
"Daha film seçecektim ben yaaa..."
"Bence komedi filmi seçmelisin, gülümsemen soğumasın."
"Bende öyle düşünmüştüm!" Onur'a karşılık verirken çoktan DVD'ler arasına gömülmüştüm bile.
Onur aperatifleri orta sehpaya dizerken ben filmin DVD'sini oynatıcıya yerleştirmiştim.
Köşeli koltuk grubunun köşesindeki yerimi aldım ve bacaklarımı koltuğun TV ye doğru uzanan kısmına uzatıp sırtımı koltuğun sırtlığına dayadım.
En güzel köşeyi ben kapmıştım. Onur tüm aperatifleri getirdiğinde gözleri bir anlık beni süzer gibi oldu ve hızla bakışlarını benden kaçırdı. Tam filmi başlatmak üzereyken ardıma döndüğümde Onur'un salondan ayrılmak üzere olduğunu görmüştüm ne yani filmi beraber izlemeyecek miydik?
Hiç sorgulamadım ama fena halde bozuldum, filmi onsuz başlattım. En sevdiğim komedi filmlerindendi; The hot chick.
Ben filmi seyrederken dakikalar içerisinde elinde battaniye ile salona döndü Onur ve elindeki battaniyeyi bacaklarıma örttü. Eline mısır kaselerinden birini alıp bana uzattı. Ben bana uzattığı kâseyi elime alırken film yerine Onur'a dikkat kesilmiştim o ise hiçbir şey demeden diğer mısır kasesini eline alıp yanıma oturdu ve filmi seyre koyuldu.
"Bu ne şimdi?" diye sordum bacaklarımdaki battaniyeyi gözlerimle göstererek eş zamanlı olarak battaniyeyi ayağımla aşağıya doğru teptim.
Onur robotik bir hareketle başını bana doğru çevirip gözlerini kısarak gözlerime kilitledi. Elindeki kâseyi koltuğun üzerine, aramızda bıraktığı mesafeye koydu. Doğruldu ve ayak ucuma teperek ittiğim battaniyeyi bacaklarıma bakmadan tekrar üzerime örttü ki bu kez sadece bacaklarıma değil göğsüme kadar örtmüştü battaniyeyi.
"Üşütme!" dedi kelimenin her bir hecesine vurgu yaparak düz bir tonda.
"Soğuk duş al, bu gece sabahlayacağız diyen sen değil miydin, bu sıcakta ne üşütmesi kendimi soğuk tutuyorum Onur?"
Cevap vermeye tenezzül dahi etmedi.
Elimdeki kâseden epeyce bir mısır aldıktan sonra kuruyan dilimi damağımı ıslatıp tatlandırmak için üzerimden örtülü battaniyeyi kaldırıp bacaklarımı koltuktan yere doğru sarkıttım, orta sehpa üzerindeki kola bardağını elime almak için uzandığımda tişörtün etekleri bacaklarımı daha da açıkta bırakacak şekilde sıyrılmıştı.
Elime kola bardağını aldığımda Onur filme odaklanmış bu kez beni görmezden gelmeyi tercih etmişti. Filmde başrol kadının ruhu hapsolduğu erkek bedenine uyum sağlamakta zorlanırken, bedeniyle ettiği zorlu mücadele sahnelerinde oturduğum yerde şekilden şekilde girip kahkahalara boğuluyordum. Ne zaman izlesem ilk kez izliyormuşum gibi heyecan veriyordu film. Bir ara kavga sahnesinde heyecandan koltuğun sırt kısmının üzerine çıkıp oturuvermiştim. Gülerek kendimi koltuğa bırakıp tekrar sırtımı koltuğa yasladığımda Onur ani bir hareketle tekrar battaniyeyi alıp bacaklarıma örtü. Dikkatimi dağıttığı için bir hayli sinirlendiğimden battaniyeyi bu kez Onur'un olduğu yere doğru tepikledim. Bu fevri davranışım yüzünden Onur'un elindeki bardağın içindeki kola üzerimize ve maalesef çoğu da benim üzerime doğru sıçrayarak döküldü.
"Offf ama ya!"
"Bir yerinde dur Melek sende ya!"
Aynı anda birbirimize bağrışmıştık. Onur hızla orta sehpadaki mendil kutusundan mendili alıp üzerimi silmeye başladığında ikimizde aniden kızardık.
Lanet olsun içimde sutyen bile yoktu ki benim.
Onur nereye dokunduğunu anladığında bir anda kendini geri çekti eş zamanlı ikimizde ayağa kalktık.
"Ben duş alayım şekerlidir bu."
"Sen duş alırken bende dağılan yerleri toparlarım."
"Tamam o zaman."
"Tamam o zaman."
Hızla merdivenlere doğru koştum ve Onur'un odasına çıktım. Duşun kapısını aralarken ardımdan Onur seslendi.
"Melek bir dakika!"
"Efendim." Kollarımı göğsüm üzerinde birbirine kilitleyip göğüslerimi saklama ihtiyacı hissetmiştim ama zaten odaya girer girmez bana bakmadan dolabının kapağını açmıştı Onur. Biraz karıştırdıktan sonra aradığını bulmuş, elindekini bana uzatmıştı.
"Bunu giyebilirsin hem daha uzun hem de koyu renk...", deyivermişti bir anda elindeki siyah tişörtü kastederek.
İçimin belli olduğunu mu ima etmişti!
Lanet olsun kırdığı potu anlamış benim gibi oda domatese dönmüştü. Esmer tenine rağmen kıpkırmızı olmuştu yanakları.
"Tamam o zaman."
"Tamam o zaman." Eş zamanlı olarak birbirimizi sesli bir şekilde onayladığımızda ben banyoya kaçarken Onur ise kendini odadan dışarı atmıştı.
Üzerimdeki tişörtü sıyırıp kirli çamaşır sepetine atıp duş kabinine girdim. Suyu açtığımda üzerime boşalan soğuk suyla kısa bir çığlık attım ve suyu sıcağa çevirdim. Elime şampuanı alıp saçlarımdaki şekerli kola kalıntılarını temizlemeye koyuldum. Ardından life duş jelini sıktım ve vücudumu lifledim. Tüm bunları yaparken aklımda bir tek Onur vardı.
Aklımda, kalbimde derinlerde bir yerde hep Onur vardı.
Benim onsuz geçen onca yılda bile onu düşünmediğim bir anım olmadı. Gittiğim yede, gözümün bir erkeğe değdiği anda hep Onur da burada olsaydı, karşımdaki keşke Onur olsaydı deyip durdum.
Şimdi Onur'la birlikte aynı çatı altındaydık. Birbirimize bu kadar yakınken uzak kalmak zorunda olmak bedenime ve kalbime öyle büyük işkenceydi ki. Birbirimizi bu kadar iyi tanıyorken, birbirimizi anlamamazlıktan gelmek çok ağırdı.
Elleriyle pasta yedirmişti bana tıpkı eski günlerdeki gibi.
Birbirimizle yine laf dalaşına girmiştik.
Aramıza giren yıllar yokmuş gibiydi ama aynı zamanda aramızda milyonlarca ışık yılı var gibiydi de...
Ailesinden sevgi görmeyen biri sevmeyi sevilmeyi nasıl bilebilirdi!
Onur tarafından aşkla sevilmiş miydim ben?
Sevilmiş olmalıydım kalp kalbe karşıdır derlerdi.
Sevilmiştim çünkü bende çok sevmiştim. Aşkla sevmiştim.
Biri birini nasıl sever, severken nasıl davranırdı bilmezdim. Bence kendimce sevmiştim Onur'u. Melek gibi sevmiştim; hırçın, şımarık, bencil, gözü kara aptal bir aşıktım.
Başımdan aşağı akan kaynara yakın su tüm bedenimi rahatlatmıştı duş kabinin zemine çöküp üzerimden süzülen suyun gözyaşlarımla birlikte giderde girdap oluşunu izledim. Kendime fısıldadım defalarca kez fısıldadım.
"Seni çok seviyorum Onur."
Ne olurdu o adam benden masumiyetimi çalmasaydı, ne olur o adam benden Onur'la geçireceğim o yılları çalmasaydı, ne olurdu benden Onur'un gözünde gördüğüm Melek'i çalmasaydı...
Güçlükle doğruldum ve duşu kapattım. Duş kabininden çıkıp bedenimi, saçımı kurulamadan Onur'un verdiği siyah tişörtü üzerime giydim. Aynadaki tersime baktım.
Siyah yakışmıştı, bilmeden bana en uygun rengi seçmişti Onur, kiri belli etmezdi siyah. Kirliydim ben temiz kalamamıştım.
Banyodan çıkıp odanın kapısına baktım, aşağı inmeye utanıyordum. Onur'un yanına gitmeye utanıyordum. Bu yüzden odadaki yatağa girdim. Sağıma dönüp cenin pozisyonunda sığındım yatağa.
Karşımda duran mobilyanın kaplamasındaki dalgalara takıldı gözüm ve her bir çizginin üzerinde gidip geldi bakışlarım. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu ama uyumaman gerektiğini bildiğimden uykuya direniyordum. Beklenmedik bir anda yatağın ardımda kalan kısmına biri oturmuşçasına bir eğim hissettim. Ardımdaki hareketliliği kontrol etmeme fırsat vermeden bir el saçlarımdan kavradı beni.
Saçlarımdan çekiliyordum, elimi saçımı tutan elin üzerine atıp kendimi kurtarmak istedim, olmadı. Lanet olsun beni yattığım yerden kaldırdı. Karşımızda kalan aynadaki yansımadan ardımdaki kişinin Emre olduğunu gördüm. Buradaydı ve ben yine onun ellerinde tutsaktım.
"Bırak yalvarırım beni bırak."
Göğsümü, yüzümü, aynaya yasladı ve erkekliğini hissedeceğim şekilde bedenini de bana yasladı. İğrenç bakışlarını aynadaki yansımadan görmüştüm, tek kelime etmiyordu. Bedenim ayna ile onun bedeni arasında sıkışmıştı. Nefes alamıyordum. Güçlükle konuşuyordum.
"Lütfen bırak beni yalvarırım bırak, ne olursun dokunma bana yalvarırım."
Bağırmıyordum fısıldarcasına yalvarıyordum. İçinde merhamet kırıntıları kalmış olma ihtimali var mıydı?
"Dokunma, ne olursun dokunma bana. Ne olursun yapma dur yalvarırım."
Gözlerimden akan yaşların sıcaklığını hissediyordum bir kez daha yenik düşmüştüm. Bir kez daha kaybetmiştim.
Ne zaman yatağa atmıştı bedenimi bilmiyorum, yatağın içinde onun kollarından kurtulmak için gözyaşlarım içinde çırpınıyordum. Dudaklarımdan pes etmeden ısrarla dökülen yapma nidalarıydı.
"Yapma!"
Sesim daha gür çıkıyordum artık, bedenimi beni susturmak için sarsıyordu bedenimden alacakları vardı. Bedenimden çalacakları vardı!
"Dokunma bana! Yapma! Senden iğreniyorum dokunma! Yardım edin! Kurtarın beni!"
"Melek! Kendine gel. Melek!"
Gözlerimi açtığımda Onur'un kolları arasındaydım. Kurtulmuştum.
"Kurtuldum. Oh şükürler olsun."
Kollarımı Onur'un boynuna doladım. Onur beni kurtarmıştı kâbus bitmişti. O bana dokunamamıştı. O kötü şeyler yaşanmamıştı. Ben Onur'u hiç kaybetmemiştim. Hepsi kabustu. Kâbustan uyanmıştım.
"Kurtuldum, kurtardın beni bitti. Bitti kâbus bitti."
Onur boynuna doladığım kollarımı gevşetip aramızda bir miktar mesafe açtı. O bunu yaparken yüreğimden bir şeyler sökülüyordu sanki. Onsuzluğa düşecekmiş gibi oluyor çok korkuyordum ama o yüzümü o iri avuçları arasına alıp çatık kaşları altındaki kara gözleriyle gözlerimi boyadı karanlığına.
"Emre değil mi? Kâbusun olan, seni bu hale getiren Emre değil mi? ANLAT! "
Yutkundum yüzümü Onur'un ellerinden kurtardım bedenimi yatağın başlığına doğru geri çektim. Sırtımı yatağın başlığına dayarken bulunduğumuz odaya göz gezdirdim.
Binlerce lanet okudum içimden.
Kâbus görmüştüm evet ama kâbus olmasını dilediğim her şey yaşanmıştı, masumiyetim çalınmıştı ve kardeşimi kurtarmak için masumiyetimi gömdüğüm odaya tekrar gitmiştim bugün.
Ben kurtulamamıştım, sesimi kimseye duyuramamıştım, sadece gözlerim açılmış kâbus olmasını dilediğim gerçekliğe uyanmıştım.
O adam bana o iğrençliği yapmıştı, o adam kardeşimle bana meydan okumuş. Yok saymak istediğim her an unutulmayacak bir anı olarak tüm benliğime işlenmişti.
Bitmemişti kâbusum, kör bir kuyunun içine düşmüştüm, kurtulamıyorum hala dibe doğru çekiliyorum.
Onur haykırışlarımı duymuştu, ne kadarını duymuştu.
Korkuyorum, Onun gerçeği öğrenmesinden korkuyorum. Gerçeği öğrenen Onur'la yüzleşmekten korkuyorum.
"Anlat artık Melek! İyi güzel yaşadığımız günlerin eski arkadaşlığımızın, geçmişte paylaştıklarımızın hatırına anlat."
Ne diyecektim.
"Neden kardeşin onunlaydı. Ben o odaya girdiğimde lanet olsun o adam seni geri istiyor değil mi? Şantaj mı yapıyor, Melek tehdit mi ediyor? Anlat! Eğer sen konuşmazsan gider onu konuştururum."
"Yeter! Sana ne Onur. Senden kardeşim için yardım istedim. Keşke istemeseydim keşke, dur artık. Haddini aşıyorsun. Emre ile aramızdakiler bizi ilgilendirir. Burada kaldığıma pişman ettin beni, gidiyorum!"
Korkuyla yataktan fırladım, dudaklarımdan dökülmemesi gereken çok şey vardı ve ben kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Onur'un baskılarına dayanabilecek güçte değildim buradan uzaklaşmam lazımdı.
Ben evden ayrılmak üzere oda kapısına doğru yönelmek için hareketlendiğimde Onur iki elinin parmaklarıyla gür ve dağınık olan saçlarını bir çırpıda geriye tarayarak ellerini ensesinde birleştirdi, başını sağa sola yatırıp bakışlarını sanki hareket etme der gibi tehditkar bir ifadeyle bana kilitledi. Sakin kalmak için kendiyle mücadele ediyor gibiydi.
Faydasız, benim gitmek için hareketlenmem yüzünden daha da gerilse de ve hatta tehditte etse ben olabilecekler için hazır değildim bir an önce Onur'un yanından ayrılmalıydım.
Aralık olan kapının kulpunu tutup daha da açtım kapıyı ama odadan çıkamadan Onur belimden bir eliyle beni kavrarken diğeri ile hızla kapıyı itti. Öfkesinden kapıya gereğinden fazla güçle yüklendiğinden olsa gerek kapı gürültülü bir şekilde kapandığında korkudan bedenim irkildi. Ayaklarım yerden kesilmiş ne olduğunu anlayamadan bir anda kendimi yatağa fırlatılmış buldum.
Onur'un öfkesi tüm benliğini sarmıştı. Ben Onur'un varlığında huzur bulmaya alışıktım şimdi ise karşımda duran bu adamdan ölesiye korkuyorum.
"Ne yaptığını zannediyorsun sen.", dedim titreyen benliğimle.
"Konuş!" bağırdı.
Dizleriyle yatağın üzerinde bana doğru yürüdü, ben fırlatıldığım yerden doğrulmaya çalışırken o yataktan çıkmama izin vermedi. Kollarımdan tutup bedenimi sarstı. Gözlerinin karası zehir gibiydi bakmak istemiyordum, bedenimi uyuşturuyordu.
"Onur yeter, lütfen kendine gel."
"Konuş, anlat ki kendime geleyim."
"Ne duymayı bekliyorsun! Dönmüş işte, davet gecesinde sen de ordaydın yıllar sonra ilk kez orada çıktı karşıma, sonra tesadüfmüş gibi barda karşılaştık, sarhoştum tersledim kışkırttım üzerine bir kaç gün geçmeden Feraye de onun kulübüne gidince panik oldum."
"MELEK! Gördüklerim, duyduklarım öfkemi dağlıyor. Daha fazla acı içinde kıvrandırma beni de göremediklerimi, bilmediklerimi anlat. Belli ki fazlası var, boşluklar var! ANLAT. Az evvel acıyla kabus görürken haykırdıkların, kardeşin için korkun... O odaya girdiğimde o adam seni incitecekti ve sen ... "
Bir çırpıda benden uzaklaşıp odada sağa sola koşturmaya başladı sağ elinin baş ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkıp bıraktı ve bakışlarını bana kilitledi.
"Melek! Bu adam siz birlikteyken sana zarar mı verdi, nasıl ayrıldınız anlat... "
Yalanlara devam ettim.
"Biz beceremedik ilişkimizi yürütmeyi o ayrılmak istemedi ben ayrılmak istedim."
Yalan söylemeyi becerememek bir yana Onur'un hayatıma şahit olduğunu unuttuğum ya da bilmediğim detaylardan ötürü battıkça batıyordum.
"Sevgisi takıntılı bir hal almaya başlamıştı, bbana zarar vermedi ama çok bunalttı. Dedim ya bir önceki tesadüfte onu kışkırttım, aşırı duygusaldım bugün, ben korktuğumdan panikledim."
Onur'un bir anda ifadesi düzleşti. Hiçbir duygu ifadesi yoktu artık yüzünde. İnanmış mıydı? Artık soruları bitecek miydi? Yanına doğru yaklaşmaya başladı sert bir şekilde yutkundum. Boğazlarım kurumuştu. Aramızdaki az bir mesafe bırakacak şekilde yatağa oturdu. Derin bir nefes alıp verdi bedenini bana doğru döndürüp yüzünü yüzüme çevirdi.
"Sana bu kadar takıntılı olup da sen hamileyken yurttan nasıl ayrıldı."
"Üzerinde çalıştığı proje çok önemliydi gitmek zorunda kaldı hem o bebeği bilmiyordu, kimse bilmiyordu."
"Rüyanda... Az evvel ki sayıklamalarına sebep olacak ne gördün?"
Nefes alış verişlerim tekrar düzensizleşmeye başlamıştı.
"Barışmak istiyordu, kızgındı sanki, korktum işte bugün olanları saniyeler içinde tekrar..."
"Sana ne yaptı o adam!"
Yüzümü elleri arasına alıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerimin içine aktı bakışları. Yutkunmaktan başka bir şey yapamadım. Verilecek bir cevap yoktu. Aynı şeyleri söylemekten başka bir şey yapmayacaktım sustum.
"Benim Melek'ime ne yaptı o adam. Benim tanıdığım Melek bana yalan söylemezdi. Gözlerimin içine baka baka yalanlar söyletecek, seni böyle korkutacak, böyle kendinden vazgeçirecek kadar ..."
Yüzümü tutan ellerini ellerimle tutup gevşettim başımı sağa çevirip gözlerimi yakıcı bakışlarından saklandım. Bir anda çenemden tuttu yüzümü tekrar kendisine çevirdi. Bir yandan çeneme baskı yaparken diğer yandan gözlerinin karasını gözlerime bulayarak, dişlerinin arasından kelimeleri bastıra bastıra yüreğimi acıta acıta sözlerine devam etti
"Ben bakmaya kıyamazdım sana! Ben koklarken saçının teline değmeye korkardım incinirsin diye. Değer miydi? Yer yüzünde adam mı kalmadı? Yanında olacak adam yine ben olmasaydım ama değecek biri olsaydı. Emre itine nasıl verdin kendini?"
Kalbini dememişti kendini demişti. Kalbimin onda olmadığını en başından beri biliyordu sanki.
Canım acıyordu, parmaklarının çeneme yaptığı baskıdan değil, dudaklarından dökülen sözcüklerin kalbime yaptığı baskıdan canım acıyordu. Yıllar önce söylenmemiş, yıllanmış sözlerdi bunlar. Geç kalmış bir hesaplaşmaydı. Onun yanımda olmadığı zamanlarda dibe vuruşlarıma şahit olmuş adamın gurur, öfke intikam kokan sözleriydi.
"Sana ben seni sevdiğimi söyleyemedim hiç, söyleyemezdim ben kelimelere dökemezdim ama sevdim seni bakışımla sevdim her halimle sevdim seni, evleneceğim kadındın sen benim. Beyazlar içinde hayal ettim hep seni. En masum halinle... Değer miydi o adam için... Her zaman yanında olmadım mı, her acında yanında olmadım mı? Sana sevgimi, bendeki değerini hissettiremedim mi? Neyi eksik yaptım seni sevmekte, neyi yanlış yaptım. Düşündüm bulamadım. Lan oğlum dedin sen eksik bir şey yapmadın neden eksiksin şimdi dedim... Peki sen ne yaptın Melek ... Hayatımda ilk kez dibe çekilmiştim ben. Anlatamadım, sıkıntımı kendime sakladım. Aşkımı derinlerime sakladığım gibi sorunlarımı da sakladım, kendimi toparlanmak için çabaladım, ilk kez bocaladım lan ben hayatımda. İlk kez senden anlayış bekledim. Sen ne yaptın! Gittin o Emre itine kendini verdin. Değmeyecek biri için, gözümün içine baka baka, sana aşkımı haykıracağım, af dileyeceğim, kendimi anlatacağım gün, bana Emre'yle beraberiz deyip hayatımızdan geçmişimizden anılarımızdan gittin. Kalbime neşter vurdun, ben o gün sana değil ruhuma kalbime veda ettim."
Yıllardır duymayı beklediğim sevgi sözcüklerini duymuştum işte. Neden mutlu olamıyordum.
Onur bilmese de ben gerçeği biliyordum. Onun tarafından bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi sevildiğimden emin olmadığımda dahi, ona sadakatle bağlı kaldığımı, o bilmese de ben biliyordum.
Mutlu olmam için bu yetmez miydi? Beni sevdiğini haykırmıştı işte neden söyledikleri ağıt geliyordu neden söyleyeceklerine tahammül edemiyordum...
"Sus yeter!"
"Ruhumdun sen benim, kalbimdin. Ben sensizken duygusuz bir adamdım, bomboş bir adamdım ama alışmıştım sensizliğime, alışmıştım kendime. Sensizliği kabullenmiştim sonra ansızın çıktın geldin karşıma, yıllar sonra sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, aramıza mesafeler girmemiş gibi, yine seni teselli etmem için geldin ... Ben hastaneye geldiğin gün seni incittiğim, sana haksızlık ettiğimi düşündüğüm için katıldım o davete...Yıllanmış öfkemi yok sayıp elimi uzattım sana ama sen, seni teselli edecek birini yine bulmuştun. Sen her düştüğünde tutunacak bir dal arıyorsun ya kendine! Düşmekten kurtulduğunda da o dalı kırıyorsun kendinden başkasını her seferinde yok sayıyorsun. Yalnızca yaran iyileşene, acın dinene kadar kendinden ödün veriyorsun, iyileştiğinde benim hayatım, benim bedenim deyip ardına bile bakmadan gidiyorsun. Bu kadar kolay sana yardım elini uzatanları yok saymak senin için... Sen ne bencil bir kadınmışsın. Sen!... Hep bu kadın da ben mi hiç tanıyamadım seni! İhanet ettin bize, arkadaşına, çocukluk hatıralarımıza, geleceğimize ihanet ettin, hayallerimize ihanet ettin... Koskoca bir hiçlikte, bir boşlukta yaşattın beni! Benim ruhum olduğunu bile bile çekip gittin yokluğunla bir ceset gibi yaşattın lan sen beni! Gittin de o ite, hiç de değmeyecek bir şerefsize bedenini sundun, teselli edebildi mi , tatmi... ... "
Dayanamadım boğazım gerilmişti, duyduklarım çok ağırdı o cümleyi tamamlamasına izin vermemek için Onur'un yüzüne okkalı bir tokat attım. Tokatımla sağa dönen başını tekrar bana çevirdi. Daha da öfkelendi.
"Bu tokatın bana mıydı yoksa vefasızlığına mı?"
Bir hışım yataktan kalktım. Peşimden yetişmekte zorlanmadı odanın eşeğinde tekrar bileklerimden tutup odaya doğru sürüklendim.
"Bir yere gidemezsin!"
"Neden, bu gece uyku yok diye sabaha kadar sorguya mı çekileceğim, senin sitemlerini aşağılamanı mı dinleyeceğim. Yedi yıldır ne biriktirmişsin içinde sen be! Neden bunca yıl bekledin ki gelip daha önce kussaydın ya. Emre'nin dönmesini mi bekledin bunları haykırmak için. yoksa benim daha da çok düşmemi, yerle bir olmamı iyice dağılmamı mı bekledin!"
Onur'un tişörtünden tutup uzun boyunun aramızda bıraktığı mesafeyi azaltmak, yüzünü yüzüme yakın tutarak sözlerimi gözlerinin irsine bakarak haykırmak için kendime doğru çektim.
"Madem bu gece sabaha kadar buradayız dinle o zaman. Başka başka sevgililerim de oldu, hepsinde teselli aradım. En sonuncu İtalyan'dı gördün işte davette ama haklısın hiçbiri hakketmedi beni hiç biri senin yanımda olduğun gibi yanımda olmadı. Hiç biri senin kadar emek vermedi bana... ben hep kendimi değmeyecek kişilere verdim? Bu bedene yazık ettim değil mi?"
Onur'un yakasını bırakıp bileğimi tutan ellerinden kurtuldum.
Üzerimdeki tişörtün eteklerinden tutup tek harekette tişörtü üzerimden çıkarıp yatağın üzerine doğru fırlattım. Onur neye uğradığını şaşırmıştı. Gözlerini bedenime bakmamak için gözlerime kilitledi. Aramızdaki mesafeyi azalttığımda ikimizde öfke soluyorduk. Parmak uçlarımdan destek alıp Onur'un gözlerinin içine baka baka fısıltılarla haykırdım.
"Sana haksızlık etmişim ben, bu gece sana da hakkını teslim edeceğim."
Onur'un boynuna dolamak için uzattığım kollarımı Onur bileklerimden tutarak yakaladığında bedenim öfkeden titriyordu.
Onur'sa tiksinir gözlerle bana bakıyordu.
Tiksinsindi!
Bendende, felaketimiz olacak gerçeklerden de uzak dursundu.
Gözlerindeki adi Melek'i görmek beni zaferime ulaştırıyordu da ben neden zaferim yüzünden hezimete uğruyordum.
Genizim yandı, sıcak damlaların gözlerimden süzülmesine engel olamadım. Onur hala tutmakta olduğu bileklerimden beni iteleyerek aramıza mesafe açtı, çıplak bedenimden gözlerini sakınıp ellerini ensesine doğru götürüp tişörtünü yakasından çekiştirerek üzerinden çıkardı. Hızla aramızdaki mesafeyi kapatıp tişörtünü başımdan geçirdi. Saçlarımı da tişörtün yakasından çıkardı. Bedenimi saran titremeye yenilmiştim, bedenimi hareket ettiremiyor Onur'a teslim olmuş onu izliyordum. Bu kez de kollarımı tişörtün kollarından sırayla çıkardı.
Başım dönüyordu, sadece gözlerimden değil burnumdan da sıcaklığın süzüldüğünü hissediyordum. Onur tişörtün eteğini bacaklarıma doğru indirmek için eğildiği yerden işini tamamlayıp doğrulurken ayaklarımın altından kayan yerin dengemi bozmaması için Onur'un omuzlarından destek aldım.
Kulaklarım çınlıyordu. Onur omuzlarına yaptığım baskı yüzünden doğrulmaktan vazgeçip ne olduğunu anlamak için başını kaldırıp bana baktığında, alnındaki kan damlaları gözlerim kararmadan önce gördüğüm son şey oldu...
Yığılan bedenimi saran kaslı kolları hissettim. Sıcaklığını, gece kokusunu tekrar hissettim.
"Melek, özür dilerim"
Bedenimi sarmalayan kollardayken sarsılışımı hissettim ama tepki veremedim.
Ne gözlerimi açabildim ne de bedenimi oynatabildim. Ettirebilseydim ona gerçeğimi söyler miydim? Yüreği hafifler miydi? Çocukluğumuzun, anılarımızın, aşkımızın üzerine çöken tozu, kiri silebilir miydim?
İnkar mı daha yakıcıydı itiraf mı?
"Ben sana ihanet etmedim."
Bilincimi kaybetmeden önce söylediğim son şeydi. Dudaklarımdan mı yüreğimden mi süzüldüğünü asla hatırlayamayacağım , kalbimde tekerleme olan Onur'a sadakatimin nakarat cümlesiydi .
***
Genzimi yakan dezenfektan kokusu beni kendime getirdiğinde gözlerimi araladım. Hastane odasında, dezenfektan kokusu genzimi yakacak kadar uzun süre kalmış olmalıydım.
Bedenim ruhuma ağır geliyor beni yatağa mıhlıyordu. Bıraksa sanki ruhum özgürlüğüne süzülecekti. Bu halde ne kadar süre hastane odasının tavanını izlediğimi hatırlamıyorum, bedenimi hareket ettirmeye başladığımda ağır hareketlerle doğruldum. Koluma bağlı serumu da o zaman fark edebildim.
Koridordan gelen konuşma sesleriyle odanın kapısına dikkat kesildim. Kapı açıldığında içeri ilk giren Kerim oldu, peşi sıra tekerlekli sandalyede İpek hemşirenin refakatinde odaya girmişti.
"Gördünüz mü prenses Melek'iniz gayet sağlıklı, sadece yorgun düşmüş dinleniyordu."
"Beni korumak çok yorucuydu, söz artık seni yormayacağım hem ben iyileştim, sende iyi olacaksın değil mi?"
Gözlerim doldu ama damla olup göz yaşlarımın süzülmesine izin vermedim.
"İyiyim ben İpek ama bana sarılırsan daha iyi hissedeceğim."
Melek sanki bana sarılmak için fırsat kolluyormuş gibi isteğimi duyar duymaz kollarını bana doğru uzatmıştı. Hemşire hasta sandalyesini iyice yanıma yaklaştırdığında Kerim İpek'i sandalyeden kucaklayarak kaldırıp yatağıma oturttu. Küçücük kollarını boynuma doladı İpek.
O küçücük kollarda teselli buldum ben. O küçücük kollarda iyileşecektim ben.
İpek göğsümde uyumakla uyumamak arasında gidip gelirken Kerim'e aklımdaki soruları sorma fırsatı bulmuştum. Hemşire ise çoktan odayı terk etmişti.
"Ben nasıl buraya geldim?"
"Kaza yapmış sonrada bayılmışsın, Onur ağabey aynı güzergahtaymış seni hastaneye o getirmiş. Okunmuşsun sen, her zor anında doktorla karşılaşıyorsun."
Gülümsedim. Kerim bu yalana inanmışa benziyordu.
"İpek nasıl öğrendi?"
"Onur Ağabey İpek'i muayeneye geldiğinde bende İpek'leydim. İpek bu ara pek bir huysuz, ne bana kendini muayyene ettiriyor ne de dediklerimizi dinliyor. Kök söktürüyor, kök. İlla tutturdu Onur'dan başkasına muayyene olmam, Melek gelsin, eve gidelim diye... "
İpek, Kerim konuşurken kibirli bir ifadeyle Kerim'i yok sayıyordu. Kerimde İpek'in yaptıklarını sanki İpek'i kızdırmak istercesine bir ifadeyle anlatıyordu ama İpek oralı bile olmayıp başını boynuma gömdü. Kerim İpek'in nazlanışlarını abarta abarta anlattı... anlattı taa ki İpek kendinden geçi verinceye kadar... İpek'in uykuya daldığından emin olduğumuzda Kerim ciddileşerek anlatmaya devam etti.
"...Onur Ağabeye ulaştığımızda sakinler gibi oldu, seni göremeyip senin onu bırakıp annesinin yanına döndüğünü sayıklayınca da Onur dayanamadı yanına gelemeyecek kadar yorgun olduğunu burada dinlendiğini söyleyiverdi ."
"Demek öyle oldu, biri tarafından özlenmek sevilmek böyle hissettiriyormuş demek.", deyiverdim.
Gayri ihtiyarı dudaklarımdan dökülen sözcüklerim Kerim'i afallatmıştı. Bakışlarının derinleştiğini görmemle gülümseyip konuyu dağıtmak istedim.
"Ne kadar daha bu seruma bağlı kalacağım kolum ağrıdı."
"Aaa, İpek'te ağırlık yaptı tabi, huysuzluğundan uyumayınca burada yorgun düşüverdi."
Kerim İpek'i almak için uzandığında ona engel oldum.
"Lütfen bırak uyusun onun varlığı bana serumdan daha şifalıymış gibi hissettiriyor, aslında serumu çıkarırsan rahatlamış hissedeceğim."
"İpek bile bu kadar nazlanmamıştı Melek ! Pek bir söylendin serum için, biter bitmez çıkaracağız."
Kerim'le karşılıklı gülüştüğümüzde İpek'in gözleri aralandı ardına eğilip omzu üzerinden Kerim'e bakış atıp bana döndü. Kerim İpek'in bakışına maruz kaldıktan sonra homurdanmaya başladı.
"Bakışlarıyla bile sitem etti bana gördün mü?"
İpek Kerim'e karşı soğuk davranıyordu. Sebebini anlayamamıştım üstelik bu Kerime karşı huysuzlandığına ilk şahit oluşum da değildi. Kerim'e bakarak göz kırpıp nedenini sorduğumda Kerim de avuçlarını açıp omuzlarını kaldırıp alt dudağını ileri doğru büzüştürerek sebebini bilmediğini sessiz ve samimi bir dille ifade etmişti. Bu halimizde İpek'in gözünden kaçmamıştı tabii.
"Kerim televizyonu aç Melek'le film izleyeceğim.", dedi İpek sert bir tonda. Ne yalan söyleyeyim bu hali beni bile ürkütmüştü.
Ups...Yine film yine emrivaki...
"Olur prenses siz nasıl isterseniz."
Kerim yatağımın kenarındaki komodinin üzerinde duran kumandayı sesli bir şekilde nefes vererek eline alıp, düğmesine basarak karşımızdaki duvarda asılı olan televizyonu açtı. Açılan kanalda veren magazin haberinde alt yazıda iri puntolarla adımın yazılı olduğunu görmüş Kerim'le aniden göz göze gelmiştik. Haber bandı yayına girdiğinde dün gece olanları hatırladım, elimle İpek'in gözlerini örttüm.
Televizyonda Onur'la kol kola kulüpten çıkışımızın görüntüleri veriliyordu. Kerim'in dikkati televizyondayken bir anda panikle kendimi açıklama ihtiyacı hissetmiştim.
"Ççok fazla içmiştim."
Kerim'in bakışları beni bulduğunda benimse bakışlarım ardında duran kişiye kayıvermişti. Kerim de bir anda bakışını odaklandığım noktaya, ardına çevirdi. Bu gelen Onur'du.
Mükemmel zamanlama.
Onur'un gözlerinin içine bakarak beni doğrulamasını bekledim. Bir an önce bu durumu toparlamalıydık.
"Tesadüfen karşılaştık, sarhoştuk.", dediğimde Onur'la dudak dudağa olduğumuz görüntü televizyondaydı. Onur ne olduğunu dikkatini bizim gibi televizyona verdiğinde anlayabilmişti. Elindeki kalemi dosyaya takıp boşa çıkan eliyle alnını kaşıdı ardından ağır hareketlerle Kerim'e doğru döndü. İpek gözlerini açmam için elimi çekmeye çalışıyordu.
"Körebe mi oynuyoruz!". İpek'i duymazdan geldik.
Kerim Onur'a hesap sorar gibi bakış atarak.
"Tesadüfen karşılaştınız, ikinizde sarhoştunuz?", dedi gergin bir sesle. Onur'la bakışlarımız tekrar kesiştiğinde başımı aşağı yukarı sallayarak beni doğrulamasını isterken Onur her zamanki duygusuz düz ifadesiyle gözlerimin içine baka baka Kerim'e karşılık verdi.
"Ben değildim, her şeyin farkındaydım!"
Duyduklarım yüzünden gözlerim yuvalarını terk edecekmiş gibi hissettim. Onur'dan kaçırdığım bakışlarım tekrar televizyondaki yayına yakalanıverdi. Onur'un beni sarmalayarak öpüşünü İlahi bir gözle izlerken bedenim cehenneminde kavruluyordu.
On beşinci bölüm sonu devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |