

>>>>>>>XXI<<<<<<
Karanlıklar aydınlandığı zaman...
>>>>>>>XXI<<<<<<
Melek Korhanlı
"Ya bırak, bıraksana beni"
"Beyefendi arkadaşınızı alın buradan yoksa nezarete alacağız."
"Alın, alın tabi polis bey, ama önce şu adi herifin canına bir okuyayım müsaade edin , sonra ister nezarete atın, ister hapse."
"Melek bir dur ya!" Sitemle söylenirken Onur'un o kaslı kollarıyla bedenimin hareketlerini kısıtlamak için kelepçe gibi sarmalanmıştım.
"Ya bıraksana beni , sen niye geldin ki zaten. Gitsene geldiğinden beri susmadı zaten telefonun çalıp çalıp duruyor. Kim arıyorsa ona git. Rahat bırak beni!"
Bir hışım Onur'un kollarından kurtulmayı başarmış tekrar sorgu odasının kapısına dayanmıştım. Oradaydı cani, oradaydı katil. Izbandut gibi sorgu odasının kapısında bekleyen polis memuru, odaya girmeme engel olmak için yanında çocuk gibi kalan bedenimi belimden sarmalayarak tutup, sakinleştirmeye çalışmasa , sorgu odasına dalıp kadın katili herifin ağzını burnunu kıracaktım.
"Melek Hanım, durulun artık bize güvenin. Yardımlarınız sayesinde şüpheliyi yakaladık." , dedi elinde mavi dosyayla bekleyen hemen sağ tarafımda duran komiser.
"Ya şüpheli değil katil o, katil. Siz yakalasanız da hukuk salacak, ama bir kaç ay ama bir yıl sonra salınacak. Azıcık müsaade edin de adalet tecelli etsin..."
Ben komiserle tartışırken, beni belimden sarıp sakinleştirmeye çalışan, az evvelki ızbandutu aratmayan o erkek polis memuru tarafından durdurulmak için kucaklanmıştım. Şimdi de bu adamın kollarında mahsur kalmıştım, yahu suçlu ben değildim, içerdekiydi! Beni neden salmıyorlardı ki!
Onur, üzerimize mıhladığı öfkeli bakışlarını, kaslı iri cüssesini taşıyan kırk beş numara olduğunu bildiğim, rugan ayakkabılarını tabanıyla mermer zemini döver gibi attığı adımları ve de tüm heybetiyle üzerimize doğru geliyordu. İyice yaklaştığında gözlerinin korku salan karalarında kaybolmamak için gözlerimi yumdum. Kollarında hapsedildiğim polis memurunun ellerinden bir hışım çekip ayırmıştı bedenimi Onur. Bu kez de Onur'un mengene gibi bedenimi sarmalayan kolları arasında, sırtım Onur'un sert göğüslerine dayalı belimden sardığı kollarını karnımda birleştirmiş halde tutsaktım.
"Özür dileriz komiserim,.." dedi Onur naif bir sesle, gözlerimi araladım. Onur'un hedefinde bu kez de kapıda beni az evvel kollarından kurtardığı görevli memur vardı. Bedenini benimle birlikte o memura doğru çevirirken az evvelki komisere hitap ettiği halinin aksine sert ve soğuk bir tonda konuşmasına devam etti.
"Kolay değil bir kadın hemcinsinin acı bir şekilde katledildiğine şahit oluyor! Bir daha ona dokunmazsanız sevinirim!"
Dudaklarından dökülen kelimeler, sıcak bir evin aralanan kapısından içeri sızan soğuk havanın esintisi gibi buz etkisi yaratmıştı.
Uuuu , üşüttü!
O kadar soğuktu ki Onur, onun cüssesine ve soğukluğuna sahip birinin tırslayışına maruz kalırken kendisine söylenenin aksi yönde hareket etmesi beklenemezdi. Pek tabi karşımızdaki memur da bir anda Onur'un soğuğundan mütevellit neye uğradığına şaşırarak morarı vermişti. Komiserde havayı soğutan atmosferi eski haline getirme telaşıyla yapayca öksürüp baş hareketiyle ızbanduta, aman görevli memura yanımızdan kaçması için, aman gitmesi için işaret etmişti.
"Melek Hanım ifadenizi imzalamamışsınız , imzanızı da alalım yardımlarınız için teşekkür edelim daha fazla işinizden alı koymayalım sizi..."
Kibarca artık başımıza iş açmayın, defolup gidin diyordu bana komiser, imalı olup aynı zamanda imasız gibi duran söylemiyle...
İmza atılıp da binadan çıkıncaya dek Onur, kendisine direniyor olmama aldırış etmeyip kolları arasından bir saniye dahi bırakmamıştı bedenimi.
Arabasına kadar ben önde o arkada, sırtım ise sertliğinin kaslarından kaynaklı olduğunu düşündüren Onur'un göğüslerine dayalı halde bedenlerimiz birbirlerine sanki yapışıkmışlar da asla kopamazlarmış gibi yürüdük.
"Ya bıraksana beni, bitti gitti sinirim, sakinleştim artık tamam. Otele döneceğim."
"Ben bırakırım seni otele."
"Yok hastaneye gidiyoruz , vay efendim tamam hastaneye götürmeyeceğim ama yalnız kalmana izin veremem, şimdide ben bırakırım seni otele yarında düş önüme dersin sen ... Cık cık... pardon da n'oluyoruz ? Doktorluk sarmadı şoförlüğe başladın da benim mi haberim yok?"
"Melek!" , diye artık sabrının tükendiğini belli eden, alçak ama sert sesiyle bana seslenirken, eş zamanlı olarak da sırtımı bastırdığı göğsünden ayırıp bedenimi, tek hamlede yüz seksen derece kendi etrafımda döndürüp bu kez göğüslerimizden bedenlerimizi birbirine yaslayarak kolları arasına aldı.
Allah'ım ne yaşıyordum şu anda ben!
Bedenim onun kollarında göğsüm onun sert karnına değerken karalarını karalarıma dikmiş bana bakıyor, beni korkutucu karanlık bakışlarıyla soğuk cehennemiyle kavuruyordu.
"Ya adamı teşhis edemedim, yakından görmem lazım deyip adama saldırmak nedir? Sana mı kaldı adalet. Bu devlette hukuk var. Bir de kendini adama teşhir ediyorsun. Ya bu adamın başına bela olmasını mı istiyorsun da adamın burnunun dibine kadar girip kendini ona gösteriyorsun , yetmezmiş gibi bir de adama saldırıyorsun ya!"
O etkisi altına almak istemese de ben tesirindeydim, aksi ne mümkündü ki ben ona böyle tutsakken. Yutkundum, kendimi savunmam lazımdı!
"Hah! Ne kadar doğru yaptığımı görüyorum. Bak sende bu ülkedeki adalete güvenmiyorsun ki salınacağından eminmişsin gibi başıma musalla olmasından endişe ediyorsun. Ayrıca evet hukuk var bu memlekette ama belli ki yanlış kaptanlara emanet edilmiş dümen. Gemi su alıyor farkında mısın ha battı ha batacak!"
Yüzümü ala bulayan arzuyu öfkeme vurdum.
"Yok ya unutmuşum ben. Senin ne kadar laf anlamaz söz dinlemez burnunun dikine dikine giden biri olduğunu, öyle unutmuşum ki kime ne anlatmaya uğraşıyorsam saatlerdir." , dedi Onur kükreyerek.
"Ya ya evet. Onu diyorum bende anlatmaya çalışma, beni umursama ya... Beni, yıllar önce o sahil kenarında unuttuğun yerde bıraksaydın o zaman. Ne işin var ki şimdi yanımda! Neden geldin."
Yetmedi mi eziyetin, varlığıyla da yokluğuyla da canıma kast edişin yetmedi mi!
"Kalamadım, sen onca şey yaşarken duyarsız kalamadım! Ben vefasız biri değilim Melek. Hem bu mu şimdi kabahat olan! Ya ilk sen geldin hastaneye beni görmeye, sen deştin üstü örtülü anıları sen! "
"Ya ben geldim evet... Keşke hiç gelmeseydim ama bir halt ettim ve geldim. Oldu bitti her şey içinde teşekkürler ama artık dur. Duralım çünkü ben seni anlamıyorum, aslında anlıyorum da biraz. İşte bu yüzden diyorum ya sen yoluna ben yoluma, bu saatten sonra bizden bir cacık olmaz . Öyle vay efendim arkadaşız safsatalarına girmek zorunda da kalmazsın bir daha kimsenin yanında...
"Bu mu yani şimdi de öfkenin sebebi!"
"Evet bu! Şimdi de bu! Ya sen benden ne istiyorsun! En müşkül durumumda sana geldiğimde beni meslektaşına yönlendirip bana sıradan bir hastanmış gibi davrandın ya daha saatler öncesinde bana saymadığın laf kalmadı senin be! Bedenini satan kadın muamelesi yaptığın gecenin sabahında hakkımızda çıkan haberlerin sebeplerini yok sayıp Kerim'in yanında sevgili haberlerini kabullendin. Sanki bana sevgini itiraf eden sen değilmişsin gibi Çınar'a aramızda arkadaşlıktan ötesi olamaz dedin ya sen... Evet tekrar ve tekrar lanet olsun hastaneye yanına geldiğim o güne! Gelmez olaydım ama geldim ve o kadar eminim ki o gün ben o hastane odasına gelmeseydim sen bana hiç gelmezdin Onur! Geçmişin, yaşananların hatırı ben sana gelene kadar nerede tutsaktılar ha söylesene! O yüzden sakın ama sakın bana vefadan falan bahsetme !"
"Ben senden hiç gitmedim ki sana geleyim . Ben hiç gitmedim Melek! Her defasında giden sendin! Ben bırakmadım seni o sahil kenarında , ama sen beni bıraktın! Yalnızca gidenler geri gelebilir Melek anladın mı? Ben hep olduğum yerdeydim, ben hep o sahil kenarındaydım Melek."
"Tamam, peki yine kusurlu olan benim, seni ben bıraktım, ben hata ettim. Sen hiç mi hata yapmadın hayatında Onur. Niye son vermiyorsun. Niye affetmiyorsun. Ne güldürüyorsun ne öldürüyorsun ! Ya sen ne istiyorsun Onur! Neden affedemiyorsun neden ya neden !"
"Affetmek mi! Unutmuşsun Melek ! Beni o sahil kenarında terk ettiğin günü unutmuşsun..."
Unutmadım!
"... Bu adam özür kapısını seninle araladı Melek, bu adam o gün Emre'nin dudaklarından her şeyi sandığı kişinin hiç bir şeyi olduğunu öğrendiğinde seni affetmişti ki zaten ... Daha neyin affından bahsediyorsun sen!"
"Laftaydı o... Seni tanıyorum ben. Affetmedin. Bir gece evvel söyledin işte! Yüzüme haykırdın ya ... Affetmedin o adamla oldum diye beni affetmedin başkasıyla olsaydın dedin, bir sürü şey dedin... aşüfte muamelesi yaptın sen bana...."
"Sus artık. Sus ağzımdan yanlış bir şey çıkmasın. Hep aynı yere saran bu diyaloglardan sıkıldım! Seni güvenli bir şekilde otele götürüp Çınar'a verdiğim sözü tutup gideceğim tamam mı? "
"Susayım mı, kendin söylediklerinle yüzleşmek zor geldi demek? Sözünü tutamadın diye seni sorgulayacak en son ar-ka-da-şın benimdir Onur. Endişelenmene de buraya gelmene de gerek yoktu. Ben başımın çaresine bakmayı sancıya sancıya öğrendim. Artık değil sana, kimsenin, hiç kimsenin merhametine ihtiyacım yok benim anladın mı? Buraya gelme sebebinin Çınar'ın başı altından çıktığını tahmin etmiştim Ona da söyleseydin' Ben kalp cerrahıyım bu iş benim branşım değil.' diyebilseydin keşke! Bunca zahmete girmene benim gibi ... benim gibi birine tahammül etmene gerek kalmazdı..." güçlü çıkan sesim sonra doğru titremiş gözlerim dolu dolu olmuştu.
"Melek!"
Sağ eliyle belimi daha da sıkıp bedeniyle bedenimi bir bütün haline getirirken, yüzümü görmek için sol eliyle çenemden tutup yüzümü kendi yüzüne doğru doğrulttu. Bunu yaparken kendi yüzünü benim yüzüme doğru eğerek yüzlerimizi birbirine daha da yaklaştırdı, o çok değer verdiği sınırlarını da aşarak.
Yine akıl almaz hercai tavırlarına maruz kalıyordum. Bana böyle muamele etmeye hakkı var mıydı? Ona bu kadar hasretken bana bir soğuk bir sıcak olmasına tahammül etmemi nasıl beklerdi benden ?
Dudakları dudaklarıma değdi değecekti. Mızrak gibi kalbimi deşen kelimeleri bu dudaklar arasından dökülmemiş olsalardı eğer beni öpmemek için kendiyle savaşıyorlar diyebilirdim. O beni asla vicdanında adilce yargılayamayacak, aklında beraat ettirmeyecek kadar acımasız bir hakimdi.
Tüm bunları biliyor olmama rağmen gurursuzca gözlerimi yummak niyeydi peki. Beni öpmesini beklemek niyeydi. Verdiği nefesi solumak, kokusuyla ciğerlerimi doldurmak... Bu acizlik, bu açlık, bu muhtaçlık hem de kaskatı olan bu buz adamdan sıcaklık, merhamet beklemek niyeydi?
Neden bu kadar zordu?
Neden affedemiyordu. Ben onun karşısında her seferimde gururumdan taviz verirken, bir defa olsun o neden kendinden ödün veremiyordu.
Allah'ım neden!
Neden benim onu sevdiğim kadar o da beni sevmiyordu ?
Daha da yaklaştı dudakları dudaklarıma, gözlerim kapalı olsalar da, varlığını varlığım hissediyordu. Hatta dudakları dudaklarıma bir miktar değmişlerdi bile... Gururu o asla taviz vermediği gururuydu belki de aranıza mesafe koyan . İşkence çekiyor gibiydi. Öpmek istiyor ama öpmesine engel olan gururu yüzünden gelgitler yaşıyor gibiydi.
Hayır hayır! Aşk da gurur olmazdı. Bunu o çok sevdiğim Gurur ve Önyargı Romanında okumuştum. Filmini izlerken kitabında olduğu kadar olmasa da aynı işkenceleri çekmiştim. Yık o duvarları Fitzwilliam Darcy... Yık. Ne yazık ki karşımdaki adam , Darcy gibi gururdan dövülmüş çelik zırhla donanımlı olsa da ben onun karşısında çeyrek porsiyon Bennet etmiyordum. Evet ben hiç Elizabet Bennet gibi gururlu bir kadın olamamıştım.
Boşlukta kalakaldım aniden...
Bedenimi bıraktığını, yüzüme vuran soğuk hava esintisini hissedişimle anladım. Gözlerimi aralayarak, gözlerimi yummak istediğim gerçekle yüzleştim. Benden uzaklaşmış, hali az evvelki yakınlığımızı sorguluyor gibiydi. O da farkındaydı hercai hallerinin. Bu kez öfkesi de kendisineydi ama bu hali dudaklarından çıkan sözlerinin beni hedef alıp vurmasına mani değildi.
"Melek!" Histerik bir şekilde gülerek başladı kurşunlarını savurmaya.
"Çınar burada bir süre olmayacak ve ... ve onun yokluğunda kendisine, sana ve Feraye'ye yardımcı olacağıma dair söz verdim."
"Ne hakla! Hangi vasıfla!"
"Bir vasfımız varmış demek ki ?"
"Çınar halt etmiş. Ne kardeşimin ne de benim kimsenin korumasına ihtiyacımız yok."
"Melek öfkenin hedefi şaşmış senin! Daha bir kaç gün evvel yaşadıklarımızı yok mu sayıyorsun!"
Diyecek sözüm yoktu. Bu konuda haklıydı. Emre'den korkuyordum. Benimkisi kuru gürültüydü işte. Yapamazdın kendimi koruyamamıştın ve o gece yalnız başıma olsaydın eğer kardeşimi de koruyamayacaktım.
Gerçeğin vücuduma bıraktığı ağırlık omuzlarımı düşürmüştü. Sulanan gözlerimdeki yaşları akmamaları için yok saydımsa da bir tanesi göz pınarımdan usulca firar ederken elimin tersiyle havada yakalanmıştı.
Başımı aşağı yukarı sallayıp sessizce ardıma döndüm. Gözüme kestirdiğim park halindeki taksiye doğru koşar adımlarla ilerlerken bileğimden sıkıca tutularak engellendim. Biliyordum beni bileğimden tutanı, ona ki seneler evvel kalbim takılı kalmıştı. Hala bedenimin en büyük kaybı en büyük mağlubiyetiydi.
Sol elimin bileği ardında onun eline tutsak olduğum yerde kalakalmış duruyordum. Ardıma dönemeyecek kadar utanca bulanmıştı yüzüm.
Çok utanıyordum. İçimde mahcubiyetin tohumları birer birer çiçek açarlarken ben daha fazla ne kadar ileriye gidebilirdim.
Yine zahirde o haklıydı. O hep haklıydı be! Gitme Melek derken de haklıydı. İçme Melek derken de haklıydı. Şimdi de öyle... Ben hep haksız olan taraftım, ben hep hata yapandım. Ben hep suçlu ama bir o kadarda yüzsüz ve güçlüymüş gibi davranan taraftım. Bu böyle gelmişti, böyle de gidecekti... Bu yüzden o kusursuz olandı ben ise kusurlu olan. Misli mislini bulmamışa birbirine haram olur derlerdi. Biz ahirette bile bir araya gelemeyecek olanlardandık.
"Melek lütfen, seni ben bırakayım." ,dediğini aklımda konuşan benden sebep güçlükle algılamıştım. Adı gibi Onur'lu birinden kuralları olan birinden yaptığım hatayı affetmesini beklemek de hataydı. Sırf affedilmiyorum diye yine onu suçluyor olmamda hataydı. Ayşe Teyzem hayatta olsa 'insan hata üzerine halk olmuştur.' derdi de içimi serinletirdi belki ama o da yoktu. Ve ben onun yokluğunda hata üstüne hata yapan bir Melek olarak yaşıyordum.
"Haklısın." dedim. Sesimin çatırdamasına engel olamadım. Gözlerimden oluk oluk yaşlar akıyordu. Bedenimi kendine doğru döndürmek için bileğimden çekiştirirken birbirine dolanan ayaklarım sebebiyle yüzüm Onur'un sert göğsüne kapaklandı. Gözyaşlarımın yanaklarımda yol çizerek iz bıraktığı yüzümü saklayabilmek için daha da sokuldum onun göğsüne. Alt dudağımı dişledim boğazımdan çıkacak bir tek hıçkırığa dahi izin veremezdim. Kaslı uzun kollarıyla sarmaladı bedenimi. Kendisine daha da sokulmama müsaade etmesine şaşkın ama bir o kadar da büyük bir muhtaçlıkla beline doladığım kollarımı birbirine kenetleyerek sımsıkı sarıldım. Daha da sıktı beni, sanki içine içine sokmak istiyordu, onunla tek bir beden olmamı istiyordu. Kokusu, sıcaklığı öyle teşvik ediciydi ki aksini düşündüren tüm anılarım bir anda yok olmuşlardı sanki ve şu anda ben ne hissediyorsam nasıl hissediyorsam gerçek olan da oydu.
Siz hiç geceyi kokladınız mı?
Gözyaşlarım Onur'un göğsünde onun o kendine has o gece kokusuna bulanmıştı. Bani kendimi kaybettiğim gecelerin, sabahlara hasret kaldığı o koku gibiydi kokusu; Bir miktar ayaz, bir miktar karanlık...
Kokusu da tıpkı kendi gibi, kalbi gibi esmerceydi işte. Onun o gece kokusuna bulanan sedir ağacı, misk ve varla yok arası gül yapraklarını andıran parfümüyle de sanki beni az cezbediyormuş gibi üzerimde afrodizyak etkisi bırakıp kendisine daha da yükselmemi sağlıyordu.
Daha fazla ona maruz kalmak tüm sinir sistemimi çökertmiş olmalıydı. Onun belini saran kollarım gevşeyip iki yanına düştüğünde o da buna karşılık ellerini gevşetti ve bedenimi omuzlarımdan tutup yüzümü görmek istercesine bedeninden bir miktar uzaklaştırmaya çalıştı.
Başardı da yüzüm göğsünden ayrılmıştı. Fakat alnım yere bakıyordu. Onun esmer yüzüne kara gözüne bakabilecek kadar güçlü hissetmiyordun ki!
Tükenmiştim.
Bizden arkadaş bile olamazdıysa eğer duygularımı gizleyip gizlememem artık ne fark ederdi ki! Yeri ve zamanı da değildi. Hem de hiç değildi ama ne olacaksa artık olsundu. O da bana itiraf etmişti sevgisini. Kendimi kaybedip kollarında gözlerimi yumup sabahında hastane odasında uyandığım o gece üstüme üstüme geldiğinde itiraf etmişti beni sevdiğini. Beni kendine de sevgisine de layık görmeyip örselese de hayatından çıkarmayıp kıyısı köşesine öteleyerek işkence etse de seviyordu değil mi?
Ben çocuk ellerimle yoğurduğum çamurla kalbinden vurduğum o çocuğu sevmekten bir an bile vazgeçmemiştim ki!
"Ben bir tek seni sevdim. Hep seni sevdim. Seni hala çok seviyorum..." diye fısıldadığımda bedenimi saran kolları gevşeyivermişti. Başımı gömdüğüm beden taş kesilmişti. Beni olduğum yerde bırakıp bir kaç adım geriledi. Başımı kaldırıp son olmasını istediğim bakışımı attım ona. Bu geri çekiliş aksini hissettirmemişti. Son buse gibiydi bakışlarım. Hiç değilseler gözlerimizden öpüşseydik. Ama o esmer teni beyaz kesmiş başı eğik bir şekilde yüzüme bakmadan yanımdan geçip siyah jeepine atladı. Çaprazımdaki taksiye yürüyüp kapısını açıp bende taksiye akladım ardıma son bir kez baktığımda çoktan gitmişti, önüme dönüp şoföre kaldığım otelin adresini söyledim.
Bu kez de o beni terk etmişti. Haksız olmasa da affetmemişti beni. Oysa seven sevdiğini haklıyken de affederdi , seven sevdiğini her haliyle kabul eder her koşulda affederdi. O beni benim onu sevdiğim kadar asla sevemeyecekti. Asla!!!
Otelin ön girişine vardığımda taksiciye ücreti ödeyip, keyifsiz bir nezaketle iyi geceler diledim. Kendimi taksiden dışarı attığım anda yüzüme vuran sert havayla tükenmiş ruhuma güç katmaya çabaladım.
Nafile! Ben elinden tutup kurtarılan değil , uzattığı el havada kalınan günahkar bir Melek'tim. En büyük hatam ise elimi asla tutmayacak olana tutması için uzatıp beklemek olmuştu.
Oteldeki dolabıma astığım etiketi üzerinde duran Mercan rengi straplez mini boy elbiseyi üzerime geçirdim. Az evvel rahatlamak için duş alıp kuruttuğum saçlarımı maşayla şekillendirip sağ omzumdan sarkacak şekilde taradım. Gözlerime ayeliner çekip rimel sürdükten sonra aydınlatıcı ile yüzümün yüksek noktalarını parlattım. Dudağımın renginde bir parlatıcıyla da dudaklarıma vurgu yapıp siyah rugan stiletto ayakkabılarımı giyindim. Elime aldığım siyah rugan clutch çantanın içerisine otel odası kartını, bir kaç kozmetik malzemesi ve cüzdanımı atıp fermuarını çeker çekmez odadan ayrıldım.
Taksi şoförüne taksimetreye yansıyan ücreti ödeyip iyi akşamlar diledikten sonda usulca taksimden indim, kulübün girişinde durup dört metre kadar uzunluğunda olan siyah camlarındaki yansımama baktım. Bu gece eğlenip silkelenme zamanıydı. Melek'tim ben üzerime yapışan etiketin hakkını vermeliydim. Yine gecelerde, eğlencelerde şişelerin dibine vurup her şeyi yok saymalıydım.
Gazetecilerin mekan mekan kol gezdikleri bu semte bu mekan, arka sokakta kaldığından mıdır bilinmez bizim camiamızdakilerce pek tercih edilen bir yer olmadığından benim için hep güvenli görünmüştü. Kulüp kapısında bekleyen güvenliğe göz kırparak selam verdiğimde oda başını aşağı yukarı sallayarak selamımı karşılamış ve içeri girmem için beni onaylamıştı.
İçeri girer girmez salondaki bağımsız masaların aksine barmenin arkasında kokteyllerini hazırladığı bar masasına doğru küçük adımlarla yürüdüm. Elbisenin mini eteğine aldırış etmeden bar taburesine oturup barmenle göz göze geldiğimde "Her zamankinden mi hazırlayayım" diye sordu Barmen, uzun saçlarını tepeden bağlamıştı bu gece. Dar fakat kaslı omuzlarıyla kendine has artistik tavırlarıyla pek de kızların beğendiği bir tipe sahip olmasa da bana göre çekici bir havası da vardı.
"Hayır viski istiyorum sek olsun. " diye karşılık verdim adının Cem olduğunu anımsadığım barmene. Elinde tuttuğu viski bardağını kurulamayı bırakıp masaya koyarken;
"Anlaşılan bu gece Korhanlılar için sert geçecek.", dedi. Ardındaki raftan özel marka viski şişesini eline alıp bardağa doldurdu, içkiyi hazırladıktan sonda bardağı masanın üzerinde parmak uçlarını bardağın tabanına kuvvet uygulayarak önüme süreklerken göz göze gelmiştik.
"Barmen ve barmaidlerin Psikiyatrlılığa duydukları özentinin sebebine bir gün eğileceğim ama o gün bu gün değil gibi Cem."
"İnsanların yeteneklerine göre kategorize edilip, kendilerinden başka insanların deneyimlerini yazıp öğrettiği ve sonrada öğrettiği şeyleri paylaşarak öğrencileri sınayıp ellerine verdikleri belgelerle kategorize edip etiketledikleri o unvanlara bu kadar anlam yükleyip beklentilere giriyor olma sebeplerine de bir gün ben eğilmek isterim ama o gün bu gün değil Melek." , diye tek solukta söyledikleri, bir bakıma haksız da görmediğim savunmasına sağ kaşımı kaldırarak tebessümle karşılık verirken eş zamanlı Cem de sağ elinin işaret parmağıyla arkamda kakan bir noktayı işaret etti. İşaret ettiği noktaya doğru yavaşça başımı çevirip baktığımda localarda eğlenen insanları gördüm , akabinde aynı yavaşlıkla Cem'e dönüp kendisini sorgular gözlerle kestiğimde.
"Ben ve meslektaşlarımın psikiyatrlığa özenilmekle suçlanıyor olmamızın en büyük sebebi iki meslek grubunun da iyi birer gözlemci olmalarından kaynaklanıyor. Bizler iyi gözlemler çok dikkat eder ve müşterilerimizin dahi kontrollerini yitirdikleri anda onları kontrollerini yitirmemişlercesine hayatlarına devam etmeleri için destekleriz. Konuyu uzatmak ballandırmak örneklendirerek detaylandırmak istesem de bu gün o gün değil gibi ama çokta tanışmamız olmamıza rağmen sana seninle ilgili bir tespitimi söyleyebilirim. Bakıyor ama görmüyorsun Melek."
Elimdeki bardaktan yudumlarken, söylediklerinin doğruluğunu ölçüyordum. Emre her zaman baktığım yerdeydi ama onun bana olan saplantısını onca zaman görememiştim. Onur'un onca zaman yanındaydım ama onun benim için endişelerini fedakarlıklarını onu kaybedene kadar görememiştim. Göremiyor olduğum çok şey olduğuna emindim. Belki de artık bakış açımı değiştirme zamanıydı.
"Ukalalık ettim Cem. Özür dilerim. Oturduğum bu bar sandalyesinden bakınca bir adet Cem görürken, sen olduğundan yerden baktığımda kim bilir bu bar sandalyesinde kaç kişi görüyorsundur. Kaç sevinç, kaç üzüntü, kaç kazanmış ve de kaç kaybetmiş kişiye şahit olmuşsundur. "
"Kendini mahcup hissetmen için bunları söylememiştim aslında , buna rağmen özür dilemen de beni şaşırtmadı."
Teslim olurcasına ellerimi havaya kaldırdım.
"Peki beyaz havluyu ringe fırlattım dragon, artık sağlı dollu kroşelerle üzerime geliyor olman kendini fazladan yormaktan öteye götürmez. Hadi artık bana istediğimi ver çok da sabırlı biri sayılmam. Özür diledim zaten tespitlerinde doğrusun, artık takdirde edildiğine bir cevabı hak ediyorumdur. Ben bu gece bakıp da neyi göremiyordum?"
"Arkanda, saat iki yönü gold loca, orada en az senin kadar kalabalık bir Korhanlı en az senin kadar da hafif bir içkiyle mekanı soluyor."
Cem'i duyar durmaz ardıma dönüp az önce bakıp da görmediğim yere dikkat kesildim.
"Murat!"
Cem'e dönüp sevimsizce tebessüm ettikten sonra keyifsizliğimi katlayarak masa üzerindeki çantamı alıp oturduğum bar taburesinden piste doğru neredeyse zıplarcasına aklayıp hızla Murat'ın oturduğu masaya doğru koşarcasına adımladım. Dans pistindeki kalabalığı yararak ilerlerken pisteki erkekler yanlarındaki kadınlara rağmen talepkar bakışlarını bana sunuyor günaha davet çıkarıyorlardı. Evet üzerimde dikkat çekici dekoltede bir elbise vardı ama onlarında gözlerinin üzerini örtebilecekleri göz kapakları ve yanlarında kendilerine samimiyle eşlik eden çiftleri vardı. Bunca göz, bakmaması gereken birine, bile isteye bakıyorlarken ben , geceyi gözlerine sır etmiş adamın sadece beni görmesini dilemiştim. Buraya hayal kırıklarımın parçalarını hakı altına süpürmek için gelmiştim. Bu geceye özel seçtiğim mekanda kendimden başka bir Korhanlı'yo görmeyi asla ama asla tahmin edemezdim. Bir mekana bir Korhanlı bile fazlayken nerden çıkmıştı bu adam.
Son adımı da attığımda artık Murat'ın son yanında ağacın dalına tünemiş baykuş gibi duruyordum. Masada tek başına şişelerin dibine vurmuş kendinden geçmek üzere bir haldeyken beni fark etmesini beklemek aptallık olacaktı. Uzanıp sağ elime verdiğim güçle Murat'ın sol omuzunu sıktım. Varlığımı farkedip başını benden tarafa çevirdiğinde kapanmak üzere olan gözlerini açması için , orta ve baş parmağımı seri hareketlerle bir kaç kez tempolu bir şekilde birbirlerine sürterek parmaklarımı şıklattım.
Kendine gelmesi için parmaklarımı şıklatmaında kafi gelmeyeceğinden emin olunca kendisine sertçe ve yüksek tondan söylenmeye başladım.
"Murat, hemen kalkıp gidiyorsun bu mekanı senden önce keşfettim ben. Hadi canım hadii!"
"Ooo Melek! Ne zamandır görüşmüyoruz bu ne güzel bir tesadüf böyle!"
"Ya evet çok özleşmiştik, bir kez sarılmamız özlemimizi gidermemiz için yeter de artar bile ama Türkan Hanım ve Serap mekanı bulup basmadan önce buradan toz olsan diyorum. Ben bir daha magazinin olmadığı böyle bir mekanı zor bulurum. Eşin ve anneniz yüzünden gecem başlamadan bitsin istemiyorum tatlım! Anlaşıldım mi?"
"Öf Melek ya! Sessiz sessiz otur bir köşeye. Ne ben seni gördüm ne sen beni, hiç de konuşmamış olalım. Ne var güzelim ya!"
"Ya sabır! Bak çok doluyum öyle böyle değil tüm öfkemi sana kusarım o olur, demedi deme. Hadi annem ve Serap gelmeden git burdan çabuk. Bu mekana bir Korhanlı bile çokken malikanedekilerin burada toplanmasını istemeyiz değil mi!"
"Bulamazlar burayı!"
"Bok bulamazlar. İçtiğinden, sıçtığından haberleri yokmuş gibi davranmaz mısın bir de!. Türkan Hanım'ın eli kulağı olan kaç güvenlik personeli var bilmiyor musun sen. Çoktan haber uçmuştur bile, kalk git onlar buraya gelmeden. İçtikçe aklından eksiliyor senın iyice aptala bağladın! Hadi hadi..."
"N'olmuş sana ya böyle?"
"Ne olmuş!"
"Güzelim senin hem ağzın bozulmuş , hem de içine Melek kaçmış. Annemler beni bulmasın diye benim için mi uğraşıyorsun?"
"Öyle öyle , hem Melek kaçtı hem ağzım bozuldu hatta hafiften tırlattım da ... Geliyor bak bana gelmekte olan söyleyeyim, haydi ama aaa"
Ben Murat'ı kolundan tutup çekiştirirken Murat tuttuğum kolunu silkeleyip beni kendinden uzaklaştırdı.
"Bir uslu dur be , kendi halime bırak beni. Rahat bırakın bir ya !"
"Hayda!!! Daha ne kadar rahat bıraksınlar seni Sultan Murat hazretleri . Yazık be evlenene kadar kapılarında yatıp kalkarak kendine aşık ettiğin kadına yazık, senin uğruna diğer evlatlarını yok sayan annemin emeklerine yazık, yeter daha ne kadar böyle devam edeceksin, kendine gel artık ! Ben o çocukluğumuzda ağladığımda bana elinde oyuncak bebekle eve dönen ağabeyimi özledim. Saklandığım yerlerde bir sen bulurdun ya hani beni. Ben o oyun arkadaşımı ne çok özledim. Ne oldu o koca yürekli çocuğa? Ne oldu da ergenliğini tamamlayamamış çocuk yürekli serseri biri gibi dolaşıyorsun karşımda. Yazık değil mi? Sana umutla bakan bunca hayata yazık değil mi? Daha nereye kadar sürecek bu sorumsuzluğun daha ne kadar seni rahat bırakmamız lazım kendine gelmen için söylesene?"
" Melek git başımdan!"
"Ben değil sen gidiyorsun! Kalk git ya! Yarım saattir yan masadaki sarışınımsı esmer akbabalar bir bir seni kesiyorlar. Evde seni bekleyen o asil kalp dururken buradaki leş yiyicilere mi yem edeyim seni!"
"Hahhah, evde bekleyen kalp mi!" Ayarsız gülüşüne sinir olmuştum ağabeyim olmasa o çocukluk anılarımızın hatırı olmasa elimdeki çantayı bir an tereddüt etmez ensesine geçirirdim. Neydi biz seven kadınların, kaderi!
"Seni ikna etmem için ne yapmam lazım. Nasıl iflah olursun sen, ayaklarına kapanayım mı? Onu bile yaparım Murat, eğer değişeceksen erinmem o ayakların altını öperim de. Her gün her gece gözü kapıda bekleyen bir kadın var karın var evde! O kadının ahını alma Murat! Yapma artık, bari sen yapma!"
Üzmeseydi erkekler kendilerini seven kadınları...
"Ne yapıyor muşun ben? "
"Oynama kadınla, umut verme. Git benden sana koca olmaz ben buyum de, özgür bırak Serap'ı. Git açıkça söyle de artık seni beklemekten vaz geçsin. Geç olmadan özgür bırak da hayatını kurabilsin. Belki bir kez daha sever, kim bilir hem belki bu kez kendisini gerçekten seven birine verir gönlünü, aile olur çocukları olur belki bu kez mutlu olur! Sen de ne halt ediyorsan ..."
Sözümü keserken bu kez alaylı değil öfkeliydi. İlk kez onu böyle öfkeli görüyordum. Onca konuşmama takılmazken Serap'tan ayrıl dememe mi bozulmuştu. Ne yani başkasını sever demem miydi onu sinirlendiren . Ne kadar bencildi erkekler!
"Sen ne biliyorsun da hayatıma burnunu sokuyorsun. Sınırları zorluyorsun Melek. Karışma bana! Karışma Serap'a! Karışma bizim ilişkimize!"
"Karışırım! Ben ne mi biliyorum? Seven bir kadının aşkına karşılık alamamasının ne kadar azap verici bir şey olduğunu biliyorum. Gözünün önünde sevdiğin adamın başka bir kadınla yan yana olmasının ne boktan bir his olduğunu biliyorum! Bunu bile isteye yapmaya ne hakkın var! Madem böyle bir hayattı istedin niye girdin kızın günahına niye evlendin onunla. Niye sanki birini gerçekten sevebilirmişsin gibi sanki birine gerçekten aşık olabilirmişsin gibi davrandın kıza !"
Yalpalayarak ayağa kalktı ve aramızda çok az bir mesafe bırakıp yüzünü yüzüme daha da yakın tutmak için bir miktar eğildi. Güçlükle ayakta duruyor, aynı zamanda gözleri kapanıp uykuya dalmamak için kendini zorluyor gibiydi. bu yaşananları yarın sabah hatırlamayacağından adım gibi emindim ama konuşmaktan vaz geçmek niyetinde de değildim. Seven kadınların hakkını zulümkâr erkeklere karşı savunmalıydım
"Sana göre ben kimseyi sevemem değil mi ? Ama bil diye söylüyorum, bu karşında gördüğün adamın da bir kalbi var Melek. Hem de içinde öyle bir ateş var ki! Yeryüzündeki tüm su kaynaklarını üzerime dökseler söndüremezler bu ateşi Melek! Öyle bir ateş ki ne alevi yakıp küle çeviriyor ne de sönmek biliyor, Bitmiyor güzelim be, bitmiyor! Sen, sen de körsün. Bana bencil diyorsun ya asıl bencil olan sensin! Kendi derdine düşmüşsün kendi derdinden ötesini görmüyorsun. Umarım sevdiğin adam da senin gibi kör değildir, senin hakkımda yarım saattir söylediklerinin aksine dilerim ki sen sevdiğine kavuşup mutlu olursun!"
Hiç bir şey anlamamıştım . Benim birine aşık olduğumu nerden biliyordu! Bana birine aşık olduğunu ama kavuşamadığını mı anlatmaya çalışıyordu? Ona kavuşamadığı ya da kavuşamayacağı için mi dağıtmıştı kendini bu kadar? Tüm bu hallerinin sebebi karşılıksız aşkı mıydı? Serap'ın yeri neydi bu hikayede peki! Onun günahı neydi?
"Sen ! Sen böyle bir şeye nasıl cüret edersin? Senden utanıyorum. Bir başkasına aşıktın madem neden ..." cümlem Murat'ın omzuma düşen başı ve bedenimi saran bedeniyle yarım kalmıştı. Öyle sarılmıştı ki bana içim titremişti. Tükenmiş bedeni benden ayakta kalmak için medet bekler gibiydi. Yaralı bir güvercinin kanat çırpması gibiydi yüreğinin çarpıntısı. Hissetmemek imkansızdı. Ağabeyimdi o benim. Tüm o sorumsuzluklarına, tüm o vurdumduymaz hallerine rağmen ağabeyindi. Babamın vefatında bile birbirimizin kollarında teselli aramayan bedenlerimiz birbirini böyle bir ücra mekanda sarmalamış iyileşmeyi umuyordu birbirlerinden. Ben ağabeyimden geçmişimin öfkesinin hesabını soruyordum içten içe o da benden aşağı kalmayıp kaybettiği geleceğin hesabını sorguluyor gibiydi.
Straplez elbisemin açıkta bıraktığı çıplak omzuma değen soğuk eller irkilmeme sebep olunca omzumun üzerinden başımı çevirip omzumdaki soğukluğa sebep olan elin sahibine baktığımda Türkan Korhanlı ile göz göze geldik.
Beklenen an gelmişti işte!
Hemen yanında iki koruma ve ardımda da dolu dolu gözlerle birbirine sarılı halde ayakta duran iki kardeşe, bize bakan Serap duruyordu.
Yutkundum!
"Anne!", dedim titreyen sesimle. İçten içe hep annemden çekinip korkardım ben. Evet evde herkes Tomris 'den çekinirdi ama ben Türkan Korhanlıdan çekinirdim hep. Sevgi en büyük zafiyetti. En çok o beni sevsin istediğim içindi belkide. Oysa o beni hiç görmezdi. Benim yıllarca evin kuytularına saklanış sebebim onun dikkatini çekmek yokluğumda endişelendiğini görmeyi beklememdi. Ama olmamıştı. Şimdide olduğu gibi o zamanda onun görüş alanında Sadece ağabeyim Murat vardı.
Korumalara başıyla bedenimden destek alarak ayakta duran ağabeyimi işaret etti.
"Murat'ın burada olduğunu neden bize söylemedin ?" Dedi düz bir sesle.
"Murat söz konusu olduğunda uçan kuştan haberiniz olur. Hem ben daha ağabeyimi fark etmeden siz haberlerine ışık hızında ulaşmışsınız ki buradasınız."
"Tabi ki öyle olacaktı, Korhanlı Holdingin Ceo 'su o. Ne kadar düşmanımız var senin haberin var mı? Baban öldüğünden beri nelerle uğraşıyoruz. Ama yok Melek hanım her zamanki gibi eğlence de keyiflerde, ailesinden de yaşadıklarından da bir haber! Velev ki denk gelmiş haberdar ama bir o kadarda umursamaz ve sorumsuz! Ağabeyin o senin, sırtını dayayacağın soy adın. Hiç değilse geleceğini, soyadını koru diyeceğim ama yedi kat el bile senden daha yararlıdır . Yazıklar olsun... "
Korumalar bilinci kapanan ağabeyimi destek aldığı bedenimden ayırıp kolları arasına aldıklarında omuzlarımdaki ağırlığın hafiflemesine rağmen omuzlarım yere düşmüşlerdi. Annem korumaların ellerindeki ağabeyimin saçlarını okşarken bir yandan da kimseye görüntü vermeden ağabeyimi arabaya götürmeleri konusunda hassasiyetle direktiflerini sıralamaya devam ediyordu.
"Neden?" Diye sordum kıvranan bir sesle, annem sorgular gibi gözlerimin içine içine baktı.
"Neden?" Diye sorumu yinelerken sesim pürüzsüz çıkmış , sorum artık daha net duyulmuştu.
"Ne, neden!"
Artık ben Serap ve Annem kalmıştık. Koca kalabalığın içinde Korhanlı soyadını taşıyan üç kadındık.
"Sevgi bölündükçe azalmaz daha da çoğalır anne! Neden beni de hoş görmedin hiç, neden beni de ağabeyim gibi sevmedin. Sana gelmiştim ya hani yıllar önce bir gün, bana işaret parmağınla hesap soran o elin neden saçlarımı bir kez bile okşamadı. Oysa o eller tarafından saçlarım okşamana ne kadar da muhtaçtı anne. Sen bizi aile mi yaptın ki şimdi gelmiş yedi kat eli bana tercih ettiğini söylüyorsun. Sen beni evlat olarak ne zaman gördün ki anne! Göremedin. Sana en muhtaç olduğum anda bile beni göremedin sen. Sana 'Beni yeniden doğurur musun ?', diye sorduğumda bana 'Dünyaya bir daha mı gelmek istiyorsun', deyip oğlunun yanına koştun ardına bakmadan. Neden bile demedin, neyin var demedin. Bir kere bile kızım nasılsın diye sormadın SEN ANNE? Ağabeyimden başka evlatlarını da sarıp sarmalasan kolların eskimezdi anne! O el Murattan başka evladının saçlarına değseydi eskimezdi!"
"Sarhoş olmuşsun sen! Saçmalıyorsun. Kendine suçlu arama o beğenmediğin ailen her zaman yanındaydı senin rezilliklerine rağmen savunduk seni. Ya sen ne yaptın, evlat dediğin evini ailesini terk etmez! Günlerdir neredesin sen ! "
"Her zamanki gibi kayıptım anne , belki bende beni bul diye bir köşede gelmeni bekliyordum olamaz mıydı?"
"Geldim işte , bizimle eve dönecek misin?"
"Sen benim için gelmedin ki anne, sen her zamanki gibi Murat için geldin. Benim burada olmam sadece bir tesadüftü."
Yanıma bir kaç adımda gelip ellerimi avucunun arasına aldı. Annemin avuçlarının içi hep soğuk olurdu. Ellerim üşümüştü avuçlarında ama o soğukluktaki sıcaklığa bile öyle muhtaçtım ki bir an olsun evet bir an olsun inanmak istedim samimi olduğuna...
"Biz aileyiz. Dost var düşman var. Yakında yönetim kurulu toplanacak. Bizde aile fertleri olarak Murat'ın yanında güçlü bir şekilde yer almalıyız. Hadi artık silkelenip toplanma vakti."
Histerik bir şekilde gülerken ellerimi annemin soğuk avuçlarından kurtardım.
"Neredeyse beni özlediğin için eve geri dönmemi istediğini sanacaktım. Herkes ne kadar haklıymış. Görmeyi istemediğim şeylere karşı nasılda kör oluyormuşum ben."
"Melek!"
"Sarhoşum anne! O yüzden söylediklerime aldırış etmeyecek bu gece kusuruma bakmayacaksın. Senin kızına değil, oğlun için müttefike ihtiyacın var, beni de bu yüzden eve çağırıyorsun. O evde benim yerim yok Türkan Hanım! Bundan sonra ben yokum!"
"Sen iyice raydan çıktın! Bunları ayıldığında bir kez daha konuşacağız. İstediğin kadar konuş hepsinin boş olduğunu, eninde sonunda kürkçü dükkanına döneceğini ikimizde biliyoruz. Sen yapamazsın Melek! O evden nefret etsen de o evden başka yerde yapamazsın, dönüp dolaşıp yine oraya sığınacaksın. Evcil hayvanlar alıştıkları düzen bozulduklarında fazla yaşayamaz ölürler. Seni ben doğurdum. Seni en iyi ben tanırım. Alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemezsin sen. Nefret ettiğin şeylerden bile vazgeçemezsin. Yıllarca tedavi gördüğün halde alkolü bırakabildin mi? Aynı alkole olduğu gibi, o sevmediğin eve de ailene de bağımlısın! " , derken gözünde küçücüktüm. Öyle kibirliydi ki duruşu, konuşuşu, bakışları ...
"Serap gideceği yere sen bırak, bu sarhoşlukla ailemizin müşkül duruma sokacak bir skandala imza atmasını istemeyiz." Ardına bile bakmadan gitti. Tükürürcesine konuştuktan sonra sanki bir pislikmişim gibi ardına bile bakmadan gitmişti .
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |