
>>>>>>>>XIV<<<<<<<<
Korkusuz olmak için korkuları yok saymak mı gerekir, korkularla kahramanca savaşmak mı?
>>>>>>>>XIV<<<<<<<<
Feraye Yalçınkaya
Boğazımda inceden bir sızı ağzımda ise ekşi bir tat...
Başımın ağrısını perçinleyen telefon sesi sanki kafamın içine içine yankılanıyor da son bulmak bilmiyor. Göz perdelerimi aralamak için henüz güç yetiremiyorum. Bedenim saç diplerimden ayak tırnaklarımın ucuna kadar sızlıyor, sanki muharebe sonrası enkaz yığınına dönmüşümde hayatta kalma savaşı veriyorum. Artık uyumuyorum ama uyanamıyorum da sanki. Başımın üzerinde tonlarca ağırlık kütlesi varmışçasına yastığa mıhlanmışım, sakaklarımdan başlayan, göz yuvalarına kadar devam eden ve ensemde dahil tarifsiz bir ağrının esiriyim.
Çalan telefonda yorgun düşüp cevaplanmayan aramalardan suspus olduğunda göz kapaklarımı bir miktar aralayabildim fakat bu kez de göz perdelerimi aralamama rağmen görüşüm netlik kazanmamış etrafı fulü bir şekilde adeta sis perdesi ardından görüyorum.
Görüşüm netlik kazanmaya başladığında fark ettiğim şampanya rengi zarif motiflerin bulunduğu duvar kağıtlarıyla kaplı duvara dikkat kesildim. Genellikle beş yıldızlı otellerin Süit odalarının dekorasyonunda kullanılan ince işçilikle dizayn edilmiş bu tür duvar kağıtları mimar olduğumda benimde vazgeçilmezim olacak kadar hayranlık uyandırıyordu.
İç açıcı renkleri insanın ruhunu okşuyor ağrıyan başıma rağmen kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu da hala kendimde tam olarak uyanma isteğini bulamıyorum.
Ağır hareketlerle bir miktar başımı doğrulttuğumda cenin pozisyonunda üzerinde uzandığım yatağa dikkat kesildim bu kez. Beyaz ve vizonun ağırlıklı olduğu yatak örtüsünün altında kaybolmuş gibiydi bedenim.
Ağır gelen başımı daha fazla doğrultamayacağımı fark edip yastığa tekrar gömdüm, görüş açımda kalan alanlara göz gezdirmek istesem de ağırlaşmaya başlayan göz kapaklarıma direnemeyip istemsizce gözlerimi tekrar yumdum.
Yorgundum ve hala çok fazla uykum vardı. Buna rağmen uykuyla uyanıklık arasındaki halimle gördüklerimi zihnimde tahlil etmeye çalıştım.
Daha önce hiç görmediğim bir odadaydım oldukça konforlu bir yatakta uyuyordum.
Başımın ağrısını dahi unutturacak bir his kapladı tüm bedenimi. Beynimde dolaştığını hissettiğim kaynar bir sıvı akımı sebebiyle gözlerimi tekrar açıp uyku mahmurluğuyla gördüğümü sandığım şeyleri tekrar doğrulamak istedim.
Daha önce hiç görmediğim bir odada, çıplak bedenimi sarmalayan bornozla yatağın sağ köşesinde kıvrılmış uyuyordum.
Kalbim imdat çığlıkları atarken ağzımda anlamsız bir sıvı artışı vardı ki yutkunmak isteğimde boğazımı düğümlüyordu.
Melek Ablamla buluşmak üzere kulübe gittiğimi, aralamalarıma ve mesajlarıma rağmen kendisine ulaşamadığımda kulübün barında tanıştığım arkadaşının refakatinde Melek Ablamı göreceğim anı heyecanla beklediğimi hatırlıyorum.
Bekledim, bekledim ve sonrasında alkolsüz başladığım içeceklere hangi akla hizmetse alkolle devam ettim. Sonra...
Sonra!
Melek Ablam gelmiş miydi? Neredeydim ben!
Sonrası yoktu... aklıma gelen en ufak bir anı yoktu ve Türk dizilerine konu olan bir sahneye gözümü açmışım gibi hissediyor olmamdı endişem.
Zorlukla kontrol etmeye çalıştığım nefesimi tutup bir cesaret ağır hareketlerle ardıma doğru dönmeye çalıştım. Yatağın diğer tarafını kontrol etmeliydim.
Yatağın sol tarafında üzerimizdeki örtünün uç kısmının sadece mahremini örttüğünü gördüğüm, yarı çıplak bir adam, yüz üstü, sırtı bana dönük halde yanı başımda yatıyordu.
Ben nasıl bu kadar sorumsuz olabilmiştim!
Yatağın sol tarafında gördüklerimle tüm bedenimin uyuştuğu hissettim.
Olabildiğine yavaş hareket ederek yattığım yerden doğruldum. Odanın dekorasyonundan otel odasında olduğumuzu anlamıştım. Etrafa göz gezdirdiğimde kıyafetlerimi göremedim. Odanın kapısı tam karşımdaydı bir an önce burayı terk etmek istiyordum ama üzerimde bornozla nereye gidebilirdim.
Tekrar yatağa doğru baktığımda adamın hala aynı yerde hareketsiz bir şekilde uyumaya devam ettiğinden emin oldum. Yatağın ayak ucu tarafında bulunan masa üzerindeki çantamı gördüm. Parmak uçlarımla masaya doğru yürüdüm çantamı aldım ve yere çöküp emekleyerek odadaki banyoya girdim. Kapıyı kapatmaya yakın örttüm ama ses çıkartmaktan endişe ettiğimden tam olarak kapatamadım. Odada uyuyan adamın uyanması şu anda isteyeceğim en son şey olurdu. Çantamın fermuarını açmak için yeltendiğimde titreyen ellerimin işlevini yitirdiğini anladım. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp hıçkırıklarımın duyulmaması için çabaladım. Bir gayret çantamı açıp içerisinde telefonumu aradım ve nihayetinde buldum.
Peki ben kimi arayacaktım?
Kime ne anlatacaktım?
Melek Ablam? Bulaşacağımız yere bile gelmemişti.
Halam? Kendisinden uzun zamandır haber alamıyordum.
Çınar?
Çınar yokluğumu çoktan fark etmiş olmalıydı. Beni muhakkak bulacaktı emindim. Peki beni burada, bu halde görse ona olanları nasıl açıklayacaktım.
Ne olduğunu, buraya nasıl geldiğimi kendim bile bilmiyorken! Kahrolası geceyi sarhoş olup tanımadığım bir adamın koynunda geçirdiğimi Çınar'a nasıl izah edecektim.
Ben böyle olsun istememiştim, hayal ettiğim şey bu değildi.
Melek Ablamla uzun süre sonra ilk kez birlikte olacaktık dertleşecektik... İlk kez kulübe gideceğim için onun yanına yakışır bir halde hazırlanmak istemiştim.
Bu yüzden Yasemin'i bile işinden alı koyup benimle ilgilenmesi içi ikna etmiştim. Alışverişe gittiğimizde Yasemin oldukça cesur bir giysi seçmiş ben ısrarla reddetsem de gecenin sonunda Çınar'ın beni alması için elinden geleni yapacağını söylemişti. Ona göre bu geceye Çınar'la devam etmeliydim. Aramızdaki soğukluğun farkındaydı ve bir an önce son bulmasını istiyordu.
Yasemin'e karşı belli etmesem de içten içe gecenin sonunda Çınar'la devam etmeyi gönülden arzu ediyordum.
Beni görsün, duygularımı fark etsin, beni sevsin istiyordum.
Peki içinde bulunduğum bu durum neydi? Ben nasıl böyle bir hata yapabilmiştim.
Kendimi asla affetmeyecektim. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordum. Aklıma Yasemin geldiği için onu aramaya karar verdim. Bana yardım edebilirdi.
Telefonun son aramalarından Yasemin'i bulup aradım. Uzun çalmalara rağmen aramam cevaplanmamıştı. Şarjım her an bitebilirdi. Bir umut tekrar aradığımda bu kez aramam cevap bulmuştu.
"Feraye Hanım Günaydın?"
"Yasemin bana yardım et, lütfen yardımına ihtiyacım var?", dedim fısıldar bir sesle.
"Neredesiniz, neyiniz var?" diye panikle haykırdığında Yasemin'in sesini içerdeki adamın duyabilme ihtimalinden endişe ettim.
"Bilmiyorum nerede olduğumu, yalnız değilim tanımadığım biri var burada... Korkuyorum."
"Hemen Adem'e haber veriyor..."
"Âdem olmaz" dediğimde telefonumun şarjının çoktan bittiğini fark etmiştim. Yasemin'in beni bulması imkansızdı. Bir cesaret kendimi toparlayıp bu odadan çıkacaktım. Başka çarem yoktu. İçerideki adam uyanırsa onunla yüzleşebilecek kadar güçlü de hissetmiyordum kendimi. Buradan bir an önce yok olmak istiyordum.
İnsanlar kabustan uyanırlardı değil mi oysa ben kabusa uyanmıştım!
Olaydan saatler öncesi...
Melek Korhanlı
Acı tecrübelerim olmuştu ve o kadar acıydılar ki daha fazlası olamaz diye düşünürdüm hep.
Emre bana yapabileceği en büyük kötülüğü yıllar önce yapmıştı. Kaybedeceğim bir şey kalmamıştı ki daha fazla korkup kendisinden kaçayım.
Yanılmışım!
Kaybedeceğim bir şey kalmadığını düşündüğümden Emre'nin gözlerinin içine baka baka kendisine meydan okumuştum.
Kaybedecek bir şeyim yok sanmıştım.
Vardı!
Feraye vardı.
İnsan kendinden geçermiş de sevdiklerinden geçemezmiş.
Feraye benim bu hayatta sevip değer verdiğim en kıymetli varlıkmış ...
İtalya'ya gittiğinde yokluğu kalbimde ki boşluğunu hissettirmeye başlamıştı.
Oysa aynı evde birlikte yaşarken birbirimizi görmediğimiz günlerimiz bile olurdu. O odasında vakit öldürürdü ben eğlencelerde, sözde yakın arkadaşlarımla gezmelerde...
Onun evde bir yerlerde olduğunu bilmek bile yetiyormuş meğer.
İnsan, hayatındakilerin kıymetini neden varlığında değil de yokluklarında anlıyormuş?
O İtalya'dayken içten içe onun için o kadar endişeliydim ki endişelerimi gidermek için Feraye'yle nasıl iletişim kurmam gerektiğini bile bilemiyordum. Bocalıyordum çünkü ne Tomris'le ne de annemle iyi bir iletişimde olamamıştım.
Kız kardeş ya da anne kız ilişkisi nasıl olur bilmiyordum. En iyi arkadaşım da erkekler olmuştu hep. Kız arkadaşlarım zaman zaman bastırdıkları kıskançlıklarını dışa vurduklarında aramızda samimiyetsiz ilişkiler doğurmuştu. Bunlar bahaneydi belki de kendimi daha da zorlamalıydım, Feraye'ye yakışır bir abla olmalıydım. Çabaladım.
Yemin ederim ki çok çabaladım! O İtalya'ya gittiği andan itibaren ilişkimizi güçlendirmek için elimden ne geliyorsa yapmaya çalıştım.
Feraye acaba arkadaş edinmiş miydi? Feraye acaba âşık olmuş muydu? Feraye acaba güvende miydi?
Feraye'nin ağzını aramak için aptalca şeyler bile yaptım. Kendisine takılıp özel hayatına dair sorular sorardım. Saçmaladığımı anladığım zamanlarda kendimi geri çekmeyi denedim. Ablalığımın ne kadar vasat olduğunu kendime defalarca kez ispatlamıştım.
Firuze Halam Feraye'ye bir başka düşkündü hepimiz bilirdik belki de en çok onun Feraye'ye düşkünlüğüne güveniyordum da kendi vasatlığımı umursamıyordum. Halam Feraye'yi benden daha iyi korur kollar diye düşünüyor kendimi teselli ediyordum.
Firuze Halam Feraye'yi korur, benim başıma gelenler onun da başına gelmezdi.
Gelmezdi elbet! Hem Feraye benim gibi aklı bir karış havada biri değildi ki.
Erkek çocuğu gibi gezerdi ortalıkta. Başlarda erkeklerin dikkatini çekmemesi bana iyi bir şeymiş gibi geliyordu. O güvendeymiş hissi veriyordu ama bir keresinde bir davette kardeşimin gıyabında görünüşüyle alakalı konuştuklarına kulak misafiri olmuştum.
Güzeldi benim kardeşim, hem de dünya güzeliydi. Kimseyle yarış halinde değildi, kimseye bir şeyler ispatlayacak da değildi elbet ama ya bu duyduklarımı o da duyarsa üzülmez miydi?
Üzülürdü de ses etmezdi!
Benim bile zoruma gitmişti de her gün Feraye'ye takılıp kendisine bakması için baskı yapar olmuştum. Sahi çok mu üzerine gitmiştim kardeşimin. Feraye'nin gıyabında konuşan o öfkelendiğim kişiler gibi olmuştum belki de onlardan daha çok üzmüştüm kardeşimi!
Yalçınkaya Holdingin davet gecesinde Çınar'ın yanında kuğu gibi süzülürken hepsinin gözü kardeşimdeydi. Kendi güzellik standartlarını tekrar gözden geçirdiklerinden emindim.
Sahi nasılda ışıl ışıldı kardeşim. Çınar ellerinden öyle sıkı tutuyordu ki onu, Feraye'yi her şeyden herkesten koruyacak sanmıştım.
Koruyamadı, koruyamadılar, koruyamadım!
Güçlükle de olsa tekrar bakabildim telefonumdaki fotoğrafa, gözlerim yağmur bulutunu aratmıyor göz yaşlarımsa yol bilmez bir şekilde yanaklarıma çiseliyor.
Ağla Melek acizliğine aptallığına ağla...
Bile bile lades olmadın mı ne bu şaşkınlığın!
Yanaklarından süzülen damlalar; senin ahmak ıslatan gözyaşların ...
Göz göre göre Emre'yi kışkırtmıştım. Sanki onunla baş edebilirmişim gibi kendisine meydan okumuşluğumun sonuçlarıyla acı bir şekilde yüzleşmek zorundaydım. Ben zorundaydım da ya Feraye!
Aptaldım hem de çok aptal!
Benim sebep olduklarımın bedeli olarak Feraye'ye bir şey olursa kendimi asla affetmeyecek, kendi vicdan mahkememden asla beraat edemeyeceğim...
"Feraye!" kardeşimin adını fısıldadı dudaklarım. Bedenim bana ait değilmiş gibiydi. Bedenimi saran titremeye engel olmak ne mümkün. Hava ısısı bir anda eksiye düşmüştü de üşüyordum.
Bakıyor ama göremiyor göz yaşları arasında boğulmamak için direniyor gözlerim.
Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildiğimde gözlerimin içine ne olduğunu anlamak ister gibi bakan bir çift karartı ile sanki kum saatinden dökülür hale geldi kumlar.
Onur'un gözlerinde sevdiğim birini kaybetmenin acısını hatırladım, bir kayıp daha vermeye dayanabilir miyim? Bu kez sağ çıkabilir miydim?
Asla
Duramadım yerimde, ardıma dönüp hızla koşmaya başladım. Ayaklarım kumlara battıkça sendeleyip düşüyordum. Umurumda mıydı? Değil, her düşüşümün ardından tekrar kalkıp kaldığım yerden koşmaya devam ediyorum.
Kayalıklara nasıl tırmandım? Nasıl yola çıktım? Kaç saniye sürdü hatırlamıyorum?
Düşüp kalkmaktan dizlerim, ayaklarım sızlıyordu. Arabaya binip, pedala bastığımda ayaklarımın çıplak olduğunu fark edebildim fakat benim kaybedecek vaktim yoktu. Acele etmem lazımdı, ayakkabılarımı almak için geri dönemezdim.
O celladın yanında çocuk kalpli bir kız vardı, belki de şu an can çekişiyordu çocukluğu.
Kardeşimi o adamdan kurtarmalıyım. Benim yüzünden incinirse, benim yüzünden ona bir şey olursa! Bu kez hiçbir şey beni durduramayacaktı. Ne merhamet ne hukuk ne de o çok kıymetli inançlarım bu kez bana mâni olamazdı!
Kendimle birlikte öldürürdüm o adamı...
Hiç var olmamış gibi diri diri yakardım! Tereddüt etmez yapardım.
Kardeşim için her şeyi yapardım!
Kim yapmazdı ki!
Dalıma kastedenlerin ağacını kökünden söküp atmazsam varlığım hiçbir yerde huzur bulmasın!
Benim kardeşim böyle bir adamla baş edemezdi ki! Çığlık atsa sesini duyan olur muydu? Beni duymamışlardı.
Hem benim kardeşim korktuğunda çığlık da atamazdı, içine kapanır çaresizce ağlardı.
Kendi evinde bile acıktığında yemek yemez, yemek vakitlerine kadar beklerdi. Canı yansa yanıyor demezdi de bir köşeye çekilir acısının dinmesini beklerdi.
Ürkekti, çok ürkekti kendini koruyamazdı.
Korkardı! İnsanlarla konuşmaktan, kalabalıktan, yanlış anlaşılmaktan çok korkardı ama bir o kadar da güvenirdi insanlara, bir gülüşe aldanırdı.
Hesapları kitapları yoktu ki Feraye'nin. Siyahı da pembe gibi beyaz gibi masum renklerden sanırdı. Karanlıkta kalmamıştı ki hiç! Karanlığın ne denli soğuk ne denli can yakıcı olduğunu bilsin.
O, her şeyi kendi içinde yaşardı. Eğer ona bir şey yaparsa oracıkta ölürdü kahrından, kaldıramazdı.
O kadar aciz, o kadar savunmasız, o kadar narindi bedeni, kalbi, ruhu... Böyle bir travmayı kaldıramazdı.
Titreyen ellerime rağmen öfkeden direksiyonu sıkıyordum, gaza yüklendikçe yüklendim. Bana attığı fotoğraftaki oda, kendimi yitirdiğim odayla aynı odaydı. Çok acı ki nerede olduklarını fotoğrafı görür görmez anlamıştım.
Tek başıma baş edemezdim o adamla.
Çınar'a ulaşmam lazımdı ama numarası yoktu bende. Bir yandan arabayı sürerken diğer yandan sirinin yardımıyla Seda'yı aradım.
"Selam Seda"
"Selam Melek, şaşırdım bunca zaman sonra hayırdır?"
"Ya o kadar uzun zaman oldu değil mi? Seda bana çok acil Çınar'ın numarası lazım Feraye'nin telefonu kapalı kendisine ulaşamıyorum, aklıma sen geldin.", sesimi kontrol altında tutuyordum, olanları öğrenmesini isteyeceğim en son kişi o olurdu ama ona lu anda mecburdum. Çınar'la yakındılar ve benim Çınar'a ulaşmam lazımdı.
"Ya, peki tamam atıyorum da Çınar'ın numarası neden kayıtlı değil sende, kardeşinin eşinin numarasının sende olmamasını anlamadım."
Sarışınlar aptal olur derlerse inanmayın, Seda'ya ne kadar nefret kussam da zekâsı hayranlık uyandırılacak seviyede olduğunu biliyorum.
Dostunuzu yakın düşmanınızı daha yakın tutun derler. Onun istediğini elde etmek için kurduğu alicengiz oyunlarına defalarca kez şahit olmuştum.
Ne kadar gergin olursam olayım karşımdakinin Seda olduğunu unutamamalı, temkinli davranmalıyım.
"Beni yakaladın, aramız iyi değil ne Çınar'la ne bizimkilerle. Yeni erkek arkadaşımı tasvip etmiyorlarmış bana bir tek Feraye destek verdi. Uzun hikâye numarayı atsan diyorum"
"Hımm, bence bir ara görüşelim iyi bir dinleyiciyimdir biliyorsun. Hem çok uzun zaman oldu iki lafın belini kırmayalı, sadece işin düşünce arama."
"Olur, olur ilk fırsatta."
"İlk fırsatta mı? Hahaa... İşten güçten ben vakit ayırabiliyorsam senin de hayli hayli vakit ayırabilmen lazım ama sende haklısın partilerden eğlencelerden vakit bulmak pek de zor olsa gerek."
Lanet olsun! Onun laf sokmalarına tahammül etmek zordu ama dayanmalı sakin kalmalıyım.
"Tamam, hafta sonu görüşelim. Şimdi müsaade isteyeceğim"
"Bay...", dedi kendine has vurgusu ve tiz sesiyle. Direksiyonun kontrolünü sol elime bırakıp boştaki elimde bana gönderdiği numarayı aradım.
Saniyeler saatler gibi geçiyordu, trafik akmıyordu. Daha ikinci arama sesi çalmıştı ama sanki uzun zamandır aramamın cevaplanmasını bekliyormuşum gibi telefon açılsın diye bağırarak söyleniyorum ki aramam nihayetin de yanıtlandı,
"Efendim."
"Çınar! Ben Melek Blue Club'a gelmelisin hemen!"
"Melek sesin kötü geliyor, Feraye'ye bir şey mi oldu?"
"Bilmiyorum ne durumda olduğunu henüz bilmiyorum, fotoğrafını yolladı o pislik oraya gidiyorum, baygındı kendinde değildi ... acele etmeliyiz "Panikle olayı anlatmaya çalışıyorum ama beceremediğimin de farkındayım zira izahat için ne gücüm ne vaktim var.
"Melek sen neden kimden bahsediyorsun?" dedi bir yandan da Âdem diye birine bağırarak arabayı sağa çekmesini direksiyona kendi geçeceğini söyledi.
"Çınar vakit yok yetiş Kardeşime bir şey yapacak lütfen. Ben de yoldayım", adını anamayışım öfkeden mi korkudan mıydı?
"Melek sen nasıl! Kim ne oldu lan Feraye'ye!"
Daha fazlasını anlatacak takatim kalmamıştı. Trafikte makas atıyordum, tüm dikkatim bir an önce varmak istediğim yerdeydi. Çınar'ın öfke kusan sorularına cevap verebilecek durumda değildim. Sonuçta onu koruyamamıştı, O da benim kadar suçluydu.
"Ne olduğu kim olduğunu bilmiyorum ama Feraye'ye bir şey olduysa çok değil dakikalar sonra sebep olanların selasını okutmazsam bana da Çınar demesinler!"
"Çınar! Bir an önce Feraye'ye ulaşmalıyız! Öfkeni varacağımız yer için sakla!". Aramayı bu sözlerle sonlandırdım ve tüm konsantrasyonumu varmak istediğim yer için yola verdim.
Çalan korna seslerini duymazlıktan gelip gazla fren arasında mekik dokuyan ayağımla arabaların arasından sıyrılarak varacağım noktaya bir an önce ulaşmak için zorluyordum.
Varmıştım, sonunda varmıştım.
Arabamın kapısını açıp çıplak ayaklarımı asfalt zemine bastığımda ayaklarımın uyuştuğunu hissettim. Bedenimin titremesini görmezden gelip arabanın kapsını kapattım ama nafile güçsüzdüm hem de çok güçsüz. Ellerimi arabanın tavanına yaslayıp alnımı da ellerimin üzerine dayadım, gücümü toplamaya çalıştım.
Sanki yer çekimi her zamankinden kat ve kat fazlaydı da ayakta durmak için daha fazla güce ihtiyacım var gibiydi. Korkuyor olsam da cesur olmam lazımdı.
Çınar gelmek üzere olmalıydı. Kulübe girmek için ardıma döndüğümde ardımdaki karartıya çarptım, sendeleyip sırtımı arabaya vurdum.
"Melek!".
Başımı kaldırıp baktım sesin sahibine. Gözlerimde yıldızlar uçuşuyordu, tansiyonum mu düşmüştü.
Görüntü normalleşince fark ettim karşımdaki Onur'du. Beni takip etmişti. Tükenmişliğim son limitinde karşımda Onur görmek, onun varlığına tutunmak bir kez daha beni kendime getirmişti.
Sanki aramıza yıllar girmemiş, düne kadar beraber gülüp eğleniyormuşuz da birbirimize hala çok yakınmışız gibi bedenine sarılıp kendisinden yalvarırcasına yardım istedim.
"Onur, bana yardım et!"
"Melek sana yardımcı olabilmem için sende bana yardımcı olur musun, bu halinin sebebi ne, neler oluyor?" sordu. Şaşkındı.
Daha önce başıma gelen o korkunç olayın sabahında bile onun karşısında dimdik durmayı başarabilmişken şimdi hiç olmadığım kadar tükenmiş hissediyordum. Beni hiç bu kadar dağılmış bir halde görmemiş olmalıydı?
"Anlatacak vakit yok bir an önce içeriye girmem lazım.", dağılmış, tükenmiş, panik hallerimle ağzımdan çıkan sözcükler bunlar olmuştu.
Kaşlarını çattı ama başka da bir şey sormadan elimden tutup parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi, onun varlığıyla gücümü toparlıyordum sanki ama hala korkuyordum çok çok korkuyordum.
Birlikte kulübe doğru ilerledik, gazetecilerin varlıklarını fark ettiğimde başımı Onur'un omzuna doğru eğilerek sakladım ve görüntü vermediğimi umarak kalabalığın arasından sıyrıldık. Birlikte içeri girdiğimizde hala el ele tutuşuyorduk ama bu kez ben onun önüne geçtim. Gideceğimiz yerin yolunu bilen bendim.
Bu kulübe yıllar sonra ilk kez gelişimdi. İçerisi baştan aşağı restore edilmiş, pist, dekor masalar... yenilenmiş farklı gözüküyordu ama havası değişmemiş aynıydı, tıpkı o günkü kadar kasvetliydi.
Lavaboların olduğu koridora doğru yöneldik bir miktar ilerledikten sonra merdivenleri gördüm. Merdivenlerde yenilenmişti. Merdivenin basamaklarında ilerlerken adımlarım birbirine karışıvermişti dengemi kaybettim. Geriye doğru devrilirken arkamda Onur varlığını hissettim. Devrilmek üzere olan bedenim, sırtımın Onur'un göğsüyle buluşmasıyla dengesine kavuşmuştu.
Bedenlerimiz birbirleriyle temastayken hissettiğim Onur'un kalp atışı mıydı benim ki miydi emin olamıyordum? Başımı geriye doğru eğdiğimde, aramızdaki boy farkının sebep olduğu mesafeyi azaltmak istercesine Onur da başını bir miktar bana doğru eğdi, gözlerini gözlerimle buluşturdu. Yüzüme yukarıdan bakarken nefesi alnıma değiyordu. Sırtım ona doğru yaslı varlığının sıcaklığıyla ısınırken gözlerinin karasının aslında ne kadar aydınlık hissettirdiğini ne kadar huzur verici olduğunu hatırladım. Tüm kaslarım bir anda gevşemiş gibiydi.
"Kardeşimi burada tutuyor, kardeşimi ondan kurtarmam lazım.", ağlamaklı sesimle ağzımdan dökülüverdi sözcükler.
Gözlerinin karası yıldızsız gökyüzü kadar ürkütücü bir hale büründü bir anda, kaşları daha da çatıldı. Onur'un bir anda buz kesen bedenini hissetmemek mümkün değildi.
"Kim?", sordu öfkeyle. O daima hayranı olduğum sesinin ilk kez bu tonda yankı bulduğunu duyuyordum. Yutkundum adını anamıyordum ya da anmak istemiyordum bilmiyorum.
"O", demekle yetinmiştim fazlasına dilim varmadı.
Öfkeden mi korkudan mı hala bilmiyordum adını anmaya dilim varmadı.
Başımı önüme eğip tekrar doğruldum ve merdivenleri tırmanmaya devam ettim. Onur'da arkamdan beni takip ediyordu.
Giriş katının aksine üst kat oldukça sakindi, kimsecikler yoktu. O lanet olasıca koridora girdik.
Nefes alamıyordum, ilerledikçe bulunduğumuz yerde oksijen azalıyordu sanki durdum.
Soluk alıp verme çabam gürültülü bir hal almıştı, göğsümü şişiriyordum içime hava doluyordu ama ben nefes alıyor gibi hissetmiyorum.
Bu halimi fark edip bedenimi kendine çevirdi Onur, yüzümü elleri arasına aldı baş parmaklarıyla şakaklarımdan süzülen terleri sildi. Ben dilime kadar gelen sözleri özgür bırakmaya çabalarken ardımda yankılanan bariton sesin kaynağına doğru dikkat kesildik.
"Buradan devam edemezsiniz!"
Onur'un arkamda sabitlenen bakışının olduğu yöne döndürdüm bedenimi, iki tane iri yarı kilolu takım elbiseli adam bize doğru koşar adımlarla geliyordu.
"Patronunuz çağırdı bizi!", dedim güç bulduğum sesimle.
Bu mekânın sahibinin Emre olduğunu o geceden çok çok sonra öğrenmiştim.
"Yalnızca sizi Melek Hanım", dedi adamlardan uzun olanı ama Onur adamların gözlerinin içine bakarak elimi daha da sıkı tuttu ve beraber ilerleyeceğimizin sinyalini verdi.
Bu şekilde birlikte birkaç adım daha ilerledik ama adamlar Onur'un geçmesine izin vermediler, ben aralarından sıyrılıp devam edecekken duraksadım ve ardıma döndüm,
"Melek beni bekleme git ama çok değil saniyeler sonra yanında olacağım."Onur bana sesini duyururken eş zamanlı olarak ceketini çıkarıp eline aldı.
Ben adamların ardından birkaç adım ilerledikten sonra ardıma tekrar dönüp kontrol ettiğimde Onur adamlarla çoktan arbedeye başlamıştı. Onur adamlara doğru tekmeleri savuruyor, dövüşürken yumruklarını değil tekmelerini kullanıyordu. Adamlardan biri bıçak çektiğinde alıp vermekte güçlük çektiğim nefesimin kesildiğini hissettim.
"Onur!", diye bağırdım var gücümle. Şakağıma saplanmıştı sanki onur için çekilen o bıçak. Başıma dehşet bir ağrı girmişti.
"Merak etme Melek, sen devam et sana yetişeceğim!", diye bağırarak karşılık verdi Onur. Ortalığı inleten müzik sesinden farklı bir frekansta iletişimdeydik sanki birbirimizi net bir şekilde duyup anlaşmıştık.
Onur arbedeye rağmen beni iyi olacağı konusunda telkin etmeye çalışmıştı.
Elindeki ceketi bıçak çeken adamın koluna sardı ve bıçağı etkisiz hale getirip adamı tekmelemeye başladı, avantajlı duruma geçtiğinden emin olup Onur'u ardımda bıraktım ve koridorda ilerlemeye devam ettim.
Kardeşime ulaşmam lazımdı. O iğrenç adamın elinden bir an önce kurtarmalıydık Feraye'yi.
Her adımımda zaman geriye doğru kıvrılıyordu da sanki o kara geceye doğru adım adım geçmişe dönüyordum.
Önümde duran görünmez bariyerlere toslayıp duraksıyor kendime geldikçe kaldığım yerden güçlükle de olsa ilerlemeye gayret ediyordum.
Hayatımın karardığı o odaya tekrar gidecek olmak bedenim için çok fazlaydı.
Güçlükle de olsa sonunda varmıştım, artık olmaktan korktuğum yerdeydim...
Yıllar önce hayatımım karardığı odanın kapısındaydım.
Yeni cilalanmış gibi parlıyordu kapının oymaları, her bir motif hafızamın en tozlu rafından gözlerimin önüne serilmişti. Defalarca yumruklarımla buluşmuştu bu motifler. Bir umut sesimi birilerine duyurabilmek için imdat çığlıkları atarken, meğer bilmeden kapının her bir detayını aklımın not defterine işleyivermişim.
Geçmişimde iz bırakan anılarımın unutulmak üzere terk edildiği odaya açılan kapının tokmağını sıkıca tutuyorum ama bir türlü çevirmeye cesaret edemiyorum.
Kulaklarım çınlıyor, bir el boynumu sıkıyor da yutkunamıyorum. Nefes alışverişlerim de bir süredir düzensiz. Bedenimden soğuk soğuk terler boşalıyor.
Korkuyorum, bu kez çok daha fazla korkuyorum.
Göreceklerimden korkuyorum, geçmişte olanlar gözlerimin önünden geçiyor da bu kapının ardındakilerin bana hatırlatacaklarından korkuyordum.
Korkmak faydasız, korkmak vakti değil biliyorum, durmak vakti değil vakit eşref vakti.
Kardeşim için güçlü olmalıyım, titreyen bedenime rağmen kapının tokmağını güçlükle de olsa çevirip ardından kapıyı araladım.
İçeriden yüzüme sıcak bir hava vurmuştu sanki alevlerin içerisine doğru yürüyordum. Odaya adımımı attığımda dekorun yıllar öncesindeki haliyle aynı olduğunu gördüm ama bana iletilen fotoğraftaki görüntünün aksine deri koltukta kimse yoktu oda boştu. Anılarımdakinden farklı olarak bir zamanlar odanın sağ tarafında içki mahzenini aratmayan rafların yerinde şimdi at üzerindeki süvarilerin birbirlerine kılıç salladığı figürlerin işlendiği ahşaptan bir panel duvar vardı.
Yutkundum, Feraye bu odada yoktu. Darmadağın olmuştum, kapanan kapı sesiyle irkilince sesin geldiği yere, ardıma doğru döndüm.
Bedenimden boşalan soğuk terlerin aksine içimde harlanan koca bir alev vardı artık.
Karşımda tüm iğrençliğiyle duran Emre'ye doğru atıldım.
"Kardeşim nerdeee! Nerde Kardeşim!", yumruk yaptığım ellerimle onun göğsüne var gücümle vura vura haykırıyorum.
"Nerde! Nerdeee dedim, konuşsanaa."
Emre sağ bileğimden kavrayıp kolumu ardıma çevirirken bedenimi de döndürdü ve kolumu arkama doğru iyice büktü. Boştaki eliyle saçlarımı kavrayınca bende boştaki elimi onun saçlarımı kavrayan ellerine tırnaklarımı geçirmek için kullandım. Beni masaya doğru sırtımdan iterek yürütüyor.
Gözlerimden yaşlar akıyordu yürümemek için ayaklarımı sürüp direniyor, kollarımla güç uygulamaya çalışıyorum.
"Kardeşim Nerde!"
"Kardeşini değil kendini düşün bence! Sana o günü hatırlatacağım. Sana ilk gecemizi hatırlatacağım."
"Bırak!"
Her bir anı aklımdaydı. O iğrenç masayı nasıl unutabilirdim, deri koltukları yerleri... yerdeki halı bile aynıydı.
"Kurtulamazsın, bu kez kurtulamazsın Emre! Seni öldürürüm. Yemin olsun bu kez seni öldürürüm!"
"Neden böyle söyledin ki şimdi! Dur tahmin edeyim, acaba sen o muhteşem gecemizi hatırlamış olabilir misin? Ya da ımmm fotoğrafı atar atmaz buraya gelişini de hesaba katarsak acaba sen buradaki anılarımızı hiç unutmamış olabilir misin?"
"Aşağılık herif! Senin ne kadar iğrenç bir mahluk olduğunu hatırlıyorum! Senin ne kadar iğrenç bir varlık olduğunu asla unutmadım!"
Haykırışlarıma, direnişlerime rağmen sırtıma uyguladığı baskıyla üst bedenimi göğsümden masaya dayamayı başarmıştı Emre, yine gücüm yetmemişti kendimi savunmaya, yine gücüm yetmemişti onun baskısına karşıya koymaya.
Nefesimi tuttum, gözlerimden yaşlar süzülmüyordu, çağlıyordu .
"Bu kez ayık kafayla sana hayatının en güzel gecesini yaşatacağım ama biliyor musun ne yaparsak yapalım ilk gecemiz ki kadar mükemmel olmayacak Melek!"
Ardımızdaki kapının açılmak için zorlandığını işitirken yardım çığlıklarımı arttırdım, kapının kırılma sesinden birkaç saniye sonra da Emre'nin sırtıma uyguladığı baskısı son buldu.
Kulaklarımda ki çınlama sesine karışan bariton sesin Emre diye haykırdığını işitiyorum. Emre'nin beni bırakmak zorunda kalmasını fırsat bilip masadan destek alıp doğrulmaya çalışırken masadaki şişe ve kadehlere çarpışımla yere düşürdüğüm kadeh ve şişenin zeminle buluşup kırılışını zeminin içkiye bulanışını kendimi toparlamaya çalışırken istemsizce seyrediyorum. Doğrulup ardıma döndüğümde Onur'un Emre'yi öldüresiye yumruklarken avantajlı konumda olduğunu gördüm.
Kendimi bir miktar toparlayıp kardeşimi bulmak için hareketlenecekken, gözümün önünde değişmek üzere olan tablo karşısında kendimi haykırırken buldum.
"Onur ! Arkanda...!"
Ellerimle yüzümü kapadığımda en son gördüğüm görüntü bir adamın elinde bıçakla Onur'a doğru koşuşuydu.
Çığlık çığlığa bir cesaret gözlerimden ellerimi çektiğimde Çınar'ın da geldiğini gördüm. Çınar yanındaki adamla birbirlerini kollayarak desteklerken odaya başkaları da akın akın gelmeye devam ediyordu. Bu gelenler Emre'nin adamları olmalıydı.
"Feraye nerede!" Çınar'ın öfke kusan sesinden anladığım tek cümle Feraye'nin nerede olduğunu soruşuydu?
Feraye neredeydi?
Arbede devam ederken ben tekrar kardeşimi aranmaya koyuldum. Emre yerde baygın halde duruyordu. Onur, Çınar ve Çınar'ın Adem diye seslendiği kişi de gelen adamları hırpalıyorlardı.
Anlamıyordum Emre'nin bana fotoğraf gönderdiği oda buraydı ama kardeşim neredeydi?
"Feraye Nerde!!!!", diye bu kez de ben kendi kendimi sorgulayarak panikle haykırdığımda
Odadakiler bir anda bana dikkat kesildiler, dağıttığım dikkatleri yüzünden Onur ve Çınar birer darbe almışlardı. Kendilerini kısa sürede toparlayıp adamlarla dövüşmeye kaldıkları yerden devam ettiler.
Aklıma odanın ahşap duvar dekoru gelmişti. Ahşap dekoru yokladım, birkaç yerinde blokların ayrılma izi olduğunu gördüm ve dekoru izlerin olduğu yerden zorladığımda karşımdakinin aslında duvar değil de katlanabilir sürgülü bir kapı olduğunu fark ettim. Güçlükle de olsa kapıyı bir miktar aralayıp odaya girebileceğim derecede açıklık yakaladım. Odanın bölünen kısmına girdiğimde diğer odadakine benzer deri koltuk üzerinde Feraye'yi kendinden geçmiş yatar halde budum.
"Feraye!"
Aramızdaki mesafeyi nasıl kapattım hatırlamıyordum, kendimi ışınlanmışım gibi Feraye'nin dibinde bedenini kontrol ederken buluverdim.
Ellerim titriyordu. Neden hareketsizdi kardeşim.
Nefes alışverişlerini kontrol ettim ilk önce, nefes alıyordu ama kendisini sarsmama rağmen gözlerini aralamamıştı.
Gözlerimden yaşlar süzülüyordu, görüşüm bulanıktı ama Feraye'nin ne durumda olduğunu anlamak onun her bir detayını görmek için kendimi zorluyordum.
Bedeninin açık kalan yerlerine, üzerindeki elbiseye, giydiği tül çoraba, ellerine, bileklerine boynuna, göğsüne, her yerine dikkatle baktım. Avuçlarının içinde minik minik kesik yaraları vardı. Benzer kesikler dizlerinde de varla yok arasındaydı tül çoraba rağmen dikkat edildiğinde kendini belli ediyordular ama giysisinde herhangi bir arbede izi yoktu!
Yaraları yeni değildi! Ne olmuştu kardeşime böyle!
Ellerini elime aldım ve avuçlarını koklayıp öptüm. Bu ellerdi yıllar yıllar önce bana sevgiyi öğreten. Yumuk yumuklarken parmağımdan tutan bu ellerdi ama neden böyle hareketsizlerdi şimdi? Neden? Kardeşimin bedeni cansız gibiydi ama sıcacıklardı da.
Neden böyleydi?
Ellerini bırakıp yüzünü avuçlarım arasına aldım ve tekrar seslendim ama kendine gelemiyordu? Allah Aşkına açsındı gözlerini, Allah aşkına dudaklarından bir seda duyulsundu!
"Feraye, aç gözlerini, aç ne olur kardeşim." Başını göğsüme bastırdım.
"Benim yüzünden! Seni koruyamadım, seni koruyamadım. Ben berbat bir ablayım ben dünyanın en kötü insanıyım. Affet. Affet!"
"Melek!", diye haykırdı odaya ilk giren Çınar oldu.
"Çınar! Kardeşim uyanmıyor açmıyor gözlerini, Çınar!", haykırdım, Çınar'ın ardından görüş alanıma Onur'da dahil olmuştu. Ben ağıtı aratmayan haykırışlarımı sürdürürken Çınar olduğu yere mıhlanmış Onur'sa koşar adımlarla yanıma varmıştı. Benden müsaade istemesine rağmen afalladığım için midir bilmem Onur'a tepki verememiş Feraye'yi sarmaladığım kollarım arasından görmelerine müsaade edememiştim. Onur bu kez bana rağmen Feriye'yi kollarım arasından alıp hızla muayeneye başladı.
"Nabzı düzensiz atıyor.", dedi.
Aklıma gelmesi gereken aklımdan önce dilime geliverdi bir anda;
"İlaç!" dedim yutkundum.
Nefesim kesilmişti, Sesimi düzeltip devam ettim.
"İlaç vermiştir o.".
Onur'la Çınar'ın bakışlarına kısa bir müddet hapsolduktan sonra Onur,
"Hastaneye gidiyoruz.", dedi.
Odaya henüz giren Adem'i gördüğümüzde Çınar
"Doktor Selami'yi ara Âdem, hemen!", diye emir verirken eş zamanlı olarak koşar adımlarla yanımıza gelip Feraye'yi kucakladı. Âdem vakit kaybetmeden kendisine söyleneni yapmıştı.
"Telefonu kapalı Çınar Ağabey"
"Nasıl kapalı!", diye haykırdı bu kez Çınar, Onur ise
"Vakit kaybetmeden hastaneye gidelim", diyerek kendi söylediğini bu kez vurgulayarak tekrarladı. Çınar bu kez Onur'u başıyla onayladı ama ben onları durdurdum.
"Gazeteciler!", sanki bizi birileri duyabilirmiş gibi kısık bir tonla fısıldadım odadakilere. Onur
"Önemli mi?", derken Çınar ne demek istediğimi çoktan anlamıştı. Benim için önemli değildi, umurum bile değildi, benim namıma istediklerini yazıp çize dursunlardı.
"Feraye için önemli, o baş edemez. O acımasız insanlarla, yapılan iftiralarla baş edemez.", dedim gözlerimden süzülen yaşları durduramıyordum.
Onur'un gözlerinin karası daha da koyulaşırken esmer teninin aksine solduğunu görmüştüm. Yutkunup ellerimle yüzümü sıvazladım, sol kolumun boşluğa düşmesine izin verirken sağ elimi göğsüme dayayıp kalbimden bir şeyler düşünebilmem için bana müsaade vermesini istedim.
"Feraye'yi alt kata indiğimizde belinden kavra bende kolundan destek veririm ne bileyim birlikte sarhoş olduğumuz bir geceden evlerimize ayrılıyormuşuz gibi yapalım.".
Çınar beni başıyla onaylayarak sakinleşmemi sağladı belki de söylediğim şey çok saçmaydı.
"Âdem sen önden git, arabayı hazırla gazetecilerin dikkatini dağıtacak bir şeyler yap."
"Tamam Çınar Ağabey."
Hep birlikte hareketlendik ve bulunduğumuz saklı alandan sırayla birbirimizin ardı sıra çıktık. Hayatımı mahveden adam hayatımı mahvettiği odanın yerinde sırtı koltuğa dayalı baygın halde yatıyordu. Ben hariç odada kimse kalmamıştı, hızlı hareket ettiklerinden peşlerinden gelmediğimi fark etmemiş olmalıydılar.
Allah bana bir fırsat vermiş olmalıydı ya da imtihan ediliyor olmalıydım.
Gözlerim yerdeki kırık şişe parçasına takıldı. Geçmişte bu odada yaşadıklarım, bugün yaşananlar gözlerimin önünden akarken kalbimin ritmini değiştiriyordu.
Tam da şu anda siyahla ile beyaz arasındaki ince çizgi üzerindeydim.
İyi ile kötü insan olmak arasında bir seçim yapma zamanıydı artık.
Neden iyi olmanın bedeli bu kadar ağırken iyiliği seçecektim. Bir kez de ben kötü olsaydım, üstelik haklı sebeplere de sahiptim. Bu pislik adam yaşadığı sürece etrafını kirletmeye devam edecekti.
Hayatı boyunca seçim yapmak zorunda kalmamış olanların, kendilerini iyi biri olarak addetmelerinin adilce olmadığını düşündüm.
Yerdeki kırık şişe parçalarından en sivri olanını gözüme kestirip elime aldım, ağır adımlarda Emre'nin yanına doğru yürüdüm. Yanına vardığımda dizlerim üzerine yıkılırcasına çöktüm.
Diz kapaklarım acımıştı, acısındı umurumda mıydı?
Başı sağ tarafına dönmüş koltuğa dayalı, yerde yığılmış hareketsiz halde duran bedenini tepeden tırnağına kadar süzdüm.
Göğsü hafif hafif yukarı aşağı hareket ediyordu hala nefes alıyordu.
Havayı kirletiyordu varlığı, havayı ziyan ediyordu solukları. Hak etmiyordu.
Aldığı tek bir nefesi bile hak etmiyordu, o kötüydü, iğrençti ve asla karanlığı aydınlık olmayacaktı, asla pişman olmayacak, iyi biri olmayacak bu halleri değişmeyecekti bu gece bunu bir kaz daha ispatlamıştı.
Elimdeki keskin şişe parçasını var gücümle sıktım ve havaya kaldırdım. Gözüme boynunu kestirmiştim, tam oraya o iğrenç boşluğa elimdekini saplarsam son bulur muydu solukları?
Yutkundum, havada tuttuğum elim titriyordu. Gözlerimi olabildiğince açık tutmaya çalışarak yapmayı planladığım şeyi hayal ediyorum. Elimdeki kırık cam parçasını boynunda gözümü sabitlediğim noktaya saplayarak tek darbeyle her şeye son vereceğim.
Hafifleyeceğim, dünya daha nefes alınabilir bir yer olacak.
O olmayacak, onun varlığı son bulacak...
"ÖL!", diye haykırırken eş zamanlı olarak havadaki elimi hızla boynuna doğru indirmek için hareketlendiğimde bileğimden tutulup ayağa kaldırıldım. Ardımdaki kişi tarafından belimden geriye doğru çekildiğimde hala öfkeyle "öl", diye haykırışım devam ediyordu. Kulağıma fısıldananlarla kendime geldim.
"Melek, sakin ol. Derin derin nefes al ver. Bırak o elindekini."
O büyüleyici sesiyle kelimeleri sakince ve tane tane kulağıma fısıldayan Onur'du.
Bileğimden tuttuğu elim hala başımın üzerinde duruyordu da kollarıma sıcak bir şeyler sızıyordu. Elimdeki kırık şişe parçası yüzünden yaralanmış kanıyordum ama yine de Onur'a bileğimin kontrolünü vermemek için direniyordum.
Onur kulağıma o naif sesiyle cümlelerini fısıldadıktan sonra boyun boşluğuma çenesini yerleştirip yanağını yanağıma uysalca sürttü. Bir kedinin bedenini sahibine sırnaştırması gibi sevecen bir halde Onur da ardımdan bir eliyle havadaki elimi tutarken diğer kolunu karnıma doğru dolayıp çenesini omzundan boyun boşluğuma dayamış yanağı ile yanağımı sıvazlıyordu.
Tüm gücüm tükenmişti de kaskatı kesilen bedenim gevşediğinden yere yığılmasın diye ardımda duran Onur'un varlığıyla güçlükle ayakta kalmayı başarıyordum.
Onur havada tuttuğu bileğimin kontrolünü ele geçirip kolumu usulca aşağı doğru indirdi ve elimi açıp içindeki keskin cam parçasını yere düşürttü. Başımı onun yüzüne doğru döndürdüğümde, bedenimi de kendisine çevirip belimden sıkıca sarıp beni kendine daha da yaklaştırdı ve karalarını gözlerime kilitledi.
Çok kısa bir süre birbirimizin gözlerinde kendimizi aradık ve sonrasında alnını alnıma dayayıp sanki rahatlamışçasına ne zamandır tuttuğunu bilmediğim soluğunu bırakıverdi.
"Feraye!", deyip kardeşimi hatırlayışımla kendime geldim ve alnımı alnından ayırmamla Onur'un yutkunduğunu gördüm.
"Hadi onlara yetişmemiz lazım.", dedi Onur güçlükle, onun o nefes kesici sesini duyabilmek ödül müydü, ceza mıydı bana bilemedim?
"Buradan bir an önce gidelim.", dedim bende kendisini desteklercesine ve hala tuttuğu bileğimden nazikçe çekerek beni odadan koridora doğru dışarı çıkarışına itiraz etmeden, kendisini takip ettim.
Odadan dışarı çıkıp bir miktar ilerlediğimizde duraksadık, Onur boştaki eliyle boynundan çıkardığı kravatını kanayan yarama sardı. Ardında da giydiği ceketini tekrar çıkarıp omuzlarıma attı ve yaralı elimden sıkmadan nazikçe tutmaya devam etti.
Bu şekilde kulüp kapısına kadar gelmiş kapıdan çıkmayıp kare holde duraksadık. Çınar'la Feraye de buradaydılar. Tabi Feraye hala kendinde değildi. Çınar iri cüssesiyle Feraye'nin cılız bedenini belinden kendine yaslamış bir şekilde duvardan da destek alarak ayakta duruyor, bir yandan telefonda Adem'le konuşuyordu. Dışarı da bekleyen gazeteci sayısının oldukça fazla olduğunu içeriyi göstermeyen camlardan dışarıyı incelerken görebiliyorduk.
Ünlülerin akın ettiği, kendilerine bol bol malzeme çıkacak çok bilindik bir mekandaydık.
Herkesçe özenilen takip edilen sözde mükemmel bir hayatım vardı. Bence dikkat çekici bir magazin figürüydüm, Onur'la birlikte el ele mekândan çıkmamız dışarıdakilerin dikkatlerini üzerimize çekmemiz ve Feraye ile Çınar'ın gözlerden kaçması için iyi bir fırsat olabilirdi.
Onur'la aynı anda birbirimize baktık;
"Önden biz çıkalım", dedi Onur.
Çınar da başıyla onayladı. Dışarı çıkmadan Onur da ben de üzerimize son kez bakıp çeki düzen verdik. Onur bu kez sıkı sıkıya elimi tuttu. Son kez birbirimize baktık ve sanki sorun olamadan bu durumu atlatabilecekmişiz gibi bakışlarımızla birbirimizi telkin ettik.
Derin bir nefes aldım Onur kapıya doğru döndü, tam kulüp kapısından el ele çıkacakken Onur'un elimden beni çekmesine engel oldum. Onur şaşkın bir halde dönüp de bana tekrar baktığında;
"Dudağının kenarına kan oturmuş.", dedim. Yaşanan arbededen gözüme takılan tek iz dudağındaki kandı. Boştaki eliyle kurumuş kan pıhtısını temizlemek için dudağının etrafını sıvazladı, önce eline baktı, sonra
"Oldu mu? Daha fazla vakit kaybedemeyiz, hadi artık çıkalım", dedi ve sorusuna cevap vermeme zaman tanımadan kapıdan dışarıya birlikte çıkmamız için beni de beraberinde sürükledi. Birkaç adım ilerledikten sonra tekrar duraksadım ve sadece Onur'un duyabileceği bir tonda,
"Olmamış", dedim.
Onur'un dikkatini üzerime çektiğim anda parmak uçlarımdan destek alıp boştaki elimle Onur'u yakasından tuttum. Onur'u kendime çekip yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdığımdan emin oldum. Gözlerim Onur'un gözlerinde kısa bir süre oyalandıktan hemen sonra Onur'un dudağındaki yaraya kaydı. Onur ne yapmak istediğimden habersiz şaşkınca bana bakarken ben usulca dudaklarımı dudaklarına dokundurdum.
Patlayan flaş ışıklarından gazetecilerin bize dikkat kesildiklerinin farkındaydım. Dudağının kenarına oturan yarasını emerek öpmeye başladığımda Onur'un bu yaptığıma karşılık bana nasıl tepki göstereceğinden bir haberdim.
Onur'du karşımdaki. Beraber olduğumuz zamanlarda demir kadar sert, buz kadar soğuk olduğuna defalarca kez şahit olduğum adamdı.
Bedenimi itip beni kendinden uzaklaştırabilirdi.
Dudaklarını benden sakınmak için kendini geri çekebilirdi.
Bulunduğumuz yer de etrafımızdakiler de bunları yapmasına engel değildi, sonuçta onun değerleri her şeyin üstündeydi ve değerlerine, mahremine ihlal söz konusuysa asla tepkisiz kalmazdı.
Korktuğum gibi olmadı, keşke olsa mıydı?
Onur boşta kalan koluyla beni belimden kavrayıp sanki bedenlerimiz arasında mesafe varmış gibi bedenimi bedenine yapıştırdı ve öpücüğüme içimden lanetler okutturacak derecede ateşli bir şekilde karşılık verdi.
Bu benim ilk öpücüğümdü!
Emre o gece masumiyetimi benden çalmıştı ama ilk öpücüğümü çalamamıştı. Dudaklarımı dudaklarına değdirmesine asla izin vermemiş en azından onları onun iğrençliğinden korumayı başarabilmiştim.
Dudaklarım şu anda hep hayran olduğum, ait olduğunu hissettiğim yerdeydi, tıpkı hayallerimdeki gibi Onur'un dudaklarındaydı.
Etrafımızda yanıp sönen flaşlara rağmen, yaşanan acılara rağmen, en kıymetlim Feraye'ye rağmen zaman durmuştu da Onur'a hapsolmuştum.
Onur belimdeki elini sırtımdan başıma doğru sıvazlayıp başımdan destek alarak dudaklarımı daha güçlü bir şekilde öperken bacaklarım titremeye başlamıştı. Güçsüzleşen bedenim su olup olduğum yere akacak gibiydi adeta. Onur da ona nasıl eridiğimi fark etmiş olmalıydı ki elini eski yerine belime doğru indirdi. Belimden sarmalayarak bedenime düşmemem için destek verirken güçlükle dudaklarını dudaklarımdan ayırdığını hissetmiş zorlukla yumduğum gözlerimi açmayı başarmıştım.
Onur'un bakışları yüzümü süzerken aptallaşmış olmalıydım ki bir süre dudaklarına bakakalmıştım. Kendimi topladığımda Onur'un dudağının kan oturan kısmı artık tekrar kanıyordu, yaranın sebebi en başından beri benmişim gibi davranıp yüzüme oturttuğum hafif meşrep gülüşle dikkatimi magazin muhabirlerinin olduğu yöne verdim.
Oskarlık oyunculuğumuzla ben sarhoşmuş gibi sendeleyerek yürürken Onur'da bedenimi desteklemek için sarmalamıştı. Birlikte araçlarımıza doğru ilerlemeye başladığımızda Onur beni kendi aracının olduğu yere doğru yönlendirmiş, ön yolcu koltuğunu açıp oturmamda yardımcı olmuştu.
"Melek Hanım, beyefendi kimdir, yeni sevgiliniz mi?"
...Daha önce Yalçınkaya Holding davetinde İtalyan sevgilisiyle görüntülendiğimiz Melek Korhanlı yeni sevgilisiyle gecelerde görülüyor...
Muhabirlerin uzattıkları mikrofonları görmezden gelip sordukları soruları cevapsız bırakırken Onur şoför koltuğuna çoktan yerleşmişti de arabayı çalıştırıyordu.
Onur arabayı sürerken bir yandan da dikiz aynasından ardımızı kontrol ediyordu. Muhabirlerin görüş alanından çıktığımızdan emin olduğumuz anda doğrulup telefonuma sarıldım ve Çınar'ı aradım.
"Çınar ne durumdasınız?"
"Sorunsuz bir şekilde arabaya vardık, sizi takipteyiz.".
Aramayı hoparlöre almış Onur'unda konuşmaya dahil olmasını sağlamıştım.
"Beni takip edin, hastanenin sadece personelleri için kullanılan üçüncü bir giriş kapısı daha var. Oradan güvenli bir şekilde Feraye'yi hastaneye alabiliriz."
Onur bir yandan Çınar'la konuşuyor bir yandan yola bakıyor arada bir de gözleriyle benim durumumu muayyene ediyordu.
Gözlerini üzerimde hissettiğimde bedenimi az evvelki yakınlaşmamızdaki gibi bir alev dalgası sarıyordu.
Kısa sürede hastaneye varabildik. Onur'un yardımlarıyla Feraye'yi dikkat çekmeden uygun bir odaya yerleştirdik.
Âdem kendine ait hasta kaydı oluşturdu, hastaneden yapılacak olası bir bilgi sızıntısını göze alınamazdı, Feraye'ye ait tetkikler Adem'in ismi üzerinden yapılacaktı.
Feraye, hastane yatağında boylu boyunca uzanırken Onur testler için kan alıyordu, bense odada volta atıyordum. Çınar'sa Adem'le telefonda konuşuyordu. Onur odadan ayrılır ayrılmaz Feraye'nin kendinde olmayan halini görmeye daha fazla dayanamayıp Çınar'a saldırmaya başladım.
"Sana kardeşimi koru demiştim! Sen onu korursun sanmıştım. Neden koruyamadın neden onu yalnız bıraktın neden!"
Benim kendisine bağırarak hesap sormam Çınar'ın telefondaki konuşmasını tamamlamadan yarıda kesip daha önce şahit olmadığım öfkesini bana yönlendirmesine sebep oldu.
"Doğru kendinden bile korumamı söylemiştim ama Feraye onunla görüşmek istediğini öğrendiğinde o kadar mutlu olmuştu ki...", Çınar'ın sözünü tamamlamasına izin vermeyerek,
"Nne... Ne ben mi görüşmek istemişim, Nne zaman, Nnasıl?" diye karşılık verdim.
"Sabah Ferayle görüşmek için sen mesaj atmadın mı, onu kulübe sen çağırmadın mı? Neden yalnızdı o mekânda Feraye, Neden?", dedi ve elleriyle yüzümü sıvazlayıp Feraye'ye doğru yaklaştı. Kısa bir süre Feraye'yi izleyip ardından sandalye üzerindeki Feraye'ye ait çantayı açtı ve içinde bir şeyler aradı.
Çantadan aldığı telefonun kilidini Feraye'nin sağ baş parmağını değdirerek açtı, telefonda aradığını bulmuş olacak ki yanıma kadar gelip uzattığı telefona benimde bakmamı sağladı.
"Mesajlar burada duruyor, mekâna geldiğini de yazmış! Bu numara senin mi değil mi?"
"Nasıl!", dedim telefonu alıp tekrar mesajı ve gönderen numarayı inceledim şaşırmıştım.
"Evet bu numara benim ama ben böyle mesajlar göndermedim, benim bu mesajlaşmadan haberim yok.", dedim kendi telefonumu da çıkarıp mesajları kontrol ettim. Belirtilen saatlere ait hiçbir mesajlaşma kaydı yoktu. Benim mesaj göndermediğim gibi Feraye'nin attığı mesajlar da bana gelmemişti. Tam telefonu Çınar'a uzatacakken aklıma gelen şeyle bedenim sarsıldı. Olduğum yere yığılmak üzereyken Çınar tarafından tutuldum.
"Melek!", diye bağırdı Çınar bu kez ökeden değil endişeden sesi yüksek tonda çıkmıştı kucaklayıp odadaki koltuğa oturmam için bana yardımcı oldu.
Kendimi sonu olmayan bir boşluğa düşüyormuşum gibi hissediyordum. Tüm duygularım kayıptı. Hissizleşmiştim. Beni kendime getiren ise Çınar'ın seslenişleri olmuştu.
"Melek! İyi misin? Melek!"
İyi değildim hem de hiç iyi değildim.
"Çınar Feraye'nin telefonuna tekrar bakmam gerekiyor?"
Feraye'nin telefonunu tekrar kontrol edip mesajların iletildiği saati teyit ettim.
Tüm bedenimi soğuk bir öfke alevi sarmıştı.
"Ben, ilk mesajın atıldığı saatlerde Malikaneydim.", dedim Çınar'ın gözlerinin içine soğuk fakat öfkeli hislerimle bakarak.
"Kim!", diye yüksek olmayan fakat sert bir tonda vurgulayarak sordu Çınar. Hedef göstermemi bekliyordu da cevap verdiğim anda sanki gerdiği yayından okunu fırlatacaktı.
"Tomris ve Serap Yengem evdelerdi. Serap olamaz.", dedim.
"Tomris tabii! Peki telefonunu nasıl ..." diye soracakken cümlesini tamamlamasına izin vermeden ne sormak istediğini anlamıştım.
"Ben şifre kullanmıyorum ya direk mesaj attı ve delil bırakmadan silip Feraye'nin numarasını engelledi ya da telefonumu kendi telefonuna yönlendirdi bbilmiyorum başka bir şey yapmış da olabilir... On dakika kadar telefonum yanımda değildi. Çok değil sadece on dakika! Ben duş almak için ...", dedim daha fazla dayanamayıp tüm kontrolümü bir anda yitirdim, hıçkırıklarla gözyaşlarıma boğulmuştum. Bunu Tomris bize nasıl yapabilirdi? Çınar'ın sorgulaması bitmemişti. Elleriyle omuzlarımdan tutup bedenimi sarsarak toparlanıp sorularına yanıt vermemi sağlamaya çalışıyordu.
"Her fırsatı değerlendirecekti elbette, peki ya Emirdağlı ne alaka?", diye sordu bu kez. Başımı kaldırıp Çınar'ın yüzüne baktığımda gözlerindeki alevleri görmüştüm.
"Melek konuşsana! Konuş aklımı yitireceğim!"
"Bben davetten beri eve gitmiyordum, Tomris Fidelio ile davete katıldığım için yapmıştır."
"Melek Tomris'in neyi neden yapacağını tahmin edebiliyorum! Emirdağlı ne alaka dedim. Emre denen o adam ne alaka, o herif bu olayın neresinde?"
"İntikam almak için bu kadar ileri gitmesini beklemiyordum bben inanamıyorum." Ben kendimi kaybetmiş gibi söylenirken Çınar'ın öfkesinin sorusuna cevap alamadığından arttığının farkındaydım ama hazmedemiyordum. Tomris bunu bize nasıl yapabilmişti hazmedemiyordum.
"MELEK! Emirdağlı ne alaka diye sordum!"
"Emre'yle eskiden tanışırdık. Aaramız iyi değil, uuzun zamandır da Türkiye de yoktu ve geri gelmiş işte davete de gelmişti..."
"Kafayı yiyeceğim anlamıyorum? Ya sen Feraye tehlikede dedin, ilaç vermiştir dedin. Bu adamın olayı ne? Adamın Feraye ile derdi ne Tomris ile Emre'nin ilişkisi ne Melek? Anlat! "
Nefes alışverişlerim düzensizleşmişti, gözlerimden yaşlar çağlıyordu Çınar'ın yukardan bağırarak hesap soruşlarına daha fazla dayanamayıp dileme gelen sözcükleri ölçüp tartmadan döküverdim.
"Emre'nin derdi bendim, hep bendim. Saplantılı biri işte! Bana karşı hastalıklı bir saplantısı var. Babalarımız dosttu ve zaman zaman birlikte iş yaparlardı. Tomris!" Nefesim kesilmişti tek solukta haykırarak cevap vermiştim ciğerlerime havayı doldurup aynı tonda haykırmaya devam ettim.
"Tomris bir yolunu bulup Emre'nin yurt dışına çıkmasını sağladı. Dönmüş işte, dönmüş!"
" İt herif! Sence zamanlama manidar değil mi?", diye sordu Çınar.
Haklıydım, her şeyi Tomris planlamıştı. Ne diyebilirdim ki utandım, yıkıldım. Bir kardeşimi kurtarırken diğer kardeşimi kaybettim bu gece ben. Ablamızdı o bizim, bunu bize nasıl yapardı.
"Kurul toplantısı bitmeden oyunları bitmeyecek Tomris'in. Beni müttefiki olarak elinde tutmak için elinden geleni yapacak. İnanamıyorum tüm bunları çıkarları için yaptığına bizi kardeşlerini böyle harcayışına inanamıyorum. Ya kardeşiz biz!"
Kendi kendime yaptığım serzenişlere karşısında sessiz kaldı Çınar. Onun kardeşi yoktu ki benim hissettiğim ihaneti, sırtımdaki hançer yaralarını nasıl bilsin.
Bir süre sonra benim tükenmişliğime karşı müdahale etme ihtiyacı hissederek konuşmaya başladı ve
"O adamı eskiden beri sevmezdim, döndüğünden beri yaptıkları bir yana bu gece yaşananlar bardağın taşıran son damla. O itin yedi ceddine okutacağım. O şerefsize karşı bu aralar dikkat et. Tomris'in de Emirdağlının da hesabını alacağım ama henüz değil. Bu aralar ikisine karşı temkinli olmakta fayda var. Tomris'in hırstan gözleri kararmış birlikte ya da ayrı ayrı ne yapacakları belli olmaz.", dedi düz bir sesle Çınar ve öfkesinden yerinde duramadığından odayı terk etmek üzere fevri hareketlerle kapıya yöneldi tam kapıdan çıkacakken durdu ve omzu üzerinden bana bakarak.
"Melek, öfkemden nasiplendirdiğim için üzgünüm, o ikisinden de uzak dur bunu Feraye'yi desteklemen için söylemiyorum. İşler çığırından çıkmak üzere lütfen kendin için dikkatli ol, senin için yapabileceğim bir şey varsa çekinmeden söyle lütfen.", dedi.
"Kardeşim... onu koru! Senden başka hiçbir şey istemiyorum. ", dedim, sustum. Başka ne arzum olabilirdi ki Çınar'dan, benim için yapabileceği tek bir şey vardı, Feraye'nin iyi olması.
Feraye hala kendine gelememişti, Onur' tahlil sonuçlarının hızlandırılması için uğraşıyordu. Çınar da yanımızdan ayrılmıştı odada Feraye ile yalnızdım, yanına yaklaşıp kısa saçlarını okşadım kardeşimin. Neden kısaydılar, neden avuçlarında kesik yaraları vardı, kendine gelince hepsinin cevabını alacaktım.
"Feraye, sen mutlu olacaksın. Kimse sana istemediğin bir şeyi yaptırmayacak, kimse iznin olmadan sana ait olana el uzatmayacak. Ben kendimi koruyamadım belki ama seni koruyacağım. Onlardan sana yaşattıklarının hesabını soracağım! Yemin ederim soracağım."
***
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |