25. Bölüm

15. Bölüm Geçmişin Külleri

Fatma Tuncay
demirkalem

 

 

 

>>>>>>>XV<<<<<

 

 

 

 

İtiraf kadar korkutmamıştı inkar ama çok can acıtmıştı.

 

 

 

 

>>>>>>>XV<<<<<

 

 

 

 

Melek Korhanlı

İnsanoğlu, yaratılmışların en mükemmeli olmalıydı? Yoksa yaşanılan onca acıya, üzüntüye, çekilen sancılara karşı nasıl direnebilir, hayatımıza nasıl devam edebilirdik.

İnsan, kendisine bahşedilen duygularla, hüzün içindeyken bile mutluluğu hissedebiliyor, mutlu olmayı seçebiliyordu.

Tüm gece boyunca yaşadıklarımızın aksine Feraye'nin kendine gelmesiyle, endişelerimiz bir nebze olsun son bulmuştu.

Sonunda açtı kardeşim gözlerini!

Onur'un tahlil sonuçlarını açıklamasıyla zannettiğim aksine Feraye'nin sadece alkol etkisinde olduğunu da öğrenmiş olduk.

Feraye uyanışının akabinde, bizleri endişelerimizden çıkarıp bambaşka bir boyuta taşıyamaya başladı. Ferayeyi ilk kez sarhoş görüyorum.

Çınar'ın ilginç koleksiyonunu duymamızla Onur'la göz göze geldik.

İçten içe Çınar Yalçınkaya'nın mahcup hallerini görmeyi arzulasam da Onur'un odadan çıkmasıyla eğlencemi paylaşacağım benden başka seyirci kalmamış olması, Onur'un ardından benimde peşi sıra odayı terk etmek zorunda hissetmeme sebep olmuştu.

Hadi yine iyisin Çınar Yalçınkaya!

Çınar, daha fazla mahcup olmasın diye bastırdığım kahkahalarımı, odadan çıkıp ardımdan kapıyı kapatır kapatmaz birkaç adım ötede duvardan destek alarak özgürlüğüne kavuşturdum elbette. Karın kaslarım gerilmiş, nefesim kesilmişti de kahkahalarım durmak bilmiyordu.

Feraye ile Çınar'ın ilişkilerinde ilerleme vardı. Onların ilişkisi, davet gecesi gördüğümden daha farklıydı; Daha samimiydi. Çınar'ın Feraye'ye bakarken göz bebekleri titriyordu, Feraye'nin sitem karışık kelimelerinde Çınar'a olan hisleri gizliydi.

Aşkın en heyecanlı hali sessiz çığlıkların atıldığı zamanlarıdır. Dudaklarınızdan hayır dökülürken sessizce evet çığlıkları dökülür kalpten, git derken de kal diye içten içe çığlık attığımız belki gitmez kalır diye umut ettiğimiz zamanlar. Sancısının en yoğun olduğu iliklere kadar hissettiğimiz zamanlar ...

Aşk bacayı sarmış dumanı tütüyordu sanki?

Kardeşimin bu samimi içten serzenişlerine sevindim. Çınar'a olan ilgisine sevindim. Çınar'ın Feraye için endişelenişine sevindim. Solduğum koku özlemini duyduğum aşk kokusuydu. Öyle âşık olmak için yıllara gerek yoktu. Bir bakış, bir çift söz yeterdi aşk için.

Adra ka dabra bir çeşit sihirdi AŞK...

Feraye'nin odada anlattıkları Çınar'ı patlatmıştı, başlarda Çınar hakkında söylediklerimi detaylarıyla anlatacak diye gerilmiş olsam da bir adet sarhoş Feraye yaşadığım tüm gerginliklerin içinde müspet bir keyif yaşatmıştı bana.

Peki ya Feraye, Çınar hakkında anlattıklarımdan bahsetseydi! Sonuçta Çınar Yalçınkaya her kadının yanında olmasından hoşnut olacağı karizmada bir erkekti ve o zamanlar öyle düşünüyor olmam da pek tabi normaldi. Aman Neyse hikayede patlayan taraf Çınar olmuştu işte, Hem Feraye'nin sarhoş oluşu da işleyebileceği suçlar için hafifletici bir sebepti elbette.

Nihayetinde Feraye sağlıklıydı, sadece sarhoştu.

Onun bu hali de yüzümü güldürmüştü. Üstelik bu kez rol de değildi gerçekti, çok kısa sürse de samimiydi gülüşüm. Özlemiştim, içten gülmeyi.

Keşke bu gece yaşananlar olmasaydı, keşke gerçekten Feraye ile görüşüp abla kardeş sohbet edebilseydik. Onunla aşk hakkında, duygular hakkında konuşabilseydik. Ona Çınar'a olan hislerinden dolayı mahçup hissetmemesini söyleyebilseydim. Keşke ona herkesten sır gibi sakladığım AŞK'ımı anlatabilseydim.

Tomris çıkarları için bize kurduğu oyununda bile 'dertleşmemizi' akıl edebilmişti de ben edememiştim.

Ben kardeşimi ne kadar uzun süredir bir başına bırakmışım meğer. Biriyle konuşmaya ihtiyacı olduğunda kimseyi bulamamış olmalıydı. Birine ihtiyaç duymanın ama yalnız kalmanın nasıl bir duygu olduğunu çok da iyi bilmeme rağmen, ben nasıl olurda kardeşime bana ihtiyacı olup olmadığını sormayı akıl edememiştim.

Kahkahalarım daha da yükseldi bu kez kendime olan öfkemdendi. Kendi aptallığıma gülüyordum. Gözlerimi omzuma değen elle güçlükle araladım, nefesimi düzeltmek isterken fark ettim gözlerimden yaşlar süzülüyor. Samimi gülüşüm, yerini acı kahkahalara bırakıp da çoktan beni terk etmişti. Gerilen karnımı tutmayı bırakıp elimin tersiyle yanaklarımdan süzülen göz yaşlarımı sildim.

Ardıma döndüğümde karşımda Onur'u buldum.

Ben doğrulurken o da eş zamanlı olarak omzumdan kolunu çekip yaralı elimi tuttu. Elime sarılı olan kravatı açıp, avucumun içine baktı.

Keşke açmasaydı, orada kalsaydı kravatı. Tıpkı liseli aşık kızların mezuniyetlerinde sevgililerinden gömleklerinin ikinci düğmelerini hediye etmelerini istemeleri gibi bende bu kravatı bana hediye etmesini mi isteseydim. O ikinci düğme kalbe nasıl yakındıysa bu kravat da o kadar yakındı, sevdiğimin boynuna sarılmıştı göğsüne değmişti, onun kokusuna bulanmıştı işte, şifamdı!

"Yarana bakılması lazım." Buz gibiydi sesi üşüdüm.

Şaşkındım. Kahkahalarımın arasından beni çekip çıkardığı yetmemişti de onca şey yaşamamışçasına duygusuz soğuk nevale haliyle tam karşımda duruyordu. İki dakika, sadece iki dakika bıraksaydı da samimiyetini yitirmiş olan kahkahalarımla avunsaydım.

Onur, kolumu tuttuğu gibi beni pansuman odasına doğru çekiştirmeye başladı. Bana düşense peşi sıra sessizce onun bana bir kaç beden büyük, koca adımlarını takip etmek oldu. Aniden aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı.

Ne olduğunu, aklından neler geçtiğini anlamam imkansızdı.

Kolumu tutmayı bıraktığı eliyle saçlarını karıştırıp benim olduğum tarafa, ardına doğru dönüverdi.

"Bunu tutar mısın?", afallamıştım.

Feraye'nin sonuçlarının olduğu dosyayı bana tutmam için uzatmıştı.

Başımı aşağı yukarı sallayıp sessizce kendisini onayladım ve tutmak için uzattığı dosyayı elime aldım. Ben dosyayı elime alır almaz boşa çıkan eliyle bacaklarımdan diğer eliyle de belimden destekleyerek beni kucağına aldı.

Nutkum tutuldu, zaman durdu. Ne yapıyordu bu buz adam bana böyle...

Onur'un kucağında pansuman odasına doğru ilerlerlerken, Onur'un gözü hastane koridorunda benimse onun yüzünün her bir detayında; Yanık teni, uzun kıvrık kara kirpikleri,etli teninin yanıklığından kendini sıyıran koyu tonda dudakları , kalın ama biçimli kaşları ...

Her bir detayına kalbimden bir sevgi tohumu serpiştirdim. Serpiştirdim de hasadı bana nasip olur muydu?

Olmasındı, ben kalbimin en güzel yerinden sevdim!

İnsanın neden tek kalbi vardı ki?

Aynı kalple sevip, aynı kalple özlüyor, aynı kalple kırgınlıklarımızı yaşıyoruz. O kalbe hak etmeyen insanlara ait sevgileri de yük ediyoruz...

Oysa ben bir kalbim daha olsun isterdim, bir kalbim sadece Onur'un sevgisiyle dolu olsun, içinde hiç bir acı dert olmayıp sadece ona ait olsun, diğeri ise diğer tüm acılara, hayal kırıklıklarına yıpranmışlıklara belki hoşlandığımı zannettiğim eğlence ve zevklere...

Saçmalıyorum, onun kollarındayken , az evvel kravatını kıskanırken boynuna doladığım kollarımla Onur'un kollarındaydım işte, nasıl saçmalamayayım.

Yalnızca bir kalbim var ve o da içindeki tüm acı kederlere rağmen Onur'a feda durumda...

Onur'un kucağında pansuman odasına gelmek, beklemediğim bir durumdu. Bu beklenmedik halimiz yüzünden dilimin lal olması da kaçınılmazdı ki yüreğim susan dilimin yerini aratmazcasına sessizliğimize ses vermek istiyor, çılgınca atıyordu.

Beni pansuman odasındaki sandalyeye oturtmasıyla hiç istemesemde Onur'un kollarından ayrılmış oldum, yanımdan ayrılan da o oldu.

Onur çok geçmeden dolaptan çıkardığını gördüğüm paketle tekrar yanıma geldi. O an beni neden kollarına aldığını, elindeki tek kullanımlık terlik pedleri çıplak ve yaralanmış ayaklarıma giydirişini gördüğümde anladım.

Sahilden beri çıplak ayakla dolaşıyor olduğumu unutmuştum.

"Sahilden yalın ayak ayrılacak kadar kötüydün, peşinden gelirken ayakkabılarını da almıştım ama arabada kaldılar. Ardı ardına yaşananlar yüzünden ayakkabılarını vermek aklımdan uçup gitmiş. Şimdilik bunla idare etmek zorundasın daha fazla yalın ayak gezme. Elinin pansumanını bitirince ayakkabılarını da getiririm."

Sahi ne kadar çok şey olmuştu bu gece...

Bu gece yaşananları atlatmış sayılmazdım ama kabusumla yüzleşirken yanımda olduğu için Onur'a duyduğum minnettarlık ve onun varlığı beni hafifletiyordu. Ona yaşattıklarımdan sonra kendisinden yardım istediğimde benim için yapması gerekeni fazlasıyla yapmıştı. Daha fazlasına gerek yoktu ki daha fazlasına vakıf olmasını da istemiyordum. Bana soru sormasından, daha fazlasını sormasından o kadar korkuyordum ki...

"Onur bben gerçekten yardımların için sana çok minnettarım."

Aklından neler geçtiğini bilmesem de bir şeylere içten içe kafa yorduğunu tahmin edebiliyorum. Aklındakilerle nasıl meşgulse söylediğimi duymamış gibi davranarak bir çırpıda sözcükler dudaklarından döküverdi;

"Melek bak sahilde üzerine gittiğim için üzgünüm. Bu gece olanlar, senin halin ... Neler oluyor adını bile anmak istemediğin için benimde adını anamadığım o adamla siz! Anlamıyorum, siz nasıl bu hale geldiniz?"

Sordu.

Sormaması tuhaf olurdu.

Bir zamanlar sevgili olduğumuzu zannettiği adamı neredeyse... Bir zamanlar yakın arkadaş olduğum o adamı neredeyse öldürmeyi isteyecek kadar gözüm kararmıştı.

"Onunla aramızda olanlar yalnızca bizi ilgilendirir Onur. Seni bu duruma dahil etmek istemezdim. Ailecek de bazı sorunlarımız olduğunu da anlamışsındır, ben. Ben sadece kardeşim için endişelendim, daha fazlasıyla alakadar olmazsan sevinirim."

Gözlerimi güçlükle Onur'un karalarına kaldırdığımda, kaşlarının çatıldığını görmüştüm, bu bakışı tanıyordum. Durmayacak konuyu eşeleyecekti ama beni daha fazla yormakta istemiyor gibiydi. Öfkesini saklamak ister gibi gözlerini gözlerimden kaçırıp elimdeki yaraya dikkat kesilmişti.

Bu hali oldukça ürkütücüydü. Elindekilerle canımı acıtacak diye korkuyor, her denemesinde elimi elinden kaçırıyor, pamukla yaramı dezenfekte etmesine engel oluyordum.

"Melek! Çocuk gibi davranıp alakadar olduğum işi zorlaştırma bari. Bir an önce bitirelim." Sinirlenmişti.

"İşte bu yüzden kokup çekiyorum ya elimi, bana sinirlisin canımı acıtacaksın!" diye karşılık verdim heyecanın içine az da olsa cilve bulaştırdığım sesimle.

"Melek, işime duygularımı karıştıracak değilim! Hipokrat yemini diye bir şey var biliyorsun. Bu gece o yemini etmemiş olmayı her ne kadar dilesem de..."

Haklıydı, bu gece onu fazlasıyla zorlamıştım, öfkelenmesini gerektirecek birçok şey yaşatmıştım.

"Özür dilerim, unutuyorum işte bazen. Bu gece olanlar ... yani gazeteciler... Yani ben özel hayatını olanların nasıl etkileyeceğini de düşünemedim. Yarın yapılacak haberler senin hayatını da olumsuz etkileyecektir. Ben çok üzgünüm."

Onur, özrümle bir anda duraksadı ve yüzüme kaçamak bakış atıp tekrar avucumdaki yaraya odaklandı.

"Sorun yok, geçerli bir sebebin vardı değil mi?"

"Benim vardı evet, ama senin yoktu." Deyiverdim muzip bir sesle.

Onur bir anda saf suya batırılmış pamuğu tuttuğu forseps pensini elinden düşürüverdi.

Sesli ve agresif bir şekilde nefes alıp verdikten sonra, yere eğilip pensi yerden aldı, temizleneceklerin arasına attı, hızla yenisini hazırladı ve yaramı dezenfekte etmeye kaldığı yerden devam etmeye başladı.

"Benden yardım istemiştin, ben seni öyle ... ".

O an emin oldum yılların eskitemediği, değiştiremediği şeyler de vardı aramızda, hala tanıdık olan şeyler... Neyi ima ettiğimi de bu sebepten bir çırpıda anlamıştı.

Evet biz öpüşmüştük! Evet, o hep hayalini kurduğum dudaklar, yalandan da olsa değmişti dudaklarıma.

Öpüşüme karşılık vermişti ama ne fark ederdi ki. O öpücüğünün bana yardım etmek dışında başka sebebi olamazdı.

O doktordu, Feraye hastaneye yetişmesi gereken hasta, ben de kardeşim için ondan yardım dilenen maziden biri...

"Yani işte, her neyse biz biliyoruz gerçek göründüğü gibi değil..."

Cümlesini tamamlamasına izin vermedim.

"...ama göründüğü gibi anlatılacak. Bu durumu toparlamak pek de kolay değil tahmin edebileceğin gibi."

Haberlere düştüğü an Seda da görecekti, yazık ne de çok üzülüyordum ilişkileri bu haberler yüzünden yara alacaktı. Vah vah...

"Sorun değil, biraz konuşulup unutulur. Derin kesmemişsin dikiş atmaya gerek yok ama yine de elini zorlamamalısın."

Umursamadı bile ve konuyu elime getirerek değiştirdi.

"Teşekkürler, Onur ayakkabılarımı almam lazım bir de arabamı ama arabam kulübün orada kaldı..."

"Nereye gideceksen ben bırakırım."

"Teşekkürler ama arabamı alıp kendim devam etmek istiyorum."

"Elin yaralı arabayı sürerken elini zorlama..."

"Dikkatli olacağım, arabamı almalıyım ve de ayakkabılarımı. Lütfen..."

"MELEK, Bu gece senin için bir oda hazırlatayım, kimsenin haberi olmadan dinlenirsin, yarın topar..."

"ONUR!", ısrarı sinirlerimi bozmuştu, sesim nadiren bulduğum tona yükselmişti.

"Lütfen Onur! ayakkabılarımı ver bari ben taksiyle de kulübe giderim."

"Oraya yalnız gitmeni istemiyorum olanlardan sonra birlikte gitmemiz daha uygun olur."

"Peki..." yine o kazandı, bir şekilde kendi istediğini yapmamı başarıyor.

Onur'la birlikte hastaneden ayrılıp kulübe doğru yola çıktık. Onur yine aklımı uçuracak şeyler yaptığından yolculuk boyunca dilim lal kalbim ise ihtilal olmuş haldeydi.

Arabasının bagajından çıkardığı ayakkabılarımı giymek için yeltendiğimde Onur elimdeki yaradan sebep müsaade etmeyip ayakkabılarımı kendi giydirmek istemişti.

Ön yolcu koltuğunda ayakları yola sarkmış halde oturuyorken Onur eğilmiş ayakkabımın bandını takmaya çalışıyordu. Marifetli tabip elleri, cerrah olmasının verdiği sebeple ince işçiliğe yatkındı. Hiç zorlanmadan ayakkabının tokasından bandı geçirip bağlamayı başarmıştı işte.

O ayakkabı bandını bağlarken bileğime değen elleri tenimi aleviyle ürpertiyordu, dizim mesafesindeki eğik başına ellerimi geçirip saçlarını karıştırmak arzusuyla doluşmuştum.

İçimden geçen arsız düşüncelerin sebebi hormonlarıma isyan ettiren Onur'un yakınlığıyla daha fazla nasıl baş edecektim ben.

Ayakkabıları giyinmemde yardım ettikten sonra koltuğuma yerleştiğimde aracı kapısını örtüp oda şoför koltuğunda yerini aldı.

Kokusu sanki az evvelki yakınlıktaymışız gibi buram buramdı, yakıyordu yutkundum.

Ön yolcu koltuğunda, kapının camına başımı dayamış, sessizce akan yolu izliyordum. Kırmızı trafik ışığının yanmasıyla duraksadığımızda Onur aracın cd çaları açıp sessizliği Şebnem Ferah'ın "Mayın Tarlası" şarkısıyla bozdu.

Onur Şebnem Ferah fanıydı. Kendisinin Şebnem Ferah konserleri dışında eğlenmeye gittiğini hatırlamıyordum. O, bilmezdi ama onun Şebnem Ferah hayranlığına kıskançlığımdan tahammül edemez adı geçtiğinde bile bir yolunu bulur ona hissettirmeden konuyu değiştirir bazen de bir şeyleri bahane edip arıza çıkarırdım.

"Başım ağrıyor üzgünüm.", müziği kapatmasını ima ettim.

"Üzgünüm düşünemedim.".

Sokak lambalarının akan yol sebebiyle aracın içini aralıklarla aydınlatıyor oluşundan sebep emin olamasam da Onur'un dudağının yukarı kıvrıldığını görür gibi oldum.

Yani şu ana kadar arızalarımın sebebini anlamadığından emindim, şimdi anlayası gelmiş olamazdı değil mi? Ya da aslında hep farkında mıydı? Yok yok, yanlış görmüş olmalıydım. Neden onun ne hissettiğini yüzünden okuyamıyordum.

"Soğuk nevale ne olacak..." içimden söylendiğimi zannederken,

"Bir şey mi dedin Melek?" diye sorduğunda homurdandığımı fark edip

"Çık" diye ses çıkarttıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırıp kilitlemiştim.

Sonunda lanet olasıca kulübün önüne varmıştık.

Onur'la birlikte yolculuğumuz sonra erdiğinde kendisine teşekkürlerimi ilettim. Hala beni bırakmak istemiyor gibiydi, bense bir an önce bedenimi öfkeyle kavuran ateşin hesabını sormak istiyordum.

Arabama binip ardıma dahi bakmadan malikaneye doğru yola koyuldum. Onur'un onca ikazına rağmen elimdeki yara umurumda olmadı. Oysa ona yaram için dikkatli olacağıma dair söz vermiştim.

Kalbimde daha büyük bir yara vardı benim, Onur bilmiyordu. Öyle ki bu yara düşmanımdan değil en yakınımdan gelmişti.

Aynı kanı taşıdığım ablamdan gelmişti.

Arabayı malikanenin bahçe girişinin dışındaki yola park edip bahçenin girişindeki güvenliğe selam verdim. Koşar adımlarla Malikaneye varan yolu takibe koyuldum. İçimdeki ateş Malikanenin kapısını yaklaştıkça harlanıyordu. Ne ayaklarımın sızısı ne de sargıyı kana bulayan avucumdaki yaranın sızısı umurumda değildi.

Benim yüreğim acıyordu ki o acıyı eşelememe sebepte olacaksa yaşanacaklar yine de durmayacaktım. Evin kapısını açmaları için kapının tokmağına durmaksızın yüklendim.

Vurdum vurdum vurdum!

Zile basmıyordum çünkü zil sadece evin hizmetlilerinin duyabileceği ayarda düzenlenmişti. Bense öfkemin ev ahalisinin yakmasını istiyordum.

Kapının ardından gelen konuşma seslerinin yükselişini duyuyordum.

Sonunda kapı açıldı, görevliler açtıkları kapı ardındaki perişan beni gördüklerinde dumur kesilmişlerdi.

Onları umursamadan Tomris'in olabilme ihtimali olan odalara doğru koyuldum. Arayış içindeki halimi ilk gören Serap olmuştu. Karşısında görmeyi beklediği biri olduğu her halinden belliydi ki beklediği kişi ben değildim; Murat Ağabeyimdi. Bu gece de evde yoktu.

Serap'ın ardından karşılaştığım kişiyle gözlerimiz kesiştiğinde annemin de yengemle aynı kişi için bekleyişte olduğundan emin oldum. Beni tepeden tırnağa süzerken şaşkınlıktan gözlerinin belerişine şahit olmuştum ama onu da Serap Yengem gibi umursamayıp yoluma devam ettim. Tomris'in çalışma odasının boş olduğunu görüp yatak odasının olduğu kata yöneldim. Kapısına vardığımda sağlam elimle kapıyı yumruklayıp cevap almayı beklemeden odaya daldım.

Ekrem Eniştem neye uğradığını şaşırmış bir halde, odanın ortasında tam karşımdaydı. Gecenin bu geç saatine rağmen üzerinde takım elbisesiyle ayakta duruyordu. Saten gömlek pantolon modeli bordo renk geceliğiyle odanın banyosundan çıktığında Tomris'le göz göze geldik.

"Ekrem Melek'le konuşacaklarımız var müsaade eder misin?"

Ekrem başını aşağı yukarı sallayıp ağır hareketlerle odadan ayrıldığında artık odada Tomris'le birlikte yalnız kalmıştık. Karşımdaki dik duruşuna, keskin bakışına aldırmadım.

"Sen! Sen bunu bize nasıl yaparsın!"

"Ne yapmışım ben.".

Kibirli duruşundan zerre taviz vermiyordu.

"Perişan halimin sebebini sormadığına göre, bunu bize yapan gerçekten de senmişsin."

"Yaptığın ihanetin bir bedeli olmalıydı değil mi? Elimdeki kozu görüp sinsice bana karşı kullandın. Davete o adamla birlikte geldin."

"Hiç boşa dolandırma lafı, her şeyi senin başlattığını ikimizde biliyoruz. Emre'yi yurt dışında tutacak projeyi boşa çekmekle, beni kendine bağımlı kılmak istediğin gibi yine Emre'yle bana göz dağı veriyorsun. Senin için hayatlarımız bu kadar değersizdi de o kıymet verdiğin şirket bizden daha mı değerliydi? Bu gece yaşadıklarımıza değer miydi? Bana bak! Gözlerimin içine bak! Şu halime, şu halimize bak! Gördüklerinden daha derinde yaralarım."

"O yaralarının sebebi ben değilim. Emre'ye olan nefretine rağmen bana gelmek yerine Feraye'ye gitmeyi tercih ettin. Sen bize ihanet eden o kızı seçtin!"

"O kız diye bahsettiğin kişi bizim kardeşimiz abla!"

"Firuze'nin tarafında o aptal! Kör müsün sen, görmüyormusun! Firuze onu koruyor, Çınar onu koruyor. Feraye'nin sana ihtiyacı yok on un tarafı belli. Sen ihtiyaç duyduğunda bana gelmeliydin, her koşulda benim yanımda olmalıydın. Firuze onu manipüle ederken biz aynı tarafta saf tutmalıydık."

"Ben kimsenin tarafında değilim, olmayacağım da. Canımı yakmanın karşılığını verdim ben sadece, senin uğrunda bizi harcadığım tüm bu şeylerle ilgilenmediğimi gayet iyi biliyorsun! Aynı şekilde Feraye'nin de! Feraye olup bitenlerin farkında bile değil! Senin sürekli dem vurduğun Firuzeden ne farkın kaldı. Onun gibi sende çıkarların için Feraye'yi harcıyorsun ya işte. Ya kardeşleriniz biz senin."

"Yeter! Ferayede sende bana ihanet ettiniz, siz ihanet ederken biz kardeş değil miydik? Kimsenin Feraye'yi harcadığı da yok. Firuze, sen. Hepiniz onun tarafını seçtiniz. Ben niye terk edilen yalnız bırakılan taraf oldum. Beni neden görmüyorsunuz! Harcanan biri varsa o da benim, anlıyor musun ben! "

"Nne! Sen ağzından çıkanları duyuyor musun? Bu evde hep birlikte sevgiye aç büyüdük abla. Bu yüzden birbirimizin yanında olmalıydık, birbirimizden farklı taraflarda değil. Birbirimizle savaş halinde değil dayanışma halinde olmalıydık. Her birimiz bir köşede hep yalnızdık zaten bu evde ama yok. Sen hep babımızın gözdesiydin. Söylediklerinin aksine, sen hiç yalnız kalmadın ki çünkü babam sana kıymet verdi. Sen hep onun gözdesi oldun. Şimdi babam hayatta değil diye sen Feraye'ye olan sevgimizi bize çok görüyorsun öyle mi?"

"AAA evet ben hep babamın gözdesiydim değil mi? Ben babamın gözüne girmek için yıllarca çabaladım. Tanımadığım bilmediğim insanlarla birlikte yurtlarda kaldım. Oyun, eğlence, aşk nedir bilmedim ben! Çalıştım, durup dinlenmeden çalıştım, her zaman çabaladım. Annemin en yakın arkadaşının oğluyla sırf onlar istiyor diye, sırf onlar münasip gördü diye evlendim. Benden ne istenilirse hatta istenmese bile fazlasıyla yaptım ben! Babam beni sevdiyse, o sevgiyi son damlasına kadar hak ettim ben. Anlıyor musun hak ettim? Ya siz ne yaptınız! Ben tırnaklarımla olduğum yere tırmanırken SİZ NE YAPTINIZ! Benim Esat Bey diye hitap ettiğim adama siz baba dediniz. Ben doya doya baba diye bile hitap edemez her karşılaştığımızda babamın yanında düğmelerimi iliklerken siz rahatça hayatınıza devam ettiniz. Siz, bu evde var olma adına neyi feda ettiniz, ne yaptınız! Ben hep yalnızdım; Annem neden beni de Murat gibi görmedi. Firuze neden Feraye'ye olduğu gibi bana destek olmadı. Ya yurt dışında okuma hayalim için günlerce ağladım ben. O gözdesi olduğumu söylediğin Babam bana izin vermedi ama Feraye yurt dışında okuyabiliyor değil mi? Herkesi geçtim benim senin gözünde bile hiç değerim yok muydu? Senin için yaptıklarımın bile bir önemi yoktu öyle mi? Sen, senin için çabalayan, seni kurtarmak için Emre'yi yurt dışına çıkaran beni değil de en zor zamanlarından bir haber olan Feraye'yi seçtin. Onun tarafını seçtin!"

"Bu senin için sadece bir seçimdi öyle mi? Kurduğun bu oyun kimin tarafında olacağımı öğrenmek içindi. Senin için tüm olanlar bu kadar basitti yani. Sen seçimlerimi öğrenmek için kurduğun bu oyunun bu gece bana neler hissettirdiğini biliyor musun? Bilemezsin ki. Sen benim bu gece yaşadıklarımın, yaşama ihtimalini düşündüklerimin beni ne hale getirdiğini görebiliyor musun? Göremezsin, gözlerin hırslarından öyle kör olmuş ki. Sen bana nasıl olduğumu bile hiç biz zaman sormadın ki? Sırf çıkarların için öz kardeşlerinin hayatlarıyla oynayacak bir insansın sen! Feraye anlattığında ona inanamamıştım. Feraye'nin dedikleri doğruydu, onu öldürmek istediğin doğruydu değil mi?"

"Nne saçmalıyorsun ben kimsenin hayatına kast etmedim."

"Senin için basit görünen şeylerin bize yaşattıklarına fazlasıyla şahit oldum ben. Bu gece Tomris Korhanlı Eryaman'ı daha iyi tanıdım ben."

Söylediklerime karşı verdi tepki buydu Tomris buydu sabaha kadar konuşmak faydasız olurdu ve ben artık onu daha fazla dinlemeyecektim. Duyduklarım kâfi gelmişti.

Titreyen bedenimi güçlükle kontrol edip odayı ve sonrasında malikaneyi terk ettim. Malikaneden çıkarken karşıma çıkan meraklı gözleri yok saydım ki artık benim için yoktular. Hiç durmayacakmış gibi akan göz yaşlarım yüzünden zorlaşan görüşüme rağmen, güçlükle de olsa arabama kadar ilerlemeyi başarabildim.

Başaracaktım elbet.

Ben saatlerce masumiyetimi işkenceleriyle benden çalan adama bile dayanmıştım değil mi?

Değildi?

Bu acı daha da büyüktü daha dayanılmazdı.

İnsan en derin yaralarını en yakınlarından alıyordu!

Gardınızı indirecek kadar yakın gördüğünüz insanların, sırtınızı dönecek kadar güvendiğiniz insanların hançeri kemiğe kadar değiyordu.

Bizi inandığımız, güvendiğimiz belki de en çok sevdiklerimiz öldürüyordu!

Çünkü o insanları ruhumuza açılan kapı olan kalplerimizde taşıyorduk.

Tamda bu yüzden hançerleri ete, kemiğe değmekle kalmayıp ruha bile acı çektiriyordu.

Tamda bu yüzden sonsuza kadar unutulmayacak yaralara sahip olmuş oluyorduk.

Gözyaşlarımı ellerimin tersiyle sildim, arabanın camını açıp birkaç kez derin soluklar alıp verdikten sonra camı örtüp arabanın marj düğmesine bastım.

Gazı körükledikçe körükledim. Otele gitmek için en tenha yolu seçtim. Saat de epeyce geç olduğundan seçtiğim yolda çok fazla araç olacağını sanmıyordum. Hırsımdan körüklediğim gazla tenha olan yolun asfaltını ağlatmak öfkemi dindirebilir miydi?

Arada bir önüme çıkan arabaları makaslayıp hız kesmeden yoluma devam ediyorum. Dikiz aynasından uzunları yakıp kapattığını fark ettiğim ardımdaki araç, kendime gelmem için epeyce ısrarlı görünüyor. İlk etapta polislerin peşime takıldığını düşündüğüm aracın Onur'un aracı olduğunu fark etmem çok da zamanımı almadı. Kulüpten beri beni takip etmiş olmalıydı. Varlığını fark etmemle sebepsizce öfkemi, öfkem de aracımın ibresini, arttırmıştı.

Onur da benim gibi aracın gazını körükleyip aramızdaki mesafenin artmasına izin vermiyordu. Kâh o beni kâh ben onu solluyor, adete it dalaşı yapıyorduk, aslında onun derdi beni durdurmak gibiydi de ben müsaade etmediğim için bana uyum sağlamak zorunda kalıyordu.

Daha fazla devam etmemi istemediğinden son kez beni sollayıp arabasını önüme aldı. Dörtlüleri yakıp hızını azaltmaya başladı, ne yapmak istediğini anlayıp tüm çabasına rağmen hızımı düşürmemekte ısrarlıydım. Tekrar onun aracını sollayıp aracımı onun aracının önüne kırdım ve gazı körüklemeye devam ettim. Bu kez de sol şeride geçip kornasına abandı Onur, aracının sağ camını açıp bana bağırmaya başladığında artan öfkem yüzünden bende aracımın sol camını açıp kendisine çığlık çığlığa karşılık veriyordum.

"BENDEN SANANE BE ADAM. KAÇ YILDIR YOKTUM HAYATINDA BUNDAN SONRADA YOK SAYSANA BENİ! BENİİİ RAHAT BIRAK!"

Bölüm : 20.02.2025 21:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...