
Ona da öfkemi gırtlağım yırtılacakmışçasına haykırarak kustum...
"MELEK HIZINI DÜŞÜR, SÖZ GİDECEĞİM BİR DAHA KARŞINA ÇIKMAYACAĞIM! LÜTFEN ARTIK YAVAŞLA!"
"DEFOLLL HAYATIMDAN! HEPİNİZ GİDİNNNN! HEPİNİZ GİDİN ARTIKKKK! BENİ BENİMLE BIRAKINNNN!"
Beni cehennemimde yalnız bırakın!
Haykırışlarım ardından arabanın açık olan sol camını kapatıp hızla önüme odaklandığımda yolda gözüme çarpan gölge görüntüsü yüzünden direksiyonu aniden sağa kırmak zorunda kaldım. Kedi ya da köpek olmalıydı emin değildim ezmekten son anda kurtulduğum hayvan direksiyon hakimiyetimi kaybetmeme sebep oldu. Aracı şeridimde tutamıyorum ama henüz yoldan fırlamış da değilim. Direksiyon hakimiyetini tekrar sağlamak için sarf ettiğim çaba arıcın düşüremediğim hızı yüzünden boş ama içimde bir şeyler hayata tutunmak için çabalamamı sağlıyor.
Aklımdan geçenler yaşadıklarım, yaşamayı arzu ettiklerim gözümün önünden akıyor.
Ölmek istemiyorum.
En azından bu gece ölmek istemiyorum.
Saniyeler içinde duyduğum çarpma sesi ile dikkatimi yeniden toparlayabildim. Onur kontrolünü sağlayamadığım arabayı yolda tutmak için sürdüğü Jeep ile sol şeritten destek oluyor. Onur'dan aldığım güç beni bir kez daha kendime getirip direksiyon hakimiyetimi kazanmamı sağladığında hızımı yavaşlatmayı başarıyorum adeta.
Nasıl olduğuna emin olamasam da aracı durdurabilmiştik.
Hızla etrafımı kolaçan etmeye başladım, direksiyonum avucumdan akan kana bulanmıştı, kontrolü sağlamak için kendimi ve direksiyonu haddinden fazla sıkmıştım, tüm bedenim titriyordu her şey o kadar hızlı oluvermişti ki hala olanları idrak etmekte güçlük çekiyordum. Kaybolduğum düşüncelerimden yüzüme vuran soğuk havayı hissettiğimde kurtulabildim.
Şoför koltuğunun kapısı açıldığında, varlığının rahatsız mı huzur mu verdiğinin galibini içimde bulamadığım adam sol yanımda gece gözlerinin büründüğü endişeyle bana bakıyordu.
"Melek!", emniyet kemerimin anahtarını açıp bedenimi kendi çevirdi Onur. Kulaklarım çınlıyordu bir şeyler söylüyordu ama net duyamıyordum. Yavaş yavaş çınlama azaldığında söylediklerini netleştirmeye başlamıştım. Beni kucaklayıp arabadan indirdi ve hızla muayenesine devam etti.
Başımı avuçları arasına alıp alnını alnıma dayadı.
"Şükürler olsun, şükürler olsun!", derken soluk alışverişlerini düzene sokmaya çalışıyordu.
Hızımıza rağmen burnum dahi kanamadan atlatmıştık olası kazayı. İlahi bir kudret arabayı rotasında tutmam için mucize yaratmıştı sanki, aksi durumda benim bu hızla kaza yapmadan sağ kurtulmamın imkânı olamazdı.
Onur bedenimi kucaklayıp beni arabadan indirdi. Ayaklarımı zemine bastırıp doğrulmamı sağladığında titreyen bedenime rağmen ardımda kalan arabaya baktım. Araçta çarpma izi görmemiştim, inanılmaz geliyordu biz gerçekten de durabilmiştik. Sadece arabanın sol kaportasında Onur'un aracının bıraktığı siyah çizikler ve ezikler vardı. Onur'un arabama verdiği destekle rotası şaşmış aracın yönünü düzeltmeyi başarmıştım bunlar da o sürtüşmelerin izleriydi.
"Onur, bedenim hayatta değil mi? Bben hayatta mıyım gerçekten? Ölüler öldüklerini anlamazlarmış..."
Onur daha fazla saçmalamama izin vermeyip dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Bu sıcaklık Onur'un soruma cevabı, yaşadığımın delili, aynı zamanda Onur'un cezasıydı.
Cezasıydı çünkü öfkeyle dudaklarımı sömürüyordu. Cezasıydı çünkü alnını alnıma dayadığında öfkeyle soluduğu nefesi yüzümü kavuruyordu. Cezasıydı çünkü gözlerinin katran karasını üzerime buluyordu.
Biz az evvel neredeyse...! Onur benim aptallığım yüzünden neredeyse ...!
Bedenimin titremesi bir miktar azaldığında avuç içlerimi Onur'un göğsüne bastırıp bedenini bir miktarda olsa kendimden uzaklaştırdım.
"Sen! Sen! Nasıl!"
İçimden geçenleri Kelimelere dökmekte zorlanıyor, kurmak istediğim cümleyi kafanım dağınıklığını toparlayamadığımdan dudaklarımdan akıtamıyordum.
Derinden nefes alıp verip tekrar denedim.
"Kendi hayatını nasıl tehlikeye atarsın! Sen nasıl! Ben sana bir şey olmasın diye! Sen...Nasıl", dedim güç bela bulduğum sesimle.
Onur aptallaşmıştı, bende ondan aşağı kalır değildim aslında. Pişman olacağım şeylerin dudaklarımdan dökülmesine ihtimal vermemek adına dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
"Bana bir şey olmasın diye ne?", dedi Onur haykırarak. Susmam şu an için aldığım en doğru karardı.
Bazı sözcükler vardı ki en etkili zehirden bile daha öldürücü olabilirdi.
Geri alamayacağım sözcüklerin yıllarca kölesi olmaktansa sessizliğe bir anlık mahkûm olmak yarınlarımızı özgür kılabilirdi.
Ama susamadım. Susmayı beceremedim. Aklım değil kalbim kontrol ediyordu bedenimi duygularım hislerim kalbimi zorluyor, kalbimden gelip taşanlar dudaklarımdan dökülüyordu.
"Sana bir şey olmasın diye ölürüm ben!", dedim ağlamakla ağlamamak arasında kalmış titreyen sesimle.
Ona bir şey olsaydı da ben hayatta kalsaydım kendimi öldürürdüm!
Öldürmüştüm de! Onun hayalleri yaşasın diye çocukluğumu öldürmüştüm. Hiç düşünmeden gençliğimi de yarınlarımı da öldürürdüm.
"Peki ya sen ölünce bana bir şey olmayacak mı sanıyorsun. Ben yokluğuna rağmen bensiz de olsa iyi olduğuna inandığım varlığına şükrederken, havaya karışan soluğunun bir umut ciğerlerime değme ihtimallerine tutunuyorken, Sen!" diyerek öfkesini kusmuştu.
Gözlerim boşluğa sabitlenmişti, tepkisizliğim onu ürkütünce bedenimi kucaklayıp beni kendi arabasına doğru taşıdı ve ön yolcu koltuğuna oturttu, kapıyı örttü, ardından hızla kendi de şoför koltuğuna geçip aracını sürmeye başladı.
Az evvel neydi aramızda olanlar ne demişti, ne demek istemişti Onur!
Aklım karma karışıktı, başım ağrıyordu ve tüm bedenim kötü bir hastalığın pençesindeymişim gibi sızlıyordu.
Sessizliğe bürünüşüm onu endişelendiriyordu ama aklımdaki bilinmezlikte kaybolmamak için çabaladığımdan habersizdi. Varlığını yok sayıyor olduğumu zannediyor olmalıydı ki bana kendini fark ettirmek için bir şeyler söyleme gayretine girmişti.
Çok konuşmazdı Onur, ama çok fazla biriktirirdi.
Süslü kelimeleri yoktu, soğuktu ve dümdüz bir adamdı. Öyle konuya ortama yön verebilecek ve ilk adımı atacak adamlardan da değildi ama istediği zaman sanılanın aksine bambaşka bir adam da oluveriyordu.
Karşısındakini sözleriyle hipnoz ediyor, iradesini kırabiliyor, hiç farkında olmadan kendinizi yitik hissetmenizi sağlıyordu. Dostluğumuzda beni bu özelliğiyle motive ettiği çok olmuştu ama öfkesine maruz kaldığınızda aksine yaşam enerjinizi tüketip sizi demoralize de edebilirdi. Son bir kaç gündür onun öfkesine o kadar maruz kalmıştım ki.
Her şeye rağmen şu an yaşadığım şoku atlatmam için, benim için yanımda çabalıyordu Onur.
"Hastaneye gidiyoruz, İpek evet İpek seni özlemiştir. Onu görürüz ama öncesinde muayyene olman ve dinlenmende fayda var."
Onu duyduğumu bilmesi gerekiyordu, hala onunla olduğumu şokta olmadığımı bilmesi gerekiyordu ve hastaneye gitmek istemediğimi de.
"Bir süredir otelde kalıyorum, Kaldığım .... Oteline götür beni." Başımda korkunç bir ağrı vardı cümlemi zorlukla tamamlayabilmiştim. Şakaklarıma parmaklarımı bastırarak acımı hafifletebilmeyi umdum.
"Olmaz Melek! Hastaneye gidiyoruz."
"İyiyim sayende burnum bile kanamadan atlattık kazayı, bu yüzden beni kaldığım otele bırakıyorsun, yani otele gidiyoruz!"
"Olmaz! Avucun kanıyor... Oolmaz! Rengin de kireç gibi bedenin hala titriyor. En doğrusu hastane, hem çarpmanın yaratacağı bir komplikasyon olabilir, müşahede altında kalman laz..."
"Onur!"
"Tamam, hastaneye götürmeyeceğim ama yalnız da kalmana izin veremem.", dedi ve hastane yoluna varan yola giderken çıkan yol ayrımından sola dönüp arabayı sürmeye devam etti. Birkaç kilometre da ilerlediğimizde şehir merkezinden on kilometre kadar uzakta geniş bahçeli villaların olduğu bir yerleşim bölgesine geldik.
Kumandayla açılan bahçe kapısından içeri girdik. Arabayı park etti. Şoför koltuğundan inip kapımı açtı Onur ve
"Burası benim evim, iyi olduğundan emin olduktan sonra, seni nereye ne zaman istersen götüreceğim ama en az yirmi dört saat benim gözetiminde kalacaksın.", dedi.
Başımı ona doğru çevirip ifadesiz bir şekilde ona baktım. Ne yapmam, ne söylemem gerekirdi bilmez haldeydim.
"İyi gözükmüyorsun seni eve kadar taşımamı ister misin?", diye sorduğunda buraya getirilmiş olmama itiraz etmeme dahi izin vermeden konuyu çoktan değiştirmişti bile. Onun beni tekrar kucağına alması kalbime ağır geleceğinden hareketlenmem gerektiğine karar verip oturduğum yerden doğrularak araçtan inmeye çalıştım.
Ben yürümeyi yeni öğrenen bir bebek gibi sendelerken Onur da arabanın indiğim ön yolcu kapısını kapatıyordu. Çok fazla adım atamadığımdan zorlanmadan yanıma yetişti, sol kolumdan tutup bedenimi destekledi. Kolluma uyguladığı baskıdan canım acıyınca çıkardığım sesten sıkıntımı anlamış olacak ki bu kez belimden bedenimi bedenine yaslayıp beni desteklemeye devam etti.
Kucağında taşısaydı daha mı az yük olurdu kalbime varlığı?
Birlikte park alanından eve bağlandığını öğrendiğim kapıdan geçip Onur'un evine yol aldık. Önümüze çıkan büyük çelik kapının şifresini girip kapıyı açtığında uzun bir hole girmek üzere olduğumuzu görmüştüm. Harekete duyarlı aydınlatma sayesinde karanlık koridor yavaş yavaş aydınlanmaya başladı daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum, bu dar koridordan ilerlemek istemiyordum. Kulüpteki anılarım gözümde canlanıyor nefes alışverişlerim düzensizleşiyordu.
"Duralım!"
Onur'un kollarından bedenimi kurtarıp ellerimle yüzümü sıvazladım ve bulunduğumuz yere çöküverdim. Saniyeler içinde o da benim gibi yere çöküverdi ve karalarını üzerime sabitledi. Tam bir şey diyecek gibi oldu izin vermedim.
"Yoruldum sadece. Alışık değilim ki ben. Önce hastane nöbetleri, bu günkü koşturmaca, gerilim. Eskisi kadar parti organizasyonları da yapmıyoruz malum yastaydık. Hamlamışım işte."
Onur anlattıklarımı bölmeden masal dinler gibi bir ifadeyle dinledi, daha da saçmalama izin verdi.
"Sanırım alkolü azaltıp spora ağırlık verme zamanım geldi, belki de uzak doğu sporlarına falan yönelmeliyim. Sen... tekvando mu yaptın bugün , o karanlık, dar korku tüneli gibi olan koridorda... sen, çok havalıydın..."
Kahretsin dönüp dolaşıp aynı yere gelmeyi başardım yine gözümde o dar karanlık koridor canlanıverdi.
"Kk... Kkoridor bu koridorda çok dar Onur ... Bben boğulacak gibiyim nefes alamıyorum, ddevam eedemem..."
Kendimi bir anda Onur'un kollarında buldum, önce beni kendiyle birlikte doğrultup ayağa kaldırdı sonra da kucağına aldı. Başımı göğsüne bastırıp gözlerimi kapatmak için sırtıma destek verdiği sağ kolunun eliyle de gözümü perdelerken sol eliyle de bacaklarımın altından desteklemeye devam etti. Onun iri bedeninde küçücük kalmıştım.
Bir süre bu şekilde beni taşımaya devam etti, kollarında hissettiğim sarsıntıdan sebep zannederim bir ara merdivenlerden de çıktık. Sonunda sırtım soğuk ama yumuşak bir zeminle buluştu. Gözlerimden elini çekmesine rağmen göremiyor, gözlerim karanlığa alışmadığından henüz nerede olduğumu doğrulayamıyorum. Ayak bileklerimden tuttu ve karanlığa rağmen tıpkı giydirirken zorlanmadığı gibi çıkarırken de zorlanmadı ayakkabılarımı. Gözlerim tam karanlığa alışacakken işittiğim düğme sesinin ardında odada loş bir aydınlanma oldu.
Hastane odasını aratmayacak kadar sade ve beyaz dekore edilmiş bir odadaydık. Bedenimi yattığım yerden doğrultup oturur pozisyona geçtim, elbisemin eteklerini topladım ve dizlerimi karnıma doğru çekip kollarımı bacaklarıma sardım. Çenemi dizlerime dayayıp Onur'u seyre koyuldum. Dolabının kapağını açmış bir şeyler arıyordu. Elinde beyaz bir tişört ve siyah bir eşofman altı alıp yanıma doğru yaklaştı.
"Bunları kullan, duş almak istersen banyoda temiz havlu ve işte o zımbırtılardan da var."
"Zımbırtı?"
"Lif, şampuan..." odadaki banyo kapısını işaret ederek aklına gelen zımbırtıları sayıyordu. Bir anda aklıma gelen soru aynı zamanda dudaklarımdan da dökülüverdi.
"Evde bizden başka kimse yok mu?"
Onur'u sorumla afallatmıştım. Bu soru böyle mi sorulurdu.
Aptal Melek.
Bedeniyle bedenim arasında güven mesafesi bırakmak için uzaklaştı yakınımdan.
"Şey ben.. kimseyi rahatsız etmek istemem, böyle aniden geldiğim için..."
"Vaktimin çoğu hastanede geçtiğinden haftada bir temizlik için biri geliyor. Yarın sabah da gelecek ama o da sessizce işini yapar."
"Anladım, Peki ya Handan Teyze!" Bir anda aklıma Handan Teyze gelmişti, Onur annesine çok bağlıydı, babasının ölümünden sonra hayatında bir tek annesi vardı ama neden burada onunla birlikte değildi.
Soruma cevap verirken aynı zamanda odadan çıkmak üzere kapıya doğru yürümeye başladı.
"Yalnız yaşıyorum. Bu arada duşu alırken suyun sıcak olmamasına dikkat et, yirmi dört saat uyku yok..."
Handan Teyzeden bahsetmek istemiyormuş gibiydi sanki, öyle hissettim. Ama o annesine öyle hayran bir evlattı ki yanılıyor olmalıyım.
"Nasıl ya! Uyumayıp da ne yapacağız?"
Kapıyı örtmek üzereyken sorumla gözlerini gözlerime kilitledi. İstemsizce yutkundum. Zaten siyah olan gözleri daha da siyaha çalmayı nasıl başarıyordu.
"Spor!"
"NE!"
Tepkimi görmezden geldi, kapıyı örtüp odadan çıktı.
Gece gece yapılacak bir tek spor biliyordum ben, onu da konuşurken gözlerimden başka bir yerime bakmayan bu adamın ima etmesine imkân yoktu.
Yanaklarım alev aldı resmen, geceler aysız arzular arsız... Kalk da soğuk bir duş al Melek, doktorun öyle dedi.
Üzerimdeki kıyafetleri aheste aheste çıkarırken aklıma gelmemesi gereken şeylerin gelmesine engel olamıyorum.
Buz adamla tam iki kez öpüştük. Tamam ilki için sebepler vardı ya ikincisi?
Ayrıca ben şu anda onun odasındaydım, az evvel de yatağındaydım.
Oysa arkadaşlığımız süresince bir kez yatağına oturmama dahi izin vermemişti bu adam.
Neler düşünüyorsun Melek kendine gel kızım. Adam'ın sevgilisi var. Ya da yok mu.
Banyo dolaplarını açıp hızla etrafı kolaçan ettim. Açılmamış diş fırçası ve hijyen ürünleri vardı ama bayan eşyası yoktu. İç çamaşırlarımla banyodan odaya fırladım ve hızla odayı kolaçan ettim. Bu oda misafir odası değil baya baya Onur'un odasıydı işte ve sadece Onur'un eşyaları vardı.
Yüzümde salak salak bir gülümseme oluştuğunu gerilen dudaklarımın verdiği acıdan hissediyordum. Sahi ne kadar da çok şey yaşanmıştı bedenimi sızlatacak ben de burada durmuş neleri düşünüyorum.
Aptal Melek...
Tekrar banyoya döndüm ve iç çamaşırlarımı da çıkarıp duşa girdim. Soğuk su tenimle buluştuğunda bedenimi saran anlık titreme suyun ısısına alışmamla son buldu. Dediği gibi soğuk suyla duşumu almıştım. Dolabın rafından temiz banyo havlusunu alıp üzerime sardım. Sutyeni bedenimi sıkmasını istemediğim için es geçtim. Üzerime beyaz tişörtü geçirince tekrar göğüslerime dikkat kesildim, varlığının da yokluğunun da bariz fark yaratmayacağı ölçülere sahip olduğumdan doğru bir karar verdiğimden emin oldum. Her ihtimale karşı saçlarımı iki yanıma aldım. Göğüslerimin örtecek uzunluktalardı.
Altıma Onur'un verdiği eşofman altını giydiğimde uzun paçaları ve bol beli yüzünden bedenimde tutunamayacağı için geri çıkarma kararı aldım. Onur'un kıyafetlerinin bana uymasını beklemek saçmalıktı. Tişörtü de epeyce uzun olduğundan eşofman giyinmememin sorun olmayacağını düşündüm. Bu uzunlukta elbiselerimin de olduğunu düşündüğümde absürt durmayacaktı.
Ne düşünüyorum ne için düşünüyorum...
Lanet olsun Onur'la koca evde baş başaydık aklıma gelen bu düşünceyi de aklımdan def etmem lazımdı.
Bedenimi odadaki yatağa atı verdim. Yatağın üzerindeki örtüyü üzerime çekip çarşafın ve yastığın üzerine sinen kokuyu içime içime çektim.
Tam bir hayal kırıklığı...
Tabi ki yatak Onur kokmuyor, bildiğin yumuşatıcı kokuyor.
Aptalsın Melek, adam hastane köşelerinde sabahlıyor eve bile kim bilir en son ne zaman uğramıştır. İzin gününde bile İpek için hastanedeydi.
Sahi İpek ne durumdaydı.
Çok yorgunum uykum var...
"Melek!"
Hayranı olduğum ses yüreğimi değil bedenimi sıçrattı bu kez de...
"Uyumuyordum gözlerimi dinlendiriyordum."
"Hadi kalk."
Göz kapaklarımı açıp hafifçe doğruldum. Bir çift zifiri karanlık gözlerimin içine ikaz lambası gibi ışıldıyor.
"Ciddi olamazsın spor falan yapmayacağız değil mi?"
"Yok öncesinde yemek yiyeceğiz, acıktım."
Elinde beyaz bir kutuyla yatağa yakınıma oturdu. Kutuyu açtı ve tekrar elime pansuman yaptı bir yandan da bana laf yetiştiriyordu.
"Ben aç değilim sen ye. Spor da yapamam bu saatten sonra..."
"Açken yapamazsın zaten, hadi kalk bir şeyler hazırlayalım."
"Ne demek bir şeyler hazırlayalım, yani yemekte yok ortada öyle mi"
"Yapacağız işte bir şeyler ..."
"Yapa-ca-ğız derken, tekvandodan sonra yemek dersi falan da almış olmalısın, yemek yapmasını da öğrendin yani"
"Yok öyle bir şey kursa falan gitmedim, savaşmak biz erkeklerin doğasında var. Hem yemek yapmayı öğrenecek vaktim de olmadı. Sen gıda mühendisi değil misin? Mutfakla aran iyidir diye düşündüm"
"Yapacağızın -cağız kısmı benden ibaretmiş anlaşıldı yani... Gıda mühendisliği ile aşçılığı da bir tuttun ya pes? Yapamam ben yemek falan yok benim doğamda öyle şeyler üzgünüm, sipariş ver."
"Mecbur sipariş vereceğiz o zaman. Bu saatte açık bir yer bulunur mu ki"
"Ne bileyim ben, bu saatte olsa olsa gece kulüpleri, meyhaneler, meyhane yanı çorbacılar açıktır."
"Melekkk!"
"Aklıma geleni söyledim ben. Gidelim demedim ne diye çatıyorsun kaşlarını hemen."
Elimi özenle sardı, ilk yardım malzemelerini kutusuna yerleştirdi, ardından kirlileri alıp ayaklandı.
"Anlaşıldı, ben benzin istasyonundaki markete gidiyorum, sen de aşağıya in ..."
"Ne yapacağım ben sen gelene kadar aşağıda."
"Film seç, burada uyukluyorsun ..."
"Film mi seçeyim? "
"Evet film seç ben gelene kadar, geldiğimde birlikte film izleriz."
"Bir dakika sen niye emir kipiyle konuşuyorsun benle. Ben hastayım sende doktor, müşahede altında tutulmak üzere zorla getirildim buraya hatırlatırım."
"Haklısınız Melek Hanım, hani diyorum uyumamanız lazım ya süreci kolay atlamamız için çabalıyorum spor yapamıyoruz, yemek yapamıyoruz, isterseniz sohbet edelim ..."
Sohbet de edilmezdi ki Onur'la. Bugün sormasına engel olduğum konulara girip dökülmem için manipüle ederdi beni. Bu konuda ne kadar başarılı olduğunu gayet iyi hatırlıyorum.
"Film seçme işi bende alışveriş sende anlaştık da biz şimdi film yanı abur cubur mu yapacağız."
"Diyetiniz mi bozulur Melek Hanım."
"Ee yani spor yapmadığım zamanlada yediklerime dikkat etmem gerekiyor. Tükettiğin kalori harcadığından fazla olmamalı değil mi?"
"İyi işte, bu gece uyumak yok, abur cubur yer sabaha kadar da spor yaparız...!"
"Sen hayırdır, taktın spora ne sporu yapacağız biz seninle..."
"Yüzme, kardio, fitness, kickbox... ne isterseniz"
"Ben bir şey istemiyorum işte siz ısrar ediyorsunuz hem bu saatten sonra açık spor salonu nerede bulacağız Doktor Onur."
"Alt katta kapalı yüzme havuzu ve spor odası var. Spor salonuna gidecek vaktim olmadığı için...."
"Anladım, zaten seninle başka ne sporu yapılabilirdi ki değil mi? ..." ağzımda yuvarlayıp homurdanarak bitirdim cümleyi.
Aptal Melek aklında neler geziniyor hala senin öyle...
"Anlaştık o zaman ben alışverişe gidiyorum, özellikle istediğin bir şey var mı?"
"Mısırsız film olmaz..."
"Tamam o zaman."
"Tamam o zaman."
Ne oldu şimdi, Onur beni resmen kandırdı. Ben yemek yemeyecektim spor da yapmayacaktım. Nasıl başarıyor bunu. Ya ayrıca biz bunca yıldır görüşmüyoruz, nasıl oldu da bir anda aramıza yıllar girmemiş gibi böyle konuşur olduk.
Onur gideli beş dakika olmuş ben hala yataktayım ve yüzümdeki aptal gülümsememle kendi kendime dakikalar evvelki didişmemizin kritiğini yapıyorum.
Sonuç, fiyasko...
O sadece işini yapıyor, daha fazlası yok Melek birincisinde yardım ikincisinde ise şok yüzünden öptü seni... O seni asla affetmedi, hem hayatında Seda var. Her ne kadar evde Seda'ya dair bir iz olmasa da ... Evine gelemeyecek kadar yoğunken Seda'yla saatlerce bir mekânda yemek yiyecek kadar vakit ayırabiliyor...
Sonunda yüzümdeki aptal gülümsememi silmeyi başarabildim. Aheste aheste yataktan çıktım ve odanın bağlı olduğu koridorda ayaklarımı süre süre yürümeye devam ettim.
Bir bakışına, bir sözüne milyonlarca umut bağlayıp o küçücük umutlarla kocaman mutluluklar yaşayabilirken aynı zamanda kendime mutluluğu haram edecek sebepleri bulmakta da hiç zorlanmıyorum.
Seda ile gerçekten aralarında ne var çok merak ediyorum. Daha önce hiçbir kızdan hoşlandığını da görmedim ki Seda onun tipi değil mi bir ipucu yakalayayım. Onur'un tipi benim gibi biri olmalı yani onca yıl ben vardım yanında. Gerçi etrafına birilerinin yanaşmasını da engelleyen bendim bırakmadım ki çocuğu kimlerden, nelerden hoşlandığını tecrübe edebilsin.
Sarışınlardan hoşlanıyordu demek ki...
Hayır ya olamaz! O içten pazarlıklı, sinsi Seda onun tipi olamaz.
Ayaklarımı yere vura vura yürümekle kafamdakileri etrafa döküp saçıp kurutabileceğimi umuyor olmalıydım.
Merdivenleri takip ettiğimde bir alt katın Amerikan mutfaklı geniş bir salon olduğunu gördüm.
Salonun aydınlatması açıktı, izlenecek filmleri seçmek için TV yanına geldiğimde Onur'un sesi duyuldu. Elindeki paketleri tezgâha yerleştirmek için uğraşırken henüz beni fark etmemişti. O alışverişi de tamamlamış bense henüz film seçememiştim.
"Çok hızlısın ben daha film bile seçemedim."
"Sorun değil birlikte seçeriz, vaktimiz var değil mi...?". Gözleri beni bulduğunda duraksayıp tamamladı cümlesini.
"Bir sorun mu var?"
"Aaa yok hayır, sen filmi seçerken ben aperatifler için hazırlık yapayım."
"Ee az evvel birlikte seçeriz demiştin, aperatifleri hazırlamana yardım edeyim sen de film seçimine yardım edersin ödeşiriz."
Salonun mutfak kısmana doğru ilerlerken söylediklerimi duymamış gibi alışveriş poşetlerine odaklanmış içindekileri tek tek çıkarıp tezgâha diziyor beni görmezlikten geliyordu.
Neydi şimdi bu tavrının sebebi? İnadına inadına gözünün için sokasım vardı kendimi.
Hızla yanına koştum, bayram sabahları bayram şekerleriyle dolu kristal gondola düşen çocuklar gibi alışveriş torbalarını karıştırıp neler aldığına bakmaya başladım.
"Ee hani patlamış mısır yok?"
"Sen mısır dedin patlamış mısır demedin ki ben de patlamamışını aldım.", dedi elindeki alışveriş torbasından çıkardığı mısır paketini elinde sallayarak.
"Vaktimiz bol nasıl olsa patlatırız demeni beklerdim hayret bu kez şaşırttın doğrusu."
"Aslında mısır patlatma makinesi vardı onu denemek için iyi bir fırsat olduğunu düşündüm."
Ben aklımdan geçen fanteziler için fırsat kollarken adam mısır patlatma makinesi kullanmak için fırsat kolluyormuş meğer!
Onur yahu karşındaki, ne bekliyordun, sen de içten içe alık alık hayaller kur Melek.
"Bence de mükemmel bir fırsat. Hey bu aldıkların ne böyle..."
"Beğenmedin mi?"
"Beğendim ama bunların hepsi çikolatalı, sen çikolatalı tatlıları sevmezsin ki?"
"Ama sen seviyorsun."
"Ben seviyorum da sen ne yiyeceksin, acıktım dememiş miydin?"
Dolapları karıştırmaya başlamıştım, yiyecekleri servise hazırlamak için servise uygun tabaklar arıyordum. Üst dolaptaki rafta tabakları görmüştüm parmak uçlarımdan destek alarak rafa uzandım. Boyum kısa değildi ama belli ki bu ev Onur'un boyuna göre dekor edilmişti. Tabakları almak için kendime doğru çekerken tabak içlerinde olan kaseleri fark etmediğimi anladım üzerime düşecekken ardımdan uzanan el beni olası kazadan korumuş oldu. Onur imdat demeden imdadıma yetişivermişti.
"Teşekkürler... Ben çok beceriksizim..." ardıma döndüğümde Onur'la çok fazla yakın olduğumuzu gördüm. Kalbim birinci vitesten beşe çıkmış maraton koşuyormuşum gibi göğüs kafesimi zorluyordu. Ben Onur'u tüm duyularımla solurken, Onur'un bakışları dolaptaki tabaklardaydı.
Raftan aldığı tabakları tezgâha koyarken bedenlerimiz arasında açtığı mesafe ile kalbimi nadasa bırakabildim. Eminim ki bu gece kolay sabah olmayacaktı.
"Demiştim.", dedi Onur.
"Eefendim..." Onur ettiğim teşekkürü duymamıştı da aklı başka bir yerdeymiş gibi mırıldanmıştı bende ondan farklı değildim ne demek istediğini anlayamamıştım.
"Acıktım dememiş miydin diye sormuştun ya az evvel ona cevaben 'demiştim', dedim"
Yüzüme bakmadan çikolatalı pasta dilimini kutusundan çıkarıp özenle tabağa aldı. Tezgâhın altındaki çekmeceyi çekip içerisindeki, üzerimizdeki aydınlatmanın yansımasıyla parıldayan, gümüş çatal bıçak setinin arasından bir adet tatlı çatalını alıp çekmeceyi bedeniyle itekleyip kapattı.
Aramızdaki mesafeyi kapatırken gözü elindeki tabaktaydı, yanıma doğru yaklaşırken eş zamanlı olarak tabaktaki pastaya çatalı daldırdı. O kadar yaklaşmıştı ki gözlerim karalarına hapsolduğunda yutkundum. Pastadan aldığı çataldaki parçayı dudaklarıma yaklaştırdığında gözleri hala gözlerimdeydi. Başını hafifçe aşağı doğru eğip pastayı yemem için beklediğini hatırlattı adeta.
Gözlerimi Onur'un karalarından bir saniye bile ayırmadan yemem için uzattığı çataldaki parçayı dudaklarımı aralayıp ağzıma aldım, dudaklarımı birbirine bastırıp çataldan pasta parçasını tek seferde sıyırdım. Ağzımdaki bitter çikolatalı pastayı ağır ağır çiğnerken tatlının tadına varamayacak kadar Onur'un karalarıyla hipnoz olmuş durumdaydım. Onur, yemem için uzattığı parçayı ağzıma aldığım anda bakışlarını bir anlık tuttuğu dudaklarımdan çekip ait olduğu yere, gözlerime dikmişti.
Ne bekliyordun ki Melek! Bakışlarının dudaklarında kalmasını mı dudağının kenarından sızan çikolatayı dudaklarıyla temizlemesini mi?
Onur'un benim gibi müstehcen düşünceleri olacak değildi ya.
Duygusuz adam!
Ben neden böyleydim ki onun her bir detayında parantez açıp edepsiz ünlemli cümleleri ekleyip istemesem de parantezi kapatıyordum. Ağzımda eriyip giden pasta dilimine rağmen çenemi ağzımdakileri çiğniyormuşum gibi oynatmaya devam ediyor, yutkunmamak için kendimi zor tutuyordum. Eğer yutkunursam aramızdaki bu büyü bozulacak diye korkuyordum. Daha fazla özlem gidermeliydim; Onun karalarında, onun o gece kokusunda...
Ben onun yakınımdaki varlığıyla özlem giderirken Onur'sa karşımda sabırla ağzımdakini yutmamı bekliyordu. Göğsünü havalandıracak kadar derin bir soluk alıp ağır ağır verdi tuttuğu nefesini. O kadar yakındı ki bedenlerimiz. Onca yıla rağmen dün kadar yakındı ki anılarımız.
Ne zaman moralim bozuk olsa çikolatalı pasta yerdim. Onur çok iyi bilirdi, defalarca kez tıpkı bugün olduğu gibi elleriyle yedirmişti.
"Şimdi... doydum..."
Patlayan mısın sesiyle dikkatim bir anda havaya uçuşan mısır tanelerine yöneldi, Onur'un az evvel ağzının içinde söylediği şeyi dip dibe olmamıza rağmen patlayan mısır sesinden anlayamamıştım.
"Onur az evvel ne söyledin anlamadım?"
"Kahretsin, makinanın kapağını kapatmayı unuttum."
Onur telaşla elindeki tabağı çatalı tezgâha bırakıp makinanın yanına koştu ve patlayan mısır tanelerinden kaçınarak mısır haznesinin kapağını örttü.
Yüzünde aptal bir ifade vardı, eminim mükemmeliyetçi kişiliğini nasıl böyle bir hata yaptım ben diye sorguluyordu içten içe.
Bense onun bu haline kahkahalarla gülmekle yetinmiştim. Bakışları beni bulduğunda dipsiz bir kuyuya düşüyormuş gibi hissettim, korkutucu bakışından ürküp film seçme bahanesiyle yanından kaçtım, sorduğum soru havada kalmıştı ama cevabını da artık merak etmiyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |