30. Bölüm

17.2 Bölüm

Fatma Tuncay
demirkalem

"Kebap yiyeceksin zannediyordum?"

"Burgercinin köftesini görünce fikrimi değiştirdim."

"Patateslerini de sevdim ben."

Çınar kendi tepsisindeki patates sepetini benim tepsime koydu.

"Benimkini de alabilirsin?"

" Sen ne yiyeceksin."

"Bir burger daha söyleyeceğim sanırım, bedenimin proteine ihtiyacı var!"

Yani o kasları korumak çok da kolay olmasa gerek . Ben de spor yapmayı özlemiştim. Spor yapmadığım gibi bir de oturmuş fast food besleniyordum. Uzun zamandır doğru düzgün yemek yemediğimden bedenim zayıflamıştı ama bu beslenme şekliyle de bir yıl emek verdiğim bedenime ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum.

Çınar geri döndüğünde kendi tepsisindeki bir diğer patates kovasını da benim tepsime koydu. Ama ben bir öncekini de henüz yememiştim.

"Patatesi sevdiğini söylemiştin, neden yemiyorsun?"

" Evet, çok lezzetli ama daha fazlasını yersem bende o çok sevdiğim patates gibi olurum."

"Bu kadarcık patatesten, patatese dönmezsiniz Feraye."

"Sen dahasını getirmeye devam edersen dönerim. Kilo vermek çok zor ve zaman isteyen bir şey. Melek Ablamın doğum gününde hediye ettiği elbiseye sığabilmek için ne kadar emek verdim ben haberin var mı?"

" Tasarımdı sanırım, seni o kadar çok motive ettiğine göre."

" Hayır, değildi ama benim ilk doğum günü hediyemdi. Melek Ablam doğum günümde Milano'ya sürpriz yapmak için gelmişti. Elbiseyi de oradaki bir butikten almış. Tabi elbise benim beden ölçüme uygun değildi. Vedalaşırken yanında elbisemi de götürdü. O elbiseyi , ilk kez halamın beni almak için malikaneye geldiği o gün giymiştim. Biliyorsun işte o gün olanları da..."

Böyle olmamalıydı. Bir anda gözlerim dolu dolu oldu. Ağlamak istememiştim. Çınar'a baktığımda çenesinin kasıldığımı gördüm. Sanırım o gün yaşananları hatırlaması sinirlenmesine sebep olmuştu.

" Değermiş!"

" Efendim!"

"Elbisenin içinde peri kızı gibiydin Feraye. Şu anki haline bakınca kerametin elbisede olduğunu anlıyorum. "

Başımı alevler almıştı. Dalga mı geçiyordu bu benle! Çınar böyle biri miydi hep, yoksa bu güne özel bir gıcıklığı mı vardı?

"Başına tepsiyi yeterince sert çarpmadığımdan mı böylesin sert çarptığımdan mı bilemedim!"

Çınar oturduğu yerden ayaklanırken eline alışveriş paketlerini almaya başladı.

"Başıma sen çarptığından böyleyim Feraye... Hadi kalk daha langırtta seni yeneceğim."

" O işte zor. Langırtta üzerime rakip tanımam!"

Langırtta yirmi beşe on beş ben kaybetmiştim. Bilardoda Çınar daha başlangıçta tüm topları deliğe tek vuruşta ikişerli üçerli sokunca ıstakayı masaya fırlatır gibi bırakıp oyuna başlamadan oyunu bitirdik ve bovlinge geçtik. Bu adam beni fazlasıyla sinir etmişti. Ardarda attığı strikeler nasıl sinir bozmasındı. Öfkeden kazara sınırı geçip faul bile almıştım. İlk defa oynamıyordum ki neden bu kadar başarısızdım bu gün. Bir ara elimden kayan bovling topu ters yöne yuvarlandı. Arkama döndüğümde sağlı sollu bana gülen diğer grupları gördüm. Şişirdiğim yanaklarımı gören Çınar yanıma gelip bir kolunu arkamdan belime dolayıp diğer kolunun eliyle de bana duruşum ve atışımla ilgili teknik bilgi gösteriyordu.

Akıl mı veriyordu bana şimdi o! Aklımı başımdan alan kimdi!

Nefesi değiyordu kulağıma! Biz bu yakınlıktayken onun, o kendine has kokusunu solumama, yeni alıp da üzerine giydiği kıyafetler de engel değildi! Elimdeki bovling topunu bilmem ama depara kalkan kalbim birazdan, göğüs kafesinden fırlayıp laneden yuvarlana yuvarlana lobutları devirecekti, çok az kalmıştı.

Çınar depara kalkan kalbimi hissetmiş olacak ki ardımdan çekili verdi. Onun anlattığı gibi yapıp lane çizgisine kadar adımladım, sağ ayağım önde ayaklarımı dizden kırıp bovling topunu laneye sürercesine hızla bıraktım. Lobutların en önündeki tekliden delip geçen topun sarsıntılarıyla tüm pinler devrilivermişti.

Başarmıştım.

Strike yapmıştım. O sevinçle Çınar'ın dağına tırmanmış kolları arasında havada asılı kalmış gibi çığlık çığlığa gülüyordum. Yanaklarımı kulak uçlarıma kadar yakan utançla, bulunduğum yeri fark ettiğimde Çınar'ın sevincimi paylaşan o gülümsemesinde zamanın durduğunu hissettim.

Ne güzel gülüyorsun be adam! Sanki gülüşünden cennet çağlıyor. Çağlıyor da dudağının kenarındaki o çukura doluyor. Ne güzel bakıyorsun o okyanus gözlerinin dalgaları kalbime kalbime vuruyor. Yüreğimin kaçıncı demi ki bu alevin harlıyor. Aşk tende değil, teni geçti, eti geçti, kemikte! Aşk ilikte!

İliklerime kadar işleyen o duygu bende, ben bırakmadı. Her zerremle o oldu.

Çınar!

Gözlerinin okyanuslarına öyle bir dalıştı ki benimkisi, ben hala onun hafızama kazıdığım gülüşüne tutsakken, o çoktan gülüşünü yüzünden silip yerini, ne olduğunu anlamak istercesine kıvranan telaşlı ifadesine teslim etmişti.

Bense onun, kaybettiğim aklımın nerede olduğunu sorgulayan bakışını çok geç fark edebildim.

"Aslında yazılım oyunlarında daha iyiyim ben." , yüksek müzik ve bize hayran hayran bakan gözlerin altında ezilmişti cümlem, ama Çınar bana o kadar dikkat kesikti ki ağzımda gevelediğim sözcükleri duyuvermişti.

" Az ilerde oyun konsolu var. PES, dövüş, counter hangisinden başlayalım kapışmaya!"

"Bir şey de bilmesindi ya!"

Yakaladığı bakışlarımın utancından konuyu değiştirmek için ağzımda gevelenmiştim oysaki, duyup ciddiye alacağını nereden bilecektim! Tamam yazılım oyunlarında gerçekten kendime güveniyordum ama kabul etmiştim artık; Bu gece aşk benden, şans Çınar'dan yanaydı.

Hala Çınar'ın kucağındaydım, ayaklarım artık yere değsin istediğimden, kollarını gevşeterek inmeme yardımcı olması için, Çınar'ın omuzlarındaki elimi kaldırıp aynı noktalara seri hareketlerle hafifçe ellerimi vurup vurup çektim. Çınar sanki istediğimi anlamamakta ısrarcı gibiydi inadına daha da sıktı kollarıyla sarmaladığı bedenimi. Bu kez omuzlarındaki elimi sıkıp içten içe bende istemesem de benini bedenimden itekledim.

! O an Çınar'ın kokumu soluyup nefesini tutarak kollarını gevşetişi gözümden kaçmamıştı. O da benim onun kokusunu solumayı sevdiğim gibi, benim kokumu solumayı seviyor muydu?

Bu kaçıncı darbeydi kalbime, bu kaçıncı tarumar hissettiğim beni allak bullak eden.

Ayaklarım yere mi basıyordu şu an sahiden, hiç inanası değildi. Yutkundum, topladığım son güçle son atağımı yaptım. En doğru hamleydi kabulleniş!

" Yok artık, hükmen mağlubum kabul ediyorum, hadi artık gidelim, bak gece boyunca zaten telefon trafiğin kesilmedi."

Çınar sol elinin baş parmağı ve orta parmağını şakaklarını bastırarak alnını sıvazlayıp peşi sıra saçlarına parmaklarını daldırıp asice saçlarını geriye attı. Yüzüne takındığı yapay, alaylı bir tebessümle;

" Adem, bir rahat vermiyor ki! Kıskandı tabi o çalışırken böyle bir yerdeyiz diye. Söylenip duruyor, çalışmaya gelince yanından ayırmıyormuşum bu haksızlık değil miymiş?" ,dedi.

Gülüştük ama nedense bu söylediğinde bana samimi gelmemişti. Bir şeyler var gibiydi. Üzerinde duramayacak kadar yorgundum.

Otoparktan aracımızla çıkışa vardığımızda kararmış gök yüzünden yere sağanak halde yağan yağmuru seyrettim. Aracın kapısındaki düğmeye basıp camı açtım. Sağ kolumu camdan dışarı çıkardım, yağan yağmuru tenimde hissetmek, yağmurla gelen toprak kokusunu açık olan camdan içime çekmek istedim.

Kırmızı ışıkta durduğumuzda yanımızda duran aracın şoförüyle göz göze gelmiştim. Bakışlarında beni rahatsız eden bir şey vardı. Kolumu aracın içine soktuğum anda arabanın camı kapanmaya başladı. Başımı sola çevirdiğimde Çınar'la göz göze geldik.

"Sanki hava soğuk mu ne? Üşütmeni istemem."

Gülümsememi bir birine mühürlediğim dudaklarımla bastırdım. Kıskanmış mıydı o beni!

"Çınar hava ılık ve sağanak yağış var. Bence hava koşulları İstanbul'a dönmemize engel gibi değil."

"Bana da öyle gözüktü şimdi, sağanak yağmur fırtına var demişlerdi halbuki, bende uçuş ekibine yarına kadar tatiliz dedim. Belki ekip dinlenmek için bahane uydurdu... Ne deyim şimdi Feraye hadi toplanın uçuyoruz mu deyim."

Çınar yine söylediklerinde samimi gözükmemişti gözüme. Koca bir holdingi yöneten Çınar Yalçınkaya'yı tuttuğu uçuş ekibi kandırmıştı öylemi? Üstelemedim, bu halleri bile gözüme o kadar tatlı gözükmüştü ki onun o acemice söylediği yalanları üzerinde durmamayı seçtim.

Kalacağımız otelin valesine aracı emanet edip otel lobisinde rezervasyon işlemlerini onayladık. Tabi ki evli olduğumuz için aynı odayı kullanacaktık. Otelin süit odasına elimizdeki alışveriş paketlerini alan otel görevlisiyle devam ettik. Kendi alışveriş paketimi vermekte ettiğim tereddüt Çınar'ın gözünden kaçtıysa da odaya girerken paketleri kapıp odanın kuytu köşesine çekilmem gözünden kaçmamıştı. Kendime ait olan paketi en altı koydum.

Aptal Feraye !

Çınar'ı bir anda arkamda görünce olduğum yerde zıplamıştım.

" Feraye sakin bir sorun mu var."

" Yok yok ne sorun olacak. "

Alışverişte aldığım seksi gecelik ve iç çamaşırlarından başka derdim yoktu şu an. Çınar görsün istemiyordum. Sırf deneme kabinlerinde görevli kadına sinir oldum diye gözüne gözüne sokarcasına nerde seksi çamaşır varsa çantaya doldurmuştum. Hoş kız da etrafımda inadına inadına dolaşır gibiydi.

"Eşofmanların olduğu paket bu muydu?"

Çınar bir anda elini paketlere uzattığında bende alttaki paketi almasına engel olmak istedim.

"Bunlar senin için değil benim için!"

Elimdeki paketin içindeki çamaşırlar düşmanımmış gibi beni ele verip ortalık yere saçılana kadar her şey yolundaydı.

Ne diye panik yaparsın ki Feraye!

" Benim bedenime ve tercihime uygun olmadıkları çok belli ama yine de hatırlattığın için teşekkürler." ,dedi Çınar. Eğlenmesi için başka bir koz vermiştim eline.

"Bben de giymeyi çok tercih ediyor değilim ama o mağaza görevlisi, kız pijama alırken yanımda gezinip yardım etme bahanesiyle tepemde dikilince...", dudağımın kenarını ısırdım resmen kadınlık gururumun eziklenişini itiraf edivermiştim. O sinirle etrafa saçılan çamaşırları toplayıp poşete tıktım, poşeti de odanın rast gele bir köşesine fırlattım.

"Sabah önce ben duş almıştım bu kez öncelik sırası sende!", deyi verdim hızla konuyu değiştirmem bu kasvetli havadan ve konudan sıyrılmam gerekti. Utancımdan kurtulmam için yalnız kalıp sakinleşmeye de ihtiyacım vardı.

Utandığımı görmüyor muydu neyi zorluyordu ki, söylediğimi tiye alırcasına konuştu;

"Karargahdaki acemi erker miyiz Feraye? Ne fark eder duşu önce hangimizin aldığı."

O keyifle üzerime gelirken ben hala kendime duyduğum öfkenin mahmurluğundan sebep ,Çınar'a nasıl karşılık vermem gerektiğini bilmez haldeydim.

İlla karşılık verecektim yani, böyle durumlarda susmanın daha doğru bir karar olduğunu sonradan anlayacaktım.

"Biz aynı evi paylaşırken Fidelio öyle bir kural koymuştu. Ondan kalma alışkanlık işte." Deyiverdim tek solukta demesine ama karşımda dumura uğramış bir çehre ile karşılaşınca bütün bedenim aynı anda taş taş kesiliverdi.

Ben olduğum yere kök salarken, Çınar çoktan duş için banyo kapısına varmıştı.

Olmaz. Bu kez olmaz! Artık yaptığım gaflarının görünenin ardındaki gerçeği bilinmeliydi. Çınar'ın gözünde hafif meşrep biri gibi gözükmek istemiyordum. İki adam arasında gidip gelen adi bir kadın gibi!

Asla ama asla ona karşı en saf duygularla kalbimin dolu olduğunu bilirken beni böyle görmesine katlanamazdım.

Daha aklımda bu durumu nasıl düzelteceğimi toparlamadan bir hışım kapıyı açıp banyoya daldım.

"Zannettiğin gibi değil yemin ederim!"

"Feraye?"

Lanet olsun! Çınar çıplak!

Beklenmedik bu durum, ikimizi de panikletti. Anın utancıyla dudaklarımdan sert bir çığlık firar ederken, gözlerimi yumup geldiğim yere geri dönmek üzere hareketlendiğimde, alnımın ortasına aldığım sert darbeyle bedenim geriye doğru savruluverdi. Sarsılan bedenim dengesini kaybedip yere sırt üstü düşmek üzereyken bedenimi sarmalayan kolları hissetmemin refleksiyle araladım gözlerimi.

"Çınar ne oldum ben?"

" Kapıya alnını vurdun.", diye kastığı çenesinin arasından güç bela savurduğu sözlerini sertçe söylerken, tenime değen nefesi sözlerinin aksine öyle yumuşaktı ki tüm bedenimi aynı anda ürpertmişti.

Çınar çenemden tutup başımı döndürdüğünde bakışlarının alnımdaki bir noktaya sabitlendiğini gördüm. Elini nazikçe alnıma dokundurduğunda çarpmanın şiddetiyle zonklayan alnımın şiddetlenen acısını anımsayıp cıyakladım. Yerimden hızla doğrulup ayaklandığımda ise fark ettim ki Çınar hala çıplaktı.

"Bu kadar hızlı nasıl soyunabildin ki!", deyip hala çıplak oluşuna dem vurup ikinci kez panikle gözlerimi yumup tekrar kaçmak için hareketlendiğimde bu kez de ayağımı banyo dolabının köşesine çarptım.

İşte o acı az evvelki yaşadığım acının yanında tarifi mümkün olmayan şiddetle beni kıvrandırıp inletmişti. Bu acının hiç bir dilde tarifi yoktu kendi vardı!

"Feraye Allah aşkına bir dur artık. Seni senden korumayı nasıl başarabilirim acaba Feraye." Homurdandı.

Yerden kesilen ayaklarımla Çınar'ın beni kucakladığını, kısa süre sonra bırakıldığım yumuşak zeminle de yatağın üzerinde olduğumuzu anlamıştım. Alnıma değen serinlikle gözlerimi araladım. Açılan gözlerimden çeneme yaşlar süzülüyordu.

"Hala da çıplaksın!" Acıdan aşağı kıvrılan dudak kenarlarımı teğet geçip titreyen çenemin ucunda birleşen göz yaşlarım tek damla olup akıyordu yüzümden.

"Soğuk bir duş için hazırlanıyordum Feraye, anlamıyorum bu kez sarhoşta değilsin yine öyle banyoya dalıp girerken karşında ne görmeyi bekliyordun. Aklında ne var senin!", sıkmaktan kaskatı kesilen çenesine rağmen dudakları arasından tıslamada epey bir yetenekliydi doğrusu. Çıplak olan bedeni karşısında, göğüslerinden aşağısına gözlerim kaymasın diye başımı dik tutma gayretim mağrur oluşumdan kaynaklanmıyordu, üstelik bu duruş sebiyle boynum da ağrımıştı.

Gözlerimi tekrar yumarak,

"Canım çok acıdı!!!" , bağırdım pek tabi nazlanarak.

Elimi tutup avucuma soğuk bir şey bıraktı, elimi eliyle destekleyerek şişe olduğunu tahmin ettiğim nesneyi alnıma bastırmamda yardımcı oldu.

"Tut şunu!" , diye bağırırak bana karşılık verirken yatağın sarsılan kenarından, Çınar'ın yataktan kalktığını hissettim. Zaten canı yanan bendim ne diye bağırıyordu ki daha fazla can yakmak için mi?

Bir dakika! Az evvel ne demişti o!

Hep sonradan gelirdi aklım başıma benim, hep sonradan!

.... sarhoşta değilsin ... yine öyle banyoya dalıp girerken ... ne demekti bu, ben ne zaman banyoya dalmıştım, ne ne ne zaman! İçimdeki Feraye çığlık çığlığa hesap soruyordu.

"Sen öyle soğuk soğuk bakıp gidince, ürperirken ne yapsaydım..." diye onun bağrışları kadar yüksek tonda karşılık verirken gözlerimi belertmeyi eksik etmedim.

Çınar, altına giydiği kumaş pantolon üzerine muhteşem uyumlu çıplak kaslı bedeniyle, banyo kapısının eşeğinden içeri heybetiyle üzerime üzerime doğru adımlarken, sesim elbette içime içime doğru kaçacaktı. Cümlemin devamını güçlükle getirebildim.

"...Can havliyle düşünmeden yanına koştum işteee".

Anında yönünü değiştirip köşedeki mini buzdolabına yöneldi, solak olduğu için sol eliyle önce solap kapağını açtı sonra yüne aynı elliyle dolaptan bir adet içki şişesi alıp ayağıyla yavaşça kapağı kapatıp, çıkardığı şişeyle yanıma geldi. Öfke solurken aynı zamanda soğukluğunu kaybeden şişeyi elimden alırken , canımı yakmamak için özen gösteriyordu. Diğer şişeyi boşalan alnıma bastırmak için yaklaştığında, alnımda gördüğü manzaradan hoşnut olmadığını, kasılan çene kaslarını görmemle anladım.

Sanki her şey güllük gülistanlıktı Yürek mi yemiştim ki ben! Öyle doluydum ki artık aklımda cevaplanmayı bekleyen sorular için sabretmeye takatim yoktu. Eon bir kaç dakikadır yaptığım tüm saçmalarımı bir kenara koyup en yenisi ve en iyisi için ağzımı araladım.

" Hem ben , daha önce ne zaman banyoya dalmışım ki bana ' yine öyle banyoya dalarken...' falan diyorsun!"

Çınar öfke soluduğu havaya küfreder gibi haykırdı.

"Sen gerçekten, hiç mi bir şey hatırlamıyorsun Feraye ! Yoksa inadına mı yapıyorsun? "

"Ne inadı ya! Yeter artık söyle de sen de kurtul bende! Ne oldu, neyi hatırlamıyorun ben! Soruyorum ya sana işte, dün neler oldu? Nasıl geldim o otel odasına ne... neden çıplaktım! Sorduğum tüm soruları yanıtlayacaktın söz vermiştin. Aklımdaki boşlukların arasına köprü örmekten yoruldum artık, kurtar bizi bu işkenceden!"

"Nerden başlayım anlatmaya! Sen tanımadığın insanların yanında sarhoş olmaya cesaret ettikten sonra, seni bulmak için yana yakıla Adem'le o kulübe geldiğimizden başlayım mı? Seni ararken, o şerefsiz herifin ofisinde Melek ve Onur'a zarar vermek isteyen o adinin adamlarını da es geçmeyelim değil mi?"

Çınar bir hışımla yataktan kalktı. O günü tekrar yaşıyor gibiydi. Uzun zamandır görmediğim kabuğunu yırtarcasına dışarı çıkan öfkesiyle, bir sağa bir sola volta atıyor, ara ara burun kemiğini işaret ve baş parmağı arasına alıp sıkıyordu. Alt dudağını ıslatıp, gürleyerek, dün olanları sırasıyla anlatmaya devam etti.

" Ya seni o koltukta öyle hareketsiz gördüğümüzde, Melek öyle haykırdığında ben sandım ki! Ben ... Onur muayyene etti seni, sen öyle uyanmadan hareketsiz kalınca biz sana ilaç verdiler zannettik sonra hastaneye gittik. Ne öğrendik dersin. Feraye Hanım sarhoş!"

Bir an duraksadı ve yüzünde belli belirsiz bir tebessüm aldı. Tekrar yatağa oturduğunda bu kez daha sakindi. O öfkeyle şu anki dinginliğe geçişi nasıl bir ruh haliydi? Elindeki şişeyi nazikçe tekrar alnıma dayadı.

"Sonra ayıldın ve yine o uslanmaz dudaklarını aralayıp hedef almadan başladın taarruza."

Gözlerinin okyanusu geceye çalarken artık kükremiyordu, fısıldar gibi anlatmaya devam etti.

"Hatırlamıyor musun? Onur ve Melek'e rezidanstaki bazada bulunan çekmecedeki prezervatifler için koleksiyonummuş gibi bahsedişini..."

O düz bir sesle olanları sıralarken, ben duyduklarımın hayretinden, atmak üzere olduğum çığlığımı, suçlu dudaklarımın üzerine ellerimi örterek içime hapsettim.

"...hatırlamıyor musun Feraye, seninle eve dönmek için arabaya bindiğimizde yolculuk boyunca Adem'e sanki ben yanınızda değilmişim gibi hakkımda anlattıklarını! Öyle yola gelmez, asi bir haldeydin ki çareyi çiftliğe giden yol üzerindeki bir otelde konaklamakta buldum. Peki ya şu karşımdaki uslanmaz, haylaz çocuğun, içinden çıkan dişinin bana verdiği emirleri, onları da mı hatırlamıyorsun Feraye?"

Hıçkırdım...

Çınar ellerimden kurtardığı dudağıma, çenemden tuttuğu sol elinin baş parmağını bastırdı. Gözleri, dudaklarımla bitmemiş bir hesabı varmış gibi dudaklarımda oyalandıktan sonra gözlerime değdiğinde, önce yutkundu Çınar. Sonra nefesini yüzüme çarparak devam etti. Aklımda tek bir boşluk bırakmamaya yemin etmiş gibiydi!

"Bu dudakların, bu yüzün, bu bedenin ant içmişsin gibi sınırlarımı zorlayarak beni nasıl tahrik ettiklerini, hatırlamıyor musun Feraye!"

Bedenim titredi sandım, ama kaskatı olmuştum. Utançtan başımı eğmek istesem de Çınar'ın çenemi sıkı sıkıya tuttuğu elinden yüzümü kurtaramazdım.

"Susup içine attıkların yetmezmiş gibi midende biriktirdiklerini, üzerime nasıl kustuğunu hatırlamıyor musun Feraye?"

Ben yüzümü ekşitirken, Çınar serseri bir gülüşle anlatmaya devam etti.

"Her şey bitti, artık rahatlamıştır, artık durur dediğimde , ben duştayken duşa gelip..."

Sonrasını dinlemeye tahammülüm kalmamıştı...

"Rüyaydı o, gerçekte olmadı."

"Gerçek olamayacak kadar güzeldin Feraye ama sana yemin ediyorum her bir saniyesi gerçekti."

"Bben , ben emin değilim."

Gözlerim dolduğunda Çınar çenemi tutan elini gevşetti ve kendini, aramızda hatırı sayılır bir mesafe bırakacak kadar geri çekti. Elindeki şişeyi yatağın yanındaki komedinin üzerine bıraktı.

Sol elimi elinin içine aldı ve dudaklarına yaklaştırıp gözlerimin içine bakarken avucumun içinden öptü. Tıpkı rüyamda benim onu öptüğüm gibi.

Elimi okşayarak bıraktıktan sonra aramızda açtığı mesafeyi tekrar kapatarak elini bu kez göğüslerimin ortasına bastırdı, diğer eliyle de ensemden bedenimi desteklerken beni yavaşça itmeye başladı. Sırtım yatakla buluştuğunda sağ elinin avucuyla yataktan destek alırken sol eliyle tişörtümü göğüslerimi açıkta bırakacak şekilde yukarı sıyırdı. Bedenimin titremesine engel olamıyordun. Bedenini bedenime daha da yaklaştırdı ve dudaklarını göğüs kafesimin son bulduğu kalbe en yakın olan o yere bastırıp ıslak bir öpücük bıraktı. Refleksle sırtımı yatağa daha da gömerken bedenim yay gibi gerildiğinden kasıklarım havalandı. Kadınlığımın onun bedenine değmesi içimdeki kıvılcımları tekrar harlamıştı.

Rüya zannettiğim her anın gerçek olduğunu, öpücüklerini bedenimde bahşettiği noktalarla ispatlamıştı Çınar. Ne hissettiğimi artık biliyor olmalıydı. Birlikte alev almamıza engel olan tek şey onun benim için ne hissettiğini bilmememdi.

Çınar'ın dudaklarının tenimden ayrılmasını istemesem de, yüzünü avuçlarım arasına alıp, yukarıya doğru kaldırmasını sağladım.

Cesaretimi toplayıp, aklımda kalan, cevabını merak ettiğim o soruyu sormak için gözlerimi onun siyaha teslim olan gözlerine diktim. Ne kadar utanıp gözlerimi kaçırmak istesem de yapmadım.

"Rüyamda, yani dün gece dduşta ssana bir soru sormuştum ama cevabını hatırlayamıyorum."

"Önemi var mı?" , diye sorduğunda bedenimi saran soğuk hava dalgasına teslim oldum. Dolu dolu olan gözlerimi Çınar'ın gözlerinden kaçırdım. Ellerimi yüzünden çekip avuç içlerimi bastırdığım yataktan destek alarak yattığım yerden doğruldum.

"Ne demek, önemi var mı?" Fısıldadım, titriyordu sesim, daha güçlü, daha pürüzsüz bir sesle sormak istesem de yapamadım.

"Sarhoş bir bedende, kafa karışıklığıyla dudaklarından dökülenlerin bir hükmü var mı Feraye."

"Senin gözüne, nasıl gözüktüğüm konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Çocukça, ölçüsüz ya da ayarsız biri gibi gözükmüş olabilirim gözüne ama asla dengesiz biri değilim. Bil diye söylüyorum sarhoşken yaptıklarım hakkında hiç bir şey aklımda net değil belki ama her ne hal üzerindeydiysem eminimki sarhoşluk, kontrolümü yitirttiği içindi."

Çınar kaşlarını çattığında, iki kaşı arasındaki çizgiye gömdüm saman alevi öfkemi.

"Duygulara gem vurulmuyormuş, ilk bulduğu çatlaktan sızı veriyormuş. Sen sarhoşluk de ben kontrolümü yitirmek deyim... Fark etmeyen tek şey sana olan hislerim, ne yaptıysam, ne söylediysem kalbimden geldiği gibi en saf haliyle yapmışımdır eminim. Midemde tutamadıklarımla birlikte kalbimde tutamadıklarımı da kusmuşum sana işte. Kalbimden gelen o şeyleri neden hükümsüz sayıyorsun?"

"Peki senin o hercai kalbin şu anda benim değilde Fidelio'nun karşında olsa ne derdi Feraye!"

"Aptalsın!" Sert bir şekilde söyleyip oturduğum yerden doğruldum, öfkeden gözüm dönmüştü komedinin üzerindeki şişeyi kapıp sertçe yatağa fırlattım

Banyoya doğru yürürken gözlerimden akan yaşlar birer sicim gibi yanaklarımdan süzülüyordu. Demiştim; Homurdanmak, söylenmek huy olmuştu artık bende! Susmadım, söylene söylene banyoya doğru yürümeye devam ettim.

"Fidelio'nun benim için Alegra'dan farkı olmadı hiç bir zaman, biz çok iyi anlaşan üç arkadaş her zaman, üniversitede gelecek hayallerimizi paylaştık sadece! Alegra da Fidelio da benden bir şey isteseler senin Adem için yapacaklarından daha azını yapmazdım Çınar Yalçınkaya!"

Tam banyo kapısının eşeğine gelmiştim ki belimden tutup beni ardıma döndüren elle kendimi Çınar'ın çıplak göğsüne bastırılmış halde buldum. Direnmedim ama başımı gömdüğüm teni göz yaşlarımla ıslatırken, aynı zamanda yumruklamayı da ihmal etmedim.

"Aptal! Hava alanında Fidelio'nun yanağına dostça konulan öpücükten fazlası olmadı, o fotoğrafta gördüğüne inandın. İtalyancam çok iyi değil, ben sadece sana karşı hissettiklerimi o kötü İtalyancamla Fidelio ile paylaşmaya çalıştım, o gün söylediklerimi Fidelio düzeltene kadar ne saçmaladığımı bile farketmemiştim ben. Sana nasıl gözüktüğünü biliyorum ama defalarca kez öyle olmadığını anlaman için çabaladım buna karşılık sen hep aynı şeyi yaptın. Çekip gittin kendinden mahrum ettin beni! Aptal!"

Zaten çok da elvermezdi hayranı olduğum tene yumruk atarak zulmetmek. Kollarımı Çınar'ın boynuna doladım ve hıçkıra hıçkıra haykırdıklarımla ağlamaya devam ettim. Daha da sıkı sarmaladı belime doladığı eli ve boştaki eliyle omuzlarıma değmekle değmemek arasındaki kısa saçlarımı okşadı. Başımdan öptü beni. Sonra eğildi yanağımdan öptü.

"Özür dilerim Feraye?" Dedi. Ama bu özrü çiseleyen yağmuru sağanağa döndürmekten başka bir işe yaramadı. Duymak istediğim özür değildi ki benim. Onun kollarının arasından kurtulup bir adım geriye gidip ellerimle yüzümü sıvazladım.

"Ne özürü ya! Ne özürü!"

Aşk özür dilemezdi ki. Hiç mi sevmemişti bu adam beni... Hiç mi titretememiştim kalbini?

"Ben sana sordum, seni sevdiğim gibi sen de beni...."

Dudaklarıma sonunda hüküm veren sözcüklerimi tamamlamama engel olan Çınar'ın dudakları oldu.

O dudaklarıyla, dudaklarımı tarumar ederken ben artık bende değildim ki...

Enseme beni içine sokmak ister gibi eliyle baskı uygularken dudaklarımı ustaca sömürüyordu.

Şimdi kül olmamıza engel ne kalmıştı ki aramızda. Benim onun olmama ne engel vardı. Kollarımı boynuna dolarken Çınar kalçalarıma götürdüğü elleriyle ayaklarımı yerden kesip bacaklarımı belime doladı. Anlaşılan banyo için daha erkendi. Bedenimi, girmekte olduğum kapı eşeğinden çıkararak, odaya alıp; Sırtımı odanın duvara dayadı. Bedenimdeki baskısı can acıtıcıydı ama aksini düşünmesi dahi daha can yakıcı olurdu.

Dudaklarımız birbirleriyle uyum içinde dans ederken, alkış tutan inlemelerimiz olmuştu. Sırtım boşlukta kaldığında duvardan uzaklaştığımızı fark edebilmiştim. Gözlerim aralıktı, tüm algılarım tek bir yönde toplanmıştı. Onun olmak, bir an önce tüm benliğimle bu adamın olmak istiyordum.

Arzuyla Çınar'ı boynundan kollarımla

belinden bacaklarımla kuala gibi sarıp sarmalamıştım. Soluklanmamız için birbirinden ayrılan dudaklarımız bir kaç nefeslik süre kadar birbirine hasret kaldı. Çınar odadaki tek yatağın üzerine oturmuş, kucağındaki bana, sanki yeryüzündeki en değerli şeymişim gibi bakıyordu.

Bedenimde yükselen o tanımını yapamadığım hassasiyeti bana hissettiren ilk erkekti Çınar. Son da o olmalıydı. Aşk bir insanda vücut bulacaksa onunlayken vardı, o yoksa aşkta yok olacaktı.

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. Yüzümü o sıcak öpülesi avuçlarının içine aldı. Alnımın ortasına bastırdı dudağını. Az evvelki acıdan eser kalmamıştı. Burnumun ucuna değdirdi dudaklarını. O da bu güzellikten nasibini almıştı. Başına sağa hafifçe eğip dudağımla çenem arasındaki çıkıntıya bastırdı dudaklarını. Dudaklarım es geçilmenin üzüntüsüyle olsa gerek titredi. Çınar'ın boynunu saran kollarım iyice gevşediğinde, o hayranı olduğum tende, ellerim omuzlarından aşağı göğüslerine doğru keşfe çıktı. Çınar'ın ellerinin de tamda o an belime indiğini fark ettim. Tişörtümün eteklerinden tuttuğunda ne yapmak istediğini anlamıştım. Kollarımı havaya kaldırıp tişörtümü üzerimden sıyırarak çıkartmasına izin verdim. Tişörtün etkisiyle dağılan saçlarımı düzeltmek için ellerimi saçıma götürdüğümde Çınar alnını alnıma dayayıp sebebim olacak dudaklarıyla dudağıma tatlı bir buse kondurdu. Elindeki tişörtü rastgele bir yere savurduktan sonra boşalan eliyle düzeltmeye çalıştığım saçlarımı birbirine karıştırarak daha da bozdu.

Gülüştük.

Öyle sıcacıktı ki gülüşü, bedenimdeki kavurulmayı unutturup, ruhumdaki yılların üşümüşlüğünü de sıcacık ısıttı. Üşümek neydi bilemezdim artık.

Beklenmedik bir hareketlilikle, bedenini döndürdüğünde bir anda sırtımı yatakta buldum. Alıp verdiğimiz nefeslerimiz, göğüs kafesimizi zorlayan kalplerimiz, bir olmayı bekliyordu.

Çınar, dizleri arasında bıraktığı bedenimi gözleriyle süzerken bir noktada sabit kaldı bakışları. Başımın iki yanında yatağa dayalı avuçlarını aşağı doğru geriye yürüterek emekler halden dizleri üzerinde doğrulur hale geçmişti. Bende bedenim, yatağa daha rahat yerleşsin diye dirseklerim üzerinde doğrularak bedenimi yatağın içine çekmeyi denedim. Çınar müsaade etmedi. Dudaklarını daha evvel gözlerini sabitlediği o noktaya bastırdı. İki göğsüm arasında kalbe en yakın olan yere! Bedenimi doğrulduğum yere, Çınar'ın başına kollarımı dolayarak geri bıraktım. Onun dudakları arada hiç bir engel yokmuş gibi kalbimi ısıtırken ben şefkat, aşk, hayranlık ..., ismini bilmediğim daha nice duygularla Çınar'ın saçlarını okşadım. Başını doğrultup bana doğru baktığında ilk kavuşan gözlerimiz oldu.

Yapma işte!

Yine bana o Allah'ın lütfu gülüşünü sundu. Ellerimi, saçlarından çekip yüzümdeki utancı perdelemek için kullandığımda, yanağını göğsümde az evvel dudaklarının değdiği yerde hissettim. Yüzümü örtmemden rahatsız olmuştu, ilgi aşığı bir çocuk gibi sitem etti.

"Saçlarım, onları okşayan ellerin yok diye yetim kaldı!"

Kıkırdamamak imkansızdı. Yüzümden çektiğim ellerimi, beyimin isteğini emir bilip saçlarına daldırdım. Yavaş yavaş okşadım. Onun bana hissettirdiği, tüm o güzel duyguları, o da hissetsin istedim.

"Annem babama çok aşıktı. Çok küçücük bir çocukken, anne- babasını bir kazada kaybedip hem yetim, hem öksüz kalınca, dayısı yanına alıp, büyütmüş annemi. Dönemin azılı kabadayılarındanmış annemin dayısı. Herkese korku salsa da, annem anlatırdı; Hakkedeneydi onun öfkesi derdi. Asla laf söz ettirmezdi dayısına. Dediği gibi de dayısı, kendisini hep şımartmış bir kez dahi kalbini kırmamış. O zamanlar yanlarında çalışan kimsesiz bir çocukmuş İrfan Yalçınkaya. Onu da sahiplenmiş koruyup kollamış annemin dayısı. Annem okula giderken İrfanı da yanında gönderip okutmuş. Yeğenime göz kulak ol demiş, ne bilsin yeğeninin sonu olacağını. Annemin gönlü İrfan'a o zaman kaymış olacak. İlk aşkıymış İrfan annemin ve de ilk kalp ağrısı."

O anlatırken sessizce dinledim.

"Yıllar geçmiş, İrfan delikanlı çağlarında, annemse gençliğinin en güzel yıllarında, ilk baharında, dayısını hain bir saldırıda kaybetmiş. Bütün mal varlığını anneme miras bırakacak korkusuyla en yakınları tarafından vurulmuş dayısı. Hatta onu vuranların eve kadar taşıdığını, dayısının son sözlerinden anlamış annem. 'Hem vurursunuz haince hem de su mu içirtirsiniz, vicdan temizlemek için' demiş dayısı. O vakit anlamış dayısına su uzatan elin onu vuran kanlı ellerden biri olduğunu ama kimi kimsesi olmadığından susmak zorunda kalmış annem. Korkmuş. Dayısının işleri anne babasından kalanlar ve dayısının anneme bıraktıklarıyla öksüz yetim koca dünyada bir başına kalmış annem. Dayısını vuranlarda başına musalla olunca İrfan'nın evlenme teklifine sığınmış. Zaten dedim ya annem İrfan'a çocukluğundan beri vurgun. İrfan için öylemi! Değil ! Sığıntı olduğu evin sahibi olmuş bir anda irfan. Otoritesini kabul ettirmek için kaç kişinin kanına girmiş. Anneminki saf bir sevgiyken, babamınki çıkar ilişkisiymiş özetle. Verdiği sevgiyi göremeyip günden güne İrfan'ın bambaşka hallerine tanık olduğunda da..."

Devam etmekte zorlandı Çınar!

"Annem intihar etti Feraye. Benim annem aşık olduğu adamın, her gün seni seviyorum dediği adamın ellerinde günden güne solup gitti. O adam, anneme hakkettiği sevgiyi vereceği yerde o naif, yetim, öksüz kalbine korku saldı. Her gün sevgi dilendi benim annem. İrfan annemi yönlendirmeyi çok iyi biliyordu. Annemin kendisine olan zaafını çok iyi biliyordu. Annemin sahip olduklarına ihtiyaç duydukça anneme samimiyetten uzak o iki kelimeyi söyleyip annemi kandırmayı çok iyi biliyordu. Yalan olduğunu ben bile bilirken annem bilmez miydi sanıyorsun Feraye! Annem İrfan'ın ağzından dökülen her 'seni seviyorum' u duyduğunda yalan olduğunu bile bile, o yetim kalbinde çiçekler açtırıp, mutlu olurdu. O adamı ölesiye sevip varlığından da ölesiye korkardı. Ya benim annem İrfan'ın korkusundan beni bile gönlünce sevip bağrına basamadı. Tek varisiydim o adamın. Zaaflarım olmamalıydı. Anne bağrında merhamet, sevgi ile büyütülmek zaaftı ona göre. Annemin de çocukluğumun da katili o adamdı Feraye."

Çınar başını doğrultup gözlerimin içine akıttı okyanuslarını.

"Bben o iki kelimeyi sana söyleyemem Feraye. Sana sorunun cevabını dudaklarımdan çıkan sözcüklerle vermem ama elimden geldiğince hissettiririm. Cevabımı duymak yerine hissetmekle yetinmeni istesem bencilce mi davranmış olurum? O iki kelime sanki çocukluğum laneti gibiymiş geliyor. Benden o iki kelimeyi duymamak seni incitir mi Ferayem."

O an İrfan Yalçınkaya'dan tüm varlığımla nefret ettim; Sevdiğim adamın annesini elinden aldığı için , sevdiğim adamın çocukluğunu elinden aldığı için. Sevdiğim adamın dudaklarından duymayı çok ama çok arzu ettiğim o sihirli sözcükleri benden aldığı için.

"Sen değil miydin bana sen yanında kim olsun istersen ben o olurum diyen. Sen değil miydin ben olduğum sürece artık kimsesiz olmayacaksın diye söz veren."

Yutkundu Çınar. Bana öyle bir bakışı vardı ki bilmeseydim karşımdaki adamın ne denli cesur, nasıl da heybetli olduğunu, çocuk gibi karşımda ağlayacak zannederdim.

"Sen bana öyle bir söz verdinki ömrüm boyunca daha kıymetli bir hediye almayacağım öyle samimi öyle içten cümleler bahşettin ki daha sihirlisini bu kulaklarım işitmeyecekmiş gibi hissettim. Varsın o iki kelime dudaklarından hiç dökülmesin... Sol yanımın sana, seninkininde bana ait olduğunu bilmek bana yeter."

Başını göğsümden kaldırıp üzerime doğru doğrulduğunda artık gözlerimiz de birbirine kavuşmuştu. Yine bana en güzel gülüşünü hediye etti, yine o gülüşüyle dudağının yanında oluşan o çukura düşürdü beni. Sonra hakkım olan sözleri bahşetmek için dudaklarını araladı. Yine o iki et parçası dudaklarıma değmekten daha sihirli bir şey yaptı.

" Bu kalp senin Feraye, melekler şahidim olsun bu kalp senin, senin ki de yalnızca benim bunu asla unutma Feraye..."

Çınar bedeni sırt üstü yanımdaki boşluğa bırakırken benide kendine doğru çekip başımı göğsüne yasladı. Tıpkı dudaklarından dökülen sözcükler gibi kalbi de ç seninim diye ant içercesine ritim tutuyordu. Onun o sıcacık göğsünde kolları arasında saçlarım ağırıncaya dek kalmak istedim.

Huzur, şefkat, aşk ... Ne varsa kalbe iyi gelen hepsi şu an buradaydı işte bu kollarda...

Seni seviyorum cümlesi hiç bir kalbi acıtmaz diye bilirdim, meğer acıtıyormuş. Şu an yanağımı dayadığım göğüste atan kalbi meğer ne çok incitmiş o cümle... Bir mucize olsaydı zamanda geriye gidip Çınar'ın kalbini incitecek her şeyden onu korumak isterdim, ona annesini vermek, geçmişin karanlığını aydınlığa çevirmek ve bugün gözlerinde gördüğüm acıyı gözlerinden sonsuza kadar silmek ve o cümleyi 'seni seviyorum' dudaklarından aşkla duyabilmek isterdim...

 

 

 

 

On yedinci bölüm sonu,devam edecek...

Bölüm : 20.07.2025 16:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...