
Çınar Yalçınkaya
Tomris çok olmuştu artık. İnsan kardeşlerini bile isteye nasıl tehlikeye atardı. Ne için? Para için, güç için...
Tomris'in karakterinde biri için gayet makul sebeplerdi bunlar. Neden şaşırıyordum ki!
Annemi kaybettiğimde yaşadığım acıyı benimle aynı şiddetle yaşayıp paylaşan bir kişi daha olmadığından yalnız his etmişliğimi anımsıyorum, oysa bir kardeşim olsaydı, birbirimize sarılıp acımızı paylaşarak azaltsaydık. Kardeş dedikleri böyle bir şey değil miydi?
Kan bağının aile olmak, tek can olmak için yeterli olmadığını bir kez daha deneyimlemiş oldum. İnsan ailesini maalesef kendisi seçemiyor ama yanında olmasını istediği insanları kendi seçebiliyor. Tomris'in Feraye'ye yaklaşmasına asla izin vermeyeceğim. Onun gölgesine dahi yaklaşmayı deneyecek olurlarsa kendi mezarlarını kazdırıp gömeceğim.
Bir kadın, bir abla nasıl bu kadar acımasız olabilir. Bu kadarını korku imparatorluğunun sahibi İrfan Yalçınkaya bile yapmamıştı. Kendi kanından olan beni sevgiyle büyütmedi belki ama her daim koruyup kolladı.
Şimdi beterin beteri var deyip kendi vicdanımda İrfan'ı haklıyor gibi hissediyorum ya kendimi öfkemin sebep olduğu akıl karmaşasından fazlası olmayacağının bir o kadar da farkındayım aslında. Beni koruyup kollamasının tek gerekçesinin varisi olduğumdan, şanından, lütfetmişliğinden öteye gidemeyeceğinden de eminim ...
Adem'le Feraye'nin adını gizli tutacak şekilde sahte isimle hasta kaydı açtırmak zorunda kalmıştık, Selami Bey'in telefonunun kapalı olması da hayra alamet değildi. Aklımın bir köşesinde bu durum de beynimi kemiriyordu ama önceliğim Feraye idi. Bir daha asla onu bir başına bırakmayacağım. Bir daha asla ona kimsenin yaklaşmasına izin vermeyeceğim. Tek bir kez daha olmayacak!
Âdem de benim gibi endişeyle bekliyordu, çiftliktekilere durum hakkında bilgi vermek için dışarıya çıktığında bende Feraye'yi görmek için kaldığı odaya yöneldim. Onur sonuçlar çıkar çıkmaz odaya geleceğini haber vermişti.
Bir de bu konu vardı tabii. Onur'un o kulüpte olması rastlantı değildi. Hatta Onur'la Melek'in arasında farklı bir çekim olduğu da bir o kadar aşikardı. Onur'un yumruklarını Emre'ye geçirişini anımsadığımda Emre ile Melek arasında her ne yaşandıysa bu durumdan Onur'un da haberdar olmakla birlikte rahatsızlık da duyduğundan emin olmuştum.
Feraye'nin sağlığının derdine düşmüş olmasaydı o herifi diri diri gömmeden o kulüpten ayrılmazdım. Onur'un ellerine sağlık ki en azından hatırı sayılır seviyede haddini bildirmişti arda kalanlarla öfkemi dindirmek için yetinecektim.
Feraye kendine geldiğinde beni hiçbir şeyin durduramayacağından emindim. Bugün yaşananların hesabını Emirdağlıdan da Tomris'ten de en ağır şekilde soracaktım. Zira unutulmaya yüz tutmuş bir duygumu hatırlatmıştı yaşananlar. Annemi kaybettikten sonra bir kez bile hissetmediğim o duyguyu bugün tekrar tatmıştım.
Korku!
Yıllar sonra ilk kez korkmuştum.
Feraye'nin başına gelebileceklerden korkmuştum, onu kaybetmekten korkmuştum. Hala da korkuyordum. Henüz kendine gelmemişti. Anlatacaklarından korkuyordum.
Korkum da öfkemi körüklüyordu. Sığamıyordum duvarlar üzerime geliyordu. Ceketi kravatı nereye fırlattım hatırlamıyordum gömleğimin iliklerini göğsüme kadar açmış olsam da bir el tarafından boğuluyordum.
Dostun olduğu kadar düşmanın da erdemli olanıyla karşılaşmalıydı insan! Dostumuzu seçebildiğimiz gibi düşmanlarımızın da erdemli olanını seçebilseydik keşke. Eğer öyle bir imkânımız olsaydı Emirdağlı düşmanım dahi olamazdı.
Melek'i ilk kez bu halde görmüştüm. Şeref yoksunu Emirdağlı kadınlarla hesap görecek kadar omurgasız bir adamdı. O it yaşattığı bu gecenin hesabını bu kadar ucuza kapatamayacaktı. Aklımdan geçenleri şu anda gerçekleştirmemek için kendimi zor tutuyordum. Nefes almakta zorlanışımın sebebi de onun hala nefes alıyor oluşunu biliyor olmamdı.
Öfkem dinmek bilmiyordu, eğer Tomris erkek olsaydı onun da aklımdan geçenlerden nasiplenmesine hiç kimse engel olamazdı. Ona da hakkettiği şekilde karşılık verecektim elbette. Hepsinin sırası vardı. Şu anda tek derdim Feraye'ydi.
Feraye'nin iyi olduğundan bir emin olsaydım.
Feraye'nin kaldığı odaya doğru koridorda ilerlerken oda kapısının önünde Onur'un hareketsiz bir şekilde beklediğini görüyordum.
Bir sorun mu vardı, neden içeri girmiyordu?
Adımlarımı hızlandırdığımda Onur beni fark etmiş işaret parmağıyla sus işareti yapıp kapının aralık kısmından kaçınıp ardına saklanmıştı.
Ne olduğunu idrak edemesem de Onur'un benden beklediği şekilde davranmaya karar verdim.
"Kim var orda!"
Bu seslenen Melek'ti, kapıya doğru yaklaştığında göz göze geldik.
"Ççınar, sen ne zamandan beri buradasın!". Şahit olmamı istemediği bir şey varmış gibiydi tedirgin davranıyordu. Melek'in şahit olmamı istemediği her ne ise Onur'un şahit olduğu belliydi.
"Yeni geldim, Onur aradı sonuçlar için buraya gelecekti," demekle yetindim.
Benim için şu anda önemli olan tek şey Feraye'ydi. Onur'un da Melek'in de bana anlamsız gelen bu hallerini sorgulamayışımın sebebi bu gece Feraye için yaptıklarını unutmayacağım Onur'a karşı kendimi borçlu hissedişimdendi.
Odadan gelen iniltilerle Melek'le birlikte dikkatimiz tekrar Feraye'ye kesiliverdi. Gözüm Onur'a kaydı ama kastığı çenesiyle başını sağa sola sallayıp varlığını gizlememe devam etmemi istediğini anlamış ve varlığını yok sayarak hareket etmeye devam etmiştim.
Melek az evvel ki tedirgin halinden eser kalmayıp bir anda bambaşka biri oluvermişti. Sevinçle Feraye'nin yanına doğru koşar adamlar atmıştı.
Feraye sonunda kendine geliyordu.
"Feraye!", dedi Melek ben yutkunmakta zorlanırken. Feraye ise kendine tam olarak gelememişti henüz, kısık gözleriyle etrafına olup biteni anlamaya çalışır gibi bakıyordu ama tavırlarında bir tuhaflık vardı.
"Oooo, Cennetteyim Melek de sonunda buraya gelmiş..."
Feraye'nin dili dolanarak söylediklerini anlamak istercesine Melek'le birbirimize bakarken, aralık olmasına rağmen tıklanan kapı sesiyle, dikkatimiz eş zamanlı olarak ardımızda kalan kapıya doğru kesilmişti.
Onur bir süredir kapını ardında bekleyen kendi değilmiş de sanki yeni gelmiş gibi davranıp müsaade isteyerek aramıza katıldı.
"Onur, Feraye kendine geldi ama biraz tuhaf davranıyor, sonuçlar ne?", endişe ve beklentiyle sordum.
Melek iyiymiş gibi davransa da o bildiğim her zamanki hallerinden son derece uzak, yorgun, bitkin bir halde bizi dinliyordu. Feraye dediklerimi işitmiş olmalıydı da alışık olmadığım bir üslupla konuşmamıza dahil oldu.
"Tuhaf davranıyor muyum benim mi tu..tuhaff , Melek sen neredesin ya!", dedi Feraye sonrada gözlerini yumdu.
Melek'le ben bir şeyler öğrenebilmek için Onur'un ağzına bakıyorduk. Sonunda Onur da halimize acımış olacak ki açıklama yapmaya başladı.
"Şey... aslında ben de pek anlam veremiyorum, kan sonuçlarında yabancı bir maddeye rastlanmadı sadece alkol kullanmış."
"Alkol mü! Çok mu? Yani sarhoş olduğundan mı bu haldeymiş?"
"Öyle gözüküyor, yani testi iki kez yaptırdım bende şaşkınım yakalayamadığımız kana karışmayan bir madde yoksa tabi. Alkol oranı da çok düşük onu bu hale getirecek oranda alkol almış görülmüyor.", dedi Onur, Melek de sorunun anlaşılamamasından ötürü sinir krizi geçiyor olmalıydı ki kahkahalara boğulmuştu.
Kendisini sakinleştirdiğinde gözlerinden yaşlar akıyordu, bu kez de ağlıyordu sanki!
"Demek sadece sarhoş olmuş, Feraye alkol kullanmazdı ki! Daha önce hiç kullanmadığından çarpmış belli ki ama benim kardeşim neden içsin ki?", Melek'in sorusu banaydı, göz göze geldiğimizde ise sorularını sıralamaya devam etti.
"Benim kardeşim uzun saç severdi neden saçları bu halde? Neden avuçlarında kesik var! Senin yanında güvede mi gerçekten? Tüm bunların sebebi yoksa sen ..." Cümlesini tamamlamasına izin vermeyişim söyledikleriyle öfkemden gözümün kararmaya başlamasındandı.
"Melek sakın! Feraye zor zamanlardan geçiyor, elimden geleni yapmaya çalışıyorum destek alması için çok uğraştım ama istemedi, kesikler de sadece basit bir kazadan ama haklısın onu koruyamadım ama ima ettiğim gibi asla ona zarar verecek bir şey yapmadım ,yapmam da o yüzden o cümleni sakın tamamlama..."
"Yardım derken? Ne yardımından bahsediyorsun Çınar."
"Feraye ataklar geçiriyor."
"Nne , ne zamandandır!" Onur'un yanında konuşmaya devam etmek istemesem de onun Hipokrat yeminine ve bu gece yaşadıklarımızdan ötürü içten içe samimiyetine güvenip rahatsızlık duymamıştım.
"ilk atağını onu Malikaneden almaya geldiğimiz gün Ekrem ve adamları Feraye'yi öldürmek için canına kastettiklerinde geçirdi, sonra hava alnında Ekrem ve adamlarından kaçarken arada benim bilmediğim ya da şahit olmadıklarım da olmuş olabilir ama en sonuncusunu..." derin bir nefes alıp verdim ve anlatmaya devam ettim.
"Davet gecesi, Ekrem asansörde sıkıştırmış Feraye'yi aklını karıştırmış kızın, o gece yetişmeseydik biraz daha gecikseydik neredeyse..." Tüm yaşananlar bir anda gözümün önünden geçmişti de tüm bedenim kaskatı olmuştu. İçimde büyüyen öfkeyi bastırmak o kadar zordu ki...
"Feraye bana anlatmıştı, kendisini öldürmek istediklerinden bahsetmişti ama ben inanmadım. Ben kardeşime inanmadım ben onu koruyamadım."
Gergin konuşmamızı bölen Feraye olmuştu.
"Ne konuşuyorsunuz, bana da söyleyin... ben burada böyle çok sıkıldımmm."
Melek Feraye'nin yanına gidip Feraye'nin ellerini elleri arasına aldı.
"Feraye iyi misin?"
"İyiyim ben ya... Ne oluyorsunuz böyle siz? Hem sen neden erken gelmedin, arkadaşın bana Melek birazdan gelecek dedi, hem ben neredeyim müziğin sesini kim kıstı, neden yatıyorum ben... Şişt baksana senn"
Feraye'yi ilk kez sarhoş görüyordum, Zorlukla konuşuyor ama susmamakta da ısrar ediyordu. Bana hiç kimseden işitmediğim bir üslupla hitap ediyor, parmaklarıyla bir nesneyi gösterir gibi beni işaret ediyordu.
"Hey sen, sen ya sen gelsene buraya. Yakışıklı sen değil, yanında ki gelsin! benim kocam olan gelsi ... Ya sen gelsene aaa sana diyorum!"
Yakışıklı mı?
Onur'a yakışıklı mı demişti o, bende yakışıksız olan mı oluyordum? Neden takılmıştım ki bu söze sarhoştu işte!
Sinirliydim, beynimi yakmıştı Feraye'nin bu halleri ama bir yandan da gülmemek için kendimi zorluyordum... Melek'e beni tanıtır ve şikâyet de eder gibi konuşmasına devam ederken, Onur'un da gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığına şahit olmuştum.
İyi olsun da varsın sarhoş olup istediğini söylesindi.
Beni yanına çağırmaya devam ediyordu bende nihayetinde yakınına gitmeye karar vermiştim direnmek için sebebim yoktu.
Onur'a iltifat ederken beni yermiş gibi hissetsem de en azından kocam demişti de evliliğimize dair bir pot kırmamıştı, kendimi teselli edecek bir sebep de bulmuştum biraz sonra başıma geleceklerden habersiz.
"Melek Abla bu var ya bu, hani benim kocam olan bu adam var ya, görüyorsunuz değil mi işte bu" odadakilere beni işaret ederek anlatmaya devam ediyordu.
"Yaaa bu adam çok iyi bir adam yaa! Gerçi sen de biliyorsun işte anlattığın kadar varmış Casanova! "
Geliyordu anlaşılan gelmekte olan. Melek'in afallayıp kızarmasına sebep olacak bir konuşma geçmiş olmalıydı aralarında.
Onur'da az evvelki eğlenir halinden eser kalmamış Feraye'nin anlatacakları için sanki aralarında çok da mesafe varmışçasına kulak kabartmış bekliyordu. Gelmek üzere olanların benim gibi onu da tedirgin ettiğini yüzünden okumuştum.
"Feraye, sen yanlış anlamışsındır öyle dememişimdir, ya sen bugün ne kadar güzelsin böyle...", dedi Melek zoraki kahkahasını atarak.
Melek Feraye'nin aklını dağıtmak istemişti de Feraye söylemek istediklerinde ısrarcı olup kaldığı yerden anlatmaya devam ediyordu.
"Ya sen değil miydin bana Çınar senin gördüğün gibi biri değil, başarılı, sağlıklı ve bence kadınını her yönden tatmin edebilen biri diyen. Onu diyorum işte Eder o, eder aynen dediğin gibi, pratiği çokmuş çünkü! O filmlerdeki Casanovaların pul koleksiyonu falan hikâye, Çınar'ın bazasındaki çekmecede kondom koleksiyonu var! ..."
Kaç adımda Feraye'nin yanına varmıştım bilmiyorum elimle Feraye'nin ağzını burnunu kapatıverdim. Yanaklarıma hücum eden kan öfkeden miydi utançtan mı anlamak dahi istemiyorum. Durum iyi bir yere gitmiyordu. Melek apışıp kalırken Onur yapmacık bir şekilde öksürerek dikkatimizi kendine çekti ve
"Bence Feraye Hanım gayet iyi durumda. Gözetim gerektiren bir durum yok. İstediğiniz zaman ayrılabilirsiniz.", deyip odadan kaçar adımlarla çıktı, Melek de muzipçe
"Bbenim işlerim vardı, Onur Bey!", deyip Onur'un peşi sıra odayı terk etti ardından kapıyı kapatıp bizi Feraye ile yalnız bıraktılar.
Feraye kıvranarak tırnaklarını elime geçirdiğinde ağzını tutmayı bırakmayı akıl edebildim.
"Şişt ne yapıyorsun sen ya, öleyim mi ben! Sen de mi öleyim istiyorsun!" , içim sızladı bir anda o, böyle söyleyince az evvelki kırdığı potu dahi unutturdu...
Benim afallamış halimi fırsat bilip yataktan kalktı bu kez de sendeleyip düşmek üzereyken belinden yakaladım onu.
"Yürüyemiyorum ben ya, her seferinde birbirine dolanıveriyor bu ayaklar. Yine mi burktum! Hadi beni taşı! Tuvalete götür beni, hadi tuvaletim geldi, bu kez sana izin vereceğim beni klozete kadar götürebilirsin. Yıkayabilirsin de! Sana emanetim ben, sana! Halam sorarsa bana çok iyi baktı bir şeyimi eksik etmedi diyeceğim!"
"Fferaye!"
"Fferayee, ne Feraye! Adımı mı ezberliyorsun? Karıcım de karıcım bak ben kocam diyorum böyle yaparsan evliliğimizin düzmece olduğu anlaşılır ama biz gerçekten evliyiz, ben senin soyadını taşıyorum. Birbirimize karşı sorumluluklarımız var bizim... Öyle dememiş miydin? Skandala yer yok hayatımızda! Üzgünüm! Etrafında başka kadınlar olamaz Çınar Yalçınkaya! OLAMAZ! Çık , tüh yazık oldu senin koleksiyona yazık... Bak kime diyorum ben... "
Bu gecenin azabı dinmeyecekti belli ki Feraye kelimelerini nefes almadan sıralarken bir yandan onu zapt etmeye çalışırken bir yandan da Ademle telefonda konuşmaya çalışıyorum.
"Âdem Feraye kendine geldi bir an önce arabayı personel kapısının önüne çek ve bizi hazır halde bekle"
Feraye susmuyordu, konuşmalarına nefes nefese devam ediyordu. Şimdiye kadar içinde ne biriktirdiyse hepsini kusuyordu. Ne de çok şey biriktirmişti. İlk kez Feraye'nin bu kadar çok konuştuğuna şahit oluyordum. Ne yapacağımı bilmez haldeydim. İlk kez sarhoş biriyle uğraşıyordum.
Hem de ne sarhoş, iyi ki de alkol kullanmıyordu?
Kollarını boynuma doladı.
"Ben öpeceğim seni ya!"
"Feraye, önce sağ salim evimize gidelim sonra ..."
Dilini damağına çarptı çıkladı,
"Şimdi öpeceğim, sonra yine bir şey oluverir içimde kalır, kalmasın..."
Gülmüştüm ağlanacak halimize, çok kontrolsüzdü bu halleri ama bir o kadar da tatlıydı, isteğine gönüllü olarak dudaklarına minik bir buse kondurup karşılık verdim.
Yüzüne kocaman bir gülümseme oturttu.
"Yaa şöyle! Bıktım sitemlerinden, ya işte biz böyle olalım sen beni öp ben seni barışalım biz!"
Küs müydük!
Âdem arayıp hazır bir şekilde bizi beklediğini söyledi. Feraye biraz daha sakinleşmiş gibiydi, üzerini ceketimle örtüp arabaya kadar tenha olan koridordan ve personel kapısından geçerek ilerledik. Arabanın arka yolcu koltuğuna geçtik. Her ne kadar şu anda sakin gibi gözükse de Feraye'yi arka koltukta bir başına bırakamazdım bu yüzden bende onunla birlikte arka yolcu koltuğuna geçtim.
Tahmin ettiğim gibi de oldu. Feraye ani tepkiler verip söylememesi gereken şeyleri söylemeye devam etti.
Âdem de Feraye'nin hallerinden durumunu anlamıştı da gülmemek için kendini kasıyordu.
Feraye kâh başını bacaklarıma koyup uzanıyor kâh oturup elini kolunu kontrolsüzce sağa sola sallıyordu. Benden anlattıklarına karşılık istediği cevapları alamayınca, Adem'e dönüyor, benimle alakalı izah etmesi gereken bir şeyler olduğunu söyleyip konuya başlatken anlattıklarından alakasız konular anlatmaya başlıyordu.
"Adem! You lucky bastard... "
"Hop hop Feraye...", dedim, yine dudaklarını elimle kapattım.
Feraye küfür de mi ediyordu?
Daha önce onun ağzından böyle kelimelerin döküldüğünü hiç duymamıştım. Daha önce bu kadar kelime dağarcığı olduğunu da duymamıştım.
Tırnaklarını dudaklarını kapattığım elime geçirdi, bulunduğumuz araba spor modeldi bu yüzden dip dibeydik, bu kez de elimden kurtulmak için kafasını geriye doğru attığında başını burnuma sertçe çarpmıştı.
"Ah!", canımın acısının derdine düştüğümden Feraye'ye istediği özgürlüğü geri verdim.
"Ne var ya, Şanslı tabi Yasemin çok iyi bir kız. Ne güzel, sen onu seviyorsun o da seni!" dedi iç çekerek. Âdem dikiz aynasından bana bakarak
"Abi iyi misin burnun kanıyor." dedi.
"İyiyim ya Âdem, iyi eğleniyor musun bari!" Ömrümde yemediğim dayağı yemiştim ilk kez burnuma darbe almıştım.
Feraye burnumu kanattığından habersiz yüzünü bana dönüp başını omzuma yasladı ve işaret parmağıyla kalbime yakın tarafa, göğsüme dokunurken bu kez de bana yüreğimi kanatacak o cümleleri söyledi.
"Hata yapmaz uslu biri olursam bana kalbinin şirinlerini gösterir misin?".
Ademle dikiz aynasında göz göze gelmiştik. Feraye benim Adem'e bakışımı yakaladığında ardını dönüp Adem'i sarsarak
"Göstermez bu, fena fena!", dedi. Adem'in araba sürmesini zorlaştırmaması için kollarından tutup bedenini kendi bedenime yaklaştırdım.
"Feraye yorucu bir gün olmadı mı dinlensen mi artık?"
Dilini damağına çaptı.
"Çık, uykum yo... öğh"
"Feraye sakın!"
Hemen camı açtım belli ki içinde biriktirdiği daha farklı şeyler de vardı. Şükürler olsun ki umduğum gibi olmadı, öğürmesi durduğunda rahat bir nefes aldım.
"Âdem bas gaza, cezası neyse kabulüm artık yetti ama ya!".
Âdem gazı körükleyince Feraye arabanın artan hızla geriye savrulmak üzereyken bana tutunup bir yandan da beni taklit eder gibi Adem'e direktifler veriyordu.
"Bas gaza Âdem bas gazaaa!"
"Daha ne kadar basayım bizden hızlısı bulutlarda yenge!", dedi Âdem gülerek, haklıydı.
***
Çiftliğe varmak için yeterli vaktimiz olmadığını, Feraye'nin daha fazla dayanamayacağını anladığımızda yakınlardaki bir otelde geceyi geçirmeye karar kıldık. Âdem oda işlerini halledene kadar Feraye'yi arabada oyalamaya devam ettim. Âdem park halinde olduğumuz araca geri döndüğünde,
"Çınar Bey işlemler tamam oda kartınız", deyip kartı uzattı ve ardından devam etti.
"Özellikte koridor siz odanıza geçene kadar boş tutulacak, herhangi bir hizmetli dahi olmayacağına dair anlaştık. Benden istediğiniz başka bir şey var mı isterseniz odaya kadar eşlik edeyim?"
"Teşekkürler Âdem, yarın..." yeni güne girdiğimizi hatırlayıp
"...yani bugün için Ankara'ya uçuşumuz ayarlanacak unutmazsan sevinirim.", dedim.
Âdem başıyla beni onaylayınca da açtığı arka yolcu kapısından Feraye'yi kucaklayarak indim ve bizim için ayrılan odaya doğru yola koyuldum.
"Ah Feraye! Ne yapacağım ben seninle böyle.", söylene söylene otelin asansörüne ulaştığımda Feraye'nin kucağımda tekrar hareketlendiğini görünce ufak çaplı bir panik yaşamadım desem yalan olur.
"Ne varmış benim halimde!"
"Uyumamış mıydın sen?"
"Neden uyuyacakmışım? Uykum yok ki benim."
"Gözlerini açık tutmakta zorlanıyorsun ama uykun yok öyle mi?"
Odaya vardığımızda Feraye'yi yatağına usulca yatırdım, yaşanan arbededen elbisesinin bacak ve göğüs dekoltesinin abartısını yeni fark edebilmiştim. Bu kıyafet hiç de Feraye'nin tarzı değildi.
"Ah Yasemin! Ah!"
Yatağın örtüsünü üzerini örtmek için çevirmek istediğimde Feraye izin vermeyip ayağıyla örtüyü tepti. Örtüyü tepiklediği ayağını bana doğru uzatıp havada sallayarak
"Ayakkabımı çıkar!", emretti.
Bu yaşıma kadar kimseden Emir almayan ben Feraye karşında kendime rağmen emirlerini yerine getiriyordum . Küçücük kız beni kendine oyuncak etmişti.
"Üzerinizi örttükten sonra çıkaracaktım zaten hanımefendi, üzerindeki o kıyafetle daha fazla üşütme diye..."
Ben ne anlatıyordum ki ; Ne anlattığımı ne de sitemimi anlayacak haldeydi. Dilini tekrar damağına vurdu.
"Çık, yanıyorum ben ya ne üşümesi... çıkar şunları!"
Emir vermeye devam ediyordu.
O emir vermeye devam ederken ben derin derin nefes alıp vermekle yetiniyordum. Bana uzattığı ayağını bileğinden tutup ayakkabısının bilek bandındaki tokayı açmaya çalıştım.
Kadınlar neden kendilerine işkence ediyorlardı ki, sivri burun, uzun topuklar birde incecik bilek bantları. Ayakkabının tokasını açmak için bir miktar zorlandıktan sonra ayakkabıyı çıkarabilmiştim.
"Bunu daaa!" diye sırt üstü yattığı yatakta dirseklerinden güç alarak doğrulup diğer ayağını da bana doğru uzattı. Başına sola doğru eğip şirin bir tebessümle bana bakıyordu.
Bu haliyle beni ne kadar zorladığının farkında değildi.
Diğer ayakkabıyı da çıkardığımda, doğrulttuğu bedenini ani bir hareketle yatağa geri bıraktı. Örtüyü ayak ucundan üzerine doğru çekerken göz göze geldik.
Yutkundum, örtüyü göğüs dekoltesini kapatacak şekilde örttüm. Veda etmek için küçük bir çocuğun başını sıvazlar gibi sıvazlayıp,
"İyi Geceler", dedim.
Feraye ani bir hareketle üzerindeki örtüyü açıp beni başını sıvazladığım elimden yakaladı.
"Gitme!"
Söylediğinin erkek lügatindeki karşılığını bilmiyordu!
Gitmenin de kalmanın da şu anda benim için ne kadar zor olduğunu anlamadan bana en şirin haliyle bakıyordu!
Elimi tutan elini diğer elimle okşayarak gevşettim.
"Feraye, bir yere gitmiyorum, buradayım."
Sanki söylediklerimi duymamış gibi söylenmeye devam etti. Bir süre sonra uykuya yenik düştüğünü görüp odadaki banyoya doğru yöneldim. Banyo kapsına varmama birkaç adım kalmıştı ki belimi sarmalayan kolların varlığını hissedip olduğum yerde duraksadım. Feraye belimden sımsıkı sarmalayarak başını sırtıma yaslayıp sanki gitmeme engel olabilirmiş gibi beni yakınında tutmak için bir yandan uykuyla diğer yandan kendince benimle mücadele ediyordu.
Belimi saran kollarını gevşetmeye çalışırken aynı zamanda bir yere gitmeyeceğim konusunda kendisini ikna etmeye çalışıyordum. Feraye uykuyla uyanıklık arasında kalmış sanki kötü bir rüya görüyormuş da rüyasında benimle hesaplaşıyormuş gibi davranıyordu. Gitmeyeceğim konusunda kendisini ikna etmeye çalışmam faydasız kalıyordu. O şu anda her ne görüyor ya da yaşıyorsa kendisini bırakıp gitmemden korkuyordu.
Onu tek bir kez bırakıp gitmiş, gitmemin ona iyi geleceğini düşünüp günlerce çiftliğe dönmemiştim. Tıpkı şimdi ki gibi holdinge geldiği günün gecesi de onunla kalmam için beni kendisine tutsak etmişti.
İnsanın gitme diyeninin olması ne kadarda güzel bir histi!
Esaretin böylesine bir ömür teslim edilmez miydi?
Düşüncelerimi saniyeler içinde bulunduğumuz durumu hatırlayıp toparladım ve Feraye'yi yatıştırmaya odaklandım.
"Feraye, sarhoşsun zor bir gün geçirdin..."
"Bu yüzden yanımda kalmana ihtiyacım var yalnız kalmak istemiyorum!", cümlemi tamamlamama izin vermedi.
Sesi ağlar gibi çıkıyordu nefesim kesilmişti. Kollarını kolaylıkla gevşetip hızla ardımı döndüm kuş kadar kalmış bedenini sarmaladım ve başını okşamaya başladım.
Hala ayılamamıştı, onu sarmalayan kollarım olmasa yere yığılacakmış gibiydi ayakta durmakta zorlanıyordu ama bitmemişti söyleyecekleri, anlatacakları vardı.
"Çok bekledim Melek'i gelmedi; Mesaj attım, aradım... Neden gelmedi? O kadar insan vardı ki etrafta, çok kalabalıktı ama ben o kalabalığın içinde sanki yapayalnızdım..."
Feraye'nin anlattıklarını dinlerken hissettiklerim yüzünden çenemin kasılmasına engel olamıyordum. Ayakta güçlükle durduğundan daha fazla dayanamayacağını anlayıp onu kollarıma aldım. Yatağa kadar taşıdım, yatağa yatırdığımda bu kez bende yanına uzandım. Hala onu bırakıp gideceğimden endişe ediyordu. Bu yüzden başını göğsüme dayayıp sanki gidecekmişimde o da gitmeme engel olabilirmişçesine beni sıkıca sarıp sarmaladı.
"Bana da güvenliğinden sorumlu çalışana da ulaşabilecekken, aramadın, neden Feraye?"
"Melek Ablam gelecek diye beklemeye devam etmek istedim, çok özlemiştim çok heveslenmiştim. Sonra kendisine ulaşamayınca sana karşı mahcup olmak istemedim. Görüşmüşüz gibi yapıp çiftliğe dönecektim. Oyalanırken bir şeyler içmek istedim ama etrafımdakiler yılışınca Emre geldi. Ablamın arkadaşıymış, yardımcı olmak istedi."
"Feraye tanımadığın insanlara nasıl güvenirsin sen!", sesim kontrolsüzce çıkmıştı.
Anlattıkları gözümde canlanırken sesimi düz tutmayı başaramadım. Onca erkeğin arasında bu kıyafetle, bir başına olması yetmezmiş gibi Emre denen o adi herifle... Emre de görünenden daha fazlası olduğunu daha ilk tanışmamızda hissetmiştim. Davetteki o yılışık hallerinden sonra Melek'in bugün Emreden bahsederken ki korkusunu görmek hislerimi doğrulamama yetmişti de artmıştı bile.
"Ben ona bir kötülük etmedim ki. Neden güvenmeyeyim üstelik Ablamın da arkadaşı olduğunu söylemişti. Yine mi hata yaptım ben, sakın bana kızıp da beni yalnız başıma bırakma. Özür dilerim..."
Feraye dolu dolu bakan gözlerini gözlerime mühürledi, göğsüme baskı yaparak doğruldu. Bedeni bedenim üzerinde kendine yer ararken duygularım altüst olmuştu. Saatler önce öfkeden kavrulan bedenimi bu kez arzularımın alevi sarmıştı. Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı nefesini solumam için bana sunuyordu.
Beni ne kadar zor bir duruma soktuğunu bilmiyordu. Kadınlığıyla erkekliğime yaptığı baskısını da fark etmeyecek kadar sarhoştu hala.
Ben arzudan kavrulurken onun gözlerinde farklı bir şey vardı, işte o bakış prangalar vuruyordu da iliklerime kadar işleyen arzuya rağmen kendimi tutuyordum.
Gözleri yorgun bakıyordu, ağlamaklı bakıyordu... Sevilmek, korunmak ister gibi rotasını kaybetmiş de sığınmak için güvenli bir koy arıyor gibi bakıyordu...
"Sen bana kızınca benden gidiyorsun, gitme...Kimsem kalmadı benim. Babam öldüğünde tüm ailemi de götürdü sanki. Bak halam bile yanımda yok, kimsem yok! Sende gitme...".
Güçlükle yutkundum. Gözlerinden çenesine süzülen yaşlar yüzüme damlıyordu, alnını alnıma dayadı konuşurken yüzüme değen nefesi tenimi yakıyordu.
"Benim artık senden başka kimsem yok", diye fısıldadı dudaklarını dudaklarıma bastırmadan önce.
Karşılık vermemek imkansızdı, anın şehvetine kapılmamak imkansızdı.
Bedenim üzerindeki bedeni sarmaladım.
İçimdeki dürtülere engel olamıyor, onun naif, korkak öpüşü karşısında tüm açlığımla şehvetimle karşılık veriyordum.
Sarmaladığım bedenini altıma aldım. İpeksi tenini ellerimde hissederken bacaklarını belime doladım. Kontrol artık bendeydi.
Dudaklarına soluklanması için zaman verirken dekoltesinin açık bıraktığı teninde oyaladım dudaklarımı; Boynu, köprücük kemiğimi, göğüsleri, teninin kokusu bedenime öyle bir haz veriyordu ki daha fazlasını arzulamaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Karşımdaki kadın alkolden sarhoştu, bense onun ciğerlerime kadar soluduğum kokusundan sarhoştum.
Ne istediğinden emin değildi, emin olamayacak kadar duyguları karmaşıktı üzerine bir de sarhoştu. Gözlerimizi pişmanlıkla uyandığımız bir sabaha açamazdık.
Güçlükle de olsa durdurdum kendimi. Soluk alışverişlerimi düzene sokmak için bedenimi yatağın diğer tarafına sırt üstü attım. Sağ elimin tersini alnıma dayadım, düşüncelerimi dağıtmak için başka şeyler düşünmeye çalıştım.
Kahretsin!
Ben açlığa sabretmek için kendimi zorlarken Feraye arzularımı körüklemeye ant içmiş gibiydi. Tekrar bedenini benim üzerine doğru doğruldu.
Feraye, sabretmek zor, çok zor!
Bedenim üzerindeki yerini alırken bir şeyler mırıldanıyordu bitmemişti söyleyecekleri;
"Ben anlayamıyorum Çınar. Değil seni görmek sesini duymak, adını andığımda bile..."
Duraksadı, bedenimin yanında hareketsiz duran sol kolumu kaldırıp avuç içimi göğsüne dayadı, kalbe en yakın olan yere...
Kalbinin serzenişlerini hissetmemi mi istiyordu? Ben kalbinin düzensiz ritmini hissederken o anlatmaya devam etti.
"...kalbimin göğüs kafesini zorlayışını sende hissediyor musun? Kalbimde bir sorun var Çınar! Senle baş edemiyor, yalnız seninleyken böyle oluyor sadece senin için bu çırpınışlar..."
Ne demekti bu! Çınar demişti. Gerçekten de bana mıydı bu itirafı. Kazanan ben miydim? Fidelio ile içten içe yarıştaymış gibi hissediyormuşum meğer. Bu sözleri duymakla galip mi oluyordum ben? İnanabilir miydim şu anda söylediklerine.
İnanırdım da güvenemezdim, nasıl güvenebilirdim ki, sarhoştu, duygularındaki ani değişimlere kaç kez şahit olmuştum.
Ah bir de güvenebilseydim.
Duymuş muydu aklımdan geçenleri?
Güven der gibi bakıyordu gözleri, güven der gibi atıyordu kalbi!
Ya da ben böylesine inanmak istiyordum.
Gözleri griden siyaha çalmıştı, bakışları dudaklarıma kilitlendi daha da yaklaştırdı bedeni bedenime daha fazla sanki aramızda kapatılacak mesafe kalmış gibi daha da yaklaştı durmadı biz olmak ister gibi sınırlarıma ulaştı....
Kavuracaktı alevimiz geceyi
Zordu çok zor, yutkundum bir kızıl goncayı andıran dudakların gözlerimin hapsindeydi.
On dördüncü bölüm sonu, devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |