
Çiftlik evinin kapısına varan patika yola vardığımızda yol boyu bekleyen güvenlik personelleri bizi görüp selamladılar. Selamlarına karşılık verirken avucumun arasından, sıcaklığını bırakıp kayan elin yokluğunu hisseder etmez duraksadım. Dönüp ardıma baktığımda Feraye'nin al al olmuş yanaklarını gördüm. Feraye'nin yanına gidip tekrar sağ elini sol elimle avuçladığımda elini yukarıya doğrulttum, bir miktar da kendim eğilip onun sıcacık elinin sırtına bastırdım dudaklarımı. Utanıp elini çekmek için çabalayışını yok sayıp kendisine müsaade etmedim. Feraye'nin etrafına kaçamak bakışlar atışını takip ediyordum, tüm güvenlik personelleri aynı anda başlarını eğdiklerinde sesli ve titrek bir nefes soludu Feraye. Dudaklarını bir birine bastırıp zoraki bir tebessüm etti. Al al olmuş yanaklarına doğru kıvrılışını izledim dudaklarının.
Neden utanıyordu ki!
Kararlıydım evimize el ele girecektik, yola devam edip çiftlik evinin kapısına vardığımızda tokmağı kaldırıp indirmemle evin zili çalmaya başladı. Çok geçmeden her zaman ki gibi yine bizi kapıda karşılayan Hamiyet Hanım olmuştu. Gözleri benle Feraye arasında iki tur gidip geldikten sonra tutuşan ellerimize kaydı ve yüzüne oturttuğu tebessümle gözlerinin takılı kaldığı ellerimize bakmaya devam ederek geriye çekilip bizi eve buyur etti.
"Hoş geldiniz!" Sesi şendi Hamiyet'in.
"Hoş geldik, hoş bulduk Hamiyet." , dedim.
"Sizi bekliyorduk Çınar Bey yemekler bir, iki saate hazır olur. Hazır olur olmaz masayı kuralım mı Çınar Bey"
Odalarımıza çıkmak üzere merdivenlere yönelirken Hamiyet'e cevap verdim.
"Feraye'yi bilmem ama ben kurt gibi açım.", dedim. Gözlerimi Feraye'ye dikip gözce sordum 'o da acıkmış mıdır?', diye. Göz kapaklarını ağırca kapatıp açtı. Gözce cevap verdi, o da acıkmıştı.
"Ferayem de acıkmış Hamiyet Hanım." derken çoktan merdivenleri adımlamaya başlamıştık.
"Hazır olur olmaz haber ederiz.", diye seslendi ardımızdan sesinin şenliğini katlayarak Hamiyet.
Odalarımızın olduğu kata geldiğimizde duraksadık. Çekingence ilk adımlayan Feraye oldu. Ellerimiz artık birbirinden ayrıydı. Bende onu takip edip koridora doğru ilerledim. Koridordaki ilk oda benim olandı. Önünde durduğumda Feraye bana kaçamak bir bakış atıp,
"Yemekte görüşürüz o zaman." dedi.
En güzel gülüşünü ikram etmişti bana bunu söylerken. Aynı şekilde karşılık vermeye gayret ederek bende
"Görüşürüz." , dedim.
Odasına doğru ağır ağır ilerleyişini izledim. Kapının kulpunu kavrayıp çevirişini, odaya girmeden son kez bana bakışını, yutkunarak izledim. O odasına girince bende odama çekildim.
Yetiştirmem gereken işler vardı, yemek hazırlanana kadar çalışma odamda kalan işleri toparlamaya çalışıyordum. Aklımın bir köşesinde kalbime ağırlık eden o düşüncenin altında ezilmeden durmak yorucuydu. Henüz Feraye'yle gidişimin detaylarıyla ilgili konuşamamıştım. Başım laptopa gömülü son kontrollerini yaparken, kapalı olan odanın kapısının açıldığını odaya yayılan farklı ısı dalgasını hissettiğimde anladım ve de onun kokusunu solduğumda.
Bozuntuya vermeyip laptopuma bakmaya devam ettim. O kadar sessizce ilerliyordu ki buram buram kokusunu duymasam odada yalnızım zannederdim. Ama değildim usulca yanıma sokuldu, engel olmadım annesine sarılan yavru kedi gibi masamla arama girip kucağıma oturdu ve utangaçlığından al al olduğunu emin olduğum yüzünü boynunla omuzum arasında artık yalnızca ona ait olan o yere gömdü. Kollarımı başını kaldırmadan üstün körü sırtına sarmalamam için çekiştirdi. Gülmemek imkansızdı. Ben gülmeye başlayınca başını doğrultup bacaklarını iki yanıma sarkıtarak kucağıma yerleşti.
"Özledim, acıktım, sıkıldım... daha ne kadar burada böyle çalışman gerekiyor."
"Bilmem , yemek hazır olana kadar çalışırım diye düşünmüştüm."
"Peki o zaman ben gideyim." , dedi gönülsüz bir dille. Tam kucağımdan kalkmak için hareketlendiğinde kollarımı sıkıp gitmesine mani oldum.
Omuzlarımdan destek alıp alnıma dudaklarını bastırdı tıpkı benim ona yaptığım gibi saniyelerce bekledi. Sonra geri çekilip gözlerini gözlerime mühürledi. Sağ elini omzumdan çekip işaret parmağını sol gözümün kirpiklerine sürttü.
"Çok uzun ve sıklar , gözlerin kıymetli bir maden de kirpiklerin onu koruyan kurşun askerler gibi..."
Tutamadım kendimi yine gülüverdim. Bu kez utanmadan o da gülüverdi.
"Yine saçmaladım değil mi? Halamın kocasını çok az gördüm ama hayal meyal hatırlıyorum kendisini, ona benzemiyorsun annene mi benziyor gözlerin?"
Babana benzemiyorsun dememişti, onun hakkında konuşurken ona hep adıyla hitap ettiğim için dolaylı olarak sormuştu. Annemi de görmemişti. Bir fotoğrafı bile yoktu ki evde. Hepsini kaldırtmıştım. Onu koruyamadığım gerçeğiyle yüzleşmekten yorulmuştum. Onu görmemek acımı sanki hafifletebilirmiş gibi gelmişti... Hafifletmemişti ama bu acıyla yaşamayı da öğrenmiştim. Buna rağmen fotoğraflarını saklı yerlerinden çıkarıp kendisiyle yüzleşemeye yıllar vardı cesaret edememiştim.
"Annemin gözleri maviydi. Rahmetli dedem de mavi gözlüymüş, annem çok küçük yaşta kaybetmesine rağmen babasının yüzünü hatırlardı da her fırsatta bana 'babama benziyorsun', derdi."
"Hımm... dedene benziyormuşsun yani..."
Koridorda yükselen sesle odanın kapısını dikkat kesildik.
"Çınar çalışma odasında mı Hamiyet Abla?"
Ademin sesiydi bu, Feraye de tanımıştı.
"Adem geliyor!", diye fısıldayıp bir anda ben daha ne olduğunu anlamadan kollarımdan yere doğru su gibi akıverdi Feraye.
"Feraye ne yapıyorsun masanın altında, çık oradan..."
İki elinin avucunu birleştirip namaste yaptığı ellerini birbirine sürterek anlamsızca yalvarırken bir anda odanın kapısı açılıverdi. Adem odaya girer girmez Feraye'yi fark edip gözlerini belertmişti bile, tam bir şey diyecek gibi oldu olmadı, Feraye daha fazla utanmasın diye kendisine fark ettirmeden Adem'e sus işareti yapıp göz kırptım. Sinsi sinsi güldü, Adem uslu durur mu? Tabi ki durmadı. Masaya doğru yaklaştı havaya konuşa konuşa...
"Çınar ağabey tişörtü çıkarmışsın ama olmadı evdekiler de görmeli demiştik, çok yakışmıştı çoook. Yengeme helal olsun ama ne güzel de seçmiş renkleri öyle . Beyaz tişört üzerinde sevimli fare..."
"Adem! Çok beğendinse Yasemine göster ofiste çektiğin fotoğrafı , hem eminim beğendiğini duyunca Yasemin'de bir adet çift tişörtü satın almak için vakit kaybetmeyecektir."
Yapay bir öksürük krizi geçirip konuyu değiştirdi.
"Neyse ben gideyim şimdi , istediklerin tamam demek için geldim. Yasemin'i alıp yurda götürcem sınav haftası malum.Yemekte görüşürüz o zaman."
"Görüşeceğiz Adem!"
Ofisin kapısı kapanır kapanmaz, Feraye' de masanın altından ürkekçe kafasını çıkarıp gözlerime gülümsedi. Sandalyeyle kendimi geriye doğru çektiğimde, masayla aramda kalan boşluğa doğru emekleyerek ilerledi Feraye. Masanın altından boşluğa bedenini bütünüyle çıkardığından emin olunca yavaş hareketlerle dizlerinin üzerinde doğruldu. Ellerini bacaklarımın üzerine koyup hale oturuyor olduğum sandalyede daha yakın olmamız için kendisine doğru eğilirken aramızda mesafe olsun istemeyeceğimiz bir yakınlığa doğru sürükleniyor gibiydik. Alnıma bir buse kondururken birbirimizi soluduk.
"Adem tekrar gelmeden ben gideyim...", fısıldadı Feraye.
"Adem'den kaçmana gerek yok."
"Adem'den kaçmıyorum, yani kaçıyorum ama aslında utanıyorum. Bir sürü şey söylemişim arabada. Sen anlattın. Hem Melek de anlattı bana her şeyi. Şimdi ben nasıl bakayım Adem'in yüzüne!"
"İnsan ailesinin yanında utanmaz. Bizi ailen olarak görmüyor musun?"
"Tabi ki ailemsiniz nasıl böyle söylersin. Ama yine de utanıyorum." Derken aniden ayaklandı eğilip yanağımı sulu bir öpücük bırakıp kapıya doğru koşar adımlarla ilerlerken dudaklarımdan döküldü o mısaralar...
"O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı..."
sustum soluklandım. Kaç gece o uyurken baş ucunda beklemiştim; Sanki onu uykusundayken korkutan rüyalarından koruyabilirmişim gibi... Ben onun başucunda uykularımı yakarken o elbette tüm bunlardan habersiz, savunmasızca uykunun kollarındaydı; rüyalarındaki savaşın ateşiydi ikimizi de kavuran belki kim bilir...
Feraye tam kapıyı açmak üzereyken söylendiğim şiirin mısralarının etkisiyle, önünde durduğu kapının kulpunu tutmaya yeltenmiş ama kapıyı açmayıp öylece beni bekliyordu. Devam etmem gerektiğini söylüyordu her hali dudakları hariç...
Aklımda kaldığı kadarıyla devam ettim;
"...Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev, sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme
Kalmadı hiçbir şeyim bak, günahım da yandı..."
Günahkardım, günahlarımı unutturdu, görülecek hesaplarımın, intikamımın bile ateşinden büyüktü aşkının ateşi. Verilmiş yeminlerim vardı, ant içmiştim öfke tohumumu eken katil İrfan'ın tabutunun üstüne sol elimi vurup herkes baba acısı çektiğimi zannederken ben öfkemle ant içmiştim. Bana bıraktığı kanlı mirasın da...Başıma taç diye taktığı karanlık dünyasının yönetiminin de... Boynuma taktığı katiller topluluğuna ait madalyonunda... tüm pisliği bana miras bıraktığı öfkemle yok olma pahasına cehennem olup yakmaya and içmiştim. Korumaya çalıştığım gücüm, kapıda bekleyen harp içindi hep...
Feraye durduğu yerde ağır hareketlerle yüz seksen derece dönüp gözlerini yerden kaldırıp üzerimde dolaştırırken tekrar onu buldum onunla birlikte aşkı ve kendimi...
Yutkundu...
Yutkundum...
Gözlerime gözlerinden düşen çapa ile gözleri gözlerime demir atmıştı. Devam edemedim; Sustum. Devamı davamdı şiirin. Gitmem gerekti. Oturduğum sandalyeden hızla kalktım, hızla kalkışımın aksine ağır ağır adımlarla yürüdüm. Bir adım ben gittim bir adım o geldi. Epi topu on, on iki metre kare kadardı bulunduğumuz oda , içi eşyalarla dolu odada en fazla ne kadar adımda birbirimize kavuşabilirdik ki... Her adımda aramızdaki mesafe artıyor gibiydi sanki kavuşamayacak mışız gibi... Daha fazla bekleyemezdim kolumu uzattım o da bana uzattı tutup çektim göğsüme bastırdım yarimi.
"Neden sustun..."
"Batırdım işte romantiklik de bir yere kadar, anımsayamadım devamını..."
"Bu kadarıyla bile mest etmeyi başardın ama gerçekten Çınar Yalçınkaya'nın namına yakışırdı doğrusu... Demek sosyetedeki namını böyle böyle yürütüyordun..."
"Nne!"
Kollarımın arasından sıyrılıp göz kırptı.
"Yalan mı benim çocukluğum senin çapkınlık hikayelerini dinlemekle geçti."
"O ne demek ?" Bozulmuştum, aramızdaki yaş farkına bile isteye dem vuruyor olabilir miydi?
"Melek Ablamın çevresindekiler hep senden bahsederlerdi, magazin dergilerinde gazetelerde seninle alakalı köşe yazılarını okurlar yetmezmiş gibi üzerine hikaye yazarlardı. Hepsi aptal aptal hayrandılar sana..."
"Sen değildin yani..."
"Değildim tabi... Benim tarzım da tipimde değildin."
"Ya öylemi..."
"Öyle tabi... Bir kere ben mesleği mimarlık olan biriyle evlenecektim, daha mülayim böyle kızlarla kadınlarla vukuatı olmayan..."
"Vukuat derken!"
"işte eline Bezmi Eleste bile kadın eli değme..."
"Feraye!! Yok öyle bir erkek , hayal dünyasında yaşıyorsun sen! Ablanın arkadaşlarının anlattıkları hikayeyse senin şu an anlattığın masal, sende masal yazıyorsun şu an... Ama söyleyim öyle bakir bir erkek masalı da hiç bir yerde okunmaz bilesin..."
"Hiç de değil... Ben okurdum bir kere !!! Vardır öyle erkekler, Yusuf vardı sınıf arkadaşım tek hobisi ders çalışmaktı, bir tane bile flörtü olmamıştı. Hem yakışıklıydı da kara gözlü esmer..."
"Feraye akşam akşam sinirlerimi oynatmak için mi tüm bunları yapıyorsun? Eğer öyleyse başarmak üzeresin bilesin...!"
"Başarmak üzere misin dedin? Haha bence başardım bile şairlerin intikamını almasamıydım, yazık olurdu o devamını getiremediğin şiire de ... Tabi etrafındaki kızlar çabuk tava geldiklerinden devamını öğrenmeye bile gerek duymamışsındır sen ... şiiri tamamlasaydın olmayacaktı bunlar... " küçük küçük attığı kahkahalarıyla, bağımlısı olduğum gülücüklerinden saçıyordu odaya.
"Eğleniyor musun sen? Ama haksızda sayılmazsın seni de o yatağa atmak için yarım yamalak ezberlediğimi söylediğin şiiri okuyuşumla etkileyip buradan kaçar gibi gitmek üzereyken geri döndürdüm. "
"Hiç de bile... Senden değil şiirden etkilendim ben.. Şiir çok güzeldi merak ettim devamını ama yarım kaldı şiir... Hiç sevmem ben yarım kalan şeyleri... sahi adı neydi şiirin gidip de devamını kendim okuyayım..."
"Yok devamı falan sana..."
"Bulamam sanki "
"Bulursun ama ben okurken etkilendiğin kadar etki bırakmayacak sende..."
"Ya... Nedenmiş o."
"Çünkü ..."
Aramızda kalan son damla mesafeyi de yudumlayıp, tekrar kollarımın arasına aldım; onu doyasıya kokladım sıkı sardım. Kollarımın arasındaydı sıcacık bedeni, kokusunda aşk vardı, huzur vardı... Hayatımda ilk kez kalbimin varlığını onunla birlikte keşfetmiştim. Onun varlığıyla atıyordu kalbim, onun varlığında solduğum nefesse ben daha önce yaşıyordum diyemezdim. Onun varlığında dünyam apaydınlıktı, masum saf bir ışıktı onun varlığıyla ışıldıyorsa dünyam ben daha önce gündüzler gördüm diyemezdim.
"Ne zaman gideceksin?" , sordu. Hercai hallerimize geri döndük. Az evvelki mutluluk avuçlamak üzerken daha dokunamadan uçup gitti sanki... Konuşmayı yemek sonrasına bırakmıştım. Kararlı olduğumdan kursağıma oturan yumruya rağmen yutkunabildim. Tıpkı benim ona uçak yolculuğumuzda '... benim gitmem lazım.' dediğimde tiye alıp geçiştirdiği gibi bu kez de ben sorduğu soruyu cevaplamayı erteleyip geçiştirdim.
"Yolculuğun yormasından mı yoksa çiftliktekileri özlediğimden mi bilmem ama Muhlis Beyin ellerinden bu kez hangi lezzetleri tadacağımızı çok merak ediyorum..."
"Hımmm, ben biliyorum ama söylemem..."
Yine üstelememiş, duruma ayak uydurmayı seçmişti. Bana güvenmeyi ve beklemeyi seçmişti. Kollarım arasında ayrılıp birlikte yemek salonuna gitmek üzere çalışma odasının kapısına doğru adımlarken yüzündeki buruk gülümsemesi kaçamak bakışlarımdan kaçamamıştı.
...
Yemekler sofraya kurulduktan sonra hep birlikte sofradaydık. Bu akşam Muhlis Bey ile Hamiyet Hanım da ısrarlarımdan kaçamamış bu güzel masayı sofra yapan masadaki varlıklarıyla nasiplenmemi sağlamışlardı. Bir erkek daha ne ister diki.
Ailesiyle birlikte etrafında oturduğu masadan, samimiyetten daha fazla ne mutlu ederdi ki insanı. Buradaydık birlikteydik işte...
Sevdiğim kadın hemen sağımda sağ elimin avucunda tuttuğum eliyle bana güç verirken, kardeşlerim Yasemin ve Adem masanın diğer tarafında bana huzur veriyorlardı. Annemin emanetleri, emektar Muhlis Bey masada yam karşı tarafında oturken hemen yanında da küllenmeyen ama bir türlü de duygularını itiraf edemediği aşkı Hamiyet Hanımla yanyanaydılar işte...
Yaseminle Adem aralarındaki gerginliği ilk dakikada atmayı başarmışlarken, Feraye Adem'in varlığından hala bir miktar çekiniyor gibiydi. Hamiyet ile Muhlisin sohbet aralarında birbirlerine attıkları seyirlik kaçamak bakışları bir devre ait gizli duyguların sessiz çığlıklarının masada yankılanması gibiydi. Hiç sormayıp sorgulamayıp müdahale etmemiştim aralarındaki var olup yok saydıkları duygularına... Vardı elbet bir bildikleri...
Kahkahalarımızı sabote eden, muzip beklentileri boşa çıktığını söyleyen Feraye olmuştu. Yemek için hazırlanan menüyü duyduğumda şaşırmamış sayılmazdım. Belli ki Feraye beni kızdırmaktan zevk alıyordu.
"Ben bamya yemeği seven erkek görmedim."
Yediğim lokma boğazıma takılmıştı. Anında masadakilerin bakışlarının üzerimde toplandığını hissettim. Kaç erkek tanımıştı,kaçıyla yemek yemişti ki böyle bir tespite varabilmişti...
Avucumdaki elini bırakıp suya uzatırken diğer elimi yumru yapmış öksürüğümü durdurmak için dudaklarıma bastırıyordum. Sandalyemde kaykılıp elimde sıkı sıkıya tuttuğum bardaktaki sudan yudumlarken aklımdan geçenlerin gerçek olup olmama ihtimallerini düşünüyordum. Ferayenin havada kalan sorusuna yön veren Muhlis olmuştu. Hallerimden, aklımdan geçenleri okuyormuş gibi Feraye'nin söylediği önü sonu açık cümlesinin yanlış yöne sapmasına engel olma gayretine girivermişti.
"Feraye Hanım haksız sayılmazsınız sizinde ailenizde gördüğünüz gibi biz erkekler genelde et ve türevleri yemeklerin dışındakileri yemekten değil aperitiflerden sayarız. Misal bak Adem' sofya oturduğundan beri gözü sebzelere kaydığında yüzü düşerken ana yemeğim kuzu tandır olduğunu suyumca nasılsa yüzüne gevrek gevrek tebessümü oturtu."
"Ayıp oluyor ama Muhlis Baba sen şimdi niye beni gömdün ki hanımların yanında..." dedi Adem.
"Yalan mı? Et yemeği olmayan sofraya küçümser gibi bakıyorsun. Kahvaltı da bile kavurma yiyorsun omlete bile kuyruk yağı karıştırıyordun Adem ya!" diye alaylı konuştu Yasemin.
"Dur şimdi Yasemin başlama yine . Sanki bizim oraları bilmezmişsin gibi; Yenge bilmez yanlış anlar . Şimdi yenge, bizim oralarda yani memlekette misal misafirlikteyken bile canımız et çektimiydi gider alırsık bir koyun tarladan , Allahu Ekber der..."
"Adem sus , Sofradayız sen dedin bilmez Feraye Hanım diye ne diye anlatıyorsun... insanların midesi kalkmasın şimdi.", dedi Hamiyet.
Muhlis Efendi, Hamiyete "Hamiyet'in ki kalktı bile yüzü pancara döndü bakınsanıza.." ,diye karşılık verdi.
Masada aşıklar atışması devam ederken, Feraye konuşmaları yakalamak işin başını bir o yana bir bu yana şaşkınca döndürüyordu.
"Annem..." diye öksürüğümü kontrol altına alıp konuşmaya dahil olduğumda tüm bakışlar üzerimde toplanırken masayı bir anlık sessizlik kaplamıştı. Boğazımda düğümlenen maziyi yalancı bir öksürükle temizlemeye çalışırken konuşmama devam ettim. Derin bir nefes alıp bırakırken Feraye'le göz göze geldik.
"Annem çok severdi, zeytinyağlı bamyayı. Ben severim zeytinyağlıları; kerevizi, enginarı... Ispanaklı böreği de çok severim. Tabi etli yemekleri de severim. Tatlıları da. Ama anneme eşlik etmeyi daha çok sevdiğimden en çok bamyayı yemeğiyle aram iyiydi."
Esat gibi bir adam olmak istemediğimden, onun kan kokan barut kokan av hayvanlarını soframıza da getirmesinden nefret ettiğimden ona inat zeytinyağlı yemeye alıştım da diyemedim. Evet annem çok severdi bamyayı, sevdiğim için sevdiklerimin sevdiği şeyleri de çok sevmeyi öğrenmiştim.
Siz hiç size hitap etmeyen, damak tadınıza uymayan bir şeyi sırf sevdiğiniz çok seviyor diye sevdiniz mi?
Şeftali meyvesinin tüylü kabuğu bile dişimi kamaştırırken bamya yemeğini sevebilmek benim içinde şaşırılacak şeydi. Tabi şeftaliyi görünce kamaşan dişlerimden de bihaberdi Feraye.
Masada bana anlat diye bakan bir çift göze rağmen, dahasını anlatmamayı seçip sustum. En azından şimdilik... Anlattıklarım doğru fakat yarımdılar hep. Feraye'nin beni tanımasını bu kadar çok isterken bir taraftan da gizlemeye çalışmak nasıl da büyük bir çelişkiydi benim için.
"Elinize sağlık Muhlis Bey , her zamanki gibi lezzetli olmuş. Aynı annemin sevdiği gibi tadı..."
Masayı kaplayan hüznün sebebi bendim ama en çok Feraye üzülmüştü. Söylediği cümlenin böyle bir yere varmasını beklemiyordu elbette. Bu yüzden atmosferi eski havasına kavuşturmak da bana düşmüştü.
"Feraye sevmiyormuş baksanıza bir lokma yememiş. Kurt gibi açım dediğimde benimde sevmeyeceğimi düşündüğünden pek bir keyifli gelmişti ki sofraya..."
"Aaa olur mu Çınar Bey, ben sordum Feraye'ye bir şey ister misiniz diye ? Kendi istedi ,zeytinyağlı bamya da olsa ne güzel olurdu , dedi."
Gözlerim kısılmıştı, ben çalışma odasındayken bana tuzak kurmuştu kendince. Ne kadar aç olduğumu biliyordu. Bilmediği şey tuzağını ayağına dolayacak kadar bamyayı seviyor olduğumdu. Çünkü her halinden belliydi bamya yemeğini aslımda kendi sevmiyordu.
"Öyle mi Hamiyet Hanım, peki sorar mısınız kendilerine Feraye Hanım neden bamyadan tabağına servis almamışlar."
"Şey ben..." , diye Hamiyet'in sormadına fırsat vermeden lafa girdi Feraye. Bir miktar düşünüp devam etti;
"Ben en sevdiklerimi her zaman sona saklarım." Hemen masanın üzerindeki servis tabağından kendi tabağına bir kaç kaşık bamya yemeği ekledi, bakışlarımla bamyaya vurgu yaparken bakışlarımın odağında olduğunu fark etti duraksadıktan sonra iki kaşık daha tabağına bamya yemeği eklemeye karar verdi. Tabağına ilave ettiği bamya çatalını bırakıp hızla eline yemek çatalını aldı ve sanki çok açmış gibi hızlı hızlı ağzına bir kaç çatal bamya doldurdu. Yüzünde sahte bir tebessümle ağzındakileri çiğneme telaşına girdiğinde oyunu ortaya çıkmasın diye kahkaha atmamak için dişlerimi birbirine kenetleyip çenemi kastım.
...
erdivenlere ait son basamağı da adımladığımızda tırabzandan destek alarak yürüyen Feraye zorla yediği bamya yemeğinden dolayı rahatsızlanmış boştaki eliyle karnını tutuyordu.
"Feraye iyi misin?"
"İyiyim ya , işte çok sevdiğimden doyduğumu fark etmedim fazla kaçırdım yemeği. Şey oldu işte. Mideme çok oldu."
"Yarasın bir taneme..."
"Yarasın tabi kan, can olsun, aşk olsun."
"Olsun o zaman Aşk olsun.." derken kendimi onun ballı dudaklarını tadımlamak üzere hareketlenirken buldum. Feraye de halinden memnun gülümserken bir anda kendini geri çeki karnındaki eliyle dudakları örtü.
Yok hayır ben bu hallerini biliyordum. Hızlı adımlarla koridoru ardında bırakıp odasına girdi . Ardından seri adımlarla onu takip ettim açık bıraktığı odasının kapısından içeri girdiğimde kapısı kapalı olan banyonun önünde ona seslenirken öğürdüğünü işitiyordum.
"Feraye! İçeri giriyorum."
"Yok yok, iyiyim gelme!... öğh"
"Feraye !", dayanamayıp banyoya girdiğimde Feraye'yi klozetin önünde diz çökmüş halde içindekileri çıkarırken buluvermiştim. Bir yandan istifra ederken bir yandan da banyodan çıkmam için elini içten dışarıya doğru havada seri hareketlerle sallıyordu. Tabi ki onu dinlemedim. Bende tıpkı onun gibi dizlerimin üzerine çöküp hemen arkasında yerimi aldım. Sağ kolumu karnına sararken boştaki elimle alnına dökülen kısa asi saçlarını, geriye doğru çekip ona yardımcı olmaya çalıştım. Varlığımdan utandığından ekstra kasılıyordu bedeni. Sonunda klozetin kapağını örtüp sifonun düğmesine dokundu. Ani hareketlerle ayaklandığında yalpaladı, düşmesinden endişe edip sanki bir ayıbı varmışta örtmek istiyormuş gibi davranarak klozetin kapağını kapatmak için kollarımdan kurtardığı bedenini kollarımla tekrar sarmaladım. Sonunda güçsüz bedeni kollarıma teslim olmuştu. Göğsüme yasladığı bedenini, lavaboya kadar yürümesi için destekledim. Birlikte lavaboya vardığımızda, musluğun vanasını açıp akan suyu, sol elimle avuçlayıp karnına sardığım sağ kolumla bedenini ayakta tuttuğum Feraye'min yüzüne çarptım. Bir, iki,üç...
Doğrulup aynadaki aksine baktığında , aynı anda aynadaki yansımalarımızda kesişti gözlerimiz. Gözleri için bebek deyişim ne eksikti ne de fazla ... kim olsa benim gördüğümü görürdü. İrice açtığı nemli gözlerinin yine en berrak parıltısını saçıyordu etrafına . Bebek gözlerini cilveli cilveli kırpıştırıyordu işte...
Akan suda ellerini arındırdıktan sonra olduğu yerde yavaşça arkasındaki bana doğru döndü. Kollarını boynuma doladı. Sırtını yavaşça sıvazlayıp ona toparlanması için bir miktar zaman verdikten sonra , bedenini kucaklayıp odasındaki banyodan çıkardım. Birkaç uzun adım sonrası yatağının başına varıp yavaşça olduğum yere doğru çömelerek Feraye'yi yatağına oturttum.
"Madem sevmiyorsun ne diye zorluyorsun ki kendini..." Alnına düşen asi saç tutamlarını kuşağının arkasına sıkıştırırken mahçup bakışlarıyla gözlerini gözlerime dikti.
"Bana hayatımda görmediğim ilgiyi gösterip çiftliğe döner dönmez sanki aramızda onca şey yaşanmamış gibi kendini saatlerce çalışma odasına kapatınca... bende bamya yemeği yapmalarını istedim. Tabi Adem'in sinsice yemeği öğrenip kuzu tandır istediğini bilmiyordum. O da masada bana sürpriz oldu. Kendimce yemeğe gittiğimizde sofrada yiyecek bir şey bulamayacaktın, beni ihmal etmenin cezasıydı bu ama ben Muhlis Efendiden bamya yapmasını istediğimde yüzünü alan o ifadeden anlamalıydım senin bamyayı sevdiğini. Bir de üstüne seni masada hem kuzu tandırı hem de zeytinyağlı bamyayı iştahla yerken görünce anladım kendi oyunuma kendim düşmüştüm. Ben bamyayı sevmiyor değilim yanlış anlama ama bence benim damak tadıma hitap etmiyor. Masada birde o potu kırıp Muhlis Beyle göz göze gelince..."
"Benim için istemediğin anlaşılınca çok seviyormuşsun gibi tabağa doldurduklarını yemek zorunda hissettin kendini."
"Aynen öyle bir de çok üzüldüm..."
"Ne üzdü seni bir tanem ?"
"Senin neleri sevip sevmediğini bilmemek üzdü. Biz olamamışız gibi hissettim."
Yanaklarını şişirirken düğme gibi olan al al dudaklarına kaydı bakışım. Yutkundum...
" Daha çok vaktimiz olacak birbirimizi tanımak için , endişe etme. Hepsini telafi edeceğiz." , deyip yüzünü avuçladım ve o ne olduğunu anlamadan beni cezbeden dudaklarına bastırdım dudaklarımı ama karşılığında itilip uzaklaştırıldım. Çok öfkelenmişti Feraye!
" N-Ne yapıyorsun Çınar!" , deyip sağ eliyle dudağını üzerine set çekti. Dudakları ile benimkilerin arasına mesafe koyması beni aptala çevirmişti.
"Feraye!"
" Ya ben az evvel yediklerimi çıkardım, ne kadar tiksindirici bir durumdayım üstüm başım kokuyor lütfen beni utandırma."
Derin bir nefes alıp , dudaklarını benden saklamasının sebebini öğrendiğimde yüzümü kaplayan tebessümü gerilen dudaklarımdan hissettim.
"O ne biçim söz Feraye ya! Bir sincap ne kadar korkunç olabilirse sende benim gözümde o kadar tiksinç olabilirsin..."
Bu söylediğimi anlayamamış gibi alık alık baktı yüzüme arka cebimdeki telefonu alıp youtubedan bir video açtım. Adem gergin olduğum zamanlarda alakalı alakasız video linkleri atıp kendince beni güldürmeye çalışırdı. O zamanlarda görmüş gereksiz bulmuştum ama itiraf etmeliyim yüzümde tebessüm izi de bırakmamış değildi o bir kaç saniyelik video.
Videoyu oynatıp Feraye'ye gösterdiğimde, korkup tıslamaya çalışan bir sincabı izledik. O kadar sevimliydi ki bu haliyle korku saçabileceğine kendini nasıl inandırmış olabilir diye Feraye'yle karşılıklı gülerken bulduk kendinizi. Öyle güzel gülüyordu ki öyle tatlıydı ki ve öyle masum ve öyle duru... O yatağında oturup elindeki telefona bakarken gülüşüyle ışıldarken ne ara diz çöktüm önünde ben bile anlayamadım. Bu gülüşe diz çökülür, demişti bedenim.
Önünde ömrüme diz çöktürdüğüm kadın!
Göz gözeydik , o anlamadı benim ciddiyete bulunan halimi, bende anlamadım ruhumdan ruhuna bir şeyler akıyordu sanki görmüyordu, bende görmüyordum belki ama hissediyordum öyle bir hissediyordum ki ruhumdan ruhuna akıyor demek bile azdı çağlıyordu resmen...
"Feraye, evliliğimizi duyurmak için hazırlandığımız gün otelde aramızda bir konuşma geçmişti hatırlıyor musun?"
"O günü hatırlamak istemiyorum ben Çınar aklıma gecenin sonunda olanlar geliyor."
"Seni üzmemek için hatırlatmak istemezdim ama o gün bana o otel odasından çıkarken dediklerin..."
Yüzüme hüzünle baktı o gün ikimizde birbirimize öfke solumuştuk. Belki o günkü harbin sebebi de kalplerimizde sır olan duygularımızdı. Onun olmasa da benim öyleydi. Öyle olmasa o beyazların içindeki tapılası kadını kıskanmaz, bana iletilen fotoğraf karelerinde gördüklerimle delirir gibi öfkelenmezdim. Gözlerimi kıstım Feraye'min ellerini avuçlarken. Devam ettim o güne dair anılardan derlediklerimle sözlerime.
" '...Soyadının adımın yanına yazılmasını ben istemedim ... sadakat sözü de vermedim...' demiştin."
"Çınar ben ..."
"Feraye bitirmeme izin ver." Dedim sözünü kesmek zorundaydım çümkü bir daha kendimde bu gücü bulabilir miydim bilmiyorum.
"Soyadını sevdiğim söylenemez hatta elimde olsa bu soyaddan kurtulmak için her şeyi yapardım ama maalesef ben İrfan'ın oğluyum. Kendime bile ait hissetmediğim bu soyadı taşımak zorunda bıraktığım için senden özür dilerim. Ben sana söz veriyorum. Beni sevdiğin, yanımda kaldığım ben dahi nefret ederken benim soyadımı taşıdığın sürece kalbimle ruhumla sana sadık olacağıma iyi kötü günde ve hastalıkta ve sağlıkta seni tıpkı bu günkü gibi ve belki de daha çok seveceğime söz vermek istiyorum. Bak koşullar şartlar sebebiyle yanında olmayacağım anlarımız olacak belki ama ben hep ruhumla kalbimle seninle olacağım. İnandığım şükrettiğim dua ettiğim değer verdiğim her şeyin üzerine yemin ederim ki bu hep böyle olacak. ..."
"Çınar... "
" Lütfen Feraye bitirmeme izin ver. Sadece bir an olsun biz sanki kağıt üzerinde evlenmemişiz gibi, tüm yaşanan kötü şeyler olmamış gibi hayal etsen ve beni. Yani nasıl desem beni tanıdığın kadarıyla biliyorsun tamam belki benim zeytin yağlı bamyayı sevdiğimi yeni öğrendin... evet belki biririmizi de henüz yeterince tanımıyoruz bunun için bence yeterince vaktimiz olacak ..."
"Çınar.."
"Feraye benimle evlenir miydin? Benimle soyadımı paylaşır mıydın? Endişelendiğim- endişelendirdiğim , özlediğim- özleyenim, beklediğim-bekleneyim sonunda hep kavuştuğum, yorulduğumda dinlendiğim, nereye gidersem gideyim döneceğim tek yerim , evim ,adresim, yol arkadaşım , gönüldaşım, başka ne denir ki ne denir?.... Yani her şeyim işte, KADINIM , evet KADINIMMM olmak ister miydin?"
Şimdiye kadar böyle bir duygu hissetmemiştim, sanırım beni heyecanlandıran duygunun adıydı Feraye!
Hayatımda ilk kez paniklemiş halde bekliyordum bana korkuları yaşatan kadının adıydı Feraye!
Neden konuşmuyordu hala neden susuyordu.
Boğazımı düğümleyip nefesimi kesen sonum olmaya en yakın, sebebimin adıydı Feraye!
O konuşmayıp da böyle gözlerimin içine çaresizce bakarken onu zorladığımı hissettim.
"Özür dilerim Feraye, böyle bir şeyi senden istemeye hakkım olamaz..." diz çöktüğüm yerden doğrulmak ilk kez birinin önünde kaybetmiş olmanın utancından kaçmak istedim . Öyle dermansız hissettim ki bacaklarıma kımıldaması için güç yetiremedim öyle dermansızdım ki omuzlarımı o her zamanki hali gibi dik tutamadım. Ben kalkmak isterken bedenim bile bana ihanet etti o onunla kalmak istiyor gibiydi, o istemese bile hep onunla kalmak istiyor gibiydi. Ruhum ona çekileli çok olmuştu cesedim bile onundu be her şeyim onundu. Gurur neyineydi insanın, o istese de istemese de onunlaydım işte.
Bir duanın kabulü gibi, bir mucizenin zuhuru gibi güçsüz kalan bedenim yüzünden ellerim ellerini vazgeçmek istememesine rağmen gevşettiğinde boşta kalan elleriyle avuçladı ellerimi. Kaldırım yüzünü avuçlarıma yerleştirdi.
"Ne olmamı istersen o olurum Çınar. Ben senim, sende benimsin!"
Gözlerimden sıcak sıcak yaşlar süzülüyordu. Erkekler de ağlardı.
Erkekler yalnızca sevdikleri için utanmadan ağlarlardı.
Ben ağladım, o ağladı. Aradaki fark onun gözlerinden inciler dökülürken benimse parmaklarıma değdi aşk.
Hevesi kırık kalmamalıydı aşkın. Dudaklarımı alnına bastırdım, sonra incilerinin midyesi gözlerine... şairin dediği gibi onu bir kez öpsem ikincinin hatırı kalıyordu, iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük.
Boynu da bükük kalmasındı... Öksüzlüktü boynu büküklük! Öksüzlük ne zordu en iyi ben bilirdim. Ah o içimdeki öksüzlük, bana kendini tekrar hatırlattığında, kalbimden dudaklarıma tırmanıverdi, dudaklarımla sardım dudaklarını onlar da boynu bükük öksüz kalmasındılar...
Dudaklarım arasında mırıldandı dudakları , istemesem de çektim kendimi...
"Efendim Ferayem, söyle güzelim..."
" Ya ben ne diyorum sen ne yapıyorsun."
" İşte sen diyosun ben senim, sense benimsin diye, emrine amade dudaklarım."
" Ya ben onu mu diyorum Çınar, berbat haldeyim dedim ya ondan önce yine kandırdın beni ..."
" Tövbe , az evvel ne dediysem gerçekti, hepsinde samimiydim, yalan da söylemedim kandırmadım da sen söyle asıl birini gönlünden avlayıp sonrada sahipsizmiş gibi bırakmak ne demek..."
"Ne bırakması Çınar"
" Dudaklarımı bıraktın..."
" Ya of. Az evvel çok duygusaldık ama ondan önce de kustum ben farkındaysan sana dedim kokuyorum kustum uzak dur dedim..."
" Ya ben her haline razıyım senin kahrına da lütfuna da tamamım ya ... Ne kadar büyüttün şurda hayatımın konuşmasını yapıyorum dertlendiğin şeye bak ... Kustuysan kustun sanki ilk defa mı kustun, sarhoş olduğun gece üstüme, başıma, ağzıma kustun be güzelim ...."
" Ne! Yalan , yalan söylüyorsun ağzına falan kusmadım yapmam ben öyle şey, hem ağzının benim ağzımın altında olması ne mümkün ki!"
Dilin kemiği olmalıydı insanın , birde kelimeleri hızını firenleyemediği zamanlarda hasar almamak için hava yastığı olmalıydı.
"Yalan tabi yalan, sabaha kadar ırzımı zor korudum kızım ben neler çektim haberin var mı, yok tabi gidip tanımadığın insanların verdiği içkiyi içecek kadar onlara güven sarhoş ol, ama ben ne desem ikna olma güvenme... Güven olan yerde teslimiyet vardır. Ya dakikalardır seni ikna etmeye çalışıyorum bir yanında olmama sana destek olmama izin vermedin ya"
"Yaaaaa! Sarhoşmuşum işte niye yüzüme yüzüme vuruyorsun bir tek kez ilk kez sarhoş oldum diye defalarca söyledim ama sen beni hiç dinlemiyorsun ki. Şimdi sarhoş değilim. Utanıyorum işte! Ya neyini anlamıyorsun kokuyorum beni böyle görme hep iyi güzel halimle gör istiyorum... Ah ağzına da kusmuşsam iyi yapmışım ama sen hakketmişsin, keşke başka bişeyde...."
"Ne ne ne... Ne susma söyle devam et! Ne gelecek peşinden söyle ne..."
"Öğh konuştuğumuz konulara bak gidiyorum ben! Arınmaya gidiyorum."
Atışması bile güzelmiş aşkın. Yıllarca Hamiyet'le Muhlis'in bitmeyen kavgasını şimdi anlamıştım. Aşkın kaç iklimi varsa hepsini yaşamalıymış insan! Daha da kızsın istemişsem demek ki devam ettim Feraye'nin üstüne üstüne gitmeye. Firenlerim patlamıştı kazam olsundu o benim.
"Arınmaya duşa mı gidiyorsun sen bakim, bende geleyim mi ?"
"Gel gel!"
"Cidden geleyim mi?" Boşa attım dolu tuttum mu derlerdi bu duruma. Peşi sıra koştura koştura adımladığımda banyonun kapısını o ufacık bedeniyle nasıl becerdiyse yüzüme hokkalı bir tokat atar gibi çaparak kapattı. Ardından kendimi sapık gibi hissettirip iki kez kapıyı kilitledi.
Bense kendime de hallerimize de kahkahalarla gülerek "Kadınım, cennet kokulu kadınım!" Diye bağırdığımda haykırışlarıma karşılık işittiğim su sesi olmuştu.
'Feraye! Parfümsüz duş jeli kullanır mısın, sadece senin o doğal kokunu koklamak istiyorum, seni bekliyor olacağım...'
On dokuzuncu bölüm sonu
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |