

>>>>>>>XVI<<<<<<
Günahlara kurban edilmiş ekinden hasat beklenmez!
>>>>>>>XVI<<<<<<
Feraye Yalçınkaya
'Derin derin nefes al ver Feraye!'
'Şimdi sırası değil, şimdi sırası değil!'
Yeni bir atak başlamak üzere ama şimdi hiç sırası değil! Kendimi sakinleştirmeye çalışsam da başarılı olabilmem imkansızmış gibi hissediyorum!
Nasıl sakinleşebilirim?
Bilmediğim bir otelin banyosunda, üzerimde bornozla mahsur durumdayım. Telefonumun şarjı bitmeden Yasemin'i arayabilsem de beni bulmalarını sağlayabileceğim bir konuşma geçmedi aramızda.
Sakin olmalıyım... Sakin olmalıyım... Ama Nasıl?
Allah'ım bana yardım et!
Hiç bir şey hatırlamıyorum?
Bir otel odasında, çıplak bir adamla aynı yatakta uyuyor olmamdan yola çıkarsam, dün gece hayatımın en büyük hatasını yapmış olma ihtimalim oldukça yüksek.
Kahretsin!
Düşün Feraye!
Sadece birazcık sakinleşebilirsem, ne yapmam gerektiğine dair fikir yürütebilirim.
Ne banyoda ne de odada değil bana, içerde uyuyan adama ait bir tek parça giysi yok .
Neden?
Düşün Feraye! Yapmam gerekeni düşün.
Ya odadaki adamın uyanmasını bekleyip kendisiyle yüzleşeceğim ki bu ihtimal şu anda atak geçirmemin sebebi ya da üzerimdeki bornoza aldırmadan odadan çıkıp resepsiyondan benim için birilerine ulaşmalarını isteyeceğim. Her iki seçenekte rezalet.
Kendin ettin kendin buldun Feraye! Ağzına bu yaşa kadar tek damla alkol koymayan sen ne cesaret yalnız başına içersin.
Karar ver Feraye?
Tamam, ne yapmak istediğimden emin olamasam da ne yapmak istemediğimden eminim.
İçerideki adamla asla ama asla yüzleşmeyeceğim. Sonuçta sarhoş bir kızdan faydalanmış adi herifin teki.
Ciğerlerime doldurduğum havayı sessizce verdim. Titreyen bedenime rağmen tekrar ayaklandım. Bu odadan bir an önce çıkmalı ve birilerine ulaşmalıyım. Yaşananları yok saydığımda bu güne ait hiç bir şey olmayacak hayatımda.
Banyonun aralık kapısından odayı gözleyerek son bir kontrolden sonra hızla odanın çıkış kapısına koşabilirim. Evet yapabilirim, yapabileceğim tek planım bu çünkü.
Nefes almayı unutma Feraye, başarabilirsin Feraye.
Düşündüğüm gibi banyonun aralık kapısından odayı kontrol etmek için hareketlendiğimde...
Kahretsin neden şimdi neden? Çalan telefonun sesi tüm odada yankılanırken nasıl buradan kaçabilirim !!!
Arama sesi sona erdiğinde yerini konuşma sesine bıraktı. Nefes alıp veriyorum ama sanki ciğerlerime hava dolmuyor da boğuluyorum.
Uyandı, o adam uyandı işte ve odada bir hareketlilik var.
Banyo kapısından uzaklaşıp banyodakilere göz gezdirmeye başladım.
İçerideki adamın bir sapık ya da tehlikeli biri olmadığını nereden bilebilirdim.
Gözüme çarpan tek şey, kişiye özel tek kullanımlık hijyen malzemelerinin üzerinde bulunduğu dekor sunum tepsisi.
İçeriden yükselen ses , yaşadığım stres yüzünden uğuldayan kulaklarımda netleşmiyor, titreyen bedenim yüzümden içerdeki adama yakalanmadan içeriyi gözlemeyi başarabileceğimden emin de değilim. Kahretsin ki içinde bulunduğum durumun koşullarını analiz edemiyorum.
Bir şeyler yapmalıyım!
Tepsinin üzerindekileri titreyen ellerime rağmen yavaşça boşaltım ve tepsiyi iki elimle sıkıca kavrayarak banyo kapısının ardına sığındım.
Sanırım artık nefes de almıyorum.
Belki o da dün gece benim gibi sarhoştu da olanların şaşkınlığını yaşıyordu.
Bu kadar lüks ve konforlu bir otel odasını tercih edebiliyorsa o kadar da sarhoş değildir Feraye ha!
Belki aynı yatakta sadece uyumuşuzdur. Bana, mahremime dokunmamıştır.
Peki seni nasıl, neden soydu Feraye!
Sessizce beklemekten başka çarem yok, belki de odayı terk edecektir.
O çıplak haliyle odayı nasıl terk edecek Feraye!
Yok işte ne kadar inkar etmeye çalışsam da iç sesim haklı başka bir ihtimal yok. Ben en değerli anımı ucuz bir şekilde hiç tanımadığım bir adama verdim. Böyle olmamalıydı. Hayalim bu değildi. Böyle olmamalıydı.
Kendimi kasmama rağmen göz yaşlarımın akmasına engel olamıyorum.
Kendimi, asla ama asla affetmeyeceğim.
Lanet olsun sesler yükseliyor ve banyo kapısında bir hareketlilik var.
Sarhoş bir kadından faydalanana bu adamı da asla ama asla affetmeyeceğim.
Elimdeki tepsiyi iki elimle sıkı sıkı kenarlarından kavrayıp başım üzerine çıkardım. Banyoya dalan yarı çıplak adamın bedeni görüş alanıma girer girmez, gözlerimi yumup hızla tepsiyi aşağı indirdim.
"Ne zaman yardım istemiş sormadın mı Yasemin'e, odadan kaçırılmadı ya bu kız Ade..m "
Gözlerimi araladığımda üzerinde alt iç çamaşırından başka bir giysi olmayan adamın dizlerinin üzerinde yere kapaklandığını gördüm. Bir şeyler söylemişse de duymadım.
Zaten duymam da imkânsız, kulaklarım uğulduyor, şu an her zamankinden daha sancılı bir atak geçiyorum.
Güçlükle de olsa banyodan çıktım, birbirine dolanan ayaklarım henüz bana ihanet etmemiş olacaklar ki dönen başıma rağmen zorda olsa ayakta kalmayı başarabiliyorum ama bu çok fazla uzun sürmeyecekmiş gibi hissediyorum. Bedenimdeki titreme, yerini uyuşmaya bırakıyor.
Sakın bayılma Feraye, az daha dayan ve çık artık şu odadan artık Feraye!
Odanın kapısına vardığımda nefes alışverişlerimin absürtlüğünden mustariptim. İnsan nefes almakta zorlanabilir ama ben değil nefes almak, güç bela aldığım nefesimi veremiyorum da, göğsümde koca bir yumru var gibi.
Kapının soğuk kulpunu parmaklarımın arasında hissettiğimde içimi az da olsa rahatlama hissi sardı. Bitmişti işte odadan çıkacak ve önüme çıkan ilk kişiden yardım isteyecektim.
Kapıyı açıp kendime doğru çekmek isteyip de yapamadığımda sağ tarafımdaki kaslı ve damarlı kolun, kapıya açılmaması için baskı yaptığını gördüm. Kalan gücümle gözlerimi yumup bedenimi ardıma çevirdiğimde ayaklarımın varlığını hissedemez bir haldeydim. Yığılmak üzereyken iki yanımdan beni sarmalayan kolların arasında kaldığımı hissettim.
Gözlerimi açıp bedenime değmesinden endişe ettiğim o iri bedeni, kendimden uzaklaştırmak için avuç içlerimle çıplak bedenin kaslı göğüslerine baskı yapmaya başladım. Tekrar gözlerimi yumdum dudaklarımı birbirini bastırdım ve karşımdaki ateş gibi yakıcı sıcaklıktaki çıplak teni düşmanım bilerek var gücümle kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.
Ne bekliyordum ki bu aciz halimle karşımdakini metrelerce uzağa itebileceğimi mi?
Gözlerimi araladığımda karşımdaki adamla aramızda hala yüz yüze geleceğimiz mesafede olduğumuzu görmüştüm ki !
Kızıldeniz'de Musa Peygamberi, takip eden inançsızların üzerlerlerine çöken azap gibi dev dalgalarla mücadeledeydim adeta, hayatta kalmak için çırpınıyordum .
Ölümle yaşam arasında kalanlara olduğu gibi hakikatin perdesi aralanmış, beni gerçekliğimle yüzleştirmişti !
Tıpkı Kızıldeniz'in dibine çökmüş Firavun gibi yanlışta olduğumu fark etmiştim. İşte, tamda şimdi, tek doğru olan o okyanusa teslim olma vaktiydi.
"Çınar!"
Dudaklarımı oynatmıştım.
Kendi sesimi dahi duymaktan aciz bir haldeydim, bitap düşmüştüm. Sahi dudaklarımdan çıkmış mıydı sesim?
Karşımdaki adam Çınar'dı. Yüzünün her bir detayını özlemle hatmettiğim, şu anda tamda karşımda olduğu için içimden şükürler ettiğim adam Çınar'dı.
Dudakları oynuyordu, bana bir şeyler söylüyordu, görüyordum ama atak öyle bir boyuta ulaşmıştı ki sadece görüyordum. Ne sesini duyuyor ne de söylediklerini anlıyordum.
Bedenimi kontrol edemiyordum ve tabi nefes alışverişlerimi. Nefes almakta zorlandığım için boğulacakmışım gibi hissettiğimden Çınar'la mücadele için değil ama alıp vermekte zorlandığım nefesimi düzene koymak, hayatta kalmak için çırpınıyordum bu kez de.
Boğuluyordum, bu kadar zor muydu hayatta kalmak için çabalamak?
Elimde değildi!
Oysa çırpınmak yerine teslim olmak istedim, tereddütsüz!
Karşımda duran adamın varlığına nasıl olurda beyaz bayrak kaldırılmazdı ki!
Çınar sonunda kendisini duyamadığımı anlamış olacak ki başımı iri elleri arasına alıp alnını alnıma dayadı.
Nafile...
Şu anda varlığına varlığımı teslim edeceğim adam bile beni anlamıyordu, tekrar itekledim Çınar'ın bedenini.
Nefes alamıyordum, nefese ihtiyaç duyan bedenim istemsizce çırpınışlarına devam ediyordu. Boğulmamak için attığım her bir kulaçta incitiyordum Çınar'ı.
Çınar kollarıyla bedenimi sıkıca sarıp beni kucakladı. Odadaki yatağa oturduğunda hala kucağında olan beni, yeni doğmuş bir bebek gibi pışpışlamaya başladı.
Daha, daha da sarmaladı bedenimi; Bir eliyle sırtıma okşarcasına darbeler vururken diğer eliyle naifçe saçlarımı okşuyordu. Kulağıma bir şeyler fısıldıyordu, sıcak nefesini hissediyordum ama öyle bir çınlıyordu ki kulaklarım , değil Çınar'ın söylediklerini duymak gözlerimi açıp bakışlarımı sabit tutmakta dahi zorlanıyordum. O ruhuma dokunan bariton sesi, duymayı çok istesem de işitemiyordum.
Bedenimden boşalan terin, oluktan boşalan yağmur gibi göğüs aramdan damla damla süzüldüğünü hissedebiliyorum. Sanki ruhum bedenimden çıkmak istiyor da bir el ruhumun bedenimi terk etmemesi için ayak bileklerimden son anda yakalamış gibi elinden kaçırmaya korkarcasına sıkıca tutuyordu.
"Feraye sakin..."
Kulağımdaki tiz çınlama, yerini Çınar'ın telkinli cümlelerine bırakmıştı. Kalbim, göğsümün kafesinde hapsolmuş bir serçe misali arsızca kanatlarını çırpınmaya devam ediyordu. Nefes alabiliyordum artık sanki.
Ciğerlerime dolan havayı hissedebiliyordum, evet. Çınar'ın teninde tüten, o bağımlısı olduğum odunsu kokunun karıştığı havayı ciğerlerimde hissedebiliyordum.
Allah'ım ne büyük bir lütuftu bu...
Rahatlamıştım ama tükenmişim gibi de hissediyordum.
Sanki ruhum kabuğunu terk edemeyeceğini anlamış, yaşamaya teslim olmuştu, kabuğu ise kazandığı zaferin sevincini yaşayamayacak kadar yorgundu.
Bu şimdiye kadar geçirdiğim atakların içerisinde en şiddetli olanıydı, ardından enkaz diye bırakmıştı bedenimi.
Ben artık dinlenmek istiyordum.
Ben artık huzur istiyordum.
Tükenmiştim.
"Hayatta kalmak için gücüm kalmadı." Mırıldandığımda bu söylediğimin Çınar'ı az evvelki çırpınışlarındam daha da acıtacağını düşünememiştim.
Beni sarmalayan bedeni kaskatı kesildiğinde yaptığım hatayı fark edebildim; Çınar'ın annesi hayatta kendi elleriyle veda etmişti.
Sesli bir şekilde yutkundum.
"Ben öyle demek istemedim." Dedim , kendimden emin gibi gözükmek için güçlükle bulduğum sesimle .
Çınar tek bir kelime etmeyip bedenimi daha da sarmalamakla yetindi.
Çınar'ın şefkatli kolları sayesinde tekrar var olmaya başladım, hissizleşen bedenimi zorlukla da olsa hareket ettirebiliyordum artık. Kollarımı Çınar'ın boynuna doladım, daha fazlasına ihtiyacım vardı.
Kollarının sıcaklığı, kokusunun sakinleştiriciliği ilaç gibiydi, içime işliyor, iyileştiriyordu.
Şefkatli kolları tenime merhemdi.
Annelerin kolları da böyle şefkatli böyle sıcak mı hissettirirdi? Bilemezdim ki ben hiç anne şefkatiyle sarıp sarmalanmadım, en kötü zamanlarımda dahi, o tapılası kucakta muhtaç olduğum teselliyle avutulmadım.
Oysa ne çok canımı yakarlardı okulda!
Koskoca Korhanlı'ların ucube kızıydım ben.
Öğrenim hayatım boyunca silik bir tip olmaya dahi razıydım ama o bile olmamıştı; Ucubeydim ben!
Sınıfımdaki kızlar Korhanlı denince Melek Ablamı bilirlerdi. Magazin sayfalarını süsleyen bir güzellik tanrıçasıydı ablam, okul arkadaşlarımın idolüydü. Öyleydi gerçekten herkesin hayranlıkla izleyecekleri kadar güzeldi Melek Ablam.
Onların derdi beni ait olduğum aileye yakıştırmamalarıydı. Bilseler 'Korhanlı' soyadını taşımanın lanetini, bilseler öyle bir ailenin ferdi olmanın nasıl bir cehennem olduğunu yine de özenirler miydi hayatıma?
Neden özenilesi olsundu ki!
Annesi tarafından sahiplenilmeyen bir evlat, babası tarafından varlığı ticaret mevzusu olacak bir piyon değil miydim?
Peki ya kardeşlerim.
Bir köpek yavrusu bile daha çok sevilir okşanırdı. Ne Tomris gördü beni ne Murat Ağabeyim. Bir tek Melek Ablam vardı. O vardı evet, o benimle ilgilenirdi.
Peki neden gelmemişti Melek Ablam?
Neden ben geceyi, kulüpteki onca kalabalığa rağmen yapayalnız geçirmiştim?
Neden o yanımda yoktu?
Aile sıcaklığına bu kadar muhtaçken neden benim kimsem yoktu? Ya bu sabah korktuğum gibi olsaydı, ya yanımdaki bir sapık olsaydı! Yardımıma koşacak, aradığımda ulaşacağım bir ailem neden yoktu benim?
Tekrar nefes alışverişlerim düzensizleşmeye başladı.
"Feraye , Sakin "
Başımı Çınar'ın omuzundan kaldırıp alnımı alnına dayadım, Çınar'da avuçları arasına aldı yüzümü. Ruhum bedenimde küçüldükçe küçülmüştü de bedenimi de büzüştürmüştü sanki. Çınar'ın kucağındaki bedenim, elleri arasındaki yüzüm küçücük kalmıştı.
Güçlükle bulabildiğim sesimle yalvardım.
"Yapayalnız bıraktılar beni, kimsesiz bıraktılar, ben...ben. Bbenim artık hiç kimsem yok."
Çınar'ın gözleri, tıpkı yıldızsız bir gecede, göğün karasının altında ezilen okyanusun rengi gibi, en koyu tonuna bulanmış bana bakıyordu; sakin, uçsuz bucaksız bir derya, asla gün yüzü görmeyecek bir dünyada sonsuz karanlığın iktidarındaki bir gece gibi...
Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, odayı kasvete boğan acınası halimin havasını soluyorduk. Her nefes alışverişimizde, ciğerlerimizi dolduran hava yüzünden göğüslerimiz birbirine değiyor, nefeslerimizse birbirine değmeye ramak kalmış dudaklarımızdan akıp birbirine karışıyordu.
Birbirimizin nefesini soluyorduk. Tek nefestik sanki!
Şu anda muhtacı olduğu, beni öpmesini dilediğim o dudakları daha mucizevi bir şey yaptı;
"Sen yanında kim olsun istersen...", tebessüm etti, "... ben o olurum Feraye. Ben hayatta olduğum sürece sen asla kimsesiz değilsin."
Mucizem tam karşımda duruyordu. Şefkatli kucağında bedenimi ısıtıyor, avuçları arasındaki yüzümü, incitmekten korkar gibi baş parmaklarıyla okşuyordu.
Onun kollarında geçmişte asla tırtıl olmamış da her an kozalağından kelebek olup çıkacakmışım hissediyordum.
Çınar'ın boynuna doladığım kollarımı gevşettim ve bende tıpkı onun bana yaptığı gibi şefkatle yüzünü avuçlarım arasına alıp okşadım. Küçücük kalan ellerimi yüzünde dolaştırdıktan sonra saçlarını okşamaya başladım.
O da benim gibi annesinin şefkatli kollarına muhtaç hissetmiş miydi kendisini? Özlemiş miydi anne kokusunu?
Göremesem de benim yüzümde de onun bana hissettirdiği şefkatin tebessümü olduğunu hissedebiliyordum. Tam da bu an tüm gülüşlerimin yalnızca kollarında olduğum bu adama ait olmasını istedim. Beni şefkatle saran kolların diyeti olarak tebessümlerim az kalırdı belki ama bu küçük, bu aciz varlığımın sunabileceği en samimi ikramım olacaktı.
Saçlarını okşarken ensesine doğru ellimi hareket ettirdiğimde elime değen sıcak ıslaklığı hissettim. Doğrulduğumda Çınar'la göz göze geldik elimi kontrol ettiğimde ise Çınar'ın kanaması olduğunu fark ettim.
Onu yaralamıştım, onu kanatmıştım.
O her defasında bana ilaç olurken ben ona yine yara olmuştum.
"Bben, ben özür dilerim Çınar.", deyip dudaklarımı birbirine kenetledim. Özür dilememin anlamı var mıydı?
Olduğum yerden, Çınar'ın o şefkat dolu kucağından panikle kalktım.
"Feraye!"
"Kanıyorsun, bbenim yüzünden. Hepsi benim suçum! Yarana bakılması lazım."
"Feraye sakin, bak hala atağın geçmedi."
Haklıydı hala titriyordum ve soluklanışım da düzensizleşmeye başlamıştı.
"Çınar, yarana bakılması lazım diyorum." Boş boş etrafa bakındım, sanki ne aradığımı biliyormuşum gibi, sanki aradığım şeyi bulabilirmişim gibi.
Odada, koskoca odada, bana bulmam gereken şeyi çağrıştıracak bir tek anlamlı şey çarpmadı gözüme. Banyoya doğru yöneldiğimde ayaklarım sendeledi. Çınar neye uğradığımı anlayamadan beni kucaklayıp yatağa yatırdı ve bedeninin ağırlığını üzerime bıraktı. Çınar başını, sanki kendisi için yaratılmış olan, omzumla boynum arasındaki boşluğa gömdü.
Soluğu boynuma çarparken hissettirdiği şey yıllardır eksikliğini hissettiren tamamlanmışlığımdı. Ben artık eksik kalmak, kimsesiz kalmak istemiyordum. Bana hissettirdiği varlığının yok olma ihtimalleri dahi benim imkansızımdı.
Onsuzluk varlığım için imkansızdı.
"Anlamıyorsun değil mi? Ya sana bir şey olursa ya ..."
Çınar cümlemi tamamlamama izin vermedi; aklımdan geçenleri duymuştu sanki, dudaklarını boynuma sürterek kulağıma yaklaştırdı ve fısıldar bir sesle konuştu.
"Merak etme ciddi bir şey değil... Ölmek cennet, yaşamak cehennem olsa, senin kimsen olmak için cehennemde kavrulmak pahasına hayatta kalırım Feraye. Sırf senin için cehennem gibi bir hayatta bile yaşarım Feraye! Sana az evvel bir söz verdim değil mi? Bir daha asla kimsesiz hissetmeyeceksin."
Çınar'ın fısıldadıklarını iç sesim her bir zerreme mühürlemek istercesine tekrarlıyor. Gözlerim yorgunluğun etkisiyle perdelenmiş, bedenimse yatakla Çınar'ın bedeni arasında hareketsiz bir halde duruyor. Zihnimde plasebo etkisi yaratan Çınar'ın sözleri, kaygılarımdan beni tek tek arındırıyor, uyku ile uyanıklık arasında, arafta dinleniyorum.
Bedenim üzerindeki ağırlık hafiflediğinde, Çınar'ın bedeninin yerini üzerime örttüğü pikeye bıraktığını hissettim . Üşümeyim istedi ama bilemezdi ki kendisinden başkası üşümeme engel olsun.
Bilemez di çünkü üşüyen benim bedenim değildi! Beni üşütenin de hava sıcaklığı olmamaması gibi... Beni üşüten kimsesizliğimdi.
"Çınar beni bırakma, üşüyorum!"
Yorgunluğun yüzünden gözlerimi açamasam da bilincim hala yerindeydi, Çınar'ın odada gezinerek telefonla konuşuşunu işitebiliyorum.
"Âdem gelirken ilk yardım çantası da getir. Yok yok ciddi bir şey yok. A-bart-ma Âdem. Ha birde Feraye için kıyafet seçimine Yasemin'i falan karıştırma Âdem."
Ruhun gözü var mıydı? Hani şu Antik Mısır hiyerogliflerinde bahsi geçen üçüncü göz ruhun gözü ise onunda yorgunluğuma teslim olması an meselesiydi. Artık Çınar'ın varlığını hissedemiyordum; Yorgun düşen varlığım uykuya bayrak kaldırmış teslim oluyordu...
***
"Eşlik etmeme izin var mı?"
"Üzgünüm, bir arkadaşımı bekliyorum."
"Aslında şu karşı ki masada arkadaşlarla oturuyoruz, uzun süredir burada yalnız içtiğinizi gördüm. Ya beklediğiniz bir kişi var ki bence kendisi böylesi bir güzelliği burada bekletecek kadar aptal ya da uzun süredir size olan ilgimi bakışlarımla belli eden benden hoşlanmadığınızı düşünüyorum."
"Sizinle de düşüncelerinizle de ilgilenmiyorum, beni az evvelki huzurumla baş başa bırakırsanız sevinirim. "
Melek nerede kalmıştı ve bu adam neden kendisini reddetmeme rağmen hala dibimden ayrılmıyordu.
Lanet adam kolunu bir anda omuzuma atıp duymak istemediklerimi zorla bana duyurmak istercesine dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Bedenim bir anda irkildi, aynı anda panikle oturduğum bar taburesinden kalktım. Tanımadığım bu adamla aramızdaki gerginliği ani tepkilerim sayesinde fark eden barmen, sesini yükselttiğinde eş zamanlı olarak, takım elbiseli, otuzlarında olduğunu tahmin ettiğim, keskin yüz hatları olan bir adam da duruma müdahale etmek istercesine seri adımlarla yanımıza kadar geliverdi.
"Ne oluyor burada", dedi takım elbiseli adam.
"Emre Bey bu kişi bayanı rahatsız ediyor." .
Tek cümlesiyle barmen dakikalardır yaşadığım rahatsızlığı saniyeler içinde özetleyivermişti. Adının Emre olduğunu öğrendiğim kişi sert ifadesiyle bakışlarını lanet olasıca adama devirdiği anda adam karşısındakinin kim olduğunu biliyormuşçasına tek kelime etmeden yanımızdan kaçar adımlarla uzaklaşıvermişti.
"İyi misiniz hanımefendi?"
"Dakikalardır susturmaya çalıştığım adamı bir bakışla susturabildiğiniz için size teşekkür mü etmeliyim yoksa daha büyük bir bela ile yan yana olma ihtimalime lanet mi okumalıyım?"
Müzik sesine meydan okuyan kahkahasını işittiğimde konuşanın iç sesim değil de kendim olduğunu idrak edebilmiştim.
Ups...
"Ben Emre Emirdağ, bu işletmenin sahibiyim." Elini uzattığında işletmesinde olay çıkmasını arzu etmeyeceğini düşündüğüm için bende elimi uzatarak kendimi tanıttım.
"Ben Feraye Ko... " düzelttim. "Feraye Yalçınkaya."
"Bir dakika siz Esat Korhanlı'nın kızı ve Çınar Beyin müstakbel eşi Feraye Hanımsınız değil mi? Bende sizi nereden tanıdığımı düşüyordum."
"Evet ama ben sizi tanıyamadım."
"Evliliğinizin duyurulduğu davette bende davetliler arasındaydım, bizzat tanışamamıştık. Ayrıca uzun yıllardır yurt dışındaydım bu yüzden tanımamanız çok normal. Çınar Bey nasıllar? Ne zaman gelecekler."
"Ah. Aslında kız kıza abla kardeş gecesi planlamıştık ama bir aksilik oldu zannederim."
"Anladım, Melek'i mi bekliyorsunuz?"
"Eevet. Siz..."
"Evet, tanışıyoruz. Biz Melek'le çok yakın arkadaştık. Yurt dışına çıktığımda eskisi kadar sık görüşemedik. Abla kardeş deyince Tomris'in de böyle gecelere katılmayacağını bildiğimden emin oldum."
Elimdeki alkolsüz içeceği yudumlayıp çantamı elime aldım.
"Tanıştığımıza memnun oldum Emre Bey, ben müsaadenizi isteyeceğim."
"Melek her zaman gecikir ama muhakkak gelir, dediğiniz gibi bir aksilik olmuştur. Bence gece uzun ve etrafınızdakilerin bir daha size rahatsızlık veremeyeceklerinden emin olarak keyfinize bakın derim."
"Haklısınız bir çöp yüzünden keyfimi de planımı da bozmaya değmez. Teşekkürler."
Emre barmene dönüp "Special kokteylimizden Feraye Hanım'a denemesi için ikram eder misin?" dedi.
Hemen hazırlıyorum Emre Bey.
"Teşekkürler Emre Bey ama ben alkol kullanmıyorum."
"Aa peki o zaman içmek istediğiniz herhangi bir şey varsa müessesemizden ikram, yaşadığınız tatsızlığı yaşanmamış kılamasakta lütfen özrümüz maiyetinde ikramımızı kabul edin."
"Hiç gerek yoktu ama teşekkür ederim."
"Rica ederim."
Yanımızdan ayrılırken uzun boyu ve yapılı vücudunu ardından izleye kalmıştım. Hoş görünümlü, beyefendi birine benziyordu. Ablamın böyle bir arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Adını bir kez bile ağzından duymamıştım.
Telefonu elime alıp tekrar ablama ulaşmaya çalıştım ama telefonunun şarjı bitmiş olmalıydı. Bu konularda çok dikkatsizdi Melek Ablam. Alışık olmadığım bir ortamda olmak beni tedirgin ediyor olsa da Emre Bey'in varlığı bir nebze olsa rahatlatmıştı.
Uzun süredir ablamla görüşmemiş olmanın da verdiği bir gerginlik vardı üzerimde. Davet gecesinden beri ilk kez bir araya gelecektik. Benimle konuşmak istediği, paylaşmak istediği ne vardı merak ediyordum. Malikaneden ayrılırken aramızda yaşanan tatsızlık ve sonrasında olanlar hiç de yenilir yutulur şeyler değildi elbet ama Melek Ablam tabiri caizse saman alevi dedikleri türden öfkeye sahipti. Bunu davet gecesi bizim için yaptıklarıyla da ispatlamıştı.
Akrep yelkovanı yelkovan akrebi kovaladı durdu saniyeler dakikaya dakikalar saate dem vurdu. Başta kabul etmediğim Emre Bey'in ikram etmek istediği içeceği barmenden sipariş ettim ve yudumlamaya başladım. Üzgündüm. Oldukça üzgün ablam gelmemişti. Yeterince vakit geçirip çiftliğe dönüş yoluna koyulmak için yola koyulmam en doğrusu olacaktı ama sonrası...
***
Nefes nefese kan ter içinde gözlerimi açtığımda, yatağın sol yanının, hatta odanın boş olduğunu gördüm. Hayal, gerçek, rüya doğru, yalan her ne varsa hepsi birbirine karışmış gibiydi.
Akılımın raflarından etrafa saçılmış anılarım, bilinç altımdan gün yüzüne çıkmış kâbus olup beni boğmak istemişti adeta...
Üzerimde hala çıplak bedenimi sarmalayan bornoz vardı. Ellerimle yüzümü sıvazlayıp yüzüme dökülen kısa saçlarımı geriye atarken, saçlarım terden başıma yapışmıştı. Boğazımı kavuran kuruluk hissi, tüm bedenimi kavuran adını koyamadığım duygu, tepeden tırnağıma her biz zerremle berbat hissettiriyordu.
Yataktan fırlayıp, odayı kolaçan ettim Çınar yoktu. Beni bırakmayacağını söylemişti peki ama neden yanımda yoktu Çınar!
Uyumakla uyumamak arasında gidip gelirken, Adem'le konuştuklarını hatırladım. Onunla beraberdi belki de.
Yapış yapış olan bedenimin bana hissettirdiği ağırlıktan kurtulabilmek umuduyla duş almak için banyoya girdiğimde, Çınar'ı duş kabininde duş alırken gördüm.
İçime dolan sevinç gözlerimden tuzlu damlalar olup birer ikişerli halde serserice süzülüyordu. Bu günlerde göz yaşlarım oldukça kontrolsuz ve isyankardı. Durmak dinmek bilmeyecek kadar haylazdı.
Buradaydı işte Çınar, bir anlığına dahi olsa bir yere gitmemişti, bırakmamıştı beni.
Sayamadığım bir kaç adımda duş kabinine yaklaştım. Çınar'ın sırtı bana doğru dönük olduğundan varlığımı henüz fark edemedi, fark etmesine de fırsat vermeden kabinin açık tarafından içeri girdim. Saçlarını şampuan köpüğünden arındırmak için akan suyun altında başını geriye atmış elleriyle saçlarını ovuşturuşunu izlerken duramadım, kollarının altından kollarımı onun bedenine dolayıp karnında ellerimi kendimce kilitleyip bana nefes olan adamı sarmaladım. Benim bu beklenmedik atağım karşısında Çınar'ın bedeninin kollarım arasındaki kasılışını hissettim, ürperdim, yetmezmiş gibi birde üzerimizden akan suyun soğukluğuyla titredim.
Soğuk su yüzünden irkilmem kısa sürdü üzerimde bornoz olduğundan su direk tenime değmediği için çok da etkilemiyordu.
"Fferaye." Titreyen yalnız ben değildim Çınar'ında sesi titriyordu o vakit buradaki varlığıma Çınar'ın ne denli şaşırdığını anladım.
Gözüne hastalıklı, sapık, takıntılı biri gibi görünüyor olabilirdim. Peki hangisiydim şu an?
Çınar, beline doladığım kollarımı gevşetirken bende Çınar'ın sırtına yasladığım başımı kendime doğru geri çektim. Bedenini kollarımdan kurtarıp aynı hızla bana doğru döndürdüğünde yüzünde, beni şaşırtmayan o şaşkın ifadesini gördüm.
Başımı yukarıda tutmaya özen gösteriyordum, her ne kadar burada oluşum başlı başına yanlış bir hareket olsa da mahremine kendimce saygı göstermeye çalışıyordum. Gözlerimiz sadece birbirimizin yüzündeydi. Öyleki Çınar'ın elini musluğun anahtarına doğru uzatıp akan suyun vanasını kapattığını, üzerimizde akan su artık akmadığında fark edebildim. Çınar boştaki elini alnıma dayadı.
Takıntılı ya da sapık biri gibi değil de hasta biri gibi görünüyormuşsun demek ki. Oysa ben kendimi, onun o içimi ısıtacak, ruhumu iyileştirecek kucaklamasına muhtaç, şefkat dilenen bir dilenci gibi hissediyordum.
İç sesim dudaklarımın kıvrılmasına ve doğal olarak gülümsememe sebep olmuştu. Çınar'ın alnımdaki elini tutup alnımdan çektim ve bakışlarımı Çınar'ın yüzünden milim oynatmadan avucumdaki elini dudaklarıma yaklaştırıp avuç içine dudaklarımı bastırdım.
"Hasta değilim. İyiyim de diyemiyorum ama hasta da değilim Çınar." Fısıldadım ama mermer desenli fayanslarla kaplı duvarları yüzünden sesim mikrofanla konuşuyormuşum gibi yankılandı banyoda. Çınar hala şaşkındı, sözlerime karşı tek kelime edememiş sadece yutkunmakla yetinmişti. Musluk vanasındaki elini fayansla kaplı duvara dayayıp duruşunu sabit tutmakta zorlanıyormuşçasına duvardan destek aldı. Avucumdaki elini çekip ensesine götürdü ve her zamanki gibi ensesini kaşıdı.
Onu germiş ya da utandırmış olmalıydım? Bu hareketi zaman zaman yapardı ve ben nasıl olmuştu da şimdiye kadar Çınar'ın utandığı ya da gerildiği zamanlarda elini emsesine götürdüğünü fark edememiştim. Bu tahminimi ilk fırsatta doğrulamayı aklımın bir köşesine not ettim.
Bu haliyle o kadar sevimliydi ki... Öyle masum, öyle çocuk yüzlü bir ifadeyle bakıyordu ki karşımda duran adamla aramızda dokuz yaş fark olduğunu bilmesem kendimi inandıramazdım. İlk kez kendimi onunla denkmişim gibi hissettim. İlk kez aramızda yaşanan onca şey hiç yaşanmamış, zorla evlendirilmemişiz ve sanki hep birbirimize aitmişiz gibi hissettim. İlk kez kendimi, uçsuz bucaksız geçmişin gölgesinden , geleceğinse telaşesinden uzakta hissettim. İlk kez tereddütsüz bir yere aitmişim gibi hissettim.
Çınar'ın beline kollarımı sarmalayıp çenemi göğsüne dayadığımda bakışlarımı yüzünden hala ayırmamıştım. Aramızdaki boy farkından muzdarip başım, Çınar'ın göğüs hizasında kalıyordu.
Yüreği öpülesi bir adamdı Çınar.
Dudaklarımı, sol göğsünün kalbe en yakın olduğunu düşündüğüm yere değdirdiğimde kollarım arasındaki bedenin tekrar kasıldığını hissettim.
Bir anda başımızdan aşağı akmaya başlayan soğuk suyun etkisiyle başımı tekrar Çınar'ın yüzüne bakmak için kaldırdığımda Çınar'ın iki eliyle duş kabinin cam duvarlarından destek aldığını gördüm. Kollarımı sıkı sıkıya doladığım belinden çözmek için uğraşmıyordu. Yüzüme de bakmıyordu. Göğüsleri, sanki onu boğuyormuşum gibi güçlükle soluduğu havayla dolup boşalan ciğerleri yüzünden sıklıkla hareket ediyordu.
Sanırım onu fazlasıyla rahatsız etmiştim.
Çınar'ın beline doladığım kollarımı gevşettim. Başımızdan aşağı süzülen sular saçlarımı yüzüme yapıştırmıştı. Gözlerimi yumup , akan suyun yüzüme düşürdüğü saçlarımı, yüzümü avuçlarımla çenemden alnıma doğru sıvazlayarak geriye doğru attım.
Saçlarımı enseme doğru bileştirirken kırdığım kollarımın dirsekleri Çınar'ın göğsüne değdiğinde bedenimi istemsizce geriye doğru çektim. Sırtım duş kabininin cam duvarına değdiğinde irkildim, yumduğum gözlerimi tekrar araladım. Çınar, mavisini siyaha teslim ettiği gözlerinin karasını gözlerime bulaştırıp, çıplak bedeninin bedenime yaptığı baskıyla eş zamanlı olarak dudaklarıyla dudaklarımı örttü . Sırtımın hala dayalı olduğu duş kabininin cam duvarından ayırdığı elleriyle yüzümü avuçlarının arasına aldı. Aramızdaki boy farkını kapatmak için bana doğru eğilmesi yetmemiş olacaktı ki başını sağına eğip arsızca dudaklarıyla dudaklarımı tarumara devam etti.
Tepemizden aşağı dökülen soğuk suyun vücudumuza değip gidere ulaşamadan buhar olup uçtuğundan ikimizde emindik.
Ben artık tüm varlığımla bu adama ait olmak, bu adam tarafından sevilmek istediğimden emindim.
Oysa haftalar öncesi Korhanlı Malikanesinin ferdi Feraye Korhanlı'ydım. Adını duyduğum bu adama tiksinerek bakan, kadınların abarttığı kasıntı bir tip olarak gören biriydim. Hayatımda olması ihtimaller dahilinde olmayan bu adamı, hayatımın ortasında bulmuştum. Ben bedenimi kavuran duygunun sebebi olan bu adamın bir anda karısı olmuştum. Çınar önce adımın yanında soyadıyla yerini almış sonra da ben daha ne olduğunu bile anlayamadan kalbimin tahtının sahibi olmuştu.
Havada kalan ellerimi hala üzerimde olan ıslak bornozumun kemerine götürdüm, kemerin bağını çözme uğraşımı Çınar fark ettiğinde dudaklarımdan dudaklarını çekip alnını alnıma dayadı. Kemeri çözmeyi başarır başarmaz bornozu üzerimden çıkarmak için ellerimi bornozun yakasına götürürken Çınar yanaklarımı okşayan ellerini yüzümden hızla çekip ellerimi avuçları arasına hapsetti ve bornozu üzerimden çıkarmama engel oldu.
İkimizde aynı anda titreyerek derinden soluklandık.
"Feraye hasta değilsin ama iyide değilsin. Ben pişman olacağın bir karar vermeni istemiyorum. Duyguların karma karışık bunu görebiliyorum. İtalya da bir hayatın var bekleyenin var kendimi adi bir herif gibi hisse..."
Artık aramızdaki yanlış anlaşılmalara son vermenin vakti gelmişti. Çınar'ın sözünü tamamlamasına müsaade etmedim.
"Ben hayatımda ilk kez birine karşı böyle duygular hissediyorum ne hissettiğimi ifade edemiyor oluşum bilmediğimden ya da duygularımın karışık oluşundan değil. Çınar ben bana bu duyguları hissettiren adamın kadını olmak istiyorum." Parmak uçlarımdan destek alarak Çınar'la aramızdaki boy mesafesini kapatıp kulağına fısıldadım.
"Kalbimle, bedenimle, ruhumla sadece..."
Parmak uçlarıma yaptığım baskıyı tekrar topuklarıma bıraktım ve Çınar'ın avuçlarından kurtardığım ellerimle bornozumu yakasından tutup ıslak bornozun ağırlığına rağmen zorlanmadan omuzlarımdan sıyırdım. Soğuk suyun çıplak tenimde süzülüşünü hissettiğimde bedenim sarsılsa da suyun soğukluğuna alışmakta zorlanmadım.
Gözlerimi tekrar Çınar'ın okyanuslarına diktiğimde cevabı duymaktan korktuğum o soruyu sordum.
"Beni, benim seni sevdiğim gibi sevemez misin?"
"Feraye..." saçlarımı okşadı.
"Feraye ... Faraye iyi misin?" Onuzlarımdan tutup bedenimi sarstı.
Feraye uyan!
Gözlerimi araladığımda uçsuz bucaksız bir çift okyanusla karşı karşıyaydım.
Hayatımın itirafı rüyadan ibaretti! Her şey rüya mıydı ?
Tabi ya Çınar'ın yanına duşa girebilecek ve hatta ona duygularımı söyleyebilecek kadar cesur biri olmayışımdan anlamalıydım ama o kadar gerçekti ki dudaklarının sıcaklığı o kadar gerçekçiydi ki kalbime hissettirdikleri. Bir ömür o rüyada kalabilirdim. Çınar'ın üzeri hala çıplaktı ama bu sefer altında kumaş pantolonu vardı.
"Ççınar?"
"Uyandırmak zorunda kaldım, Âdem kıyafetlerimizi getirdi. Biliyorum hala yorgunsun ama bir an önce hazırlanmamız gerekiyor."
"Bben hatırlamıyorum, buraya nasıl geldik, neden bir oteldeyiz ve ne için hazırlanmalıyız acelemiz ne için bben anlamıyorum..."
"Ferayem söz veriyorum en uygun zamanda aklındaki tüm soruları yanıtlayacağım ama şimdi sınırlı olan vaktimiz sebebiyle hareketlenmemiz gerekiyor. Duşa girmeliyim... "
"Ferayem mi? Dduş mu?"
Daha az evvelki ıslak rüyanın tesirinden çıkamamışken Çınar bana neler söylüyordu öyle.
Her bir anını olamayacak kadar gerçekmiş gibi hisseden bedenim bu kez de Çınar'ın söyledikleriyle alev alevdi? Uyumakla uyumamak arasında başka bir rüyada olabilir miydim?
"Feraye iyi misin!"
"Eevet, bben iyiyim."
"Birazdan saç ve makyajın için ekip gelecek bu yüzden duşa önce sen gir, onlar seninle ilgilenirken de..."
Aptal gibi hissediyordum kendimi, Çınar bir şeyler izah ediyordu ben onu onaylarcasına başımı sallıyor ama hiç bir şey anlamıyordum. Sanki anlamak istemiyor gibiydim. Aklımda hali hazırda cevaplanmayı bekleyen onca soru varken o sorulara yenisini eklemesi sabrımın sınırlarını tırmalıyordu. Aitlik eki kullanmış bana Ferayem demişti, ben tamda orada kalmışken şimdi ağzında gevelediklerini mi anlamamı bekliyordu benden.
"Feraye ? " Yüksek sesle adımı tekrar tekrar yinelediğinde aklımdaki sorularla birlikte çıktım dipsiz kuyumdam.
"Aaıımm... Bben duşa gireyim o zaman." Yataktan doğrulup banyoya gitmek için ayaklandığımda Çınar bileğimden tutup beni durdurdu. Bedenimi kendine çevirip boştaki elinin avcunu alnıma dayadı.
Yutkundum. Tıpkı rüyamdaki gibiydi hasta olduğumu düşünüyor olmalıydı.
Hasta değildim ama iyi de değildim. Fazlasıyla Çınar'asyona maruz kalan kalbimin gösterdiği yan etkilerin tesirindeydim.
Rüyamdaki gibi alnımdaki elini avuçladım ve avucumun içindeki eline bakakaldım öpülesiydi, sonra yüz mesafemdeki sol göğsüne baktım kalbe yakın olan rüyamda öptüğüm o yere.
Yutkundum.
Keşke rüyamda gördüğüm Feraye kadar cesur olabilseydim. Keşke ona hissettiklerimi söyleyebilseydim.
Kendimi ona yeterince yük etmemişim gibi bir de gözüne aptal aşık bir kız gibi gözüküp Çınar'a daha fazla işkence edemezdim. Daha fazla o çok değer verdiğim gururumdan taviz vermek istemiyordum.
"Feraye bir sorun mu var?"
İrkildim, gözlerimi Çınar'ın yüzüne kaldırdığımda kaşlarını meraktan çatmış bir ifadeyle sorusuna cevap bekleyen bir çift mavilik gördüm.
"Bben"
"Sen?", konuşmaya devam etmemi bekliyordu. Ciğerlerimi iyice şişirerek nefesimi sesli bir şekilde bıraktım.
"Ben tam bir baş belasıyım değil mi?"
"Ne demek şimdi bu, dün geceye dair bir şey mi hatırladın?"
"Hayır ama eminim dün gece de başına bela olmuşumdur. Başına açtığım yara ne durumda, uyuya kalmadan önce kanadığını hatırlıyorum."
Ellerini omuzlarımın üzerine koyarak başını bana doğru eğdi ve aramızdaki boy mesafesini azalttı.
"Feraye ben iyiyim, başımdan ufak bir yara aldım sadece , başıma bela olduğun falan yok. Ayrıca bela da olsan dert de olsan çilem de olsan emin ol başıma gelenler içinde en çekilesisin."
"Kötünün iyisiyim yani."
Çınar iyi bir şey mi, kötü bir şey mi demek istemişti anlamadım ve hatta cümlesi bittiğinde o da söylediği şeye pişman olmuş gibi şaşkındı. Omuzlarımdan ellerini çekip sol elini tıpkı rüyamdaki gibi ensesine götürüp ensesini kaşıdı.
Bir anda ayarsız bir kahkaha krizine girdim. Öyle ki nefesimin kontrolünü kaybetmiş durduramadığım kahkahalarım yüzünden gerilen karnım acımaya başlamıştı. Yine gözlerimden süzülüyordu arsız damlalar. Gülmekten yumduğum gözlerimi araladığımda Çınar'ın bana acıyla baktığını gördüm, kendimi sokakta kalmış bir kedi yavrusu gibi hissettirdi bakışları.
Kahkahalarım azaldı ve göz yaşlarım vanası bozulmuş musluktan akan su misali gözlerimden akmaya devam etti.
"Dduş ben duşa gireyim artık, vaktimiz yok demiştin." Diyerek kendimi banyoya attım. Elim kapının kilit düğmesine gitti ama basmadım. Kimden ne için sakınacaktım bedenimi. Çınar her halime şahit olmamış mıydı?
Beni çıplak gördüğünü öğrendiğim zamanda bile az evvelki aciz halime baktığını gördüğüm zamanki kadar utanç duymamıştım.
Terk edilmiş sokak hayvanları bile benden daha az acınası haldedir çünkü ben sonradan sahiplenilen kişilerce terk edilmiş değil bizzat öz ve öz ailesi tarafından terk edilmiş biriydim. Ailesi tarafından öldürülmek istenmiş biriydim.
***
Duşumu aldıktan sonra ıslak ve çıplak bedenimi, bu kez bornoz yerine banyo havlusuyla sarmaladım. Banyoda boş boş oyalanmaya devam ettim, bir türlü banyodan çıkamaya cesaret edemiyordum. Çınar'la yüzleşmekten ölesiye utanıyordum. Kafamdaki boşluk, sabah yaşananlar ve kulüpteki yalnızlığım tüm olanların üzerimde yarattığı kasvetten nasıl kurtulabilirim bilmiyordum.
Tıklanan kapı tıkırtısıyla üzerinde oturduğum kapağı kapalı Klozette oturmak üzereyken sıçradım.
"Feraye"
"Eevet."
"Feraye, saç ve makyaj için ekip geldi, müsait olduğunda hazırlığa başlayabilirler."
Panikle kapıyı açtığımda Çınar'la yüz yüze geldik. Çok kısa bir an gözleri tepeden tırnağa beni süzdü.
"İyi misin?"
Başımı olumlu anlamında aşağı yukarı salladım tabii bunu yaparken yüzüme sahte tebessümümü eklemeyi ihmal etmedim. Aslında iyi hissetmiyordum. İçimde adını koyamadığım beni tedirgin eden bir duygu vardı.
"Beklettim seni de."
"Sorun değil sen hazır olana kadar ben de hazırlanırım.", dedi Çınar ve müsaade isteyip duşa girerken bir an duraksadı. Ardına dönüp bana baktı.
Bir şey diyecek gibi oldu, ama sustu. Bir tek kelime dahi etmeden banyoya girdi. Duş, Çınar ve ardında kalan ben...
Bu üçü gördüğüm rüyanın etkisini tekrar tekrar harlıyordu. Bacaklarım arasında hissettiğim kasılmayı yok saymak için bacaklarımı birbirine dolayıp sıktım. Çınar banyoya girip kapıyı duvara çevirdiğinde rüya hayal her ne ise ardımda bırakmak için bende odaya doğru dönüp ilerledim.
Giyinmem için getirilen elbiseler arasından bana uygun olanı seçmeliydim. Sanki Cenazeye katılacakmışız gibi sade dekoltesiz ve koyu renk kıyafetler getirilmişti. Zaten iddialı elbiseler benim tercihim değildi ama bu kıyafetlerin de benim tarzımı yansıttıkları söylenemezdi. Dün geceki elbiseme ne olduğunu da neden Çınar'la aynı yatakta çıplak uyandığımızıda bir an önce öğrenmek istiyordum. Elbisenin dekoltesinin abartısını hatırladığımda, yüzümü saran aptal bir gülümseme ile alt dudağımı dişledim. Her şeye rağmen neler olduğunu hatırlamasam da geceye Yasemin'in bahsettiği gibi Çınar'la devam etmiştim.
Saçımın taranması tamamlanmış makyajımınsa yapımı hala devam ederken Çınar takım elbisesiyle banyodan tamamen hazırlanmış halde çıkıverdi.
Bedenini saran siyah fit takım elbisesi içerisinde oldukça yakışıklı gözüküyordu, onu bu şekilde görmek yüreğime serinlik verirken bir yandan da bedenimi kavuruyordu. Bu adam aynı anda birbirinin tersi olan bu iki hissi bana yaşatmayı nasıl başarıyordu?
Tepeden tırnağa bir kaç tur süzdükten sonra gözlerim etli dudaklarında asılı kaldı.
Yutkundum.
O iki et parçası aralanıpta bana neler söylemişti bugün ; Öyle bir 'FerayeMMM' deyişi vardı ki şahidim yalnızca bu otel odasının duvarları olmasın isterdim. Hem bana, 'Yanında kim olsun istersen, ben o olurum' da demişti; Ferayem derken beni sahiplenip, yanımda olacağını söylerkende bana ait olduğunu hissettirmişti.
İşittiklerime haddinden fazla mana yüklüyor olabilirdim, hatta daha fazlasını isteyecek kadar aç gözlü de olabilirdim. Kim mani olabilirdi ki hissettiklerime. Daha fazlasını istememe, hayal etmeme kim mani olabilirdi.
Kim duygularına söz geçirmişti ki bu aciz halimle ben geçirecektim. İstiyordum işte karşımda duran bu adamın sadece kağıt üzerinde değil gerçekte de eşi olmak istiyordum. Üstelik ben bu adamın kalbinde öylesine bir yere sahip olmakla yetinmek değil kalbine taht kurmak da istiyordum.
Gözlerimi asılı kaldığım o dudaklardan güçlükle çektiğimde aynadaki aksime takıldım. Makyajımda tamamlanmıştı.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra vakit kaybetmeden hızla otelden ayrıldık ve Sabiha Gökçen Hava alanına doğru yola koyulduk. Çok kısa süre sonra da Yalçınkaya Holdingin özel uçaklarından birine bindik. Ben cam kenarına otururken Çınar karşımdaki cam kenarı koltuğa oturmak yerine yanımdaki koltuğa oturmayı tercih etmişti. Çok geçmeden de uçak havalandı. Çınar'dan Ankara'ya gitmekte olduğumuzu öğrendim. Ben hostesin getirdiği aperatiflerle kahvaltımı yaparken Çınar elindeki dosyaları inceleyip notebookunda notlar alıyordu.
Farkında olmadan soluduğum nefesi gayri ihtiyari sesli bir şekilde bırakıverdiğimde Çınar'ın dikkatini çekmiştim. Çınar sıkılmış halimi fark edince elindeki dosyaları bırakıp Notebookunun kapağını kapattı ve dikkatini tamamıyla bana verdi.
"Sendeyim."
"Efendim."
"Hadi ne sormak istersen sor, kafanın karışık olduğunun farkındayım, sana her şeyi en uygun zamanda anlatacağımı söylemiştim. Sendeyim Feraye."
"Şu an en uygun zaman mı?"
Çınar kabin görevlilerine başıyla bizi yalnız bırakmaları için işaret etti.
Artık baş başaydık ve ben Çınar'a merak ettiklerimi sorabilecektim ve Çınar da bana cevap verecekti. Aklıma ilk gelen sorunun cevabını merak etsemde; aynı yatakta neden çıplak bir şekilde uyuduğumuzu ve dün gece aramızda geçenleri açıkça, soramazdım.
"Ben nasıl otele geldiğimizi, hatırlamıyorum?" Soruma cevap beklerken Çınar'ın sorusuyla karşılaştım.
"Peki dün geceye dair neler hatırlıyorsun?"
Çınar'ın sanki sorusuna vereceğim cevaba göre, soruma cevap verecekmiş gibi bir hali vardı. İyi de neden? Sorduğum basit bir soruydu ve tek bir doğru cevabı vardı, Çınar yalan söyleyebilecek karakterde birine benzemiyordu ama benden gizlemek isteyeceği şeyler de olabilirdi. Kahretsin ben sarhoşken neler olduğunu en ince detayına kadar öğrenmek istiyordum.
"Melek aablamla buluşmak üzere kulübe gittim, ...." Kulüpte buluşacağımızın detayını daha önce vermediğimden sesim istemsizce kısık çıkmıştı. Kulüp dediğim anda Çınar'ın sağ kaşı havaya kalktı. Bu mimik şaşkınlık değildi çünkü dün her ne yaşandıysa zaten kulüpte olduğumu öğrenmiş olmalıydı. Bu yüzden özür dilercesine detay vererek sorusuna cevap vermeye devam ettim.
"...açıkçası belki tereddüt edersin diye ablamla kulüpte buluşacağımızdan bahsedememiştim, sırf bu yüzden de yanıma almamı söylediğin görevliyle kulübe uzak bir yerde ayrıldık. Sonara ablamı bekledim, gelmedi."
Gelmedi, derken istemsizce sesim titredi, boğazıma bir yumru oturmuştu nasıl titremesindi. Aynı anda kalbim sıkışır gibi oldu nabzımın atışı hızlanırken aynı anda da nefes alışverişlerim düzensizleşmeye başlamıştı. Çınar yeni bir atak ihtimaline karşı bedenimdeki değişimi fark eder etmez hostesi çağırmak zorunda hissetti kendini. Elinde su şişesi ile gelen hostesin elinden şişeyi kaparcasına alıp kapağını açtı içmem için şişeyi sağ elime tutuşturduktan sonra sol elimi avuçları içine aldı.
"Ablan geldi Feraye!" Bir cümle insanı bu kadar iyi hissettirebilir miydi? Bir cümle insanı hiç gibi hissederken, biri gibi hissettirebilir miydi? Sevilen biri, özlenen biri, hatırlanan biri, sahiplenilen biri gibi hissetmek ... Ne kadar güzel bir hazdı tarifi mümkün olmayan.
"Ne zaman? Nasıl? Ben hatırlıyorum, çok bekledim, o kadar çok bekledim ki sonunda kırgınlığımı unutmak için sarhoş olmak istedim. O yüzden içtim, bben alkol almam Çınar, Dün geceye kadar da hiç kullanmadım. Melek Ablamı da Murat Ağabeyimi de sarhoş olduklarında görmek hoşuma gitmezdi, bu yüzden ben alkolü kendime hep uzak görürdüm ama dün içmek istedim. O hissettiğim terk edilmişlik hissinden kurtulmak için sarhoş olmak istedim."
"Sakin Feraye, lütfen." Çınar beni sakinleştirmekte kararlıydı, sabahki krizimi hatırlamam Çınar'ı haklı görmeme yeterdi artardı bile. Kendime geldiğimde, kriz anında Çınar'ı tırnakladığım yerlerinde derin çizikler oluşturduğumu görmüştüm. Üzerindeki gömleğin uzun manşetli koluna rağmen bileğindeki çizikleri görebiliyordum. Karşımda, gözlerimin içine merhametle bakan bu adamı hak etmiyordum ben. Her defasında onu yaralamaktan başka hiçbir işe yaramıyordum. Elimdeki şişeden suyu yudumlarken Çınar anlatmaya devam etti.
"Sana ulaşamamış Melek... Beni aradı, birlikte geldik kulübe ve ... Ssen kendinde değildin.", kelimeler ağzından dökülürken yüzüme değen bakışları bana değil de başka bir yere bakıyor gibiydi. Gözünde canlanan her ne ise dudaklarından kelimelerin dökülüşüne engel oluyordu.
"Bben , dün aradım ablamın telefonuna mesajlar attım ama mesajlar iletilmedi. Orada biriyle tanıştık... Adının Emre olduğunu söyledi." Nasıl tanıştığımızın detayına girmek istememiştim, çünkü birinin beni taciz ettiğini gördüğünde müdahale etmek zorunda kalan, sonrasında ablamın arkadaşı olduğunu öğrendiğim mekân sahibiydi Emre. Çınar'a taciz olayını anlatmaya utandığımdan o detayı es geçtim. Buna rağmen Emre dediğimde, Çınar'ın gözlerindeki okyanusu kaybettiğimi hissetim. Bakışı donuklaştı. Açıklama gereği hissettim daha fazla vakit kaybetmeden.
"Ablamın arkadaşıymış, kulübünde sahibi olduğunu dün gece öğrendim. Kulüpten ayrılmamı engelleyen onun sözleri oldu. Melek söz versiyse gelir dedi ama çok beklediğim halde gelmedi. Onu beklerken alkolsüz içkilerden sonra alkollülere geçtim."
"Sonra?"
"Soruları olan ve cevapları duymak isteyenin ben olduğumu sanıyordum Çınar? Yani sonrası yok bende ve ben de onu merak ediyorum. Neden otel odasındaydık?" Soruma cevap almayı umarken bir de Çınar'ın gittikçe sertleşen üslubunun sebebini bilmemek iç gıdıklayıcı bir durumdu. Gerilmeye başladım, Çınar'ın bu hali kendimi sorgu odasına çekilen bir şüpheli gibi hissettiriyordu.
"Sonra Emre ile aranızda ne oldu?", Bu soru, önce kanımı dondurdu, yanlış anlama ihtimalini aklımın en ücra yerlerinden çekip avuçladım, bu soruyu sormasının mantıklı bir sebebi olmalıydı. O gerekçeyi bilmemekte kanımın kaynamasına sebep oldu.
"Ne , ne demek aramızda ne oldu? Ne duymayı bekliyorsun. Ben hatırlamıyorum yani sonrası yok sonrası sensin. Sabah olanlar ben bilmiyorum. Neden seninle aynı yataktaydık , aramızda ne yaşandı ve neden kıyafetlerim üzerimde yoktu bben hatırlamıyorum!"
"Hiçbir şey hatırlamıyor musun?"
"Hayır!", sesimin tonunu ayarlayamam kabin görevlilerinin bize dikkat kesilmesine sebep oldu. Çınar bakışlarıyla bizi yalnız bırakın der gibiydi, onlarda zaten aramızda olan mesafeye rağmen daha da uzaklaşıp pilot kabinine doğru ilerlediler.
Çınar derin bir nefes aldı ve soluğunu bıraktıktan sonra konuşmakla konuşmamak arasında bocalayıp sonunda karar kıldığı gibi anlatmaya başladı.
"Dün gece Emre Melek'i seninle tehdit etmiş. Apar topar seni mekândan aldık. Biz hayatın için endişelendik ve sen kendinde değildin. Sonra hastaneye gittik ve alkol yüzünden baygın olduğunu öğrendik."
Yutkundum, duyduklarıma inanamıyordum, olmazdı. Dudaklarımdan istemsizce döküldü kelimeler...
"Mümkün değil o adam beni korudu, bana karşı çok saygılıydı..." o an Çınar'ın göz bebeklerinin büyüdüğüne şahit oldum. Az evvel saklamaya çalıştığım detay da dudaklarımdan dökülmüştü.
"Daha dün gece tanıştığını söylediğin adama duyduğun bu güvenin sebebi ne Feraye! Adam seni neyden korudu?"
"Benimle sesini yükseltmeden konuşur musun! Anlatıyorum işte, külüpte biri ona eşlik etmem için zorladı beni, müdahale eden Emre oldu ben anlamıyorum. Melek'i neden benle tehdit etsin? "
"O sorunun cevabını Melek'ten alırsın, zaten o adam şu anda hala nefes alıyorsa Onur'un sayesinde. Bir de seni kulüpte eşilik etmek için zorlayan birinden korumuşmuş. O adamı yanına gönderenin de kendisi olmadığı ne malum..."
Hiç bir şey anlamamıştım, Emre neden böyle bir şey yapsındı ki ama cevabını Çınar vermeyecekti belliydi, bende aklıma takılan diğer sorunun cevabının peşine düştüm.
"Onur mu?" Onur'un kim olduğunu sorgularcasına sormuştum.
"Doktor Onur Akın, Melek'le beraber Onur da kulüpteydi senin için. Dün gece hastanede de seninle bizzat kendisi ilgilendi. Gece aradı, Emre ile olan sorunu kendisine bırakmamı söyledi. Detayına girmeme engel olduğundan öğrenmeye vaktim olmadı, senin için yaptıklarından sonra ona borçlandım. Bu yüzden nefes alıyor o şerefsiz."
"Ben mi sebep oldum?" Sorumla, gözlerinin parladığını hissettim, belirli belirsiz yüzüne oturan gülümsemesi aklımın oyunu olabilir miydi?
"Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyorsun öyle mi Feraye?" Bu sefer sesin de öfke yoktu, daha naifti. Fısıldarcasına söylemişti ama netti sesi. Tüm tenimi ürpertecek, her bir zerremde varlığını hissettirecek kadar berrak.
Yutkundum, bir tek kelime etmedim ama gözlerimden merakımı okumuştu Çınar.
"Bir daha asla içki içmiyorsun! Asla! Sana alkol yasak ve hatta alkollü mekanlar bile yasak belli ki kokusundan bile sarhoş olacak kadar dayanıksızsın!"
Çınar'ın ani değişimlerine artık alışmam lazımdı. Pilotların uçuş planlarını açıklarken kullandıkları ses kadar çekici tondan konuşan az evvelki adamdan etrafındakileri azarlayan zorba bir adama bir ansa dönüşebiliyordu.? Sinirlendim.
"İçmiyorum zaten! Söyledim ilk kezdi!"
"Tamam işte artık bundan sonra ilk kez demezsin, ilk ve son kez dersin." Eline tekrar notebooku alıp, kapağını açıp kurcalamaya başladığında konuşmamızın sona erdiğini anladım.
Gece de mi kriz geçirmiştim, neydi hatırlamadığım ?
On altıncı bölüm sonu devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |