
***yetişkin içerik bitmiştir, 25- buradan devam edebilir.
Gözlerimi açtım. Saatlerce süren işkencesi sona ermiş yerde yığılmış yatıyordu Emre. Zorlukla doğruldum kasıklarımdaki ağrıyı, bedenimdeki sızıyı yok saydım. Odaya savrulan eşyalarımı tek tek toplayıp giydim. Kurumuştu göz yaşlarım, tek bir damla akmıyordu artık. Korkudan sesim de çıkmıyordu.
Ya uyanırsa ya tekrar! Yutkundum.
Kıyafetlerimi giyindikten sonra kapının tokmağını çevirdim kilitliydi hala kapı. Anahtarı aramaya koyuldum. Yerdeki pantolonu aldım ve ceplerini kurcaladım arka cebindeydi anahtar.
Aldığım yere fırlattım pantolonunu sanki ona dokunmuşum gibi hissettirmişti.
Yavaş adımlarla kapıya tekrar ulaştım ve anahtarı takıp kilidi açtım. Koridorda karanlıktı yavaş yavaş ilerledim. İki takım elbiseli adamın sessizce kendi aralarında konuştuklarını görmüştüm. Yanlarından geçerken bile hiç oralı olmadılar. Ben saatlerce bağırmıştım, duymamaları imkansızdı umurlarında değildim.
Benim masumiyetim birkaç metre gerimdeki odada can çekişirken onlar vicdanlarını nerede bırakmışlardı?
Ayağımı süre süre yürüdüm, düşmemek için merdivenin tırabzanlarına tutunarak adımlarımı attım. Alt kata indiğimde mekânın iyice sessizleştiğini görmüştüm. Gün ağarmak üzereydi, kapıdan çıktığımda etrafta tek bir gazeteci de kalmamıştı. Valeden anahtarı alıp arabanın gazına körükledim.
Dünya döndükçe bir yüzünü karanlığa bir yüzünü aydınlığa bırakırdı. Battığı gibi doğardı gün. Güneşin doğuşunu izlemek istedim.
Her umutsuzluğa kapıldığımda kendimi bulmak için sığındığım limana gelmiştim.
Kumsala ağır adımlarla indim. Denize daha da yaklaştım. Yosun kokusu vurdu burnuma, tuzlu suyun keskinliği boğazımı yakmıştı daha da yürüdüm denize doğru.
Pistim ben pis!
Kirliydi bedenim.
Kirliyim ben.
Deniz bütün bedenimi temizlesin istedim.
Gözümü, boğazımı, burnumu, deniz suyuna buladım tuzu yaktı genzimi ama durmadım. Avuçlarıma aldığım suyla bedenimi kıyafetlerimi denizde temizlemek istedim.
Pisim ben, kirliyim. Olmuyor! Olmuyor işte temizlenemiyorum eskisi gibi Melek gibi olamıyorum.
Kokuyorum. Onun gibi iğrenç kokuyorum.
Kendimi bıraktım denize. Bedenim suyun üzerinde dalgalarla uyumlu bir şekilde dalgalanırken sessizliği dinledim.
Al götür bedenimi!
Nereye savurursan savur!
Al ama sakla bir daha hiçbir göz değmesin!
Kimse dokunmasın, al götür yok et.
Denize yalvardım beni götürsün diye ben bu hayattan gitmek istedim.
Gitmeyi gerçekten de çok istedim ama yapamadım. Kalbimde bir ateş vardı. Üşüyen bedenimi ısıtan beni hayatta tutan o ateşti. O ateş gitmemi engelledi.
Ölmek mi daha zor ayrılmak mı?
Ölmek, yok olmak istiyordum ama ...
Aması vardı, Onur vardı. Onur'la vedalaşmak istiyordum hayır hayır vedalaşmak değil, Onurla iyileşmek istiyordum. Ben Onur'dan nasıl ayrılacaktım. Ölürsem özlerdim onu. Çok özlerdim ki...
Ben Onur'u yanındayken bile özlerdim.
Ya ben ona bakmalara doyamazken nasıl ardımda bırakacaktım.
Onu o kadar çok seviyordum ki karanlıktım ama onunla aydınlanmak istiyordum.
Ben çok mu aç gözlüydüm, çok mu bencildim ...
Denizden çıkıp kumsala attım bedenimi. Kızıl mavi gökyüzünü aydınlanan günü izledim. Esen rüzgarla kurudu bedenim, kurudu uçup gitti ne varsa içimden hafifledim.
Tüm duygularım bir anda soğumuştu sanki hiçbir şey yaşamamış gibiydim. Tüm olanlar bir kabustu uyanmıştım da bitmişti sanki. Nefes alıyordum.
Nasıl nefes alabiliyordum, neden, Neden!
Saatler önce ölmüştü çocukluğum, masumiyetimi gömmüştüm az evvel. Yas böyle bir şey miydi? İnsan kaybettiklerinin ardından böyle soğuk böyle boş mu hissederdi.
Arabaya geri döndüm, kapısını açtım ve çantamdan telefonu alıp kapağını kaydırdım, rehbere girip listeden o harfinde Onur'u aradım ve numarasını bulunca arama tuşuna bastım. Telefon kulağımda sahile doğru adımladım.
Çaldı, çaldı, çaldı ve sonunda açıldı.
"Onur..." dedim titrek sesimle daha fazlası da vardı içimden dertleşmek geliyordu haykırmak hıçkıra hıçkıra ağlamak, sustum.
"Melek, iyi misin?"
"İyiyim. Seninle her zaman geldiğimiz sahildeyim, kimsecikler yok, sende yoksun ben sadece... Sesini duymak istedim."
"Melek, saatten haberin var mı? Bu saatte ne işin var tek başına o sahilde, sarhoş musun yine sen?"
"Hayır ama şu anda kendimi unutacak kadar sarhoş olmayı isterdim."
"İyi değilsin sen bekle gelip alayım seni"
"Hayır, sakın gelme. Ben şu anda çok çirkinim. Beni böyle görmeni istemiyorum."
Çirkindim ben, kokum çirkindi, bedenim çirkindi güzel olan ne varsa yitirmiştim.
"Melek, benim için sen her halinle güzelsin."
"Her halimle mi? Hani bıkmıştın sorumsuzluklarımdan. Hani boş işlerle uğraşıyordum ben hep."
"Melek, ben de zor bir dönemden geçiyorum, seni incittiğimin farkındayım ama gerçekte hissettiklerimin ağzımdan çıkanlarla aynı olmadığını bilecek kadar iyi tanıyorsun beni. Aslında bende fırsat kolluyordum."
"Ne için?"
"Özür dilmek için. Özür dilerim." Tüm bedenim titremişti. Ben hayatım da ilk kez Onur'un özür dilediğini duymuştum.
"Sen... benden özür mü diliyorsun?"
"Affettin mi?"
"Affettim!!!" diye bağırdım. Boğazımda düğümlendi kederim ama o mutlu oldu ve güldü...
"Ne kadar şanslıyım hemen affedildim, şimdi gelebilir miyim yanına!"
"Sen olsan affetmezdin süründürürdün değil mi? Ben sana küs de kalamıyorum."
"Süründürürdüm evet. Çünkü sürünüşün bile çok güzel." Neden şimdiye kadar duymadığım sözler söylüyordu bugün, iltifat bile etmişti...Neden daha önce değil? Bugün!
"Sürünüşüm bile güzel öylemi, zevk alıyordun demek." ağladığımı anlamasın diye sesimi düz tonda tutmak için kendimi zorluyordum.
"Hadi ama Melek, seninle ilk tanışmamızı unutmadın değil mi? Bizim didişmeden geçen bir günümüz oldu mu? Hem ne olursa olsun eninde sonunda affedildiğini biliyorsun."
"Unutmadım, ben sana seninle arkadaş olmak istediğimi söylemiştim, sense yüz vermemiştin. Sinirlenince de tartışmamız çamur savaşıyla son bulmuştu. O günden bugüne hep didiştik, inatlaştık, şakalaştık, küsüştük, her seferinde gönlünü alacam diye de peşinde kırk takla attım. Bir kez bile affedildiğimi duymadım ağzından, hiçbir şey olmamış gibi devam ettin hep. Her seferinde barıştık ama ben her seferinde affedilmeyeceğim diye çok korktum. O yüzden bana söz ver. Bundan sonra her hatamda hemen affedeceksin. Affedildiğimi hemen bileceğim."
" Melek, bu günlerde alınganlığın üzerinde sanırım." Ben alınsam da alındığımı belli etmezdim ki güler geçerdim. Ciddiye almamışım gibi, gamsızmışım gibi yapardım. Aslında alınganlığım üzerimde değildi gardımı düşürmüştüm ben. Belki de ilk kez kalbimden geçenleri dışarı vuruyordum; Korkularımı, üzüntülerimi...
"Onur, söz mü? Biz artık büyüdük, artık hatalarımız da çocukluğumuzdaki gibi olmuyor, kavgalarımız da ... Aramızda neyin ciddi neyin şaka olduğunu artık açıkça bilmeliyim. Ben basit bir söz istiyorum."
"Melek, haklısın artık büyüdük. O hatalar, özürler çok çocukça şeylerdi bunlar için sözler vermek de saçma. Bence birbirimize söz vereceksek yetişkinler gibi söz vermeliyiz."
"O nasıl olacak..."
"Mesela her mutlu anımı, her acımı, iyi günümü kötü günümü birlikte paylaşmaya söz verir misin gibi?"
"Onur kapatmam lazım...", dedim korkudan titreyen sesimle ve telefonun kapama tuşuna bastım. Onur'un son söylediklerini anlamama fırsat vermemiş tüm iğrençliğiyle tam karşımda dikili duruyordu Emre.
Oturduğum yerden kalktım, kaçmak istedim ama yakaladı.
"Bırak!"
"Melek sakin ol! Melek sakin ol. Benimsin, hep benim ol istedim benimsin! Melek! sakin ol!"
"Bırak!", dedim. Sarhoşluğumdan faydalanmıştı. Masumiyetimi kaybettiğim bir sabaha açmıştım gözlerimi.
"Seni affetmeyeceğim, asla affetmeyeceğim. Hiçbir şey hatırlamayacak kadar sarhoş olduğum için kendimi de affetmeyeceğim."
"Sen hatırlamıyor musun?".
Hatırlıyordum, bana tecavüz ettiğini hatırlıyordum ama hatırlamıyormuş gibi yapmak dün gece olanlar hataymış gibi davranmak istedim. Ondan deli gibi korkuyordum, tir tir titriyordum ama korkudan değil öfkeden titrediğimi zannetsin istedim.
"Neyi hatırlayacağım, dün olanlar bir hataydı, bırak artık! Hiç olmamış gibi yapalım."
Ben Emre'nin sakinleşip beni bırakmasını beklerken Emre'nin bakışı ardımda bir noktaya sabitlendi. Onun baktığı yere başımı çevirdiğimde Onur'u görmüştüm. Alnından terler damlıyordu, belli ki ben Onur'la konuşmaya devam ederken o çoktan buraya gelmek üzere yola çıkmıştı.
Onur'a bakmama bile tahammülü yoktu Emre'nin, kolumu tutan ellerini sıktı ve yüzümü kendisine çevirmemi sağladı.
"Barıştınız mı?", diye fısıldadı. Ben cevap verene kadar, Onur Emre'nin bana sorduğu sorudan ve aramızda geçenlerden habersiz?
"Emre ne oluyor burada! Bıraksana kızı canını yakıyorsun.", dedi.
"Bırakmazsam ne olur!", diye tısladı Emre Onur'a meydan okuyormuşçasına. Onur şaşkındı ama benim gibi o da Emre'nin karanlık yüzüne vakıf olmuştu artık.
Yerinde durmadı, duramadı. Öfkeyle beni Emre'nin ellerinden kurtarıp arkasına sakladı ve Emre'yi itti. Emre sendelediği yerden hızla toparlanıp Onur'a doğru yumruğunu salladı.
Korkudan çığlık çığlığa bağırıyordum. Onur'un dudağı kanamıştı. Benim her gün hayallerimde öptüğüm o dudağı kana bulanmıştı.
Onur ayağa kalktı ve hızla Emre'ye sağlı sollu yumruk atıp karşılık verdi. Kavgaları daha da şiddetleniyordu. Onur'un elleri kızarmaya başlamıştı.
Cerrah olacaktı Onur. Elleri onun için çok değerliydi. Dayanamadım, benden masumiyetimi çaldığı yetmezmiş gibi birde Onur'un hayallerini mi çalacaktı? Beklemedikleri bir anda Emre'yle Onur'un arasına girdim.
"Yeter! Durun artık!", diye bağırdım. Afallamıştı ikisi de ama hala birbirlerine tıslamaya devam ediyorlardı.
"Bir daha dokunmayacaksın Melek'e, kırarım o ellerini.", dedi Onur.
Emre ise bir zamanlar inandığım, güvendiğim insan, gerçekte nasıl iğrenç biri olduğunu kurduğu cümleleriyle haykırmaya devam ediyordu.
"Sana ne lan. Melek benim kadınım. Sana mı soracağım."
Midemin tekrar bulanmaya başladığını hissettim. Emre, Onur'a olan duygularımın hep farkındaydı ama aramızdaki yakınlığın ne derece olduğunu bilmiyordu. Onur'la aramızda arkadaşlıktan öteye geçemediğimizi benden masumiyetimi çaldığında öğrenmişti. Onur'u buradan yaralayacaktı.
"Nnne, Melek.", dedi kekeleyerek gözleri ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bana bakıyordu, yalvarır gibi... Cevap veremezken Emre iğrençliklerine daha da acımasızca devam etti.
"Sevişmemiz de didişmemizde olaylı oluyor bizim.".
Gözlerim belermişti, kusacak gibiydim midem ağzımdaydı da neden kusamıyordum, bayılacak kadar başım dönüyordu da neden bayılamıyordum. İçimde feryat figan kopuyordu da yine de bir şey diyemiyordum. Peki sesimi bulabilseydim ne diyecektim. Emre'nin bana tecavüz ettiğini mi? Katil olurdu Onur. Yaşatmazdı Emre'yi. Hayatı kararırdı. Benim hatalarımın bedelini hep o mu ödeyecekti?
"Melek...Siz ...birlikte misiniz?", diye sordu her bir kelimeyi zorlukla söyleyebilmişti. Gözlerimin içine bakıyordu. O, ben yalan söylerken anlardı ki? Benim her halimi görmüştü. Gözlerinin içine baka baka nasıl yalan söyleyecektim.
Söylemeliydim, onun için yapmalıydım. O çok sevdiği hayallerinden olmasın diye yapmalıydım. Bu pislik yüzünden onun da hayatı mahvolmasın diye yapmalıydım.
"Sana söylemeye çalıştığım buydu. Söz vermeni istemiştim. Affetmen için. Biz bir süredir beraberiz... Sana daha önce haber veremediğim, senden gizlediğim için beni affeder misin? Arkadaşım...", dedim.
Emre belimden sarılıp beni bedenine yapıştırdığında bağı çözülen dizlerim yüzünden yere düşmekten kurtulmuştum ama onun o iğrenç kokusunu solumak o iğrenç kollarında olmak o kadar zordu ki... yine de dayandım. Gücümün son damlasına kadar dayandım.
Onur'un hayalleri ölmesin diye, ben her şeye razıydım, ölmeye bile razıydım.
Ölüydüm de!
Onur'un gözlerinde gördüm. Bir cesede bakıyor gibiydi. Ben Onur'un gözlerinde kendi cenazemi gördüm. Asla matemini tutmayacağı bir kayıptım. Bana iğrenerek bakıyordu ve bakışını desteklercesine tıslayarak dudaklarından o kelime döküldü.
"Affettim!"
Günümüz...
Sahi ne kadar zamandır gelmemiştim bu sahile, yakınından bile geçmemiştim. Çok değişmişti.
İnsan oğlunun dokunarak çirkinleştirmediği bir yer kalmış mıydı ki?
İçerledim ama tahrip edilmeyen tarafları da kalmıştı, anılarımdaki haline benzeyen taraflarına bakıp hayal etmeye çalıştım.
Eğer o olay olmasaydı belki de Onur'la bu sahilde el ele dolaşacak birbirimize aşkımızı fısıldayacaktık.
Boğazım gerilmişti, elimde olmadan dişlerimi sıkıyordum. Ağlamamak için kendimi zorluyordum, derin derin nefes alıp verdim.
Eğildim ayakkabılarımın bileklerimdeki bantlarını açtım ve ayağımdan çıkarıp doldurma kayaların kenarına güvenli bir yere koydum. Sokak lambasının aydınlatmasını yeterli görmediğimden telefonumun fenerini de açmıştım. Doldurma kayalıkların üzerinden sağlam adımlarla kumsala doğru ilerledim ve kumlara ayağımı bastım. Az daha ilerlediğimde gördüğüm manzarayla kalakalmıştım Onur buradaydı.
Onur'du karşımdaki emindim.
Boyundan duruşundan karanlığın içindeki karanlığından o olduğundan emindim.
Boş bulundum, çok şaşkındım. Şu anda burada onunla karşılaşmak isteyeceğim son şey olurdu.
"Sen! Neden buradasın?", deyi verdim. Gecenin sessizliğinde sesim yankılanmıştı.
"Neden mi buradayım! Ben her fırsatta burada gün batımını izledim, eski günlerimizdeki gibi yanımda sanki sen varmışsın gibi Melek.
Sana en güzel cümlelerimi burada kurdum, sana öfkemi burada kustum ben!
Sana söyleyemediğim boğazımda düğümlediğin her bir kelimemi burada haykırdım ben!
Sen gelip de şimdi neden burada olduğumun hesabını mı soruyorsun? Ben yedi yıldır buradan hiç gitmedim, peki ya sen! Sen şimdi neden buradasın?" Onur muydu gerçekten karşımdaki o ketum adam karşımda gözlerimin içine baka baka neler söylüyordu. Gerçekten değişmişti.
"Haklısın, buraya gelmekle de hata ettim ama bence artık sende buraya gelmesen iyi edersin."
Ne ben eski Melek'tim ne de o eski Onur. Seda vardı bir kere hayatında artık onun. Buraya ikimizde layık değildik artık.
Anılarımız güzel kalmalıydı. Anılarımız kirlenmemeliydi. Arkamı döndüm ve daha fazla anılarımızı incitmemek için olduğum yerden ayrılmak istedim.
"Gidemezsin dur!", dedi bileğimden tutup beni kendine çekti Onur. Bedenim bedenine çarpınca durdu. Gözlerimiz birbirine ateş saçıyordu. Bu alev ikimizi de yakardı, kül olurduk elbet o sözleri duymasaydım.
"Özür dilerim."
"Ne için özür diliyorsun?".
Derin bir nefes aldı,
"Ben kontrole geldiğin hastane de intörn olarak başlamıştım, seni gördüm. Merak ettim ve ... Ben gördüm Melek kürtaj yazıyordu. Dosya da kürtaj yazıyordu. Bir can Melek... Bir can bu kadar ucuz olmamalı... Neden sorumsuzluğunuzun bedelini bir can son bularak ödemeliydi? Neden anne baba olmayı hak etmeyenler anne baba oluyorlardı? Ben öyle sandım, sen o bebeğin sorumluluğunu almak istemedin, Emre istemedi sandım. Bir kalbi biz doktorlar hayatta tutmak için çırpınırken siz acımazsızca yok saydınız sandım."
Bana hastanede söylediklerinden pişmandı, odada kendisinden kaçtığımdan beri pişmanlığı yüzünden kıvranıyordu içten içe, öyle hızlı öyle kendisinden beklenmeyecek bir tonda sesi titreyerek sıralamıştı ki cümlelerini kendisini tanıyamamıştım.
Daha ne kadar beni şaşırtmaya devam edecekti. Yılların bize giydirdiği olgunluk giysisi böyle bir şey miydi? Kimdi ki karşımda duran bu adam.
Ben Onur'a aşıktım ya karşımdaki adama, bambaşka biri vardı karşımda bu Onur değildi.
"Kalbi durmuştu, bedenimi zehirlemeye başlamıştı. Onun varlığını benden başka bilen de yoktu, sende keşke bilmiyormuş gibi yapmaya devam etseydin. Keşke...", dedim daha fazla devam etmek istemedim kolumu çektim elinden. Özrünü kabul ettiğimi söylemedim. Ama affettim. O bilmese de affettim.
"Melek", dedi tekrar tuttu elimden, o sırada telefonumun ısrarla titrediğini fark etmiştim. Bahanem olacaktı bu arama, Onur'dan kurtulmak için aramayı yanıtlayacaktım. Arayan numara rehberime kayıtlı değildi. Arayanların evdekiler olma ihtimaline rağmen içinde bulunduğum durumdan kurtulmak için tereddüt etmeden yanıtladım aramayı.
"Sürpriz Melek, kimim ben bil bakalım!", arayan Emreydi.
Yüzüm düşmüş olacaktı ki yüzümdeki değişimi gören Onur'un yüzünün aldığı endişeli ifadeyi görüyordum.
Cevap vermedim Emre'ye, telefonu yüzüne kapattım. Bu kez de mesaj attı.
Telefonun mesajlarını girip gönderisini silmek ve numarasını engellemek istemiştim. Dosyaları indir ayarlarımı otomatik indire aldığım için şanslıydım.
Yoksa o mesajı görmemekle hayatımın ikinci en büyük hatasını yapacaktım.
Kahretsin!
Mesajda Feraye'nin baygın olduğu bir fotoğraf vardı ve altında seni aynı yerde bekliyorum yazıyordu.
On üçüncü bölüm sonu, devam edecek...
Bölüm sonu şarkısı
BİR YARALI KUŞTUM
Keder, feza üstüne
Yayılır elem içimden gökyüzüne
Onu benden çok sevmiş
Paramparça bir hikaye
Ömür ömür üstüne
Yaralar sirayet etmiş her yerime
İzini kaybettim artıkYarım kaldı bu hikaye
Bi' yaralı kuştumUçtum uçtum senden uzaklara
Acın içimde bıçak
Kesiyor damarlarımdan eski ben'i
Yakalandım sevda çölüne
Su ver yangınıma heyhat
Yıkın bu şehri yıkın
Sokağı, sevdamı, hatıramı yıkın
Geceler saklar sırlarımı
Bitmiyor bu yangın
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |