38. Bölüm

21.2 Bölüm

Fatma Tuncay
demirkalem

Serap yanıma yaklaşıp koluma girdiğinde, başımı ona doğru çevirip gözlerinin içine baktım.

"Ben sarhoş değilim Serap?"

"Biliyorum."

"O zaman niye kaldın ki benle."

"Sarhoş olmak istediğini bildiğim için."

"Bana engel olmak için kaldın yani."

"Hayır, birlikte sarhoş olmak için kaldım. Hadi dağıtalım bu gece Türkan Anne nasılsa Murat'ı adı yeni bir skandala karışmadan bulabildi, mutluluktan gözü kimseyi görmez bu gece..."

Gülüştük...

Murat'ın bıraktığında kalan içki bardağında kalan içkiyi fondipledikten sonra Murat'ın bıraktığı boş sandalyeye oturdu ve masadaki şişenin kapağını açıp şişede kalan içkiyi de bardağa boşaltıp bardağı eline alıp hava kaldırdı.

"Hadi ama eşlik etmeyecek misin?" Diye sorarken nemli gözlerinden bir kaç damla süzüldü yanaklarına. Ela gözlerinin buğusuna bakakalmıştım.

"Hadi ama bu güne değin ne istedim ki senden."

Masada karşısındaki sandalyede yerimi aldım. Barboya elimle işaret edip masaya getirmesi için içecek sipariş ettikten sonra Serap'la baş başa kalmıştık.

"Duydun değil mi?"

"Duydum , yeni bir şey değil ki, Türkan anne hep böyleydi Melek. Murat'a karşı aşırı korumacıydı. Hikayesini hepimiz biliyoruz. Erkek torun beklentisi onda travma yaptı , Feraye'yi bile yıllarca 'Ben erkek evlat doğurdum, o benim çocuğum değil .' deyip reddettiğini, hatta Feraye'yi bir kez dahi emzirmediğini, sağlıklı bir psikolojiye sahip olmadığını sen anlatmıştın bana unuttun mu?"

Tebessüm ettim. Ben Murat'la konuştuklarımıza şahit olduğunu sanıp Murat'ın aşk itirafını duyup duymadığını kastederken o konuyu annemle benim gerginliğimize getirmişti. Barboy'un getirdiği şişeyi elimden kapıp doldurduğu kadehi havaya kaldırıp , kulüpte çalan disko müziğine karışan sesiyle bulunduğumuz ortamı hiçe sayıp sanki meyhanedeymişiz gibi arabeske bağladı.

"Bu kadeeeeh, senin şerefine emmoğlu o türküyü bir daha çaaal gene çaaal!", deyip kadehi tek nefeste hüpletirken şaşkınca neyle karşı karşıya kaldığımı sorguluyordum.

"Hızlı gidiyorsun Serap, gece uzun." , deyip kendisini yavaşlaması için uyardım ürkekçe bu Serap yengem olan Serap mıydı gerçekten? Gerçi biz birbirimizi ne kadar tanıyorduk ki? Birlikte yolculuk etmemiştik, birlikte alışverişe çıkmamıştık. Sarhoşluk sınırını da hiç bilmiyordum. Daha önce hiç bir masada baş başa verip içmemiştik, hatta ben Serap'ı tek kadehten fazla içerken bile görmemiştim ki hiç. Dediğimi duysa da oralı olmadı ve aynı hızla içmeye devam etti.

"Sen haklıydın." , dediğinde duraksamıştım. Ben onu izlerken o, dibini bulduğu kadehe bakıyor orta parmağıyla kadehin ağzında parmağını dolaştırarak kadehte görünmez daireler çiziyordu.

"Ne konuda?"

"Gitmem gerektiğini söylediğinde haklıydın."

"Serap ..."

"Lütfen , devam etmem izin ver. Bak ben konuşacak cesareti bir daha kendimde bulamayabilirim, o yüzden lütfen sözlerimi kesmeden beni dinle tamam mı?", diye sordu ama yutkunup devam edemeyecekmiş gibi baktı. Sessizliğe gömülünce dayanamayıp içimdekileri döktüm.

"Duyduğunu biliyordum ama gitme sebebin bir başkasına olan aşkı yüzünden olmamalıydı sana saygısızca davrandığı ilk anda gitmeliydin. Daha önce gitmeye karar vermeliydin başkasına aşık olduğunu duyduğunda değil! "

"Aşkı yüzünden o kadar acı çekiyor ki daha fazla acı çekmesin istediğimden gidiyorum ben Melek... Ona daha fazla acı çektirmek istemiyorum."

"O değil ben çekeyim diyorsun, yine fedakarlık yapacağım diyorsun ama hata ediyorsun. Aşık olduğu kadınla evlenecekti o vakit! Onun hatalarının bedelini neden sen ödeyesin? Kendin için gitmelisin gideceksen fedakarlığına değecek biri değil Murat. Seninle evlenmek için kaç takla attığını seni o nikah masasına oturtmak için uğraştığını hepimiz biliyoruz."

"Melek! "

"Saçmalıyorsun şu anda , aşık olduğu kadın kim hem, o adam aşkı ne bilsin iki gün sonra ona da aynısını yapar o. Gitmeni destekliyorum ama kendin için gitmemeni desteklemiyorum bu ruh haliyle bir karar vermeni de gitmeni de desteklemiyorum."

"Melek o kadın benim."

"Serap anlamıyor...sun... O kadın ne !"

"Murat'ın aşık olduğu kadın benim. Bu ilişki onun için de benim içinde artık çıkmazlarda. "

"Sen neden bahsediyorsun hiç bir şey anlamıyorum. Bana aşık olduğu kadının sen olduğunu mu söylüyorsun sen şimdi? Yanlış anladım değil mi?"

"Hayır doğru anladın tam olarak söylemek istediğim buydu."

"Saçma, aşık olduğu kadını evde tek başına bırakıp ona da kendisine de işkence çektirecek mazoşist bir aşk ... saçma! Neden hem, nasıl olabilir böyle bir şey ? Çok saçma!"

"Bu masada anlatacaklarım sonsuza kadar bu masada kalacaklar Melek, sana güvenebilir miyim?"

"Serap ben... hiç bir şey anlamıyorum.."

"Anlatacağım, en başından anlatacağım bir tek sana anlatacağım."

"Neden bana güveniyorsun ,evet anlatacaklarını çok da merak ediyorum ama duyacaklarımın sorumluluğunu alabileceğimden emin değilim?"

"Melek ben gördüm. Murat'la nasıl sarıldığınızı aranızdaki bağı gördüm. Benden ve Murat'tan başka biri daha bilecekse o kişi bir tek sen ol istiyorum. Ona aslında olduğu kişiyi hatırlatabilecek olan tek kişisin. Ben gittiğimde ona toparlanması için yardım etmelisin."

"Asla bana böyle bir misyon yükleyemezsin ne haliniz varsa görün banane, merak falan etmiyorum..."

Gülüştük, ama o hala gözlerinden süzülen yaşlara da engel olamıyordu.

"Melek ben ciddiyim, senden bunu istiyorum, lütfen..."

"Neden yapayım , o buna değmez kendini suçlaman çok saçma. Biz kadınlar sevdiğimiz adamları yücelttiğiniz o yerde kalmaları için kendimizi suçlarız hep. Onları haşa ilahlaştırmak için kendimizi noksan görmemiz gerekir değil mi? "

"Melek bu öyle bir şey değil. Bak onu bu hale getiren benim tüm suç benim. Murat'la evlendiğimizde o bana aşıkken bben... ben başkasına aşıktım. Ben aşık olduğum adama inat Murat'la evlenmiştim. Nispet olsun diye."

"Ne, nasıl! Sen başkasına mı aşıksın? Kime!"

"Aşıktım dedim Melek, artık değilim , aşk bile değildi belki de öyle zannediyordum. Çünkü Murat'a hissettiğim duyguların yanında o adama hissettiklerimin esamesi olmaz. Kim olduğunun bu saatten sonra ne önemi var."

"Peki öyleyse yani geçmişte kaldıysa şimdi neden aranız böyle? Murat seni seviyor, sen de onu seviyorsan neden bu halde olasınız ki? ..."

"Çünkü Murat ona olan duygularıma inanmıyor."

" Aptal bu çocuk ya! Ağabey diyemiyorum ona, kusura bakma... Ya ben bile görüyorum ona bakarken nasıl eridiğini o nasıl görmez?"

"Ben , onunla evlendiğimizde ona öyle şeyler yaptım ki ... onun yerinde ben olsam bende bana inanmazdım Melek!" , dedi hıçkırıklarla gözlerinden sicim gibi süzülen göz yaşları artık sağanak halindeydiler. Hiç bölmeden anlatmasını bekledim. Utansa da bir tek ayrıntıyı dahi sansürleme gereği duymadan tüm çıplaklığıyla anlatmıştı.

Varlıklı bir ailenin tek kızıydı, zengin ve sosyal çevresinde ağırlığı olan bir aileye sahip olarak aşık olduğu ve kim olduğunu söylemediği adam kendisiyle olan sözü atıp yurt dışına çıkınca ona inat olsun diye kendisine aşık olan ağabeyimin evlilik teklifini kabul etmişti. Anlattığına göre ağabeyimde aşık olduğu adamı da ona olan duygularını da bilerek evlenmiş Serap'la.

"Evlendiğimiz gece Murat'a asla gerçekte karı koca olmayacağımızı söyledim. Bunu beklemiyordu. Bir gün kendisini sevebileceğime inanıyordu kendisine güveniyordu ama ben o adamı asla unutamayacağımı söyledim. Sahip olduğum her şey artık Murat'ındı da ona ailemin tek mirasçısı olarak evcilik oyunumuz karşılığında sahip olduklarımı teklif ettiğimde yüzündeki o manidar bakışı ne kadar yıl geçerse geçsin unutamayacağım. Tek kelime etmeden odadaki koltukta üzerindeki smokinle sabaha kadar oturdu. O halde bile vicdan yapmayayım diye uyuyormuş gibi yapmıştı biliyor musun? Bense kurtardığım kadınlık onurunu düşünüyor, emelime ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyordum. O zamanlar aşık olduğum ve beni terk eden adamdan daha varlıklısını daha ünlüsünü bulup evlenmiştim ne de olsa. Murat'ta kendisine layık soylu ve varlıklı bir ailenin kızıyla evlenerek hep cemiyette hem de sektörde saha güçlü bir yer edinmiş oluyordu bu da kendimi suçlu görmemek için iyi bir sebepti. İkimiz içinde karlı bir anlaşma olmuştu bana göre. Tabi ben çok sonra öğrendim tüm gerçeği."

Yutkundu ve sonrasında devam etti anlatmaya Serap.

"Rahmetli İrfan Babanın Murat'ı gözdesi olmaktan çıkarttığı o olay var ya , hani şu milyon dolarlık kumar borcu... o borç aslında Murat'ın kumar borcu falan değilmiş. Varlıklı sandığım ailem meğer iflasın eşeğindeymiş. Murat İrfan babadan kavga kıyamet aldığı o parayla meğer benim bile vakıf olmadığım ailemin sırrını açık etmeden piyasaya olan borcumuzu üstü kapalı bir şekilde ödemiş ve hatta Yalçınkayalarla aynı girdiğimiz ihaleden çekilip ikinci kez İrfan babayı karşısına alma pahasına, aile şirketimizi kurtulmasını sağlamış. O aile itibarımızı korurken ben... ben ona neler söyledim. Murat'a sorumsuz umursamaz biri diyebilir misin şimdi? Bir kez bile beni birlikteliğe zorlamadı biliyor musun? Bir kez dahi babasının gözünden düşerken, başını eğmesine sebep olanları sebebi benken, yaşananları yüzüme kakmadı. Dediği gibi yaptı ve beni özgür bıraktı ama dağıldı, zaman içinde öyle bir dağıldı ki... bana olan saygısından zaten ona aşık olmuşken, tüm gerçekleri öğrendiğimde daha da hayran kalmıştım kendisine. Duygularımı ufak ufak belli etmeye çalıştım ama öyle imkansız kılmıştım ki kendimi onun için onun lehine değişen duygularımı asla anlamadı. Sonra da gerçeği öğrendiğimi öğrendi ve ona olan aşkımı minnet duygusuyla karıştırdığımı ima ederek hiç olmadığı kadar incindi, duyguları benim yüzümden daha da dağıldı... en son o adamın yurt dışından döndüğünü öğrenince de... O hiç iyi değil Melek... Söyle bana böylesine zarif bir kalp nasıl kötü olabilir! Ben varlığımla artık ona işkence etmek istemiyorum pes ediyorum Melek... Murat'ın iyiliği için gitmeliyim Melek."

"İşte bu her şeyi açıklıyor?"

"Olanlar böyle işte. O hayırsız bir evlat gibi görünmeyi göze alıp sevdiği için her şeyi yaptı ve artık bir şeyler yapma sırası bende. Ona daha fazla zarar vermek istemiyorum anlıyor musun?"

"Tamam yapalım o zaman. Sen git , zaten sevgine inanmayan ağabeyim sen gidince her şeyin boş olduğunu anlayıp iyice dağıtsın kendini. Anlamıyorsun değil mi? O, senle aranızda yıkılmaz sandığı meselelerden dolayı bu halde. Daha saatler önce oturduğun sandalyede o otururken, aranızda yaşananlardan habersiz ona , seni daha fazla üzmeye hakkı olmadığını ve senden ayrılmasını, sana sevip sevilebileceğin biriyle tanışma fırsatı tanımasını söyledim."

"Ne yaptın ne yaptın?"

"Benim gözümde karısına değer vermeyen bir adamdı ve sende kocasına aşık bir kadın. Sen beni gözümde ona bu kadar aşıkken ondan gidemezdin, bu yüzden de seni özgür kılmalıydı . Murat bu söylediğime karşılık bana ne dedi peki biliyor musun?"

Histerik bir gülümsemenin ardından Serap;

"Doğrusunun bu olacağını düşünüp ikna mı oldu?"

"Hayır, anlattıklarına göre senin için ne kadar fedakarlık yapmışsa da o dediğini asla yapmayacak. Senden vazgeçmeyecek. Bana karışmamı, kendisini de ilişkinizi de seni de rahat bırakmamı söyledi. Ben fikrimi söylerken o söylediklerime öyle öfkelenmişti ki o an neden bu kadar öfkelendiğine anlam verememiştim ama artık biliyorum. Onun sana inanmaya ihtiyacı var ama güven kolay sağlanabilen bir duygu değil. Onun senin sevgine inanmaya ihtiyacı var gitmene değil bu yüzden ona sevgini ispatlamalısın."

"Asla inanmayacak."

"Bir yolu var!"

Bardağındakileri yudumlarken bana anlatmamı bekleyen meraklı gözlerle bakıyordu.

"Bunun tek yolu ondan gitmen." , dediğim an ağızındakileri yüzüme püskürttü.

"Ama Serap ya!" , dedim acıklı bir sesle her yanım viskiye bulanmıştı.

"Sen bana gitmememi söylemiş miydin? Şimdi tek yol gitmek diyorsun. Üstünü batırdığım için çok üzgünüm ama seni anlamakta zorlanıyorum. Tepkilerime mani olmadım, çok çok özür dilerim."

"Sorun değil beni anlamakta zorlandığını söyleyen ilk kişi sen değilsin, şanslı günündesin ki kendimi anlatmakta üşenmeyeceğim bir gecedeyiz. Berbat ettiğin elbiseme gelirsek, geçen yaz defiledeki koleksiyondan aldığın dünyada bir eşi daha olmayan o tasarım elbiseyi bana vererek elbisemi batırışını telafi edebilirsin, ayrıca ağabeyimi kazanman içinde aklımdakileri sana seve seve anlatacağım."

"Sen bana Murat'ı kazanmamda yardım et de dünyada bir eşi benzeri daha olmayan o çok beğendiğin çantayı da senin için alacağım söz"

"Ooo, oldu o zaman. Şimdi beni iyi dinle, sana ondan gitmeni söylerken ona minnet duygun olmadığını hissetmesini sağlamanı bu yüzden seni kaybetme korkusu yaşaması gerektiğini düşünüyorum."

"Akında tam olarak ne var senin?"

"Anlatıyorum ...."

 

***

Otel odasında darmadağınık bir halde geceden kalma kıyafetlerimle yatağın üzerinde uyurken çalan telefon sesiyle yeni güne açtım gözümü. Arayan Serap'tı. Dönen başım yüzünden hafifçe doğrulup telefonu komedinin üzerinden alıp kendimi yatağa geri bıraktım. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüğümde Serap fısıltıyla konuşuyordu. Hayır bu kız dün gece şişelerin dibini bulan kız değil miydi? Sabahın köründe bu ne enerjiklikti!

"Melek, gece boyu Murat dağılmış halimi evdekiler görmesin diye benimle ilgilendi. Hop oturup hop kalktı. Hala bir yere gitmedi şu anda da evde, düşünebiliyor musun?..."

" Dediğim gibi artık onu beklemek, peşinde koşmak yok. Seni kaybetme korkusu yaşamalı. Minnet duygusunda olmadığını anlamalı ama sadece buda değil, daha fazlası da olmalı. Onunla ilgilenmeyi bırak, kendinle ilgilen onu yok say. Tıpkı evliliğinizin başındaki gibi yine peşinden o sürünsün."

"Ben dayanamam ki, sabaha kadar hop oturup kalktı en sonunda koltukta sızı vermiş bir görsen, öyle masum uyuyor ki..."

"Sakın! Acımak yok, acınacak halimizden kurtulma zamanı şimdi! Dayanacağız!"

Serapla konuşurken ve bir gece evvel onun hayatını dinleyip onun için plan yaparken bazı bazı kendimi de ilahi bir gözle izliyor gibiydim. Ben yıllarca kendime acımış, mağdur edebiyatıyla kendimi kendime acındırmıştım. Bitmişti artık. Yeniden başlayacaktım. Onur da dahil hiç bir erkek için kendimi üzmeyecektim. Yepyeni bir Melek olacaktım. Kendi ayaklarım üzerinde kendi evimde kendi hayatımda dindik tek başıma tastamam büsbütün olacaktım.

"Peki diğer mevzu ne olacak."

"İlk fırsatta sermaye yapacağımız miras elimize geçince kendi işimizi kuracağız. Ufak ufak fizibiliteye başlayacağım. Her şey çok güzel olacak Serap kendimize güvenip yapabileceklerimize inanırsak yaptıklarımızın çok güzel olduğunu göreceğimiz gün çok yakın. "

"Melek!"

"Efendim."

"Çok teşekkür ederim. İyi ki varsın!"

"Rica ederim ne demek bayan dayanışması... İyi ki sende varsın Serap. İyi ki tanışmışız."

Telefonu kapatıp kendimi kaldığım odanın banyosuna attım. Duşumu alıp rutin bakımlarımı da tamamladığımda artık bebek gibiydim. Aynadaki yansımama göz kırptıktan sonra odaya dönüp çantama bakım ürünleri cüzdanımı atıp odadan ayrıldım. Kazadan sonra Onur arabanın çekici ile çekilmesi hasar tespit ve kasko işleriyle ilgilenmişti. Bu gün arabamı teslim alacak ve galeriye uğrayıp satışını verecektim. Aslında niyetim satışından sonra aynı markanın daha güncel modelini almaktı ama bu fikrimden vazgeçmiştim. Genel kurul toplanmadan belli ki miras intikali de yapılmayacaktı. Daha fazla otelde kalmaya niyetim yoktu, eve geri dönmeme konusunda da kararlıydım. Hesabımdaki para istediğim standartlarda ev almam için yeterli değildi. Arabamı satıp daha mütevazı bir araba satın alabilir ev için eksik kalan parayı da arabanın satışından alacağım paranın kalanıyla tamamlayabilirdim.

Hayatımla ilgili almam gereken kararlardan en heyecanlı olanına Serap'la dertleşirken karar vermiştim. Serap'a abimden önce kendisini düşünmesini isterken kendimi yok saymaktan beter aşamadığım sorunların dinmeyen kederi altında eziliyordum. Sevgisi uğruna yaşarken kendimi gömüp kabir azabı çektirdiğim kendimi artık affetmem zamanıydı. Artık ne Onur , ne sosyete ne kahrolası Seda ne de lanet herif Emre umurumdaydı. Hiç birinin hayatımı yönlendirmesine izin vermeyecektim. Onları daha fazla önemsemek gerçek beni bulmama, aslında be yapmak ve kim olmak istediğimi anlamama engeldi.

Bir gün içinde yaşadığım onca şey aslında bu güne gözüme açtığımda ne olmamam gerektiğine karar vermemi sağladı.

Artık hayıflanmayacak dertlerimin deva yaralarıma merhem olacak kendimi saracaktım. Ayşe Teyzemin hayattaymış gibi yaşayacak beni görmeyi arzu ettiği gibi bir Melek olacaktım. Artık alkol ve gece kulüplerine sığınmak yoktu. Aslında dün karakoldayken müvekkilini temsilen gelen oldukça seksi bir avukat görmüştüm. Tamam kabul ediyorum , ilk etapta seksi oluşuna gözüm takılmış ve kendimi avukat olarak hayal etmiştim ama sonra adaleti adilce tecelli etmesi için nasıl güçlü ve dimdik mücadele ettiğini görünce defalarca kendimi sorgulamıştım. Bunu yapabilir misin ? Bu kolay bir iş değil? Peki neden ? Emin misin?

Kendime verdiğim cevap her seferinde aynıydı. Yapacaktım. Olmak istediğim şey buydu. Ne olmam gerektiğine hiç olmadığım kadar emince karar vermiştim. Sessiz ve emin adımlarla yürüyecek ve hayallerimi gerçekleştirecektim. Tabi eğitimimi tamamlamak için geçen sürede kendimi de geçindirmek zorundaydım. Bu aşamada da Serap'la ortak planımız devreye girmiş olacaktı.

Arabamı teslim almaya gittiğimde Onur'la karşılaştık.

"Sen neden buradasın?"

"Sana ulaşamadıklarını söylemişlerdi, bende gelip formaliteleri hallettim, anahtarı bana teslim ettiler. Senin geleceğinden haberim olsaydı..." Sözünü kestim.

"Anladım... " Serap'la sabah konuşmamız zannettiğimden de uzun sürmüştü sonrasında aranmamıştım. Telefonumda meşgulken gelen aramalara açık duruma almayı aklıma not ettim.

"Anahtarımı alabilir miyim?"

Ceketinin iç cebine sağ elini daldırıp çıkardığında eli yumruk halindeydi. Yumruğunun sırtı yere paralel gelecek şekilde elini çevirip bana doğru uzatıp avucunu açtı.

Elimi uzatıp avucundaki anahtarı aldığımda boşalan eliyle havadaki elimi bileğimden yakaladı. Ben neye uğradığımı anlamaya çalışırken Onur da ne yaptığının farkında değil gibiydi. Onun ne düşündüğünü ne hissettiğini anlamak her zaman imkansızla eş değer olurdu ama bu gün gözlerinin altındaki mor halkalar ve düşük omuzlarından okuduğum yorgunluğundan olsa gerek kendini ilk kez açık ediyordu.

Bocalıyor, kendi kendiyle savaşıyor ve acı çekiyor gibiydi. Belki de onun bu halleri sadece benim aklımın yanılgısıydılar.

Bileğimi, elinden kurtarmak için çekmek istediğimde daha sıkı kavradı.

"Melek konuşmamız lazım."

Gözlerimi gözlerine kilitledim. Karaları parlıyordu. Kendime kendim için bir söz vermiştim her şeyi geride bırakacaktım. Kolay değildi yıllarca ev sahipliği yaptığım duygulara hiç tanışmamışız gibi veda etmek. Can yakıcıydı.

Sabah, kendime hayallerimi gerçekleştirme planlarımı madde madde sıralarken her şey çok basitmiş gibi hissettiriyordu ama dile kolaydı kalbe değil!

"Oolur ama çok fazla vaktim yok."

"Evim buraya yakın biliyorsun , bana gidelim!"

"Yol üzerinde konuşabileceğimiz bir çok kafe var aslında ,hem evinden daha yakınlar orada konuş...". Bu kez cümlemi tamamlamam müsaade etmeyip kesen o oldu.

"Melek lütfen! Etrafta izlenip dinlenme endişesi olmadan rahatça konuşuruz." Dediğinde kendisine hak verdim.

"Tamam."

Bu günlerde magazin haberlerinde oldukça sansasyonel hal alan özel hayatlarımızla ilgili magazincilere daha fazla malzeme vermemek en doğrusu olacaktı. Kameralı telefonların icat edildikten sonra mertliğin bozularak herkesin magazin muhabirliğe soyunduğunu bir çağdaydık, karşımdaki adam benim yüzünden bu kirli mecrada oldukça popüler biri haline gelmişti. Onur benim camiamdan nefret ederdi, onu daha fazla müşkül duruma düşürmemeliydim. Artık sadece kendimi düşünecektim değil mi? Bu son olacaktı.

Bu son olsundu...

Yaklaşık olarak yirmi dakikalık yolculuğun ardından Onur'un evinin garaj kapısının önüne vardık, Onur'un arabasının peşi sıra bende garaja arabamı parka aldım marj anahtarına basıp motoru kapattıktan sonra arabadan indim. Yol boyu karma karışık olan kafamı toplamaya gayret ediyordum. Dün ona onu sevdiğimi ilk kez sesli bir şekilde dile getirmiştim , karşılığında da onsuzluğa terk edilmiştim. Bana ne söyleyecekti ne söyleyebilirdi o da bana beni bir zamanlar nasıl sevdiğini anlatmıştı değil mi? Çınar'a da aramızda bir şey olmasının mümkün olmayacağını da söylemişti. Onun için ben dün yaptığı gibi geride kalmış bir sedaydım. Geleceğimiz olmayacak bir sevda.

Garajdaki Onur'un evine açılan kapıdan ilerledik. Bu eve ilk kez geldiğim daha bir kaç gün evveli gecesinde çok kısa bir anda olsa sanki aramıza , arkadaşlığımıza, sevgimize yıllar mesafeler, günahlar girmemiş gibiydik. O gece de her güzel şeyin sonu gibi hazin bir şekil sona ermişti. Onur'u ardında takip ederken her adımda içimdeki kasvet katlanarak artıyordu. Salona giden yoldaki o karanlık dar koridorun önüne geldiğimizde Onur ardına bakmadan ilerlemeye devam ederken, nabzımın hızlandığını hissedip duraksadım. Ciğerlerimde boşluk bırakmaksızın soluduğum havayı titrek bir şekilde bırakırken sıktığım yumruklarım yüzünden tırnaklarım ayalarıma batmıştı. Kabul etmeliydim, Feraye'yi kurtarmaya gittiğimiz gece kulüpte olanlar geçmişte yaşayıp yok saydığım her bir detayı tekrar gün yüzüne çıkarmıştı. tedirginliğim, korkularım ve hassasiyetlerim günden güne artar olmuştu. Yıllar önce yaşadığım atakların tekrarlanmasından korkuyordum. Bu kez beni hayata bağlayacak bir Ayşe Teyzeye de sahip değildim. Kendi kendime yetmem konusunda ne kadar kararlı olursam olayım korkularımla baş edebilecek kadar kendimi güçlü hissetmiyordum.

Kendi kendime sessizce söylene söylene dar koridora adımımı attım. Onur ardında bakmadan ilerlerken farkında olmadan, koridorun girişinde duraksayan benle aramızda epeyce bir mesafe oluşturmuştu.

'Burası o koridor değil, burası güvenli, burası orası değil Melek...' Titrek attığım üçüncü adımda dar olan koridorun daha da daralmaya başladığını hissettim. Duvarlar beni sıkıştırmak üzere hareket ediyor gibiydiler. Kollarımı iki yana açıp duvarların sanki mümkünmüş gibi beni sıkıştırmalarını önlemek istedim. Gözlerimi açık tutmaya çalışsam da başaramadım. Zaten ne görmeyi umuyordum, kapkara uçsuz bucaksız bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordum.

"Onur... Onur yardım et." , yorgun düşen sesimi, ben bile güçlükle duyuyorken Onur'a ulaştırmam imkansız gibiydi. Ne ilerleyecek ne de geriye dönecek gücüm kalmıştı. Ben bu kadardım işte. Gücüm bu kadardı. Sert zemine çarpan başımın sızısını hissettiğimde bedenimde artık yere serili olduğunu anlamıştım.

 

***

 

"Melek... Melek beni duyuyor musun? Melek benim Onur. Melek Beni duyuyor musun?"

Kaybolduğum karanlıktan kurtulmam için bana yol gösteren, yine aynı karanlığın sahibi olmuştu. Onur'un sesini duyuyor fakat ne gözümü açacak ne de hareket edecek gücü hala kendimde bulamıyordum.

"Kahretsin, ben nasıl fark edemedim? Melek ... Melek. "

Yüzüme dokunan iri parmakları dokundukları yeri yakıyordu. Yüzümü yalayan nefes titreyen bedenime şifa gibiydi. Güçlükle aralayabildiğim gözlerimi, kan oturmuş bir çift kara göz selamladı.

"Melek? Nasıl hissediyorsun, daha iyi misin?"

Yavaş yavaş etrafta göz gezdirdikten sonra , Onur'la birlikte film izlediğimiz odadaki koltuğun üzerinde yatıyor olduğumu gördüm. Ağır hareketlerle doğrulmaya çalıştığımda Onur müsaade etmedi.

"lütfen, biraz daha kendine zaman ver."

Ayaklarımın altındaki minderi ,ayaklarımın altından aldığında ayakkabılarımın ayağımda olmadıklarını fark etmiştim. Bana doğru eğilip bir kolunu başımın altına sokup koltuktan bedenimi bir miktar ayırdıktan sonra diğer elinde hala tutmakta olduğu minderi başımla koltuk arasına yerleştirmeye çalışıyordu. O tüm bunları yaparken yüzümle boynu arasında yok mesafesi vardı , aramızdaki yakınlıktan istifade büyük bir açlıkla onun kokusuyla ciğerlerimi dolduruyordum. Başımı mindere yerleştirdiğinde artık yüz yüzeydik, fazla yakındık. Ben onun kokusuyla sarhoş olmuş ona bakarken onun yüzünde de görmeye alışık olduğumdan farklı bir ifade vardı. Şu anda aklından geçenleri bilmeyi öyle çok isterdim ki. Bunu başarabilir aklından geçenleri okuyabilirmişim gibi ben de onun gözlerinin içine bakarken sanki oda bana onu anlamam için bana fırsat tanıyor gibi kıpırdamadan gözlerimin içine içine bakıyordu. Yutkunurken aşağı yukarı hareket eden adem elmasını görmem sabrımın son damlası olmuştu. Daha fazla bu şekilde durmamız akla, kalbe, ruha zarardı. Ne yaparsak yapalım bu şekilde birbirimizi anlayamazdık.

"Konuşmamız gereken şeyler olduğunu sanıyordum." ,dedim benden beklenmeyecek kadar çekingen bir sesle.

"Kendini daha iyi hissettiğinde konuşuruz." dedi fısıldar gibi, gözleri dudaklarıma kaydığında boğazıma bir şey kaçmışta gıdıklıyor gibi hissettirmişti.

"Konuştuğumuzda kendimi daha da iyi hissedeceğim. " Dediğimde artık benimde gözlerim Onur'un dudaklarındaydı. Birbirimizin nefesini soluyorduk. Dudaklarımızdan çıkan sözlerle bedenlerimizin yaptığı çok farklıydı.

"Aklım , aklım çok karışık Melek. İlk defa bu kadar kontrolsüzüm?" derken acı çekercesine inliyor gibiydi.Ve ben sonunda onun aklımda geçenleri öğrenebilecekmişim gibi hissettim.

"Neden?" fısıldadım.

"Dün söylediğin şey... Aklımı yitirecek gibiydim, hala da öyleyim. Ne olur aklımdaki sorulara cevap bulmamda bana yardım et." Yalvarırcasına söylediği kelimelerini yudumlamamı ister gibi dudakları dudaklarıma yakınlaştırdı. Bu yakınlıkta konuşmaya devam ettiğimizde dudaklarımızın birbirine değmesi kaçınılmazdı. Gözlerini gözlerime doğru kaldırdığında kirpiklerinin hareketini yüzümde hissettim. İçli bir şekilde nefes alıp olacakları göze alarak karşılık verdim.

"İkna olmak aklın..." derken dudaklarım dudaklarına değdiğinde, bedenim tarifi olmaz bir yangın yeriydi. Güçlükle de olsa titrek bir nefes daha soluyarak devam ettim "... sevmek kalbin işidir Onur. Benim kavgam sadece kalple." dediğimde dudaklarımı kapatmama fırsat vermeden Onur'un dudakları dudaklarımı sömürmeye başlayıp başımın altındaki minderle arama Onur'un güçlü kolları girmişti. Kendimi bir anda yattığım yerden doğrultulmuş ve Onur'un kucağında oturur halde bulmuştum.

Kendime verdiğim sözler, ondan vazgeçme kararlarımın hepsi şu anda tarumar ediliyordu.

Bu ilk öpüşmemiz değildi değil mi? Peki biz daha önce öpüştüysek şu anda yaşadığımız şey neydi?

Bedenimdeki hassasiyet her bir noktamı hissedecek boyuta ulaşmıştı. Bacaklarımı aralayıp ata biner gibi Onur'un kucağına iyice yerleştiğimde, soluksuz bırakacak şekilde dudaklarımı sömüren Onur'un, ellerimin altındaki göğüsleri, kadınlığımın altındaki varlığı da dahil tüm bedeni kaskatı kesilmişti. İlk kez onun sertliği bana acı değil zevk veriyordu.

Göğsündeki elimi bedeninde sürüyerek omuzlarına çıkardım, bir elim şu anda durduğu yerden memnunken diğer elim rotasına devam etti ve Onur'un ensesinden yol alıp vardığında, ensesinde en yaramaz halleriyle konaklarken Onur'un saçlarını arsızca çekiştirmeye başladı. Nefessiz kaldığımı hissettiğim bir anda sağ elimle kavradığım saçlarına güç uygulayarak yüzünü yüzümden uzaklaştırdığımda, dudaklarını dudaklarımdan ayırması ve hakkım olan nefesi solumak için bana zaman tanımasını sağladım. Onun da benim gibi soluklanmaya ihtiyacı vardı, aynı zamanda birbirimize olan açlığımızı doyurmamıza da. Bir kaç kez soluklandıktan sonra aynı hızla Onur'un dudakları tekrar dudaklarıma kapandı ve bir anda bedenimi Onur'un bedeninin ağırlığı altında, üzerinde oturduğumuz kanepede sırt üstü yatarken buldum . Onur'un kendini bana bastırmasıyla yetinmeyip ben de sıyrılan eteğimin açıkta bıraktığı bacaklarımı Onur'un beline dolamış, topuklarımı Onur'un kalçalarına bastırarak tatmin olmak için Onur'a daha fazlasını istediğimi belli ediyordum. Ben ondan daha fazlasını isterken ona daha fazlasını sunmamak bencillik olurdu. Dudaklarımız nefeslerimizi düzene sokmak için birbirlerine zaman tanırken başımı geri atarak boynumda hayranı olduğum dudakları için yer açmıştım. Davetim çok geçmeden kabul görmüş boynumda hissettiğim ıslak öpücüklerin bıraktığı his kıkırdamama sebep olmuştu. Onur gömüldüğü boynumdan doğrulup yüzüme şaşkınca bakarken dudaklarımı mahcup olmanın verdiği utançla birbirine bastırdım.

Boynumdan gıdıklandığımı bilmiyordum. Bile bile kendi topuğuma sıkacak kadar da aptal değildim.

Onur'un iki kaşı ortasındaki çizgiyi derinleştirecek derecede kaşlarını çatmasından ürküp gözlerimi kırpıştırmam bir mucize yaratmıştı. Ömrümde şimdiye kadar kendisinden hiç görmediğim o şahane gülümseyişi bahşetmişti bana. Ben onun gülümseyişinin her bir detayında kaybolup kendimden geçerken birbirine bastırdığım dudaklarımın aralanışına kaydı Onur'un bakışları. Gülüşü soldu önce, yutkundu sonrada çenesini kastı. Aklından her ne geçiyorsa hoşuma gitmemişti.

Onun bir anlık dahi olsa aklından geçip yüzüne vuran şey bende mevsimleri değiştiriyordu.

Bilmiyordu.

Yaz bir anda kışa dönüyor, alevim buza dönüyordu.

Üşütüyordu.

Tekrar kapandı dudakları dudaklarıma, ama bu kez ki sertti. Agrasif bir şekilde dudakları dudaklarımdan hesap sorarken kalbimi acıtıyordu. Az evvel hissettirdiklerinden eser kalmamıştı duygularımda. Boynuna doladığım kollarımı çözüp göğsüne baskı uyguladığım iri bedeni, kendimden bir miktar uzaklaştırdığımda artık yüz yüze, göz gözeydik.

O bana sorgular gözlerle çattığı kaşlarının altından bakarken ben, bedeni altındaki bedenimi panikle ondan sıyırmaya çalışıyordum.

"Melek." , dediğinde telaşeyle bedeni altımdan bendenimi çektim ve ellerimle yüzümü sıvazlayıp saçlarımı geriye ittim.

"Melek!"

"Lütfen dur!" aynı anda birbirimize seslenirken dizlerimi karnıma doğru çekip koltuğun köşesinde küçücük kalmıştım ayaklanıp üzerime doğru gelişini gördüğümde ellerimi yüzüme siper ederken kontrolsüzce haykırdım.

"Yaklaşma lütfen dur Yaklaşma!"

Çalan kapı sesi içinde bulunduğum anın şokundan beni kurtarmıştı. Ben az önce ne yaşamıştım. Karşımdaki Onur'du ve o da bana yabancı birine bakan gözlerle bakıyordu. Tekrar çalan kapı zilliyle bu kez de o kendine geldi.

"Melek sen..."

"Kapı , kapı çalıyor birini mi bekliyordun." , dedim ısrarla çalan kapıyıya vurgu yaparak.

"Hayır, çalar çalar gider. Bizim konuşmamız lazım..."

Bu kez de kapı yumruklanarak çalınıyordu, gözlerimiz kapının olduğu yöne aynı anda kaymıştı. Bu şekilde kapı çalan biri bu eve de sahibine de yabancı olamazdı. Tekrar Onur' la göz göze geldiğimizde Onur.

"Şimdi kapıya bakıyorum ama bir yere ayrılmak yok, konuşacağız Melek!"

Benim cevap vermeme fırsat bırakmadan salondan ayrıldı. İkimizde birbirimizdeki tuhaflığı hissetmiştik bir kere. O beni hala affetmemişti bende hala ondan bir şeyler saklıyordum. Çok fazla açık vermiştim. Ona hep onu sevdiğimi söylemekle hata etmiştim. Koltuktan kalktım ve eğilip ayakkabılarımı aramaya koyuldum. Koltuğun köşesinde duran ayakkabılarımı ayağıma geçirip bluzumu ve saçımı düzelttim. İyice yukarı kayan ve bluzumun altında yok gibi duran eteğimi aşağı doğru çekiştirirken duyduğum arbedeyle gözlerimi kapıya doğru çevirdiğimde, salon kapısının önünde birbirleriyle bağrışan Seda ve Onur'la karşı karşıyaydık artık. Onur Seda'nın salona girmesine engel olamaya çalışsa da artık çok geçti.

"Seda! Sana müsait değilim, sonra konuşalım demiştim."

Sedanın bakışları üzerimde aşağıya çekiştirdiğim eteğimden yukarı doğru imayla süzüldüler, sözlerinin muhatabı Onur iken bakışlarının hedefinde ben vardım.

"Ben saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum. Alışılmışlığın dışında Hastaneye sebep belirmeksizin uğramamışsın , telefonlarıma cevap vermiyorsun. Araban parkta ama defalarca çaldığım kapı dakikalarca sonra AÇILIYOR. VE sen bana müsait değilim sonra konuşalım diyorsun. Üstelik salonunda BU KADIN VARKEN!"

"Seda!"

Aralarında kendimi fazlalık gibi, hatta dahada öte bir çiftin arasını bozan şirret bir kadın gibi hissediyordum.

"Haberlerin gözüktüğü gibi olmadığını söyledin bana ve bende inandım, sorgulamadım bile Onur! Ailem ..." dedi bir kaşı kalkerken düzeltti kendini Seda ve aynı tondan bağıra bağıra sözlerine devam etti. " ... Ailemize , çevremize ne diyeceğiz daha ne kadar devam edecek bu saçmalık. Benim suçum ne! Daha ne kadar çabalamam gerek söyle!"

"Sseda!"

Onur'un Seda'ya titreyen duygulu sesiyle karşılık vermesinden sonra Seda Onur'un üzerine atılıp kollarını Onur'un boynuma doladı ve ağlamaya başladı.

"O kadın daha bir kaç gün önce İtalyan biriyle beraberdi, eniştesi olacak adamla kardeşi evlenmeden önce evlilik hayalleri ..."

"YETER!" , dedim titreyen sesimle haykırarak. Masa üzerinde duran çantamı da bir hışım kapıp salondan ayrıldım. Kare şeklindeki hole girip evin hala açık duran ön giriş kapısına doğru koşar adımlarla ilerledim. Tam kapıdan çıkmak üzereyken bileğimden tutulmanın verdiği baskıyla yerimde kalakaldım.

"Melek konuşmalıyız."

"Sende böyle mi hissetmiştin?"

"Ne ?"

"Emre'yle beni öğrendiğinde. Beni affet demiştim, affettim demiştin ama asla affetmedin. Kalbinle aklının savaşı hiç bitmedi bitmeyecek. Zaferin sahibiyse hep serden gelenler senin için . Ya az evvel biz neredeyse ... Neden ya neden! Madem hayatında biri vardı, bana, bize bunu neden yaptın!"

"Melek! Sus ve dinle!", söyleyeceklerimi Seda duysun istemiyor gibiydi. Ne fark ederdi? Ben yeterince rezil olmuştum.

"Hayır! Sen beni dinle! Beni affetmemene alıştım, beni aşağılamana da ama bu çok , çok fazla bu kadarını yapmamalıydın. Bu kadar aşağılıkça bedenimle oynamamalıydın. Gözlerin bana artık o eski saf halleriyle bakmıyorlar, anladım ki bir daha da bakmayacaklar ! Bu gün anladım ve emin oldum ben! Sen hep haklıymışsın, Çınar'a söylediklerinde de haklıydın. Ama benimde söyleyeceklerim var; Bizim aramızda bundan sonrası asla olmayacak Onur Akın. Bitti! Ben vazgeçtim bizden. Çabalamaktan düzeltmekten belli ki olmuyor olmayacak! Bundan sonra benim için artık sen de herkes gibisin!"

"Melek!", diye arkamdan haykırırken son bir kez ardıma baktığımda Seda'nın onun yanına geldiğini görmüştüm.

Neden dönüp bakmıştım ki!...

 

 

Yirminci birinci bölüm sonu...

Bölüm : 29.07.2025 18:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...