36. Bölüm

20.2 Bölüm

Fatma Tuncay
demirkalem

Konuşurken o kadar naif ve aynı zamanda da o kadar erkeksiydi ki sesi, sanki sesiyle tenimi okşar gibiydi, ürpertiyordu.

O daha yapmamı istediği şeyi söyler söylemez ben hipnoz olmuşum gibi dediğini yaparken buldum kendimi. Burnuma çalan kokunun araması kaldı genzimde. Hapşırdım.

Ben boştaki elimin işaret parmağının eklemiyle burun ucumu silerken o serseri bir gülüşle bana bakıyordu.

"Niye öyle bakıyorsun , hem sevmedim genzimi yaktı bu koku."

"O zaman bunu deneyelim.", dedi ve burun ucunu sıvazladığım elimin bileğinden tutup bileğime başka bir şişedeki esanstan sürdü. Yine aynı şekilde üfleyip ıslaklığını kuruttuktan sonra koklaman için çenesinin ucuyla işaret etti.

Kokladım, bu kez burnuma çalan koku da bir çiçek kokusuydu oldukça bilindik bir aromaydı ama hangi çiçek olduğunu anımsayamadım.

"Bu güzelmiş."

"Bunu sevdin demek ki bir de bunu deneyelim o zaman ..." deyip bu kez farklı bir şişe daha açıp esansın bulaştığı şişe kapağındaki silikon kamışı çıkardı. Yaklaştı, yaklaştı ve tam karşıma geçip yine bedeni bacaklarım arasındaki yerini aldı. Sabahlığın yakasını açıp sağ köprücük kemiği çukurundan boynuma doğru esansı sürüp ellerindeki şişeyle kamışı iki yanıma tezgaha bıraktı. Elindekileri tezgahın üzerine bırakırken iki koku arasında kalmıştım üç bir tarafım Çınar'la çevrelenmiş bakışlarının hapsindeydim. Burnunu az evvel esansı gezdirdiği tenimde dolaştırıp soluklanırken nefesimi tutmuştum. Yine aynı yerlere sırayla dudaklarını bastırırken de titreyerek verdim daha fazla tutmayacağım nefesimi.

"Peki ben nasıl soluyacağım..." deyiverdim.

"Gerek yok bu koku benim için , tıpkı teninin olduğu gibi ..." dedi inlemeye yakın bir sesle.

Sonra aniden kendini çekip,

"Hanımeli çiçeği..." , dedi.

"Ne?" , dedim onun kollarındayken çıktığım göklere veda etmenin verdiği şaşkınlıkla oysa o çoktan kendine dönmüş elindeki esanstan parfüm şişesine akıtıyordu.

"Senin kokun , yani teninle bütünleşen koku hanımeli çiçeği, daha önce hiç denemiş miydin?"

"Ha... hayır! Ben parfüm kullanmayı pek sevmem. Başımı ağrıtır , hapşırtır az evvel de gördün. Aromalı duş jeli losyon ya da vücut spreyi kullanırım. O da ya fresh kokular ya da ..." cümlemi o tamamladı sakince.

"... vanilya..."

"Evet , vanilya. Kokuların anılarla bağı vardır Çınar? " Okyanuslarını öyle ani bir hareketle üzerimde buldum ki yanlış bir şey mi söylemiştim acaba diye tereddüt etmekten kendimi alıkoyamadım.

"Bakma öyle belki saçma gelecek sana ama bu konuda araştırmalar olduğunu da duydum. Anıları o albümlerde tuttuğumuz fotoğrafları görmekten daha fazla canlı tutan şey kokularmış. Hatta bir makalede de okudum şizofreni tedavilerinde bile kullanılmaya başlamış. Bak ben..."

Onun bakışlarının altından heyecanla anlatıyordum kendimi suçlanıyormuşum da berat ettirmek için savunur gibi...

" ... bak ben halamdan ayrılana kadar hep onla uyurdum. Halam büyüttü beni. O gittikten sonra yalnız uyudum hep. O böyle vanilyalı sütlaçlar pişirirdi. Buram buran kokusu sinerdi ellerine . Geceleri birlikte uyurduk beni o vanilyalı elleriyle sarar sarmaladı. Sıcacıktı ben ... saçma belki ama ben o kokuyu her duyduğumda o anlara gidiyorum. Sıcacık hissettiriyor. "

"Feraye sakin, saçmaladığını falan da düşünmüyorum, bilakis anlattıkların öyle tanıdık geliyor ki. Ben de senin gibi düşünüyorum. Ben, sadece senin de benim gibi düşünmene şaşırdım ve haklısın Firuze'nin sütlaçları enfes olurdu." , der demez sessizleşti.

" Sen hangi kokuya hasrettin de bu koca evin bu odasını kendine sığınak gibi hazırladın Çınar?" Dilimden sökülenler saklı bahçesinin keşfine tanıklık etmişim gibiydi onun yüzünde. Öyle ki yüzünde çırılçıplak savunmasız kalmış biri gibi bakakalmıştı. Hata mı etmiştim. Öyle söylemekle.

Hata etmiştim elbet, ama ben bu yaptığımdan pişmanlık duymuyordum. İlk kez, ilk kez onu kendime yakın hissetmiştim. Aramızda yaş farkı yokmuş gibi aramızda hiç fark yokmuş gibi. Karşımda koca bir holdingi yöneten, varlığıyla da yokluğuyla da etrafındakileri titreten, herkesin adını andıktan sonra Bey diye saygıyla seslendiği, kadınların arzuyla baktığı, düşmanlarınınsa hep tetikte kalma kalmasına sebep olan o adam yoktu.

Karşımda kimsesiz bir erkek çocuğu vardı. Aşkla rızıklandırılmak isteyen kimsesiz küçük bir erkek çocuğu. Gözlerinde o hep görmeye alışık olduğum okyanuslar bir anda kuruyu vermiş çölün ortasındaki vahaya dönmüştü. Keşfedilmeye bekleyen ve keşfedildiğinde keşfeden kişiye sonsuz aşkı vaat eden bir çift vaha gördüm onun gözlerinde...

Sorduğum soruyu cevaplamamayı istedi. Karşımda çırılçıplak kalmak onun hoşuna gitmemiş olmalıydı çabucak topladı kendini ve

"Seni Firuzenin sütlaçlarından mahrum bıraktığı için üzgünüm."

"-Senin hatan değildi. Çocuklar anne ve babalarının günahlarıyla doğmazlar. Her bebek günahsız doğar Çınar. Olanlar ne senin ne de benim suçumdu. Ama eğer bir suçlu ilan edeceksek Esat kadar babamda suçluydu ve eğer bundan dolayı kendini suçlayacaksan bu beni de suçlu yapar. O yüzden üzülme!"

Tek hamlede yanıma varıp beni şefkatle göğsüne bastırdı. Saçlarına sayısız öpücük kondurduktan sonra beni tezgahtan indirdi. Ayaklarım yere bastığında uyuşmuş gibiydiler bastığım yerdeki zemini uyuşukluklarından hissedemediğim gibi titreyen bacaklarımdan dengede durmayı da beceremeyip sendeledim. Gevşeyen kolları beni daha da sardı.

"Peki ben senden ayrılmayı nasıl başaracağım ?" Deyi verdi sayıklar gibi fısıltıyla...

Kollarımı beline doladım, kendisine gelsin diye en az onun beni sıktığı kadar bende onu sıkıp sarmaladım. Başımı bastırdığı göğsünden ayırmadan yukarıya doğru kaldırdığımda o da başını yüzüme doğru eğdi. Soluğunu verirken nefesi yüzümü yalıyordu...

Hayır hayır, yakıyordu!

Hipnoz olmuş aklım yüzünden bedenim, biçare iken kalbim firariydi. Kalp ne muhteşem yaratılmıştı. Onun sırrına hangi fani erişebilirdi ki. Kim kalbi attıran o sinyalin nereden geldiğini ispatlayabilirdi.

Yaratıcının en büyük sırrıydı kalp ve o ölüm Meleğine emretmedikçe ait olduğu bedende hükmüne devam edecekti ve kalbim hipnoz olmuş beynime darbesini indirip hissettiklerini, biriktirdiklerini dilimden döküverecekti işte .

"Ayrılmakta aşkın içinde var. Gidene de zor kalana da ama döneceksin. Nereye gidersen git nereye gidersem gideyim o ayrılık kavuşmamız ile son bulacak hep. Çünkü veda etmeyeceğiz. Çünkü veda aşkta yok. Ben sana aşık oldum Çınar!"

Dudakları sözlerimin altına imza atar gibi dudaklarımı mühürlerken ağzıma gelen tattan anladım. Bu kez benim değil Çınar'ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Nefesi onun dudaklarından soluklarken peşi sıra bir üst dudağımı bir alt dudağımı aşkla öperken aşkın arzuyla beslendiğini hissettim. Ayaklarımı yerden kesmesiyle bacaklarımı beline doladım. Dermansız kollarım dermanını onda arar gibi sardım kollarımı onun boynuna. Saçlarına daldırdım ellerimi, o dudaklarıma işkence ederken o acıyla benim onun saçlarını çekiştirmemem imkansızdı. Sırtım soğuk olduğu kadar yumuşakta olan, onun kokusunun sindiği zemine değdiğinde bir birimizi yakmanın acısıyla inledik. Bedeninin ağırlığından ezilen bedenim acıyla ve bir o kadar da ona olan açlığıyla kıvranıyordu.

O'ydu her yanım, tenim, kalbim oydu!

Dudaklarını dudaklarımdan çekerken soluduğum nefes aramızda milimlik mesafeden bana üflediği nefesti. Soluduğum hava o'ydu.

Şaşkınca birbirimize bakakaldığımız saniyeler saat gibi hissettirdi. Karmakarışıktı sanki, evet sanki pişman gibi ... Yapamazdım, kendisini geri çekme ihtimaline katlanamazdım. Hele ki tam da şu an ona bu kadar muhtaçken! Korkumdan beslendi cesaretim. Doğruldum dudaklarına bir miktar kendini geri çekti. Yine aynısını yapıyordu işte. Onu reddettiğim gecenin intikamını mı alıyordu? O geceden sonra her yakınlaşmamız yarım kalıyordu. Daha da doğruldum dudaklarına uzandı dudaklarım elleri arasına aldığı yüzümü, alnına alnıma dayayarak tuttu.

"Feraye..." dedi inleyerek. Can çekişir gibi... Umursamadım. Sağ elimin avucunu, onun iki göğsünün arasına çıplak tenine bastırdım. Var gücümle ittim ve karşımda duran bana varlığını her daim hissettiren o koca çınar sanki kendisi değilmiş gibi, aciz ben karşısında bir piyon gibi sırt üstü yatağa devriliverdi. Bacaklarım arasına bedenini hapsederek üzerine oturdum. Üzerimde, emanet gibi duran sabahlığın kemerini çözüp omuzlarımdan aşağı süzülerek düşüşünü, Çınar'ın her bir hareketimi dikkatle izleyen gözlerinde izledim.

Kendimi onun gözlerinde görüyor gibiydim. Öyle bir bakıyordu ki hiç olmadığım kadar özgüvenli hissettiriyordu bana kendimi.

Hiç olmadığım kadar dişi.

Eğildim , avuç içlerimi yatağa bastırdım sonra daha da eğilip dirseklerimi de yatağa bastırırken Çınar'ın başı iki kolum arasındaydı, dudakları da dudaklarımın. O an her şeydik ve o an tek şeydik. Tek bir beden olmak, tek bir kalp olmak, birbirini tamamlayıp tek bir ruh olmak hevesiydi bu belki de...

Kalplerimizi birbirine vuruyorken göğüslerimiz arasında benim üzerimde saatlerce seçmekte zorlandığım bez parçası vardı. O an anladım ne kadar da gereksiz bir detay olduğunu. Zor da olsa dudaklarından dudaklarımı çekerken Çınar'ın gözlerinin kara bir deliği andırdığını gördüm. Önüne gelen her şeyi içine çeken bir girdap gibi o karanlığa çekiliyordum. Doğrulup kombinezonun eteklerinde tutup yukarı doğru bedenimden sıyıracakken ellerim üzerindeki ateşi hissettim. Ellerim üzerini saran alevden yapılmış bir çift el bana mani oldu. Aynı anda sırtımla yatağın yumuşak yüzeyi birleştiğinde ben daha ne olduğunu anlamadan Çınar ellerimi başımın üzerinde birleştirip, bedenim üzerime bedeninin ağırlığını vermeden doğruldu. Gözlerine tekrar baktığımda az evvel gözlerinde gördüğüm karanlığın esamesi yoktu, okyanus rengine dönen gözleriyle nefes nefese bana bakarken ben altında alevimin harlandığını hissediyordum.

Yutkundu.

Gözlerim , uzun boynunda yukarı aşağı nereye ait olduğunu arayan adem elmasına takıldı. Doğrulup üstüne bastırdım dudaklarımı ama o davetimi geri çevirdi ve yine kendisini geri çekti.

"Feraye, lütfen!"

"Ne lütfen, ne ! Beni... beni istemiyor musun?"

Önce gözlerini sımsıkı yumdu sonra açtı ve bedenim üzerinden doğrulup yatakta oturur pozisyona geçti. Bense reddedilmenin verdiği hezimetle yatağın üzerinde beni bıraktığı haldeydim. Gözlerimden şakaklarıma sızan damlalarla alaca karanlık Çınar'ın odasının tavanında mıhlanmış bakışlarımla hareketsiz sadece soluklanışımı düzene sokma çabasındaydım.

Bakışlarını üzerimde hissetsemde gözlerimi tavandan ayırmaya cesaret edemiyor sadece dinliyordu.

"Feraye doğru zaman değil, benim için çok zor."

Tüm bedenim sıcaktan soğuğa geçmenin şokuyla ürperirken, buz kesivermişti.

"Senin için zor olan benimle sevişmek mi? Sevişmenin zamanı mı olur?" Derken bende yerimden doğrulup sırtımı yatağın başlığına dayayıp dizlerimi karnıma çekmiştim. Duyduklarımın etkisindeydim bakışlarım artık tavanda değildi ama Çınar'da da değildi.

Yanıma yaklaşıp bedeni sarmalarken yüzüne bakmam için beni zorladı.

"Bak bana..."

"Dokunma bana git lütfen..." Saniyeler önce yok olmayı umduğum kollarından kurtulmaya çalışıyordum.

Mümkünmüş gibi...

"Feraye, gözlerime bak bana bak!" Dedi sesi onunla ilk tanıştığım zamanlardaki gibi otoriterdi. Bir o kadar ürkütücü. Bir an aramızda tüm olanlar hiç yaşanmamışta onunla birlikte kalmaya zorlandığım , kendimi tutsak hissettiğim o zamana dönmüşüm gibi dehşete kapıldım. Zaman mıydı mekan mı yoksa karşımdaki adam mıydı doğrulamaya çalıştığım bilinmez irice açtığım gözlerimle gözlerine baktım.

O'ydu işte... Bana şefkatle bakan bir çift dalgalı okyanusun sahibi olan o'ydu.

"Neden?" , diye fısıldadım.

"Sen neden rezidansta duralım demiştin Feraye?"

"Benden intikam mı aldın? Bu muydu yani sebep, her şey ... her şey yalan mıydı?"

"Bunu nasıl söylersin Feraye... Gözlerimin içine baka baka yaşanan onca şeyi de kenara bıraktım, şu an seni soluya seni yaşayan bu adama yalan olduğunu nasıl söylersin. Sadece sana o gece beni benden almışken sana durmanı söyleten şeyi söylemeni istiyorum."

"Ben... o yatakta... ben ... Eğer o gece durmadaydım kendimi o yatakta birlikte olduğun diğer kadınlar gibi hissedecektim. Ben emin olmak istedim. Senden ve ..."

"Ve ne?"

"Çınar! O gece sana hissettirdiğim şey için üzgünüm ..."

"Ve ne Feraye?"

"Sana kendimi sonrasında defalarca izah ettim. Sana dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım..."

"Ve ne Feraye." , yalvarır gibi sordu, sorusunun etrafında dönüp durmak çözüm değildi ki...

"Ve kendimden!" Dedim tek solukta son harfine baskı yaparak.

"Feraye dürüstlüğün için teşekkür ederim. Bana kendini anlattığın için, yanımda olduğun kalbinde bana yer verdiğin için teşekkür ederim. Seni susuzluktan ölmek üzere olan adamın tek damla suya muhtaçlığı gibi arzuluyorum. Şeytan son oyununu oynayıp inandıklarımı hiçe saymak karşılığında bana o suyu vaat ediyor ama yapamam. Yapamayız. Öyle muhtacım ki ama olmaz. Çünkü eğer aldanırsam tüm inandıklarımı yitiririm. Bu sınavı vermemde bana yardım et..."

"Anlamıyorum. Neden bahsediyorsun. Biz birimize ait değil miyiz zaten? Senden benim için neden vazgeçmeni istedim ben ? Anlamıyorum!"

"Senden... Aptal senden. Eğer şimdi birlikte olursak seni kaybederim."

"Saçma!"

"Değil!"

"Saçmaaaa!"

"Değil, sen düşmekten korkup tutunduğun bir dala aşık oldun. Düşmekten kurtulup yaraların iyileştiğinde yine o dala aynı sıcaklıkla tutunursan acı aşk olacaktır. Kendin söyledin emin değilim diye."

"Ben o zaman için öyle söyledim Çınar eminim, artık eminim..."

"Ama ben emin değilim."

"Beni isteyip istemediğinden mi?"

"Hayır, bana olan hislerinden emin değilim, şu anda o kadar genç ve o kadar yaralısın ki bir hata yapmandan korkuyorum. Lanet olsun iliklerime kadar susuzum ve benim susuzluğum bir tek sana Feraye ama yapamam. Yaşadığın onca şeyden sonra şu anki duygularına güvenemem."

"Birbirimize onca şey söyledikten sonra aramızda geçen onca şeyin yaşanmasına izin verdikten sonra mı bunları söylüyorsun. Öptün beni defalarca kez öpüştük bu da sevişmek değil mi ne fark eder?"

"Haklısın bencilce davrandım, haklısın ama daha fazla bencil olmaması için bu adama yardım et."

"Benden ne yapmamı bekliyorsun?"

"Yarın öğlen olmadan buradan ayrılacağım, biliyorsun halletmem gereken işler var. Ben istiyorum ki... Feraye bak sen kabul etmedikçe hiç kimse sana yardımcı olamaz. Doktor Selami'ye ulaşamıyorum ama Onur'la görüştüm. O duyulmadan destek alman için yardımcı olacak. Lütfen kendin için , bizim için seanslara başla."

" Sana olan hislerimin sınanmaya ihtiyacı yok."

"Feraye, bilemezsin, bilemeyiz. Lütfen dediğimi yap."

Yalvarır gibi konuşurken öfkeme rağmen teslim olmuştum onun beni kollarıyla sarmasına. İstediği buysa yapacaktım. Haksızda sayılmazdı. Ayakları üzerinde sapasağlam duran bir Fareye'ydi onun yanına yakışan. Onu hakketmeliydim önce. Bu halimle onun gözünde acizce aşk dilenen bir dilenciydim belki de . Onunla ilk karşılaştığımızda gözlerinin içine bakıp kendisine meydan okuyan Feraye kadar bile değildim artık. Geçirdiğim her bir kriz bedenimden ve ruhumdan bir şeyler koparız götürmüştü. İyileşmeye ve dimdik ayakta durmaya ihtiyacım vardı. Gideceğini bile söylemekte zorlanıyordu, bana karşı hissettiği sorunluluk duygusunun altında eziliyordu. Belki o da duygularından emin değildi. Her şey bir anda olup vermişti. Zamana ve birbirimizi anlamaya ihtiyacımız vardı.

"Peki tedavilere başlayacağım, ama tedavinin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Tedavi süresince... yani tedavi boyunca ilişkimiz hep böyle mi olacak?"

"Her şey rayına oturacak, buna inanıyorum Feraye , zaman ve kader rotamızı çizecek bizde demir alıp açılacağız. Rüzgar yelkenlerimizi nereye savurursa o yöne gideceğiz. Ben sensiz olamam artık, hani ayrılıkta aşkın içinde dedin ya o kadar zor ki Feraye... Seni görmeden geçecek bir anın var olma ihtimali bile o kadar zor ki ama dayanacağım."

Bedenlerimiz arasında hatırı sayılır bir mesafe bırakıp sol elini göğsümün ortasına bastırdı ve aynı şekilde beni de elimi bileğimden tutup kendi göğsüne bastırdı.

"Bu kalp attığı sürece yerin belli ve bende ait olmak istediğim yeri biliyorum. Ne olursa olsun veda yok ve sen istediğin sürece benim varacağım yer hep senin yanın olacak Feraye."

Dizlerimin üzerinde doğrulup kollarımı Çınar'ın boynuna sardım. Onun şefkatli kollarında kırgınlıklarımı gidermeye çalıştım. Aramıza böyle bir mesafe koymasına kızıyor olmama rağmen yine ona sarılarak sakinleşmek istemem tarifsiz bir ironiydi.

Bir süre daha bu halde kaldıktan sonra sakinleştiğimde Çınar kollarımdan ayrılarak;

"Feraye , inan bana sana böyle yakınken , seni böyle arzuluyorken sabretmem çok güç." , dedi gülerek. Sol elinin parmaklarını saçına geçirerek saçlarını geriye doğru çekiştirirken yataktan kalmak için hareketlendi.

"Gitmeden önce bitirmem gereken üzerinde çalıştığım bir koku var."

"Yarın gideceksin dinlenmelisin , dönünce devam edersin. Ben odama geçerim varlığım seni rahatsız ediyorsa..."

"Varlığın beni rahatsız etmez Feraye, sana karşı dürüstçe hissettiklerimi söyledim. Beni rahatsız eden yokluğun olur, yanında olmama rağmen sana anlattığım sebepler yokluğuna sabretme sebebim. Beni , bizi bu sebeplerden kurtaracak ve kavuşturacaksın inanıyorum. Sana inanıyorum güzelim ve evet yarın gideceğim , istiyorum ki doğum günü hediyen ben gitmeden hazır olsun."

Derin bir iç çektim.

"Dediğin gibi seanslara başlayacağım ve sen tedavi süresince duygularım hakkında yaptığın kuruntular yüzünden bu gece aramızda yaşanması muhtemel şeyleri ertelediğin için pişman olacaksın."

Yüzüne oturduğu serseri gülüşüne öfke duymuştum.

"Ayrıca teessüf ederim , formalite icabı da olsa nikahımız kıyılırken kimlik bilgilerime bakmamışsın. Doğum günüme bir buçuk ay var Çınar? Odama gidiyorum rahat rahat dinlenebilirsin, o çok özendiğin aromayı merakla bekliyor olsam da hediyeni dönünce hazırlayabilirdin.", dediğimde yüzünün aldığı ifade yüreğimin sıkışmasına sebep olmuştu.

Aynı anda yutkunduk. Çünkü aynı anda aynı şey düştü aklımıza... Onun bildiği ama benim henüz idrak ettiğim gerçekti aklımıza düşen.

"Se... sen..." Bir hışım yataktan doğrulup ayaklandım. Bir elim belimde diğer elim alnımla saçımın birleştiği yeri ovalarken.

"Sen bana , orada ne kadar kalacağını söylemedin. Sen ..."

Bir kaç adımda yanıma gelip kolları arasına alıp ritmi değişen soluk alış verişlerimi düzene sokma çabasına girmişti. Yine oluyordu işte. Kalbimin ritmi değişiyor bedenim uyuşuyor, soluduğum hava yaşamama yetmiyordu.

"Feraye sakin... Feraye lütfen."

"Sen bana söylemedin, gideceğim dedin ama söylemedin. Bir buçuk ay var doğum günüme sen doğum günümde bile dönmeyeceksen, sen orada ne kadar kalacaksın..."

"Feraye yalvarırım sakin ol..."

"Git burdan... Git...."

Aramızdaki arbedeye engel olamayacak kadar kontrolsüzdüm, kelimelerimle onu yaralayacak kadar acımasız.

"Bana bunu yapmaya hakkın yok! Beni kendine bağlayıp sonra da kendinden uzaklaştırmaya hakkın YOK! Benimle oynamaya hakkın YOK! Senden nefret ediyorum Çınar! Sen-den nef-ret e-di-yo-rum ÇINAR!"

"Hamiyet Hanım! Hamiyettt! "

Bir anda odaya gece kıyafetleriyle peşi sıra Hamiyet ve Yasemin girdiler. Hamiyet yanımıza koşarken Yasemin az ilerimizde elleri ağzında gözleri dolu dolu olmuş bir halde elemle bizi izliyordu. Kendimizi ilahi bir gözle izliyor, yaptığım taşkınlığı tasvip etmememde kendime mani olamıyordum.

"Hepiniz biliyordunuz. Hepiniz!..."

Ankara' da olduğumuz sürece Çınar'ın bitmek bilmeyen telefon görüşmelerinin de ve hatta Ankara'da geçirdiğimiz güzel anların da sebebi buydu. Çınar beni oyalamak için elime elma şekeri tutuşturmuş dikkatimi dağıtarak gitmesi gereken yere varmak için fırsat kolluyordu.

"Hamiyet Hanım Adem'i arayın , sakinleştirici alıp gelsin. Hamiyet! Kendine gel dediğimi yap çabuk ol."

Şaşkınca gözlerini bir noktaya sabitleyip beni tutmaya çalışan Hamiyet Çınar'ın komutuyla zorlukla odadan ayrıldı. Onun ardından Hamiyet'in dikkat kesildiği yere takıldı gözlerim. Tırnaklarımı Çınar'ın tenine öyle bir geçirmiştim ki parmak uçlarıma değen sıvıya rağmen ne yaptığımı fark edememiştim. Canhıraş halime ellerini ağzına bastırarak yaşlı gözlerle bakan Yasemin'le göz göze geldim tekrar. Deli gibi gözüküyordum. Yasemin'in gözlerindeki korkuyu görürken aksini düşünmem imkansızdı. Sebebi kendileriydi.

Beni bu hale getiren kendileriydi.

Ben bu evde olmayı istemezken bana bu evi ve içindekileri sevmemi sağlayan , beni elleriyle Çınar'a iten ve ona bağlayan kendileriydi. Benden onun gidişini gizleyen ve belki de daha fazlasını gizleyen kendileriydi.

"Konuş!"

"Feraye, sakin ben buradayım, Feraye!"

"Konuş Yasemin sende biliyordun, öyleyse niye?"

Neden ona bu kadar bağlanmamı sağlandın, daha ne kadar hasret kalmalıydım şefkat vaat eden kucaklara.

"Bben , özür dilerim. ...Suriye'ye gideceğini bende dün öğrendim. Özür dilerim..." diye kekelerken bir gizleneni daha işitmişti kulaklarım. Kulaklarımın uğultusuna karıştı Çınar'ın bağrışları ama nafile duymam gerekenleri duyuyordum.

"Yasemin sus!"

Sustu Yasemin belki de ilk kez gevezeliğinden pişman oldu. Çünkü onun söylediklerinden sonra bedenim ruhum kalbim bilmediğim bir harbin içine girivermiştiler.

Çığlıklarım arasında kolumdan çekilen şırıngayı fark ettim. Adem yanımdan hızla uzaklaşırken Yasemin'i kollarını açmış ağlayarak sevgilisini kendisini teselliye çağırışını görüyordum. Onu sevdiğinin kollarında teselli eden aynı hayat beni tanımadığım bir adamın karısı yapıp, sonra o adama aşık edip sonra da özlemine terk ediyordu. Hamiyet Hanım dudaklarını oynatırken Çınar başıyla onu onaylıyordu. Ben kulaklarımdaki çınlama yüzünden yine konuşulan ve kim bilir bilmem gereken neleri duymaktan mahrum kalıyordum. Bedenimi yumuşak zemine yatırırlarken üzerime sarılı örtüyü fark edebildim. Çınar'a sunmak için süslediğim mabedimi gizlemişti Çınar. Yine korumuştu beni. Beni yaralayan da iyileştirende o olmuştu yine. Beni çırılçıplak hissettiren de üzerime giysi olanda yine o'ydu.

Saçlarıma geçirdiği parmakları ve gözlerinden süzülüp gözlerime dağlayan göz yaşlarıyla ona rağmen onsuzlukla seviştim, onsuzluk ihtimallerine rağmen onunla savaştım. Sonunda yenilen yine ben oldum, uykuya teslimiyetini sunarak.

 

***

İlacın etkisi geçmiş olacak ki gözlerim aralanmıştı. Bedenim öfkeyle direnç gösteriyordu nasıl göstermesindi. Gidişini gizlememişti belki ama nereye gideceğinden de ne kadar kendisine hasret kalacağımdan da bahsetmemişti. Tedavim için tüm hazırlıkları da yapmıştı üstelik. Hakkımda bunca planlar yapılıp benden gerçekler gizlenirken, mutluluk oyunu oynayan aptal Pollyanna gibi gözüküyor olmalıydım gözlerine.

Çınar'ın avuçları içinden elimi hızla çekip yataktan doğrulduğumda Çınar daldığı düşüncelerden sıyrılıp uyandığımı fark edebilmişti.

"Feraye..."

Can havliyle çıktım Çınar'ın odasından ve koridorun solunda ilerde benim için düzenlenen hemen yandaki odaya girip peşimden gelmesin diye odanın kapısını kilitledim.

"Feraye aç kapıyı lütfen."

Kapıyı açmam için yalvarıyordu, ama kendisine karşılık vermeyecektim. Gidecekti madem gitsindi. Savaşın olduğu o topraklara, bombaların patladığı o yere aşkımı götürsündü. Kalbimi sökseler bu kadar can yakmazdı.

"Feraye , söyleyemedim. Çok zordu Feraye... Bende ne kadar kalacağımı bilmiyordum. Hala bilmiyorum. Feraye sana söz verdim, ne olursa olsun en kısa sürede geri geleceğim. Yalvarırım aç kapıyı, bu kapı sana sarılmama engel değil inan. Sen bu kapıyı kilitlemekle kalbinin kapısını yüzüme çarpıyorsun. Yapma!"

Gözlerimden yaşlar sarhoşça es çize çize akarken ellerimi hıçkırıklarım duyulmasınlar diye dudaklarıma bastırdım. Çocukcaydı belki bu yaptığım, bencilceydi eminim ama bıraksınlardı da bari bu gün çocuk olsaydım. Hak etmiştim. Çocukluğum koskoca Korhanlı Malikanesinin içinde bir odada yalnızlığa terk edilmişken şimdi bıraksınlardı da hakkı olan tepkisini gözler önüne sersindi kayıp çocukluğum.

Bu bir, var olma meselesiydi.

Bu bir, direnişti.

Bu bir, kapalı kapılar ardından mühürlenmiş dudakların, sessiz çığlıklarıyla haykırışıydı.

Kendimi yatağa atıp başımı yatağa gömdüm. Bir süre sonra o da pes etti kapımın önünde beklemekten. Sesi gelmiyordu çünkü. Gidecekti, gitmek için hazırlık yapma vaktiydi. Gidecekti , benimde gidişini kabullenme vaktimdi. Yorgun bedenimi bir uyku dalgası daha vurmuştu, belli ki vücudum hala bana yapılan ilacın etkisindeydi.

 

***

 

Belli belirsiz bir göz dinlenmesinden sonra kızıl mavi ışık vurdu odamın duvarına . Perdeleri çekme vaktim olmamıştı ki hiç. Normalde öğlen olsa kapalı perdeler ardı bana gece gibi gelirdi. Bu gün o normal günlerden değildi. Bu gün ayrılık vaktiydi ve odamın duvarlarına vurulan yine o, ayrılığın asil rengiydi.

Yataktan doğrulup yumuk yaptığım ellerinin tersiyle gözlerimi ovuşturdum. Üzerimdeki örtüyü kaldırıp yatağımın yanındaki komedinin üzerinde duran afili şişeye ve zarfa ilişti gözlerim. Ayaklandım , bir elime zarfı bir elime şişeyi aldım. Odaya girerken fark etmemiş olmalıydım, Çınar ben baygınken dediğini yapıp parfümü tamamlamış olmalıydı. Parfümü fırlatmak için havaya kaldırdığım elimi bir güç havada avuçlamıştı sanki. Yapamadım. Kıyamadım.

Tekrar komedinin üzerine bırakıp , hızla giysi odasına koştum. Üzerime maksi boy bir hırka geçirip odanın kapısına koştum. Kilitli kapıyı açıp dışarıya çıktım. Koridorun sağında hemen yanımdaki odanın kapısını açtım.

Yoktu.

Çınar odasında yoktu, gitmiş miydi?

Çıplak adımlarla önce odadan dışarı attım kendimi sonra merdivenleri indim. Giriş katında Hamiyet Hanımla karşı karşıya geldiğimizde elinde hiç dokunulmamış yemeklerin dizili olduğu servis arabası vardı. Kahvaltı için erkendi ama o kahvaltılıkları yemek salonuna doğru değil, mutfağa doğru taşıyordu.

Gözleri dolu dolu başını eğdiğinde anladım burada değildi. Hızla kapıya koştum. Evden kendimi yalın ayak dışarı attığımda bir anda yol boyu sıralı halde bekleyen güvenlik görevlileriyle göz göze geldim. Tereddütle bana bakakaldılar aldırmadım. İçlerinden kısa boylu esmer olan biri, Çınar Bey az evvel çıktılar dedi.

Koşar adımlarla yola koyuldum, çıplak ayaklarıma batan ufak taşlar umurumda değildi, yüreğime batanlar kadar can yakmıyordular. Bir ara ayağım takıldı, yere düştüğüm anı unutturmuştu ayaklanışım. Sızlayan dizimi yok saydım, ayaklarıma batan taşların verdiği acıyı yok saydığım gibi.

Diyorum ya benim yüreğim kanıyordu.

Nefes nefese , park alanına varan yola döndüğümde elinde spor bir valizle arabasına doğru ilerleyen arkası dönük bir adet Çınar gördüm. Durdu, oysaki ona henüz seslenmemiştim bile. Arabasının kapısını açmış halde bekleyen adamın bakışları bana kaydığında ardına dönü verdi.

Gözleri gözlerimle buluşunca yürümeyi bıraktım nerede duracağımı hesaplamadan var gücümle koşmaya başladım. Elindeki valizi bırakıp kollarını açtı. Yere düşen valizin tok sesi duvarlarda yankılanırken bir yandan da çiftlik hayvanlarının uykularından yeni uyanıyorlarmış gibi güne merhaba diyen sesleri yankılanıyordu etrafta. Öyle koştum ki kaderime geç kalmamak için , öyle koştum ki onun sıcaklığını tenime unutmamacasına kazımak için, öyle koştum ki kokusunu ciğerlerime ilk nefes gibi hapsedip son nefese kadar saklamak için öyle koştum ki onsuzluğa meydan okumak için...

Sonunda kucağındaydım. Saçlarıma dudakları değdi , elleri sırtıma izini bıraktı. Sıcacıktı, güçlüydü, aşk doluydu kucağı.

"Biliyordum. Beni uğurlayacağını biliyordum. Her adımda birazdan gelir dedim kendime, birazdan. Geldin... Bebek gözlerine kurban olduğum, geldin ..."

"Çınar, affet. Yine affet olur mu ve gelecekte de affet, seni bekleyeceğim . Bir daha kriz yaşayıp seni incitmemek için iyileşeceğim. Ayrılıkta da var aşkta, kırmakta kırılmakta her şey var yalnız veda yok unutma. Döneceksin, kendine benim için iyi bakacaksın çünkü kalbinde ben varım benimkinde de sen. Bize iyi bak."

"Bakacağım, seni imkan buldukça arayacağım. Endişelenmene gerek yok, güven bana. Sana olan hislerime güven. Bu adama güven, bu adam sana, sen yanında kim olsun istersen ben o olurum iye söz verdi Feraye. Bu hayatta seni asla kimsesiz bırakmayacağıma söz verdim Feraye. Yanında olamadığım her an elini kalbine koy ben orada da kim olsun istersen o olup var olurum. İster bir dost gibi ister bir sevgili gibi... Ne olmamı istersen o olacağım ama hep sende olacağım hep seninle olacağım. Nereye savrulursam savrulayım sana döneceğim."

"Sol yanım senin , bu günde de gelecekte de bu böyle olacak. Ben sen inanmasan da eminim Çınar sana da ispatlayacağım. Hislerimin duygu karmaşasından öte olduğunu, sana saf bir kalple aşık olduğumu ispatlayacağım. Ant olsun o gün ..." Kederle gülerek devam ettim yeminime...

".... Ant olsun o gün süründüreceğim seni. Bana inanmayıp aşkımızı ertelediğin her güne lanet edeceksin."

"Ederim benek gözlüm, o gün geldiğinde yeter ki sen bana yine böyle bak , yeter ki yine bana bu gün söylediklerini söyle varsın gönlünden lütfettiğin aşkın elinden zulüm gelsin. Cezama razıyım ben. "

"Çınar Bey..."

Birbirimize öyle kapılmıştık ki Çınar' ı bekleyen görevliyi dahi unutmuştuk. Çınar kendisine seslenen görevlinin sesiyle irkilirken benim gözlerime dolanlar bir bir intihara başlamışlardı. Dayanamadı elleriyle tek tek sildi gözyaşlarımı.

"Ağlama bebek gözlüm, ben bu gözlerde artık hüzün görmeye dayanamıyorum. Beni kederle uğurlama."

"Seni Yaradana emanet ederek uğurluyorum Çınar. Yaradana emanet edilen emanetine kavuşmadan ölmezmiş."

Dudaklarıma sıcaklığını bırakıp,

"Sende Yaradanıma emanetsin." , deyip hızla kollarımdan ayrılıp ardına bakmadan arabaya bindi. Eğer baksaydı gidemeyecekti. Eğer biraz daha yavaş hareket etseydi gitmemesi için direnecektim. Arabanın garaj kapısı açılırken yavaş yavaş kapıya doğru gidişini izledim. Olduğum yerden Çınar'ın içinde bulunduğu arabanın uzaklaşırken gözümde küçülüşünü izledim. Omzuma dokuna elle ardıma döndüğümde Hamiyet Hanım bir elinde ayakkabı diğer elinde ilk yardım çantasıyla bana ağlayarak bakıyordu.

Önümde koca kadının diz çöküp de dizime pansuman yapışını izlerken yüzümü yersiz bir tebessüm kaplamıştı.

"Çınar mı?"

"Beni aradı, çıkarken ayakların çıplaktı ama dizinin yaralı olduğunu söylediğinde panikledim. Çok şükür ciddi bir şey yok . Ayaklarına da ayakkabıyı giydirirsek."

Hamiyet başını kaldırıp bana baktığında gözlerinden akan yaşların çenesinden toprağa damlayışını izledim.

"Çınar hiç sahip olamadığım evladım gibi ve sende evladımın emanetisin. Ne olur emanetini koruyup kollamamda yardımcı ol beni oğluma mahcup etmeyin emi Feraye Hanım?é

"Teşekkürler Hamiyet Hanım. Çınar'ı bu kadar sevdiğiniz için."

 

Yirminci bölüm sonu

Bölüm : 27.07.2025 15:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...