duvarlarını süsleyen Nesrin Hanım imzalı tablolara göz gezdire gezdire kütüphanenin yolunu tuttum. Nesrin Hanım'ın tabloları gerçekten çok güzeldi ve her bir fırça darbesini ezbere bilseniz dahi her seferinde tablolarına bakmaktan kendinizi alamazdınız. Tablolardaki manzaraların içinde hapsolunca şikâyet etmeyeceğiniz bir esaret olurdu. Empresyonizm esintileri veren gerçekte var olanı merak ettiren tablolara bakarken her seferinde farklı bir keyif alıyordum. Kim bilir belki Çınar bu tablolarda resmedilmiş mekanların hikayesini biliyordu?

Koridorun sonuna vardığımda, sol tarafta bulunan kapı kütüphanenin kapısıydı, tam karşımdaki oda ise Nesrin Hanım'ın şahsi eşyalarının olduğu, kilitli odaydı. Tüm ev ilaçlanıp temizlenirken, bu oda es geçilmiş, ilaçlama ve temizlik malzemeleri odanın kapısı önünde hazır tutulmuş Çınar'ı bekliyordu.

Solumda kalan odanın kapı kulpuna elimi attım, tam kapıyı açıp içeri girecektim ki gözüm karşımdaki odanın kapı kilidinde takılı olan anahtara ilişti. Kapı önündeki temizlik malzemelerine dikkat kesildiğimden ilk etapta anahtarı fark edememiştim. Çınar anahtarı kendisine saklamıyordu demek. Bu oda kilitli olduğu için değil, odaya girilmesi Çınar'ı rahatsız edeceği için yasaktı. Çınar'ın bugün bana söylediği gibi bu evde kimse Çınar'ı huzursuz edecek bir şey yapmazdı. Çınar bu evdeki herkesi iyi tanıyordu, ben hariç.

Ben sınırlarımı aşalı çok olmuştu. Konuşulanları gizlice dinleyen, aralık kalan kapılardan odayı izleyen biri olmuştum. İçimi kemiren bu merak duygusuna tabi ki şimdi de engel olmayacaktım. Hem insan bir kez değerlerinden taviz verdi mi ikincisi de neden olmasın deyi veriyordu. Yani en azından ben deyiverdim içimden.

Bir kere göz atsam ne olacaktı ki? Kim bilecekti ki?

Odanın kapsındaki anahtarı sola çevirip kilidi yokladım, kilitli değildi. Belli ki Çınar odayla ilgilenecek diye kilidi dahi açık hale getirilmişti. Evi dolaşırken bu odanın kilitli olduğunu görmüştüm. Kulpu çevirip kapıyı araladım. Önce ufaktan başımı içeri doğru uzatıp odayı yokladım. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Yavaş hareketlerle içeri girip kapıyı örttüm.

Odanın içerisinde ahşap oymalı mobilyalar bulunuyordu ama oda depo gibiydi. Mobilyalar yan yana konulmuş birkaç eşyanın üzeri beyaz çarşaflarla örtülmüştü. Yerde bulunan boş tuvalleri, palet ve fırçaları görmüştüm. Odanın ortasında duran uzun çalışma masası ve çift kapılı gardırop odayı ikiye bölmüş gibiydi. Dediğim gibi eşyalar özensiz bir şekilde duruyordu. Çalışma masası üzerinde birkaç ciltli kitap ve not kağıtları vardı.

Dolabın yanından geçip görüş alanıma odanın kalanını dahil ettiğimde duvarın yanında şövale üzerinde üzeri örtülü duran tuvali gördüm. Örtüyü hafif kaldırdığımda tuvaldekinin manzara resmi olmadığını anlamıştım. Biraz daha örtüyü kaldırdığımda gördüğüm tabloyla irkilip çığlık attım. Bu bir portreydi ve üstelik gözleri saçı kaşı burnu bana benziyordu. Portredeki kadın bendim ve neden yüzüm kanlı resmedilmişti, tablo henüz tamamlanmamıştı.

Diğer tuallerde olduğu gibi bu tabloda da Nesrin imzası olduğunu görmüştüm. Bu kadın ben değildim, Nesrin Hanım'ın beni resmetmesi mümkün değildi. O an grimsi mavi gözleri olan bu kadının ben değil halam olduğunu anlamıştım.

Bedenim titremeye başlamıştı, örtüyü tuvalin üzerine örtmek istedim ama ellerim titriyordu. Hızlı hareketlerim ve titreyen ellerim yüzünden örtü yere düştü. Bir kez daha hareketlendim ve şövale üzerinden tuvalin üzerini örttüm.

Bir an önce bu odadan çıkmak istiyordum, tabloyu ardımda bırakıp kapıya doğru hareketlendiğimde odanın ortasında duran çalışma masasına takıldım, masa dengesiz ve ortada olduğundan sarsılıp üzerinde bulunan birkaç kağıtla defterin yere devrilmesine sebep oldum. Bu kez de yere saçılanların peşine düştüm. Birkaç kâğıdı topladım masaya koydum. Ellerim eşyaların tozundan karamıştı.

Etrafı son kez kolaçan edip kapıdan çıkacakken kapının sol tarafında köşede lacivert ciltli sayfaları dağılmış halde yerde duran defteri gördüm. Defteri toparlamak için atıldığımda koridordan gelen sesle irkildim. Çınar'ın sesiydi ve ses yükselmeye başlıyordu. Çınar buraya geliyordu. Dağılan sayfaları apar topar defterin arasına sıkıştırdım, defteri kucaklayıp dolabın arkasına doğru saklandım. Kapı açıldığımda ise sağ elimle ağzımı kapatıp nefesimi içime hapsettim.

"Emin misin Âdem, iyice araştırdın mı?". Çınar telefonla konuşuyordu. Kelimeleri tonlayışı sert ve vurguluydu ama bağırıyor da değildi. Ellim ayağım titriyordu. Beni burada görürse sonum iyi olmayacaktı.

"Âdem bu çok saçma. Gümrükte çıkan sorun sadece bizi değil ortaklığımızdan dolayı iki tarafı da olumsuz etkileyecektir. Zararı gören hissedarların seçimde Tomris'in aleyhinde karar almaları kaçınılamaz. Tomris neden böyle bir hata yapsın, emin miyiz? İyi araştırdık değil mi?"

Sabah bahsettikleri sorunun sebebi Tomris miydi? Ablam daha ne kadar bize zorluk çıkacaktı. Firuze Halam neden hala ortalıkta yoktu. Allah'ım neler oluyordu, Çınar bir de bu öfkeyle beni burada yakalarsa ben şurada canımı teslim ederdim.

"Âdem eğer dediğin gibiyse yönetim kurulu artık Tomris'in umurunda değil demektir. Tomris bu kez çok büyük oynuyor. Tahminim locanın dikkatini çekmek için suni günden yaratıyor. Kahretsin! Derhal ekibi topla durumu değerlendirsinler, sonuçlara göre akşam ne yapacağımıza bir bakalım."

Konuşması bitince Çınar öfkesinden odadaki birkaç şeye yumruk attı. Benim olduğum tarafa doğru yaklaşıp sırtımı dayadığım dolaba da ellerini vurunca korkudan kastığım bedenimin çözüldüğünü hissettim. Bitmişti, Çınar'ın beni görmesi an meselesiydi odada saklanacak yer kalmamıştı. Adımlarını benim olduğum tarafa doğru atıyorken çalan telefon sesiyle Çınar'ın yönü değişiverdi.

"Efendim, Seda!... Hayır Seda hasta değilim, bu gün evden çalışacağım."

Arayan Yasemin olmalıydı, beni bulunduğum durumdan her zaman Yasemin kurtarıyordu. Seda nerden peyda olmuştu. Çınar'ın beni yakalamasını Sedanın Çınar'ı aramasına yeğlerdim. Ayrıca sadece bugün holdinge gitmemişti, Seda her gün holdinge gidip Çınar'ın yoklamasını mı alıyordu. Neydi bu!

"Tamam haklısın, bende bir kopyası olacaktı, bilgisayarıma bakıp sana mail atayım olur mu?"

Öyle ya da böyle bulunduğum durumdan beni kurtaran Seda olmuştu.

Çınar Odadan çıkar çıkmaz bende yerimden hareketlendim. Kulağımı kapıya dayayıp Koridorun boşaldığından emin olduktan sonra kapıyı aralayıp koridora çıktım ve ardımdan kapıyı kapattım. Kahretsin, Çınar odasından çıkmıştı başını bana çevirmeden sağ tarafımda kalan odanın kapısına elimi attım. Çınar'la göz göze geldiğimizde adımlarını bana doğru hızlandırmaya başlamıştı ama bir yandan da hala Seda'yla konuşuyordu. Alev saçan bakışlarıyla beni süzerken gözleri sol elime takıldı, o an odadan defteri yerine koymadan ayrıldığımı anlamıştım. Sonrada bakışları yüzüme tırmandı dudaklarıma takılınca da kaşları şaşırmışçasına yukarı kalktı sonra da başını hafifçe yukarı aşağı sallayıp bana selam verdi ve ardımda kalan kapıyı kilitleyip üzerindeki anahtarı yanına aldı. Kütüphaneden çıktığımı zannetmişti. Kendimi artık Allah'ın şanslı kullarından sayabilirdim.

Hala hayattayım şükür.

Çınar'ın adımlarını takip edip odamın kapısının önüne geldiğimde kendimi odama atmıştım. Derin derin nefes alıp verip soluğumu düzene sokmaya çalıştım. Elimdeki defteri Komodinin çekmecesine atıp banyoya doğru koştum. Ellerim toz kir içindeydi ellerimi akan suyun altında kirden arındırırken gözlerim aynadaki yansımama takılmıştı. Korkudan kirli ellerimle kapattığım ağzımın etrafında birkaç nokta da is olmuştu. Çınar'ın şaşkınlığının sebebini anlamıştım da o bu halimin sebebini anlamış mıydı?

Banyodan çıktığımda içimi saran korkuyla kendimi yatağıma bırakıverdim.


 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.11.2024 00:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...