
Çınar Yalçınkaya
Anahtar! Şu anda sanki tek sorunumuz anahtar!
Sanki ben bu kilitleri açamayacakmışım gibi, sanki aramıza koyduğu kapılarla benden kendini saklayabilecekmiş gibi.
Bu kadar saf mıydı yoksa bu kadar saf duygulara sahip olabilecek kadar gerçek miydi? Beni ben olmaktan çıkaran da bu halleriydi işte.
Hata üstüne hata yapıyordu, önce Holdinge yaptığı ani ziyaretle toplantıyı, sonra da video konferansı bölüşü... Kızamıyordum da!
Nasıl başarıyorsa öfkeden kararmak üzere olan gözümü pembeleriyle boyayıveriyordu. Ne yapıyordu bana böyle! NE yapıyordu da öfkemi dindirmek yerine onun bu hallerine gülmemek için kendimi zorlarken buluyordum.
Hayatım boyunca tanıdığım kadınlardan çok farklıydı.
Hırsları yoktu, gözleri hesapsız bakıyordu, etrafında incinen birini gördüğü anda tüm varlığı seferberlik ilan ediyor, hata yapmaktan korksa da hata üstüne hata yapmaktan da kendini alıkoyamıyordu.
Dahası da vardı elbet... Ağlamakla ağlamamak arası halleri, mimikleri, şaşırması, konuşması, utanması... Bana her şeyi bir anda unutturup hayatım ondan ibaretmiş gibi hissettiren daha binlercesi vardı onda.
O kadar yabancıydım ki bu hallerine. O kadar nadide görünüyordu ki gözlerime, hayran kalmamak imkansızdı.
Beni ben yapmaktan çıkaran bu hallerine daha fazla kapılmamalıydım, onun varlığına kendimi daha fazla alıştırmamalıydım çünkü o buraya ait değildi.
Fidelio ile konuştuklarından sonra onun burada bizlerle kalabileceğini ümit etmek aptallık olacaktı. Orada onu bekleyen hayatına, onu bekleyen adama dönecekti. Belki bocalayacaktı, çiftliği de çiftliktekileri de sevdiğini söylemişti ama her şeye rağmen eninde sonunda gidecekti.
Bocalıyordu da duygularını anlamakta zorlandığı apaçıkça belliydi.
O, bu kadar safken Fidelio ve beni aynı anda idare etmesini düşünmek aptallık olurdu.
Gerçi o kadar öfkelendirmişti ki beni sadece bir anlık da olsa aklımdan geçmedi de diyemezdim.
Acaba ikimizi de mi?
Bir anda olsa aklımdan geçirebildiğim için bir miktar aptaldım belki de!
Feraye'nin Fidelio için ne kadar değerli olduğunu davet gecesi anlamıştım.
Hangi erkek kadınının sahte de olsa bir başka adamla evli kalmasına tahammül edebilirdi. Fidelio tüm bunlara rağmen sevdiği kadın için evliliğinin ilan edileceği davete de gelmişti. Onu korumak için her şeyi yapabilecek kadar büyüktü sevgisi.
Fidelio da Feraye için derinlerde bir yere sahipti.
Davette bir an Seda ile beni kıskandığını düşünmüş, hala neden yaptığımı bilmediğim o hareketi yapıp onu öpmüştüm. O gece onu öptüğümde verdiği tepkiden anlamıştım aralarındaki ilişkinin ne denli derin olduğunu.
Keşke o geceki kadar net durabilseydin karşımda Feraye!
O gece aramıza ördüğün duvarlarını indirmeseydin, keşke beni kendinden uzaklaştırmaya devam etseydin.
Ben ne annem gibi sevdiğinden sevgi dilenecek ne de babam gibi kendisini sevmeyen birini kendisi seviyor diye esir alacak biriydim.
O gece davette gördüklerimden sonra emin olup karar vermiştim.
Evliliğimiz ne kadar sürerse sürsün Feraye'yi sevdiği adama kavuşturacaktım. Korhanlı'ların yönetim kurulu toplantısı biter bitmez sağ salim İtalya'ya dönmesini sağlayacaktım.
Birbirine aşık iki kalp kadar kutsal olan bir şey var mıydı ki hayatta? Herkes severdi elbet ama herkes sevdiği kadar sevilir miydi? Aynı hislerle birbirine atan kalp kadar kutsal bir şey olamazdı.
O kutsala saygı duyduğum için kendisine, her şey yoluna girdiğinde İtalya'ya dönebileceğine dair defalarca kez teminat vermiştim. Tüm bunlara rağmen o ne yaptı?
Ben onu incitmekten korkup ondan gittiğimde, holdinge kadar gelip beni geri çağırdı.
Bana muhtaçmış gibi değil, mecburmuş gibi baktı gözleri ...
Kendini ifade etmekte zorlandığını söylüyordu ama kelimeler onun dudaklarından döküldüğünde ilk kez duyduğum sözcüklermiş gibi yeni anlamlar kazanıyordu. Kim dinlerse dinlesin, onun aslında söylediklerinden daha fazlası olduğunu anlardı. Öyle içtendi ki... O iki et parçası arasından dökülenlerin tesirinden bir başka atar olmuştu kalbim.
Hangi insan tüm ihtişamıyla karşısında duran böylesi bir mucizeye karşı kayıtsız kalabilirdi ki?
Bende kalamadım.
Beni sarmalayan bedenine, davetkar dudaklarına kayıtsız kalamadım.
Onun Fidelio'ya olan duygularını yok saymak istedim.
Onun bocalamasını fırsat bilip adice davrandım.
Babasını yeni kaybettiği yetmemiş gibi ailesini de kaybetmişliğini, yaşadığı kayıpların ruhunda açtığı yaraları, duygularının karmaşıklığında kendini kaybetmiş bir halde olduğunu, her haliyle belli ederken ben görmezden geldim.
Acımasızca, ne isteyip istemediğini bilmez hallerinden sıkıldığımı, söyledim yüzüne.
Oysa o masumdu, onun bu hallerinden faydalanacak kadar suçlu biriydim ben.
Öfkem ona değildi, onun yaptıklarına değildi kendimeydi benim.
Tüm bunları bile bile hala ona baskı yapmaya devam ediyordum, stresten boğulduğu hıçkırıkları yüzünden sırf rahatsız olmamam için kendisini banyoya kapatacak kadar naif olan o kadına hala bunları neden yapıyordum.
Ona benden gizlemek istediklerini duyduğumu anlasın diye İtalyanca sözler sarf etmiştim.
Dün gece olanlardan pişman olduğunu kendisine itiraf edip gerçekte Fidelio'nun kendisi için ne kadar değerli olduğunu anlaması gerekiyordu.
Banyo kapısının açıldığını duymuş ama halimden taviz vermemiştim.
İçeride epeyce bir oyalanmıştı. Uyuduğumu zannediyor olmalıydı ki ses yapmamak için yavaş hareket ettiğinden yatağın boş ve soğuk tarafına çoktan ulaşması gerekirken hala olması gereken yere varamamıştı.
Kuş kadar kalan bedeniyle sanki beni rahatsız edebilecekmiş gibi ... Yataktaki yerini alırken yatağın sarsılmasını engellemek için özenli davranıyordu.
Sırtım hala onun olduğu tarafa dönük olsa da yaptıklarını hayal etmeme engel değildi bu halim, sanki onu ilahi bir gözle izliyormuşum gibi hissediyordum. Uyuyup uyumadığımdan emin olmak istemiş olacaktı ki, göz kapaklarım kapalı olmasına rağmen gözlerime yansıyan abajur ışığının aydınlığına bedeniyle düşürdüğü gölgeyi fark etmiştim.
Bedeninin ısısını hissedebiliyordum, yüzüme yaklaşmaya devam ediyor olmalıydı. Şu anda yüzünde olması muhtemel o komik mimikleri gözümde canlanıyordu. Dudaklarım yine kıvrılmasın diye yüz kaslarımı sabit tutmaya gayret ediyordum.
Kokusu vurdu burnuma, vanilya kokusunu seviyordu, kullandığı bakım ürünleri hep vanilya aromalıydı ama bilmiyordu ki onun teninin kokusuna en çok hanımeli çiçeği yakışırdı.
Yaklaştı, yaklaştı... Onu uyuduğuma ikna etmiş olmalıydım ki emin olduktan sonra kendini geri çekip yataktaki yerini aldı.
"Üzgünüm Çınar, sana yaptıklarım için çok üzgünüm.", dedi fısıldar gibi bir sesle. Sesi titriyordu sanki ağlıyordu da. Yutkundum sessizce, uyumadığımı anlasın istemedim. Beklediğim itirafı edecek olmalıydı. Bu yüzden de uyuyup uyumadığımdan emin olmak istemişti.
Onun göz yaşlarını silmek istesem de ağlama diye haykırmak istesem de yapamazdım.
Ona böylesi iyi gelecekse sessizce yanında yokmuşum gibi davranacaktım.
"Aptalım belki, belki değil! Düpedüz aptalın tekiyim. Aklım başıma hep sonradan geldiğinden yaptığım hatalarım ama bilmiyorsun neden bu haldeyim, bilmiyorsun ben kendime bile itiraf etmeye utanırken, sana nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum."
Her şeyin farkındaydım, kafası duyguları karmakarışıktı.
"Fidelio ile konuştuklarımız yüzünden daha doğrusu konuşamadıklarımız yüzünden bu hale geleceğimizi bilseydim en başında çabalardım. Gerçekte hissettiklerimi anlatmak için en başında her şeyi göze alıp cesurca davranırdım ama şimdi asla yapamam. Gözünde ne istediğini bilmez hafif meşrep kadınlar gibiyken asla yapamam çok zor."
Sen o kadınlar gibi değilsin! diye haykıramamak ne kadar zor gelmişti kalbime, Feraye içimdeki çığlıklara derman olmak istercesine
"Ben o kadın değilim, yemin ederim ben o kadın değilim Çınar.", dedi defalarca. Onu sarıp sarmalayamamak, göz yaşlarını silememek azabın en büyüğüydü. Daha fazlasını söylemesin sussun istedim. Kollarımın arasına almama ramak kalmıştı ama o susmadı ve anlatmaya devam etti.
"Derdi olan neylesin, diye sormuş biçare olan. Derdi neyse söylesin, diye yanıt almış derdine sebep olandan. Bu kez de korkuyorsa neylesin, diye sormuş derdin sahibi..."
Feraye benden korkuyor muydu? Halbuki korkmadığını söylemişti. Benden değil bana bir şey olmasından korktuğunu söylemişti...
"... korkmasın söylesin, diye yanıt almış dertli! İşte bende o dertli gibiyim. Korkuyorum, söyleyeceklerimden de söyleyemeyeceklerimden de... Kim bilir benim sonum da belki o dertli gibi...", dedi devam etmedi. Suskunluğu biraz olsun sıkışan kalbime soluk aldıracaktı. Yataktan doğrulup usulca bana doğru yaklaştı, yanağıma bir buse kondurdu ve abajurun düğmesini kapattı.
O, odayı karanlığa boğduğunda gözlerimi açabildim, o sessizce yataktaki yerine yerleşirken ben yerime sığamaz haldeydim.
Onu sarmama, dertlerini iyileştirmeme engel olan, dilimi lal edip ellerimi bağlayan ne varsa cümlesine sövüyordum içimden.
...
Yine perişan bir gecenin ardından sabaha uyanmıştım bedenim üzerindeki ağırlıkla. Feraye'nin bedeni bedenimin sağ tarafını kaplıyordu. Başını boyun boşluğuma gömmüş nefesini tenime üflüyordu. Gömleğimin düğmelerini boynuma kadar iliklemeyişime ilk kez lanet okudum ve ilk kez de şükrettim. Feraye bu haliyle kalbime ne yaptığından habersiz, sağ göğsüm üzerinde uyumaya devam ederken göleğimin açık yakasından tenime değen sağ eliyle sol göğsümü sanki kalbimi sakinleştirmeye çalışıyor gibi tutuyordu.
Bedenime baskı yapan, onun o kuş kadar olan bedeni değildi, onun varlığıydı.
Bacağı erkekliğim üzerinde hareketlendiğinde tepkisiz kalmak için neye sığınacağımı bilmez haldeydim. Uyanıyor olmalıydı. Daha fazla bu duruma sabretmem kolay olmayacaktı. Zaten sabaha varmaz dediğim bir geceyi zorlukla atlatmış sabrımı yeterince sınamıştım. Feraye'yi dinleyip bu odadan çıkmalıydım.
Boynumu yalayan nefesi düzene girip sağ eliyle sol göğsüme baskı yaparak doğrulduğunda bende başımı ona doğru doğrulttum. Gözlerimiz birbirine esir olduğunda, o hala uyku mahmurluğundayken
"Üzerimden kalksan mı artık Feraye işe geç kalacağım, doğrulamıyorum" deyi verdim. Kendisini toparlaması gerekiyordu zira daha fazla sabretmeye takatim kalmamıştı, iş bahaneydi. Geç kalışımın hesabını soracak da kimse yoktu elbette.
Nefeslerimiz birbirine karışırken gözlerimizin bağı hala kopmamıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu onun gözleri gözlerime.
Söylediklerimi anlamaya başladığında bedenim üzerinden bedenini çekmek için hareketlendi. Onun kıpırdanışları erkekliğime baskı yaptıkça soluk alışverişlerimin kontrolünü yitiriyordum. Neyle imtihan olduğumdan habersiz uyku mahmurluğuyla söylenmeye başladı.
"Öfke solumak yerine kalçamı saran kolunu gevşetsen mi artık", diye beni taklit ederek karşılık verdi. Haklıydı üzerimden çekilmesini isterken bir yandan da bedenini sarmalıyordum. Hızla teslim oldum dercesine ellerimi başımın üzerine doğru kaldırdım.
Feraye, uyumakla uyanmak ortasından çıkıp uyanmaya bir adım daha yaklaştığında panikle üzerimden bedenini çekti ve doğrularak yatakta oturmaya başladı. Onun yumuk elleriyle gözlerini sıvazlamasını fırsat bilerek söylene söylene kendimi banyoya attım. Soğuk bir duşa ihtiyacım vardı.
"Kaybedecek vaktim yok! Ben duştan çıkana kadar bul o anahtarı Feraye!"
Ardıma bile bakmadan banyoya girivermiştim. Gömleğimin kapalı olan düğmelerini zorlanmadan birkaç harekette açıp, gömleği üzerimden sıyırır gibi çıkardım ve kirli çamaşır sepetine fırlattım. Üzerimdekilerden kurtulup duş kabinine girdim ve soğuk su vanasını açıp soğuk suyun altında bedenimi sakinleştirmeye çalıştım.
En son ne zaman bir birliktelik yaşadığımı hatırlamıyordum.
İrfan Yalçınkaya'nın cenazesinden sonra bana miras bıraktığı hayatın sorumlulukları yüzünden o hızlı, nerde akşam orda sabah hayatıma son vermek zorunda kalmıştım. Hayatım boyunca istikrarlı bir ilişkim olduğu söylenemezdi. Genelde tek gecelik ilişkiler yaşıyordum, en çok iki ama asla üç değil.
Çünkü o, kadınların sadece arzularını bastırmak için şehvetle bakan gözlerinde soyadım ve sahip olduklarıma duydukları aşktan fazlasını görmemiştim. İlişkilerim bu şekilde devam etmişti ta ki Feraye hayatımdaki varlığını hissettirene kadar...
Firuze, İrfan Yalçınkaya'nın cenazesinden birkaç gün sonra beni Bebek deki Yalısına davet etmiş ve Feraye ile yapmamızı istediği evlilik konusunu bana ilk kez o gün açmıştı.
Oysa ben Feraye'nin grimsi mavileriyle birkaç gün evveli İrfan'nın cenazesinin olduğu gün tanışmıştım.
Benden yapmamı istediği evliliği ilk işittiğimde öfkeden kendimi Yalıdan dışarıya nasıl atacağımı bilmezken yalının kapısında Feraye'yi karşımda buluvermiştim.
Konuştuklarımızı duyup duymadığını ve Firuzenin evliliğimizle ilgili planlarından haberdar olup olmadığını dahi bilmiyordum.
Firuze'nin benden yapmamı istediği evlilik sanki hayatımdaki tek sorundu da bu sorunun sebebi de Feraye'ydi. Onun o çocuk gözlerine bana hissettirdikleri yüzünden öfkeyle bakmış ve oradan uzaklaşmaya çalışmıştım.
Firuze'nin o gün yalıdan kaçarken beni tutup söylediği sözler bugün bile hala kulağımda o günkü tazeliğiyle çınlar.
"Bunca yılın hatırı için lütfen bu konuyu bir düşün."
Birlikte geçirdiğimiz yılların hatırına, benim için yaptıklarına rağmen bu evlilik asla kabul edilebileceğim bir şey değildi.
Çocuktu Feraye!
Daha evliliğin ne olduğunu bilmeyecek kadar çocuktu. Üstelik İrfan'ın cenazesinde karşılaştığımızda benim kim olduğumu bilmezken hakkımda söylediği şeyler de o kadar doğruydu ki.
Bizim dünyamıza uzak olduğunu göre göre, onunda bir zamanlar benim yaptığım gibi bu dünyadan kaçmak istediğini bile bile onu benimle evlenerek bu hayata nasıl mıhlayabilirdim.
Daha sevip sevilmeyi tecrübe edecekti, hayata dair kendi kararlarını alacaktı, belki düşecek kalkacak ama adımlarını tek başına atacaktı. Tüm bu deneyimleri ondan nasıl çalabilirdim.
Firuze evliliğin gerçekleşmesi için tüm kozlarını masaya serdiğinde bana düşen durumumuzu kabullenmek olmuştu.
Esat Korhanlı'nın Melek'le evlenmemizi istediğini alenen dile getirmesiyle de Feraye'nin de ailesinin de Firuze'nin planlarından haberdar olmadıklarını anlamıştım. Başlarda Firuze'nin planlarının sebebinin ailesinden intikam almak olduğunu düşünsem de zamanla daha fazlası olduğuna inanmaya başlamıştım ama sorgulamadan kendisine güvenimi sunarak biat etmekle yetinmiştim.
Firuzedeki vekaletiyle Feraye ile olacak olan evliliğimizi kendisinden habersiz resmileştirmiştik. Ben daha bu durumun varlığını kabullenememişken Esat Korhanlı'nın ölüm haberiyle sarsılmıştık.
Bu durum tesadüf olabilir miydi? Bugün bile hala bu sorunun cevabını biliyor değildim. Sabırla Firuze'nin anlatmasını bekliyordum.
Esat Korhan'lının ölüm haberi açıklanmamış ama olan biteni öğrenmiş Korhanlı Malikanesinde Firuze ile bekliyorduk.
Feraye, tüm bu olanlardan habersiz babasını görmek arzusuyla Korhanlı Malikanesine girdiğinde bir yıl önce karşımda duran o çocuk gözlerini görene kadar gerçekte kim olduğunu fark edememiştim.
Öyle alımlıydı ki...
O, koridorda olup bitenden habersiz adımlarken her bir adımında bedenimde depremi aratmaz sarsıntılar yaratıyordu.
İlk kez! Hayatımda ilk kez bir kadına karşı böylesi ilgi duymuştum. Her bir hareketini saniye saniye incelemekten kendimi alamamıştım.
Ben onun her bir detayında kaybolurken çok sürmemiş Feraye yaşadığı şokla sarsılan bedeninin kontrolünü kaybetmişti. Yere yığılmak üzereyken bedenini kollarımla sarmalamıştım.
O gün bana hissettirdiği duyguyu tarif etmeye de teşhis etmeye de kelimelerim yetmeyecekti.
Bugün fark ettim şeyse benim o günden beri hiçbir kadını arzulamıyor oluşumdu.
Hz. Havva, Hz. Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştı. Kalbe en yakın olan yerden.
Derler ki işte o günden beri erkekler eksik parçalarını ararlarmış. Bulduklarında ise kendilerini tamamlanmış hissederlermiş. Kalbe yakın olması gereken o eksik parçanın yokluğundan kalpleri üşürmüş erkeklerin.
Bende bunca yıldır üşüyormuşum meğer!
O gün, Korhanlı Malikanesinde kollarım arasında bana bakıp da beni görmeyen o gözlerin sahibinin, bugün beni kendimi bilmez hallere sokacağını nerden bilebilirdim. Onun kalbimi böyle ısıtacağını nereden bilebilirdim?
Ne o gün ne dün ne de bu sabah!
Başımdan aşağı süzülen soğuk suyun etkisinden midir bilmem ama ben şu anda anlıyorum ki Feraye benim eksik olan parçamdı.
O yanımdayken kendimi tam gibi hissediyordum.
...
Duş kabininden çıkıp havlu dolabını açtığımda dolap rafında katlanmış şekilde bulunan bornozlardan birini açtım. Boyutları bana uygun olmadığından banyo havlularına bakınmaya başladım, raftaki havluların renklerini görünce derinden sarsılmıştım. Beyaz dünyanın en güzel rengiyken neden bu havlular pembelerden morlardan lilalardan oluşuyordu. İçlerinden en kabul edilebilir olan rengi alıp havluyu belime doladım. Dağılan saçlarımı parmaklarımda geriye doğru tarayarak şekil verdim ve banyodan çıkıp Feraye'yi bıraktığım odaya geri döndüm.
Gördüğüm manzara karşısında şaşkındım, duş sesinden Feraye'yi duyamamıştım. Yatağın altında sıkışmış yardım çığlıkları atarak debeleniyordu.
"Feraye! Senin vukuatsız bir günün olmayacak mı?"
"Çınar, Çınar çıkamıyorum sıkıştım lütfen yardım et."
"Ya sen oraya nasıl girebildin." diye homurdanmalarıma rağmen Feraye'nin ayak bileklerinden tutup kendime doğru çekmiştim.
Feraye'nin başı da artık görünür hale geldiğinde hızla ellerinden destek alarak bedenini sırtını yere verecek şekilde döndürdü ve dirseklerinden destek alarak doğrulmaya başladı.
İkimizde çömelmiş halde karşı kaşıya duruyorduk. Hala soluk alışverişleri düzenli değildi.
Nefesinin düzene girmesine dahi fırsat vermeden, suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet misali coşkusuyla
" Euraka eureka ,buldum." diye sevinç nidaları atarak elinde tuttuğu anahtarı almam için bana doğru uzattı.
Gözleri elindeki anahtardan bedenime doğru kaymıştı. Bakışları bedenim üzerinde epeyce bir oyalandıktan sonra büyüyen harelerini belime sarılı olan havluya sabitlendiğinde,
"Bu renk seni açmış!", diyerek kıkırdamaya başladı.
"Ne güzel, sayesinde yüzünde güller açtırabildiysek al al...", dedim kızaran yüzüne atıfta bulunduğumu anlayıp ellerini yanaklarına götürdü.
"Yatağın altında havasız kaldım ondan oldu.", dedi onu daha fazla mahcup etmemek için başımı aşağı yukarı salladım ve bana doğru uzattığı anahtarı elinden kapıp kapıya doğru yöneldim. Kapıyla aramızda bir adım mesafe kaldığında tıklanan kapının sesiyle ikimizde anlık duraksadık ve birbirimize baktık.
"Feraye Hanım, müsait misiniz?", dedi sesin sahibi. Bu gelen Hamiyet Hanımdı. Ben anahtarı takıp kapıyı açacakken beklenmedik bir şekilde Feraye tarafında geriye doğru çekilmiştim.
"Feray......", Feraye'ye ne yapmaya çalıştığını sormak istediğimde sağ elinin avucuyla ağzımı kapatıp sol elinin işaret parmağıyla bana sus işareti yapıyordu.
Ağzımı kapattığı elini indirdiğimde, ses çıkarmaman için nameste hareketi yaparak birbirine sürttüğü avuçlarıyla bana yalvarır gibi bakıyordu.
"Feraye Hanım iyi misiniz?"
"İyiyim Hamiyet Hanım."
"Kahvaltı hazır demek için gelmiştim ama duyduğum seslerden endişelendim müsait misiniz?"
"DEĞİLİMMM", diye karşılık verdi Feraye panikle Hamiyet Hanıma. Sesinin ne kadar kontrolsüz çıktığını fark ettiğinde ise
"Bben ... duştan yeni çıktım üzerim müsait değil, siz kahvaltıyı hazırlayın biz de geliriz.", deyiverdi aceleyle gözleriyle de beni yokluyordu.
Bu hallerinin ne kadar komik olduğunun da kırdığı potunda farkında değildi. Hamiyet Hanım eminim ki bu odaya gelmeden önce benim odama gelmişti ve Feraye'nin çoğul yanıtladığı cümlesinden durumu çoktan anlamıştı da onun o kendine has kıkırdayışını ben bile işitiyordum.
"Peki peki Feraye Hanım, siz müsait olduğunuzda gelirsiniz."
"Teşekkürler.", deyip derin bir nefes verdi Feraye. Bu halleriyle o kadar tatlıydı ki...
Odadan çıkmak için kapının tokmağını avuçladığımda yine Feraye tarafından geri çekilmiştim.
"Bu kez ne var Feraye!", dedim sitem ederek. Tekrar soğuk duş altına girmemek için odayı bir an önce terk etmek istiyordum.
"Biraz daha bekleyemez misin daha uzaklaşmamış olabilir?"
"Feraye, Hamiyet Hanıma geleceğimizi söylemedin mi sen, benim burada olduğumu fark etmediğini mi zannediyorsun!", deyip odanın kapısını bu kez kendisini yok sayarak araladım ve odama doğru yöneldim.
Şu anda utançtan kıpkırmızı olduğunu bilmem için ardıma bakmama gerek yoktu.
...
Üzerimi giyinmiş kahvaltı için odadan çıkmaya hazırlanırken ben kapıyı açmadan kapının biri tarafından açıldığını görmüştüm. Çok geçmeden gelenin Feraye olduğunu anladım. Hızla odaya girip ardından odanın kapısını örtüp tekrar bana doğru döndü.
Üzerine hâkî yeşili bedenini saran bir elbise giyinmişti. Elbisenin geniş bir yaka detayı vardı ve saçlarının kısalığı gerdanını açıkta bırakıyordu. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda söylediklerini anlamak için kendimi toparlamaya çalıştım.
"Efendim Feraye? Bir şey mi demiştin?"
"Diyorum ki bu sabah Âdem gelecek mi?" diye soruyordu fısıltıyla.
"Evet gelecek, sonrasında da birlikte Holdinge geçeceğiz.", dediğimde dudağının kenarını büzüştürerek ısırdı.
"Hamiyet Hanım'a bugün kahvaltıyı odamda yapacağımı iletebilir misin?"
Sorunu şimdi anlamıştım, dün olanlardan dolayı Âdem'den kaçıyordu Feraye! Utanmakta haksız da sayılmazdı aslında. Konferansta iken mikrofonun kapalı olduğunu bir ben biliyordum Feraye bilmiyordu ama konferanstakilerin odada yaşananlara gördükleriyle şahit oldukları da bir gerçekti.
Bileğinden tutup kendime doğru çektim şaşkınlıkla bakan gözlerini yatıştırdım bakışlarımla.
Odanın kapısını aralayıp hala tutmakta olduğum ellerini kendime doğru çekerek Feraye'yi peşimden sürükledim. Salona geldiğimizde çoktan yemek masası hazırlanmış Hamiyet Hanım servis için bizi bekliyordu.
Feraye'yi masadaki yerine oturtup kendi yerime geçtim. Hamiyet Hanıma başımla onay vererek servise başlamasını sağladım. Kahvaltımızı ederken gelen mesaj sesiyle masadaki sessizliğimiz son buldu.
"Çınar!", dedi Feraye heyecanla.
"Efendim Feraye bir sorun mu var mesaj kimden."
"Melek Ablamdan, benimle buluşmak istiyormuş. Şey ben de kendisini çok özledim." Gözlerinden yıldız saçıyordu etrafına, nasıl hayır diyebilirdim.
"Olur, tabi gidebilirsin ama sana güvenlikten biri de eşlik etsin olur mu?"
"Nasıl olur ki ablam dertleşmek istediğini yazdı görevli hep bizimle mi kalacak."
"Seni istediğin yerde bırakır dönmek istediğinde de söylediğin yerden alır."
"Teşekkür ederim.", dedi memnun olmuş bir ifadeyle hala yüzüme tebessüm ediyordu. Onun keyfini kaçırmak istemezdim ama hatırlatma gereği de hissetmiştim.
"Feraye..." diye seslendiğimde zaten üzerimde olan gözleri dikkat kesilmişlerdi.
"Efendim."
"Feraye, Melek Ablanla ne kadar yakın olursanız olun, evliliğimizin kâğıt üzerinde oluşunu anlamamalı, ilişkimizden kendisine bahsedemezsin unutma olur mu?" Dudakları bir an, sadece bir an aşağı kıvrılır gibi oldu ama Feraye kendini çabuk topladı ve izin vermedi.
"Dikkat ederim.", dedi. Sesi dalgalıydı.
Hamiyet Hanım, salona gelip Adem'in geldiğini haber verdiğinde Feraye gerilmiş ne yapacağını bilmez bir halde yerinde kıvranıyordu.
Adem'i içim elvermese de ilk kez kapıda bekletiyordum, Feraye'nin daha fazla gerilmesini istemediğimden yerimden doğrulup,
"Ben çıkıyorum, bir isteğin olursa ..." dedim. Bana bakan grimsi mavilerinin huzuruna kapıldım.
O gözler bir ömür bana baksın isterdim. Bir ömür huzur ne büyük lüks!
"Söylerim, teşekkürler.", dedi mahcup bir ifadeyle. Gözlerinde boğulmak istediğimi anlayabilseydi keşke. Ne kadar zordu bu sabah bu evden ayrılmak. Salonun kapısından çıkarken Feraye'nin seslenişiyle olduğum yerde durdum arkamı döndüğümde Feraye çoktan yanıma kadar gelmişti.
"Teşekkür ederim.", dedi tekrar ama bu kez bir şiirin mısralarını fısıldar gibiydi. Parmak uçlarından destek alışından boyuma yetişmek istediğini anlayıp işini kolaylaştırmak için ona doğru eğilmiştim. Söylemek istediği başka şeyler de vardı belli ki...
Ama o başka bir şey söylemedi.
Öptü.
Yanağıma dün geceki kadar masum bir buse kondurdu ve hızla salonu terk etti. Ben hala olduğum yerde hareketsiz duruyordum. Basit bir öpücüktü oysa ki ama nasıl olduysa tüm bedenimi sarsmış olduğum yere köklerimi salmak için filizleniyordum.
İşte tam da köklerimi salmak üzereyken Hamiyet Hanım'ın sesiyle irkildim, yemek masasını toparlamaya gelmiş olmalıydı ama gözleri önce bir şey arar gibi sonra aradığı şeyi bulmuş gibi bana baktığında yanağıma hücum eden sıcaklığın mahcubiyetiyle sol elimi enseme götürüp kaşıdım ve kaçar gibi vedalaşıp evden uzaklaştım.
Gün boyu toplantıdan toplantıya koşturmuştuk ama asıl sorunu henüz çözememiştik kriz büyüyerek devam ediyordu.
"Ne yapacağız Çınar Bey, milyon dolarlık malzeme. Malzeme maliyetleri bir yana dursun, tesisin inşasına belirtilen tarihte başlanması için teslimatın zamanında yapılacağına dair teminat vermiştik. Sözleşmedeki taahhütlere uymazsak bir de yüklü tazminat ödenmesi gerekecek."
"Parasında değilim, para çözülür de bu iş duyulursa ismimize duyulan güven sarsılacak, lanet olsun Tomris bilmiyor mu malzemeler teslim edilmeyince İnşaya başlayamadıklarında kendileri de zarar edecekler. Mali olarak darda değil mi bunlar."
"Tabi güvendiği başka bir destekçileri yoksa!"
"Var tabi var, locanın desteklediği şirketler var. Emirdağ Holding de onlardan biri işte."
"Bizle olan anlaşmayı sözleşmeye uymadığımız için feshetme hakları da doğacak, sonrası da malum."
"Bingo. Bir taşla çok kuş. Hem locanın dikkatini çekecek hem de her fırsatta kendi çıkarlarına uygun olmadığı için şikâyet ettikleri sözleşmeyi feshedecekler..."
"Bir de son günlerde her taşın altından çıkan Emirdağlılar var."
"Emir-dağ-lı-lar!" dedim Adem'in dağlılar kısmına vurgu yaptığı Emirdağ Holding için. Emre Emirdağ yurt dışından döndüğünden beri piyasalar altüst olmuştu. Birileriyle bir derdi vardı ya her neyse onu da zaman gösterecekti.
"Peki ne yapacağız nakliyat sorunu için. Çok uzamadı mı bu gümrük meselesi."
"Var bir planımız Âdem."
"Eee, ağabey bizim niye haberimiz yok. Bak ağabey diyorum Bey demiyorum tamam Bey sıfatıyla anlatmaman kabul edilebilir de kardeşin ne zamandır kederde bu mevzu yüzünden.", gözüm televizyonda ulusal kanalda veren canlı yayına takılmıştı. Döviz piyasasında, borsada hiç olmadığı kadar konjonktür dalgalanmalar söz konusuydu. Piyasadaki bu denli dalgalanmalar dünyaya gelecek bir bebeğin doğum sancılarını andırırdı. Bir yerlerde bir şeyler peyda olacaktı.
"Âdem, sen olması gerektiği gibi prosedürleri takip etmeye devam et." dedim ve bir yandan da ekranın sesini açıp konuşma yapan bakanı dinlemeye başladım.
"Memleketçe zor günlerden geçtiğimiz doğrudur ama dünyadaki değişimin sebep olduğu dalgalanmanın bize de yansıması beklemediğimiz bir durum değildi. Bizde kendi ticari ve hukuki yaptırımlarımızı gözden geçirip olası önlemlerimizi yürürlüğe koyacağız. Yeni uluslararası ticari faaliyet anlaşmalarımızı muhataplarımıza ileteceğiz ve olumlu tepkiler beklediğimizi de bilmenizi isteriz."
"Başbakan yardımcısı Necip Ali Soydan'ın yaptığı konuşmayı sizlere sunmuş buluyoruz. Yayın akışına kaldığımız yerden devam edeceğiz. Haberlerimizi sunduk iyi seyiler dileriz..."
"Peki Planımız ne paylaşmayacak mısın?"
"Âdem, ne oldu şu yayla projesi"
"Konu değiştirmeceler, anladım anlayacağımı. Seda Hanım da o iş. Sağ olsun kimseyi bulaştırmıyor. Sorun olmaz da bir bahane bulur da gelirse sizi bulur Çınar Bey. Özetle illa ki haberiniz olur." Âdem de Yaseminde Seda'nın varlığından hoşlanmazlardı, gıyabında kinayeli kelimeler kullansalar da bir kez olsun saygısızlığa varacak imaları olmamıştı.
"İyi işte biz yorulmuyoruz daha ne diye sitem ediyorsun."
"Ya Çınar Ağabey bak ağabey diyorum yine... Seda'nın derdi belli evlendin de artık neyi ne diye zorluyor."
"Âdem, Seda ile uzun yıllara dayanan bir arkadaşlığımız var. Bu detayı kaçıyor olabilir misin?"
"Yahu he. Sen arkadaş görüyorsun da o... neyse derdi olan neylesin. O da onun problemi tabi."
"Âdem sen o hikâyeyi biliyor musun?"
"Hangi hikâye ağabey."
"Şu işte az önce dediğin. Derdi olan neylesin, kokuyorsa ne etsin falan zımbırtılı hikâye."
"Tamam ağabey anladık, yine konu değiştirmeceler ama şimdiki pek bir acemice oldu hiç senlik değil."
"Yok oğlum ya. Gerçekten biliyorsan söyle işte."
"Sen ciddi misin ağabey ya?"
"Lan oğlum. Ciddiyim söylesene."
"Sen bilmiyor musun o hikâyeyi ağabey."
"Âdem, Allah kimseyi senin diline düşürmesin! Sana muhtaç etmesin, söyleme, anlatma tamam. Git işine bak."
"Ee toplantılar bitti boşum ben."
"Lan git iş bul kendine... git gözüm görmesin seni"
"Bugün benle sorunun ne anlamadım, sabahta kapıda beklettin. Bir kusurumuz mu oldu?"
"Âdem!"
"Tamam anlatayım da barışalım."
"Çıkıyorum ben çoktandır ziyaret etmediğim bir aile dostunu ziyaret edeceğim. Sonra anlatırsın.", dedim koltuğun üzerinden ceketimi alıp.
"Hemen de bozuluyorsun ne gururlu adamsın. Ben bırakayım işte yolda anlatırım.", diye peşime takıldı Âdem.
"Eee tamam hadi o zaman.", deyip aramızda uzayan diyaloğu inada bindirmek istemedim. Hikâyeyi merak ediyordum.
Çıkışa geldiğimizde Yaseminle karşılaşmıştık ben arabaya doğru geçerken Yasemin'in Adem'e söylediklerine kulak misafiri olmuştum.
"Feraye Hanımla öğle molasında buluştuk, ufak bir alışveriş yaptık da anca gelebildim, ben muhasebe departmanına geçiyorum."
"Feraye ile mi beraberdiniz Yasemin", demekten kendimi alıkoyamamıştım.
"Evet, Feraye Hanım akşam Ablasıyla kulüpte buluşacakmış da hazırlanma konusunda yardım istemişti."
"Aaa evet bahsetmişti de ben kulüpte bulaşacaklarını bilmiyordum." deyiverdim. Bu durum hoşuma gitmese de Feraye öyle yerlerin insanı olmadığından çok da sorun çıkmayacağını düşündüm. Sabah ki hevesini kaçırmak da istemiyordum. Abla kardeş hoş vakit geçirmeleri onun için iyi olabilirdi.
Şoför koltuğuna Ahmet oturunca ön yolcu koltuğuna geçmiştim. Arabayı çalıştırır çalıştırmaz önce alayla hikâyeyi neden sorduğumu sordu cevap alamayacağını anladığında ise anlatmaya başladı;
Hikâye Yavuz Sultan Selim Han ile cariyesi arasında geçiyor. Mısır fethi sırasında çadırıyla ilgilenen Mısırlı bir cariye Yavuz Sultana Selim Han'a âşık olur. Kendi bir cariye, karşısında ki koskoca padişah. Hem de ne padişah. Sertliğiyle etrafındakileri korkutuşu ile nam yapmış bir padişah.
Cariye bir gün yine sultanın çadırını derler toplar ama bu kez dayanamaz bir not bırakır. Notta
"Derdi olan neylesin" yazıyordur. Ne eksik ne fazla tamı tamına bu kadar. Akşam olur sultan gelir notu görür ve kâğıdın arkasına cevap olarak yazar.
"Derdi Ne ise söylesin".
Cariye ertesi günde temizlik için odaya gelir ve kâğıdı arar heyecanlıdır, cevabı görünce de heyecanı bir kat daha artar. Bu kez bir not daha bırakır.
"Korkuyorsa neylesin?"
Padişah akşam olur notu görür ve arkasına yine cevabını yazar.
"Hiç korkmasın söylesin."
Sabah notu okuyan cariye kararını verir akşam padişahın huzuruna çıkıp aşkını ilan edecektir.
Akşam olur huzuruna kabul edildiğinde çıkar cariye sultanın karşısına.
"Buyurunuz, sizi dinliyorum", der Sultan, ama kaşsısında tir tir titrer cariye cevap veremez tam verecek gibi olur Sultanım der ama tamamlayamaz orada vefat eder aşkından. Nasıl kalbine ağır geldiyse o aşk! Sultan da der etraftakilere:
"Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. ZİRA ÂŞIK, MÂŞUKUNUN YOLUNDA OLUR VE O YOLDA ÖLÜR.".
"İşte hikâye böyle Çınar Ağabey velhasıl bu hikâye merakı nerden peyda oldu, bir de onu öğrenseydik iyiydi.", diye sordu tekrar Âdem sakalını sıvazlayarak. Merakına istediği karşılığı veremedim.
Feraye'nin Fidelio'ya olan aşkı bu kadar derindi demek.
"Devam Âdem Devam."
Kapalı Çarşı girişine gelmiştik.
Görüşmemi tamamlayıp geri döndüğümde Adem'i beni bıraktı yerde hala bekliyor olduğunu gördüm.
"Beni mi bekledin sana gitmeni söylemiştim."
"Dedim ya yapacak işim yoktu, birlikte geçeriz çiftliğe hem fena mı ettim."
"Fena ettin ya kaç saattir buradasın, boş vakitlerini böyle mi değerlendiriyorsun Âdem."
"Yok ya şu mobile oyunlara takılıyorum, beklerken sıkılmadım eğlendim de..."
Arabadaki yerlerimizi aldığımızda Âdem, arabayı çalıştırmaya başladı ve merakla bir şeyler duymayı beklediğini belli ediyordu.
"Madem bu kadar bekledin beklediğine değsin değil mi Âdem", dediğimde yüzü gülmüştü.
"Ankara'ya yarın için bilet ayarlamanı istiyorum, Gümrük işini çözdük sayılır."
"Valla mı?"
"İnandırmam için Yemin mi etmem lazım Âdem."
"Yok lafın gelişi deyiverdim."
Ademle sohbetimizi çalan telefonum bölmüştü. Bilmediğim bir numaradan aranıyordum.
"Efendim."
"Çınar! Blue Club'a gel hemen!"
Beynimden kan boşalmıştı, arayan Melek'ti ve sesi hiç iyi gelmiyordu?
On ikinci bölüm sonu, devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |