

>>>>>>>XVIII<<<<<<
Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevdada boğulur...
'Cemal Süreyya'
>>>>>>>XVIII<<<<<<
Çınar YALÇINKAYA
Geceyi izliyorum, ayın ışığı altında aydınlanan sokakları, kaldırımları... Nasılda güzel ışıldıyor ki en ücralar bile o parıltının tesiri altında. Derken saat günün çeyreğinden iki saat eksik ve ezan sesleri yankılanıyor sokaklarda. O ses ki, ay daha aydınlattığı geceye veda etmeden başlıyor karanlıktakileri yeşertmeye. Kalpler gibi...
Vakit hamd vakti, şükür vakti. Gözlerim karanlıkta bir müddet daha oyalandıktan sonra, tekrar ait olduğunu hissettiğim o yere düşüyor. Terasın açık kapısından, Yaratanının varlığına şükretmem için bahşettiği en kıymetlime, sebebime bakıyorum. Üzerinde uyuduğu yatak bilse ne kadar şanslı.
Adını geceyi aydınlatan aydan almış, nasıl da güzel parıldıyor, ışıl ışıl teni, kokusu, kesildikleri için garip kalmış saçları, yayını bulamadığından yerinde yaralayan ok ok kirpikleri, hilal kaşları, ince hokka burnu, beni yüreğimden öperek dumura uğratan dudakları ve bana da kuytularında yer verdiği mabedim o hayranı olduğum güzel kalbi.
Ant içmiş sanırsın varlığı, geceye ışık tutmaya ant içmiş. Gönlümün karanlığını aydınlatmakla kalmamış; Gönlüme, hayat vermeye, yeşertmeye gelmiş . Kendi, bile isteye gelseydi bu kadar isabet olurdu çünkü, ama öyle gelmedi. Onu, bana kader mecbur kıldı, beni ona mecbur kıldığı gibi...
Ne o bilebilirdi, ne de ben... Birbirimizi gördüğümüz ilk günün böyle bir güne gebe kalacağını. Kim bilebilirdi bizi bize mecbur kılan o lanetin, bize böyle bir mucize olacağını.
Hangi zamandı, kalbime ilk darbesi. Beni, akan zamanda o ana götürsünler.
Sıcaklığıyla tava getirdikten sonra, örsüne yatırdığı kalbimden kaç darbede şeklini verip de içinde biz olduğumuz o duyguya, kalbimi mesken yaptı. Onundu artık kalbim, o yakınımda yokken kalp sadece bir organdı görevinin gereği ne ise onu yapıyordu, beni hayatta kılmak için. Hayatta kalmaktı benimkisi, yaşamak değildi ki...
İşte şimdi bir kaç adım mesafemde duruyor; Bana, yaşamanın anlamını sorgulatan kadın!
O, hayatıma girdiğinden beri, kendimi sorguluyorum. Onu uyurken izleyemediğim gecelerde, uykusuz kaldığımdan beri sorguluyorum! Evimin koridorunda, odalarında onun kokusunu solumaya başladığımdan beri sorguluyorum...
Varlığıyla , sol yanımda hissettiğim gücün kaynağı , o masum haliyle nasıl da savunmasız uyuyor. Büyük güç büyük sorumluluk ister, bilirdim. Şu an sol yanımda hissettiğim o gücün kaynağını korumaksa bundan böyle en büyük sorumluluğum. O artık sadece bana emanet bir beden değil, o artık benim kalbim, yaşam kaynağım. Ne de güzel demişti uykuya yenik düşmeden önce ;
'Sol yanımın sana, seninkinin de bana ait olduğunu bilmek bana yeter...'
"Çı-nar..."
Uyku ile uyanıklık arasında kıpırdanıyor ya, bu kıza sarhoşluğun hiç bir türlüsü yaramıyor. Sanki canıma kastı var gibi; şimdi de uyku sarhoşluğundaki o tatlı halleriyle kalbimi zorluyor.
"Ner-de-sin..."
O yokluğumu hiç hissetmesin istiyorum, ona onu bırakmayacağıma dair söz verdiğim için değil, bundan sonra hep onunla olmayı dilediğim için.
"Çı...nar.."
Ona bu kadar yakınken, onsuzluğa sabretmekte zordu, bıraksaydı iki dakika kadar terasta kalıp sabrıma güç katsaydım. Bırakmadı, uykusunda bile dakikalarca adımı sayıkladı. Kalbimi zorlayan sesiyle adımı sayıklamıyordu ki beni hipnoz ediyordu; Ne zaman attım ilk adımı, farkında bile olmadan, bir baktım ki onun yanındaydım.
Az evvel terasta olduğumu nasıl da unutmuşum, nasılda unutturmuş ki usulca sokulmasına izin vermiş bulundum, gecenin soğuğunun yaladığı tenime sarılınca nasılda ürperdi teni, benek benekti. Hep benimle ısınsın, hiç üşümesin isterken, onu tenimle üşüten oldum, üşümesin diye çekilmek istedim ama o bırakmadı. İyi ki de bırakmadı!Bilmiyordu şu anda beni ısıtanın kendi teni olduğunu, bilmiyordum yıllarca sol yanımdaki buz tutmuşluğun bedenimi soğuttuğunu, hepsi onunla son buldu... Öyle güzel uyuyordu ki...
Böyle güzel uyumasaydı eğer düşman olurdum, kendimi bulduğum gözleriyle arama perde olan göz kapaklarına! İç çekip bıraktım nefesimi. Hisseder etmez yine o uyku mahmuru haliyle aralamaya güç yetiremediği göz kapaklarına rağmen beni görüyormuş gibi doğrulttu yüzüme yüzünü.
"Çı..nar ... seni se..."
İçim acıdı kulakların da gözler gibi perdesi olsun istedim o iki kelimeyi duymamak için. Nefret ettiğim o iki kelime ne kadarda değerliydi oysaki... Kasılan bedenimi rahatlatan da Ferayem oldu. Uyku sarhoşluğuna rağmen uslanmaz dudakları bu kez çok doğru bir şey yaptı. Benim için devam etmedi o cümleye, durdu gözlerini aralar gibi oldu olmadı, bambaşka bir şey söyledi.
"....sol yanım benim..", muzipçe gülümsedi başı yastığa düşmeden önce. Olmadı bu, o sihirli cümleden sonra az evvelki gibi göğsümde olmalıydı başı. Ait olduğu yere çektim ışığımın başını, kalbe en yakın olan yere. Ordan öpmüştü beni. Sabahı sabah ettiğim o gece duşta hiç olmadığı kadar cesurdu yine. Gözüktüğü gibi değildi Feraye, işin tuhafı kendi de tanımıyordu içindeki kabuğundan çıkmayı bekleyen o kadını. Öyle gözü kara, öyle cesur öyle dik başlıydı ki...
Yaraları iyileştiğinde, kendine inanıp güvendiğinde, çok geçmeden aslını bulacaktı. Gelişini duyuyordum içindeki o kadının ayak seslerinden. Bana sabırla beklemek kalıyordu. O hazır olana dek beklemek. Kendinden, benden emin olana dek beklemek.
Bu kadarı da yeterdi bana, zor da olsa ona sarılarak uyumakla yetinmeliydim.
Çalan telefon sesiyle irkildim. Bu saatte arayan hayırla aramazdı. Feraye uyanmasın diye hem aceleyle hem dikkatli kalktım yataktan. Onun yanından ayrılmak öyle zorduki. Komodinin üzerindeki telefonu kapar kapmaz banyoya koştum. Arayan Yasemin'di.
"Yasemin bir sorun mu var?" Bu saatte aradığına göre bir sorun olmalıydı, merakla sordum.
"Çınar ağabey, Adem gitmek için hazırlık yapıyor. Sizin onaylamadığınızı biliyorum, duyarsa bana çok kızacak biliyorum ama korkuyorum. Bu saatte aramak istemez..."
"Yasemin saçmalama her zaman arayabilirsin. Ah bu çocuk burnunun dikine dikine ne diye gider. Belli ki beni dinlemeyecek, sen şimdi söyle bana saat kaçta hareket alacak."
"Sabah on , on buçuk gibi sanırım daha erken de olabilir emin değilim."
"Tamam Yasemin , yetişeceğiz. Telaş etme..."
"Çok, çok teşekkür ederim ağabey. Ben bencilce davranıyorum biliyorum ama ona bir şey olursa ben, ben yaşayamam. Gümrük , dedi sınır dedi. Ağabey Suriye dedi. Orada çatışma var, sen halledeceğim demişsin ama o fazla vakit kalmadı, dedi. Ben, ben o yüzden.
"Tamam Yasemin sakin. Dediğim gibi ben en kısa zamanda halledeceğim."
"Feraye, o nasıl?"
"İyi değil Yasemin, bana ihtiyacı var. Kahretsin ki Adem de bunu bildiğinden gitmek istiyor."
"Ağabey ben, özür dilerim."
" Önemli değil Yasemin, çözeceğim her şeyi. Ben kapatıyorum şimdi."
Aynadaki aksime çarptı gözlerim. Tüm düzenim altüst olmuştu. Feraye iyi değildi, lanet olsun Selami ortalıkta yoktu. Firuze ortalıkta yoktu. Yokluğumda kime emanet edecektim Feraye'yi. Üstelik bir an önce Firuze'yle de konuşmam gerekti. Feraye'yle aramızdaki ilişki artık kağıt üzeri imzalı evlilikten ibaret değildi. Duygularımız çoktan raydan çıkmıştı. Feraye'yi uyandırıp onu telaşlandırmadan gideceğimizi söylemem gerekiyordu. O kadar hassas bir dönemdeydi ki, bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Kahretsin ona yardım edememek o kriz anlarında onu öyle görmek kendimi o kadar aciz hissettiriyor ki...
Aynadaki aksimle vedalaşıp banyo kapısını, tokmağından çekip araladığımda karşımda donuk bir ifadeyle bana bakan Feraye'yi buluverdim.
"Neler oluyor Çınar?"
Şu anda o hep şikayet ettiğim sarhoşluğun etkisinde olmasını öyle çok isterdim ki. Yutkundum, ne bahane uydurmakta ne yalan söylemekte iyiydim. Nefret ettiğim şeyleri becerebildiğimde söylenemezdi.
"Bende seni uyandıracaktım. "
"Uyandığıma göre neler olduğunu öğrenebilir miyim artık?"
"İstanbul' a dönüş için hazırlanmalıyız."
"Bu saatte mi?"
"Evet hava koşulları daha fazla bozulmadan dönmeliymişiz pilotla konuş..."
"Yasemin."
"Anlamadım."
"Yaseminle konuştun Çınar , 'önemli değil Yasemin çözeceğim herşeyi' dediğini duydum. Dünden beri bitmek bilmeyen telefon trafiğin var. Bir sorun var ve benden saklamanı gerektiren her neyse artık saklama. Bak üstelemek istemiyorum ama gerçekten aptal yerine konmak da istemiyorum. Çok huzursuzum ben Çınar yapma lütfen."
"Tamam şöyle yapalım, hazırlanalım. Yola çıktığımızda da ben sana her şeyi anlatayım. Tamam mı?"
"İstediğin zaman kazanmaksa öyle olsun."
Hazırlanmak için uzaklaşırken hala kızgındı ama o kadar da naifti ki sitem ederken. Kızgınlığına rağmen, yalan söylediğimi anlamasına rağmen üstelememişti. Dürüstlüğü, anlayışı ve gözünden kaçmayan farkındalığıyla beni kendine hayran bırakıyordu. Peki ben ona gitmem gerektiğini nasıl söyleyecektim. Benim bile etimden et kopuyormuş gibi canım acıyorken, bana beni bırakma diye saatler önce gözlerimin içine bakan bu kadına gitmem gerektiğini nasıl anlatacaktım.
"Çınar!"
"Efendim."
"Şarj aletini alabilir miyim? Dünden beri telefonum kapalı!"
"Uçakta da kullanamayacaksın zaten İstanbul'a gidince ..."
"Çınar, hava limanına varmak için şimdi çıksak en az kırk dakikamız var. Şarj aletini alabilir miyim ya da resepsiyondan mı talep etmemi istersin." Sesi sitem etsede naifti, bir o kadar da kırgın ; bu kadar yeter artık daha fazla beni oyalama der gibi ...
"Acil bir şey lazımsa benimkinden arayabilirsin diye dedim ben ceketimin cebindeydi. "
"Tamam alıyorummm!"
Yasemin'e mesaj iletip, Feraye'ye gümrük sorunu ile ilgili bir şey anlatmamasını yazdım. Konuyu önce benden duymalıydı. Sonra da vakit kaybetmeden uçuş ekibini, uçuşa hazırlanmaları için mesaj ileterek haberdar ettim kaybedeceğimiz vakit yoktu. Adem'i tanıyordum; en az ağabeyi kan kardeşim, can kardeşim Mehmet'im kadar yürekli çocuktu Adem ve ben onu da Mehmet'im gibi kaybedemezdim. Beni dinlemez ateşin önüne bile aklardı Adem. Doğru bildiğinden şaşmazdı.
Bırakmam seni Adem, davamız uğrunda da olsa seni de kurban veremem Adem. Mehmet'in acısının üstüne bir acı daha kaldıramayız Adem!
***
Banyodan çıktığımda Feraye çoktan hazırlanmış bense hala altımda eşofman altıyla duruyordum. Bana doğru döndüğünde varlığımı fark edip eline aldığı kot ve tişörtü göstererek muzip bir ifadeyle bana baktı.
"Takımın çok kırışmış, kuru temizleme için vaktimiz olmadığımdan elimizde giyilebilir bunlar var."
Ferayem'in yüzünde ifadesi değişirken yaptığı mimiklerini izlemek en büyük eğlencem olmuştu, bilmiyordu. Biraz eğlensem ne sorun çıkardı ki?.
Feraye' nin yanına yaklaştığımda yüzü muzip ifadesinden sıyrılıp daha samimi bir tebessüme büründüğünde oyunuma başladım.
Ciddi bir ifade ile bana uzattığı kot ve tişörtten sadece kotu aldım.
"Gömlek giyilebilirdir belki!"
Çift tişörtünü giymemek için diretmem, anında Feraye'nin yüzünü düşürmüştü. Onca şey yaşayıp da bir tişört için yüzünün bu kadar üzgün ifadeye bürünmesini anlayamıyordum. İçim cız etmedi değil ama oyunu biraz daha sürdürmek istedim.
"Tamam, o zaman alışveriş paketleri orda ben sen hazırlanana kadar terastayım, gideceğimiz zaman haber verirsin.", dedi bozulduğunu her halinden belli ederken üzüldüğünü gizleme çabasındaki halleri de ayrı bir güzeldi.
Tam gidecekken bileğinden yakaladım, ne yapacağımı merak ediyordu. Eğildim öpeceğimi zannettiğinden gözlerini kısıp diliyle dudaklarını nemlendirdi. Heyecanlandığında gözlerini kırpıştırdığının farkında mıydı? Onun o duygudan duyguya veda etmeden geçisini izleme keyfi doyumsuz bir hazdı. Perdeleri olmayan bir tiyatro sahnesiydi yüzü ve kalbinden geçenleri her bir ifadesiyle tek kişilik dev kadro sahneliyordu.
"Çıkmana gerek yok ben yanında da üzerimi değiştirebilirim."
"Ne, nasıl ne alaka ya!" ,kızdı. Kızması için onca sebebe sabredip esprime kızdı. Utancını sinirlenerek bastırıyordu demek...
" Yanımdayken rahat üzerimi değiştiremeyeceğimi düşündüğün için terasa çıkıyorsan diye dedim..."
"Tabi ki hayır, ben temiz hava ... Hem ben ne diye açıklıyorum ki , üzerini değiştireceksen banyo orda.", sinirini çoktan kontrol altına almış sona doğru sesini yumuşatarak söyledi, ama ben o bu kadar tatlıyken kendimi onunla uğraşmaktan alıkoyamazdım.
"Peşimden gelmeyecek misin sanki?"
"Ne yani ben ..., yok artık ya ben o zaman sarhoştum bir kere sarhoş, dün de ssen öyle anlamadan dinlemeden gidince , panikleyince .... ben sana bakmadım ki ya! Gözlerimi yumdum, yumdum ya ben gözlerimi... görsem kapıya, dolaba, çarpmazdım aaa her yerine bakmışım gibi sanki seni izlemek istiyormuşum gibi aaa yok ya hem ben görmedim bişe..."
"Nefes.."
"Ne nefes Çınar!"
"Nefes al Feraye!"
"Alacaktım ben nefes, kolumdan tutmasaydın terasa çıkıpta nefes alacaktım. Senin yanında mümkün mü , ya kızıp öfkenle kesiyorsun nefesimi, ya..." sustu.
" Ya ne ?"
"Ya bırak kolumu da gideyim, sende hazırlan bir an önce gitmemiz lazımdı ya hani."
Bileğini elimden kurtarmak için kendine doğru çekmesine izin vermediğim gibi incitmeyecek sertlikte kendime doğru çektim, bedenini bedenime kavuşturduktan sonra bileğini bırakıp o masum her mimikte duygudan duyguya geçişini hayranlıkla izlediğim yüzünü avuçlarım arasında aldım. Dudaklarından tadımladım sabahı, gün daha aydınlanmamıştı. Başta şaşırdı ama sonra oda karşılık vermekte geç kalmadı. O narin minik ellerini omuzlarıma dayadı. Çok kızdırmıştım onu, bedenimi itme ihtimalini aklımda tutarak daha da hoyratça öptüm, henüz doyamamıştım. Omzumda oyalanan elleri ensemde kenetlendiğinde bende ellerimi sırtına oradan da dolgun kalçalarına indirdim. Ne yapmak istediğimi anladığında bana yardımcı oldu. Ayaklarını belime dolamasına yardım ettim. Bence biz öpüşerek tüm sorunlarımızı çözebilirdik.
Ne geçmiş ne gelecek vardı, zamanın durduğu yer Feraye'min dudaklarıydı. Karanlığın boğazımdan elini çektiği yer Feraye'min dudaklarıydı. Çiftlikten sonra bana huzur veren sığınağım, mağbedim Feraye'min kalbiydi.
Beni istediğini teni hissettiriyordu, en az benimde onu istediğim kadar istiyordu beni...
Bize artık öpücükler yetmiyordu ama daha fazlası için Feraye hazır değildi biliyorum. O ne kadar beni zorlarsa zorlasın, aramızda henüz daha fazlası olmayacaktı.
Biz bir kere o sınırları zorlamıştık, en az bu gece ki kadar o gecede benim olmasını istemiştim. Eğer o gece bana titreyen sesiyle 'artık duralım', demeseydi hayatımın en büyük pişmanlığını yaşayacaktım. O gece Feraye'nin kalbine değil, sadece bedenine sahip olacaktım. Ertesi güne adi bir adam gibi uyanmaktansa , bir kadın tarafından reddedilmenin, gururuna ilk kez çeltik attığı bir adam olarak uyanmak daha onurluydu.
Duygularının karmakarışık olduğu yaralı ruhuyla , zayıflayan bedeniyle hala çok hassas bir dönemdeydi Feraye. Kaderimizin bizi bir arada olmaya zorlayan prangalarından kurtulduğumuzda, kanatlarını çırpacak güce sahip olduğunda, özgür olduğunda , gitmek yerine hala benimle kalmak isterse, ancak o zaman duygularından emin olabilirdim, şu anda değil.
Dudaklarımız arasında mecburi bir ayrılık vaki olduğunda soluk alışverişlerimizi düzene sokmak için çabalıyorduk. Dağları delip, çölleri aşmak değildi aşk, acizce yangına teslim kül olmak değildi aşk... Aşk sabretmekti... Annemden öğrendiğim şey sabır olmuştu. Kendisini asla sevmeyecek bir adamın bir gün kendisiyle aynı hislere sahip olma umuduna sabretmesiydi aşk.
Annemin İrfan Yalçınkaya aşk için sabretmesi , nasıl da büyük bir budalalık !
Şimdi de ben adına aşk denilen o budalalıkla imtihan oluyordum ama benim sabrım daha zordu. Birbirimizi bu denli arzularken, ateşe bu kadar yakınken , yanmaya bile bu kadar hasretken sabretmek oldukça zordu.
En güzel Aşk da zor olan değil miydi?
Şimdi en büyük dileğim, bizi bir birimize muhtaç kılan sebepler ortadan kalktığında , tüm gizli gerçekler gün yüzüne çıktığında Feraye'nin bana yine şu anki gibi arzuyla bakabilmesi olacaktı. O ana kadar da sabretmek, günahlarımın kefareti çilem olacaktı.
Onun zarif bedenini yatağa yatırıp güçlükle dudaklarımı onun yumuşak huzur veren dudaklarından çektim. Soluk alışverişlerimizi düzene sokmak için dudaklarımız vuslat için kavrulurken, birbirine değen alınlarımızdan güç alıyorduk. Durmam lazımdı, gitmemiz gerekiyordu. Yakamdan tutan gölgelerden kurtulmak için, güneş olup en tepeye varmam gerekiyordu. Ancak o zaman o karanlık gölgeler hakettikleri gibi ayaklar altında hiç olabilirdi. Ancak o zaman karanlıklar aydınlığa erebilirdi.
Daha da doğruldum artık alınlarımız da birbirilerine hasretti. Gözlerimiz birbirine kavuştuğunda onun o bebek bakışlarını gördüm. Davette onu ilk kez öptüğümde bana öfkeyle bakan gözlerle aynı gözler miydi karşımda ki ?
Kokusunu içime doldurup kendimi geri çektim. Tek solukta içime çektiğim onun kokusunun bulandığı nefesi öylesine sahiplenmiştim ki, elimde olsaydı o soluğu vermeden bir ömür geçirebilmeyi isterdim. Feraye'nin üzerinden bedenimi güçlükle uzaklaştırırken bebek gözlerinden attığı o masum bakış yetmezmiş gibi mızmızlanarak sitem ederken onun bu hali küçük bir kız çocuğundan farklı değildi.
"Hep böylemi olacak artık?"
"Nasıl? Seni öpmem rahatsız mı hissettiriyor Feraye?"
Onunda istediğini hissetsem de aklımdan geçenleri öğrenmek istedim. Yattığı yerden o da benim gibi doğrulup yatağın ortasına bağdaş kurup oturdu. Derinden nefes alıp verirken aklından geçenleri sözcüklere dökmek için kendine zaman vermek ister gibi bir hali vardı. Onun sebebini bilmediğim kendisini güvensiz hissettiği o anlardan birinde gibiydi. Aslında bir o kadarda cüretkar olabiliyorken şimdi bu halinin sebebi neydi ki?
"Kastettiğim öyle bir şey değildi ama duymak istediğin senin beni öpmenden mutlu olduğumu duymaksa..."
Yanaklarının pembeliği kırmızıya çalmıştı. Aynı anda iki elinin avucuyla yüzünü yukarı doğru sıvazlayıp alnına düşen kısa saçlarını da geriye doğru iterek kaçamak attığı bakışlarıyla duymayı beklediklerimi zor da olsa itiraf etti.
"... evet hoşuma gidiyor. Varlığın, beni sarıp sarmalaman ve öp... öpmen hoşuma gidiyor. İçimde dolan o mutluluğun tarifini yapmak istesem de yapamam. Sen de bence bu durum öyle farkındasın ki sanki ağlayan bebekleri susturmak için ağızlarına tıkılan emzik gibi dudaklarımı ..."
Sesi iyice içeri kaçmıştı. Cümlesini bitiremedi. Öyle sarıp sarmaladım ki onu öyle içime sokup sır gibi saklamak istedim ki artık istese de cümlesini tamamlayacak soluğu alamayacak haldeydi. Saçlarını koklayıp karşılığında öpücükler kondurdun saçlarına o mükemmel kokunun bir bedeli olmalıydı.
" Ah Feraye!!! Ferayeee!"
Kollarımdan zorda olsa kurtulup sitem etmeye başladığında kahkaha atmamak için kaşlarımı çatmayı denedim. Ciddi bir ifadeye bürünmek istesemde becerebildiğimden emin değildim.
"Ne Feraye! Feraye! Yalan mı? İş ciddiye binmesin diye benimle dalga geçip beni kızdırıyorsun sonra da öpüp aptala çeviriyorsun. Benle oynuyorsun sen işte anlamıyor muyum ben. Beni ciddiye almıyorsun işte kaşların titriyor bak bakışlarından belli içinden içinden gülüyorsun bana."
Haklı sitemlerine devam ederken işaret parmağıyla çatmak için zorladığım kaşımın üzerine dokunduğunda bastırmaya çalıştığım kahkahalarımı daha fazla tutamadım, bakışları bir anda o çocuksu ifadeden çıkıp bambaşka bir hal almıştı. Ben kahkahalarımı atarken onun gözleri dudağımın kenarındaki noktada asılı kaldı. Zaman zaman bakışlarının aynı noktaya kaydığını yakaladığım olurdu ama ilk kez bu kadar uzun sürmüş ilk kez bakışlarını yakalamamdan rahatsızlık duymamıştı. Bu kez işaret parmağını baktığı o noktaya değdirdi. O kadar yavaşça okşadı ki.
"Sen gülünce burada bir çukur oluşuyor ya su olup orada birikesim geliyor."
Ben söyledikleriyle yutkunurken, sessiz ve düşünceli halim onu endişelendirip panikletti. Sessizliğim onu daha da germişti. Oysa bir bilebilse şu anki halimin sebebinin tüm vücudumun onun benim olması için arzudan alev alev olduğunu, aklımdan geçen arzuya teslim olmamak için nasıl mücadele ettiğimi bir bilebilseydi endişesinin ne kadar boş olduğunu anlayabilirdi.
"Yani, aslında öyle değil ben. Su... Yani yaşam suda başlamış ya bende işte burada sanki hayat bulmuş gibiyim ... Offf saçmaladım."
Yataktan kalkmak için hareketlendiğinde, kalkmasına izin vermeyip bileğinden yakalayıp tekrar aynı yerde oturmasını sağladım.
"Feraye! Sende benim sol yanımsın. Bende yaşamaya seninle başlamış gibiyim. Belki de Bezm-i Elest de ellerimiz birbirine değdiğinden nefes almak için birbirimizle tanışmamız gerekiyordu ne dersin ?" Ben hala elimde tuttuğum o narin bileğini baş parmağımla okşarken o şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
"Orası neresi? Benle mi karşılaştın orada ama ben hatırlamıyorum, hem ben kulübe bile dün ilk kez gittim, benim elim nerede ne zaman değmiş olabilir ki eline"
Ben şimdi nasıl kahkahamı içimde tutacaktım, yine ciddiye alınmamakla suçlanmak pahasına da olsa kahkahalarımı özgür bıraktım . Yüzü düşüp yanaklarını şişirdiğinde Ferayemin yüzünü avuçlarım arasına aldım, nokta gibi olan dudaklarına dudaklarımı bastırıp geri çektiğimde en azından şişirdiği yanaklarını düzeltebilmiştim. Hiç bir şey demesine fırsat vermeden başını göğsüme bastırıp kendimi yatağa bıraktım. Sırtım Yatakla buluştuğunda Feraye'mde göğsümde benimle birlikte yatakta uzanır haldeydik. Saçlarını okşamaktan kendimi alamıyordum.
"Bir rivayete göre Bezm-i Elest, bedenlerimiz yaratılmadan evvel yaratılan ruhlarımızın toplantısıymış. Rabbimiz tüm saklı sırları o toplantıda bize vermiş. Tüm Ruhlar Yaratıcımızın Allah olduğunu kabul edip tasdikledikten sonrada bize verilen sırlarla bedenlerimize uğurlanmışız. Hani bazen karşına biri çıkar da böyle sanki yıllardır onunla tanışıyormuş gibi rahat hissedersin ya o anlarda çok söylerler Bezm-i Elestten mi tanışıyoruz diye."
Feraye başını doğrulttuğunda bende yüzünü alan ifadeyi rahatça seyredebilmek için merakla başımı ona doğru doğrulttum. Yüzündeki şaşkın ifadesi dahada büyümüştü de gözleri etrafa ışık saçıyordu.
"Hatırlayabilenler var mı?"
"Bilmem, ama yine bir rivayete göre ruhlar bedenlerine üflendiğinde yani henüz daha ceninken Bezm-i Elest de olanları; Her şeyin başlangıcı ve sonunu, yaşamla ölüm arasındaki tüm o sırları hatırlarmış. Her bebek doğma vakti geldiğinde görevli olan melek gelip doğmak üzere olan bebek bildiklerini kimseye anlatmasın diye bebeğin dudaklarına işaret parmağıyla dokunurmuş. İşte böylece bebekler susturulunca da bildikleri her şey sır olarak kalırmış."
Feraye'nin burnu ile üst dudağı arasındaki orta kısımda kalan oyuğa işaret parmağımı dokundurarak onun meraklı bakışlarına karşılık vermeye devam ettim.
"İşte tam olarak burası, filtrum denilen bu yer yaygın olarak sus çizgisi diye bilinir. Halk dilinde sus çizgisi olarak bilinsede bu hikayeyi bilen kadar bilmeyen de çokmuş demek ki"
Feraye'min sus çizgisinden işaret parmağımı çekip yüzünü avuçladım, ani bir hareketle başımı doğrultup sus çizgisine dudaklarımı bastırıp çektim. Başımı yatağa doğru geri bıraktığımda Feraye beklenmedik öpücüğümden ala bulanan yüzünü, gizlemek için göğsüme çoktan yaslanıştı bile.
Utanmasına bile vurulunur muydu hiç insanın. Ben vurulmuştum işte. Bu kaçıncı vuruluştu.
Böylesi ölmek değildi, her vurgunda daha da ayaklanmak daha da dirilmekti. Aşksa bunun adı, sanki başka türlü nefes almak daha önce yaşamıyormuşçasına yaşamak gibiydi.
"Feraye artık gitmemiz lazım."
Feraye hatırlatmama karşılık başını doğrultup muzipçe gözlerimin içine baktı. Dizlerini bedenim iki yanına doğru sarkıtıp kasıklarıma doğru oturduğunda ne yapmaya çalıştığını anlayamayacak kadar aptallaşmıştım. Beni bile isteye zorluyor olabilir miydi? Tam da gitmemiz gerekirken. Kasılan bedenimi hissetmemesi imkansızdı. İstemsizce dirseklerimle yataktan destek alıp başımı doğrulttuğumda tam olarak oturduğu yere bakış atıp vurguladıktan sonra gözlerinin içine sorgularcasına baktım. Doğrulttuğum başıma doğru eğilerek alnını alnıma dayadı, avuçladığı yüzümü okşamaya başladı. Yüzümde dolaşan parmaklarının dokunuşunu daha fazla hissetmeme engel olan sakallarımı kesmediğim için kendime kızdım. Alnını alnımdan uzaklaştırıp gözleriyle gözlerimi esir aldığında parmakları hala yüzümde keşiflerine devam ediyordu. Gülümsememle bulunduğumuz durumun ne kadar hoşuma gittiğini anlamış oldu. İşaret parmağını alnımda burnuma doğru düz çizgi çekercesine önce burun kemiğimde sürükledi sonra da sus çizgime doğru barmağını indirip orada durdurdu.
"Bezm-i Eleste ruhlarımızın birbirleriyle tanıştıklarından emin misin?"
Kaşlarımın çatıldığını hissettim.
"Ne demek o! Neden sen emin değil misin?"
"Ruhlarımız başkalarıyla tanışmış da olabilir. Olamaz mı?"
"OLAMAZ!"
Değil bedenine, değil ruhuna gölgesine bile kazara dahi bir başkasının değmesine tahammülüm yokken ne ima ediyordu! Bedenimi saran öfkeyle yüzümde olan ellerini bileklerinden yakalayıp bedenlerimizi ters düz ettim. Artık yatakla aramda kalan onun bedeniydi. Yüzündeki muzip ifadesi sessiz kıkırdamaya dönüştü. Kahkahası bile küçüktü. Bu küçücük bedeniyle, bir de benimle alay ediyordu.
"Neden olamaz pek de tabi olabilir? O kadar ruh arasında başka ruhlarla da karşılaşmış olabiliriz ve hatta ellerimiz değmişte olabilir."
"Unut Feraye, Bezm-i Elesi unut! "
****
Hava alanına kadar yol boyunca ağzını bıçak açmamıştı. Yolculuk boyunca gözüm bir yolda bir Feraye' deydi. Başını ön yolcu koltuğunun camına dayamış sessizce yolu izliyordu. Biliyordum aklı allak bullaktı ama o bir tek soru dahi sormamıştı. Sessizliği en büyük sitemi olmuştu sanki ve bu hali yüreğime atılmış bir pençe gibi kalbimi sızlatıyordu. Ona, onunla kısa bir süre ayrı kalmamız gerektiğini nasıl söyleyeceğimi hala bilmiyordum. Ben, Çınar, koskoca holdingi yönetip onca çalışana kök söktüren Çınar Yalçınkaya, küçücük bir kızın karşısında kendimi hiç olmadığım kadar aciz hissediyordum.
Kabullenmiştim artık Feraye istisnasız benim en büyük zaafımdı.
Sonunda hava alanına varmıştık. Aracı park edip bizim için bekleyen uçuş ekibi eşliğinde uçağa doğru yolda aynı sessizliğimizle ilerledik. O önde bense peşi sıra bindik uçağa. Yorgundu, her adımında yalpalıyordu. Bedeni zayıftı, ruhu zarif. Korhanlı ailesine has o asaleti her tarafına ışık huzmesi gibi saçıyordu. Adı gibi karanlığı aydınlatıyordu bu yorgun bitap haliyle bile.
Hangi erkek hayran kalmazdı ki... Bu kadar ürkek bu kadar çekingen olup kendini saklamasa, çoktan fark edilirdi elbet. İşte o zaman hiç tanımadan kaybederdim onu. Bir başkasıyla onu düşünmek bile kalbim için azapken, kahretsin öyle bir ihtimalin varlığı bile olamazdı artık benim için ...
Sol omzuma bırakılan ağırlıkla oturduğumuz yolcu koltuğunda yanıma dikkat kesildim. Feraye uykuya teslim olmuş başını omzuma yaslamıştı işte...
Ne kadar masumca uyuyordu. Etrafında olan onca kötülüğe rağmen ilk defa ne kadar da huzurluydu uyurken. Bir tarafım hep böyle kal derken bir tarafımsa uyan diyordu.
Uyan Feraye! Aç gözlerini etrafındakilere bir bak.
Sol koluma dolanan ellerinden biri gevşeyip sol elimin parmaklarına dolanınca;
" Uyuduğunu sanmıştım." , diyebildim günahkar ve suçlu bir sesle.
" Bir an içim geçti, sonra bedeninin kasıldığını hissettim." , dedi. Gerginliğimin farkındaydı ama yine de sebebini sormadı.
" Merak ettiklerin vardı, sormayacak mısın?"
" Hayır, sen nasılsa doğru zamanda anlatacaksın. İtiraf ediyorum ki bir şeyler olduğunun farkında olmamak imkansız ne kadar çok merak etsemde... Sana güveniyorum Çınar... Güveniyorum çünkü ben bir kez sadece bir kez tereddüt ettiğimde sonuçlarını en ağır şekilde deneyimledim. Ekrem'in beni manipüle etmesine izin verdiğimde neredeyse ikimizinde sonu olacaktım. Ben hala o günü unutamıyorum Çınar. Ama yemin ederim ki bir daha asla ama asla sana güvenmemek gibi bir hata yapmayacağım..."
Ben ne vakit böyle bencil, ne vakit böyle aciz bir adam oldum. Peki ya sen Feraye, sen! Sen ne vakit böyle dilşikar oldun. Sende ben kadar suçlusun işte !
Bana güvendiğini söylüyordu, bana güvenini her zerresiyle hissettiriyordu. Peki ben o güveni gerçekten hak ediyor muydum?
Ben seni hak ediyor muyum Feraye!
Böyle olacağımızı bilemezdik ki biz. Firuze ile de böyle anlaşmamıştık. Oysa şimdi Feraye ile yeni doğmuş sebi bir bebek gibiydi duygularımız. Konuşamadıklarımız yüzünden bir gün yetim kalmamalıydık. Lanet olsun, bir an önce Firuze'yle konuşup sonra Feraye'ye tek tek anlatmalıydım. Ondan sakladıklarımızın ağırlığı artık kalbimi ezmeye başlamıştı.
Sessizliğimin altında ezilişimi görmek onu üzmüştü ama bu kez benim acemice konuyu değiştirmeme müsaade etmeyip kendi yaptı.
"Baksana bulutlar pamuk gibi... Gök kızıl mavi..." , dedi aydınlatmakta olan günün yer yüzünde oluşturduğu manzarayı işaret ederek.
"Çok güzel değil mi? Defalarca kez uçakla yolculuk ettim ve defalarca kez günün aydınlanışına şahit oldum ama hiç bu kadar güzel gözükmemişlerdi gözüme. Yanımda sen varsın diye mi ki?"
Kızıl mavi ayrılığın rengiydi. Gün doğarken bir önceki günden gün batarken bugünden ayrılışın rengi...
"Feraye benim gitmem lazım.", deyiverdim sözcükler bir çırpıda dudaklarım dökülselerde ağzımda acı bir tat bırakmışlardı.
"Pilota söyle yol üzerinde indiriversin." , dedi gülerek.
" Sen şimdi espri mi yaptın?"
Dilini damağına çarptı, yüzü bana doğru dönük ama gözlerini benden kaçırıp etrafta çok kısa bir süre oyalandıktan sonra benim gözlerimi buldu gözleri.
"Cık... güldüremediğime göre yapamadım.", dedi masumca.
İşte bu hallerine gülünürdü, bende tutamayıp kahkahamı attım. Feraye'yi kolundan tuttum, o daha ne olduğunu anlayamadan oturduğu yerden doğrultup kucağıma aldım onun zarif bedenini.
Şaşırdı. Kasıldı....
"Ççınar... Ne yapıyorsun şimdi biri gelip görecek yanlış anlayacak."
Kahkahamın yerini gülümsememe bırakırken gözlerim onun çehresinde turluyordu; onun o, al al olan yanakları mahcup halleriyle mest olmamak ne mümkündü. Gözlerim dudaklarında asılı kaldığında havayı soludum; yumuşak, pürüzsüz dudaklarından ...
O kollarımdan kurtulmak için göğüslerime elleriyle baskı yaparken bende bir elimle onu bedenime yakın tutmak için sırtını, bir elimle de dudaklarından nasiplenmeye devam etmek için ensesini baskılıyordum. O kucağımda debelenirken ben hatırı kalmasın diye üst dudağından alt dudağına geçtim daha fazla hayat bulmak için. Feraye kucağımda debelenirken kalçasının baskıladığı erkekliğimi hissetmiş olacak ki bu kez kendisinden beklenmeyecek bir şey yapıp beni düşürdüğü zor durumdan kurtarmak istercesine duruldu. Teslim oldu öpüşüme.
Bu kez isyankar değil lütufkardı dudakları. Göğsümdeki ellerini, bedenim üzerinde omuzlarıma doğru sürerek, omuzlarımdan boynuma boynumda da yüzüme doğru çıkardı ve yüzümü avuçları arasına aldı, parmakları sakallarım arasında kımıldarken; lanet olsun ... Tüm bedenimin aynı anda uyandığını hissettim; Onun için...
Kollarını boynuma dolarken sırtındaki elimi beline doğru indirdim. Tişörtünden içeri sokup duygularımı harlayan teninin alevini hissettim.
O pürüzsüz ışıl ışıl teni kapalı olan gözlerimin önünde duruyor gibiydi. Gözlerimi araladım.
Diğer elimi de ensesinden çekip tişörtünün içine soktuğumda bedeni yay gibi gerildi. Yay gibi gerilen bedeni istemsizce dudaklarını dudaklarımdan ayırırken inleyerek başını geriye attı. Gözlerimin önündeki kırmızı gül rengi şişkin dudaklarına gülümserken dudaklarıma değen çenesini dişlemekten kendimi alıkoyamadım. Dudaklarından ikinci bir inleme peyda olurken benim dudaklarım geriye attığı başının açıkta bıraktığı boynundaydı.
Bu koku...
Islak öpücüklerimi boynuna serpiştirirken iniltilerini bastırdıkça titreşen boynu arzularımı körüklüyordu. Basit temaslarımla bile böyle inlemesi aklımı başımdan alırken dahasını istemekten kendimi alıkoyamazdım.
Ne o şahane kokusuyla ne de içine hapsetmeye çalıştığı inlemesiyle yetinecek adam değildim ben, ama durdum. Kerem gibi yanmak olsaydı sonum durmazdım ama bu alev sadece beni değil benimle birlikte onu da yakardı. Onun gözlerindeki pişmanlığı görmektense âmâ olmayı tercih ederdim.
Onun için durdum. Kendime onun için verdiğim sözü, zor bela olsa da tutacaktım. Tutmalıydım. Her şey sona erdiğinde, saklı olanlar açığa çıktığında, mecburiyetler ortadan kalktığında, bileklerine vurulan prangalardan kurtulduğunda, hakkı olan kanatları ona bahşedildiğinde , o korkunç gün geldiğinde, benimle olmak, benim olmak isterse işte o gün aramızda tek bir engel kalmayacaktı. O güne kadar beklemek zorundaydım.
Bir kez daha emin oldum ki ben bu kadının bedenini değil, ruhunu, kalbini de amasız istiyordum... aramızda amalar da sırlar da hesaplar da olmasın istiyordum çünkü ben, farkında bile olmadan benden gidip çoktan o olmuştum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |