41. Bölüm
Fatma Tuncay / MİRAS / 23.1 Bölüm Kalplerin Savaşı

23.1 Bölüm Kalplerin Savaşı

Fatma Tuncay
demirkalem

 

>>>>>>>XXIII<<<<<<

 

"Şimdi lütfen söyleyin bakalım, elinde olmadan deli olan mı, yoksa bilerek delirenler mi daha akıllıdır?"

 

'Cervantes (Don Kişot)'

 

>>>>>>>XXIII<<<<<<

 

 

 

Feraye Yalçınkaya

 

Terapiler yüzünden her defasında Ataköy'deki rezidansla çiftlik evi arasında mekik dokumak oldukça yorucuydu. Bu yüzden bavulumu hazırlamaya karar vermiştim. Adem bu duruma şiddetle karşı çıkıyordu , evdekilerinde yüzleri bu kararımdan mütevellit asıktı ama kararımdan cayacak da değildim.

Giyim odasından son olarak bir kaç takım da iç çamaşırı alırsam her şey tam olacaktı. Ellerimi iç çamaşırı takımları üzerinde gezdirirken aklıma Çınar gitmeden önce geçirdiğimiz son gece geldi. Onun için dakikalarca iç çamaşırı seçtiğim o son gecemiz... Gözlerim dolarken yüzümde de tebessüm ettiriyordu o gün geçirdiğimiz anılarımız. Bir kaç gündür beni aramamıştı, konuşamamış sesini duyamamıştım. Onu çok özlüyordum.

Elime aldığım bir kaç takım çamaşırı özensizce bavula yerleştirdim. Komodinin çekmecesini açıp o akşam Çınar'ın doğum günüm için hazırladığı parfüm kutusunu çekmeceden alırken hemen altındaki mavi ciltli deftere takıldı gözüm. Aklımdan tamamen uçup gitmişti bu defter Nesrin Yalçınkaya'nın günlüğüydü ve yeri kilitli odaydı. Odanın kilidi Çınar gelmeden açılmazdı ve bu da günlüğün yerine koyulması için uygun şartları beklemem gerektiği anlamına geliyordu. Yokluğumda odanın temizliği sırasında günlüğün bulunma ihtimallerini göze alamazdım, günlüğüde parfüm şişesiyle birlikte bavula atıp son olarak da Çınar'ın evliliğimi ilan ettiği davet gecesi bana verdiği yüzüklerin kutularını da bavula atıp fermuarını çektim ve odadan çıktım. Holdeki bir kaç adım ötemde duran kapıya ilişti gözüm, yaklaştım yaklaştım ve durdum.

Bavulu, çekme sapından dik bir şekilde tırabzanların yanındaki merdiven başında bıraktım ve bir kaç adım daha ilerleyip Çınar'ın odasının kapısının önünde durdum. Derinden soluduğum nefesi sesli bir şekilde bıraktıktan sonra kapının kulpuna asılıp kapıyı açtım. İçeri girer girmez ardımdan kapattığım kapıya sırtımı dayayıp sürterek yere çöktüm. Göz yaşlarım yüzümde sicim hali alırlarken ben içine düştüğüm duygu seline karşı yenik düşüp boğulmamak için çırpınıyordum.

Nil Hanım'ın sorduğu sorular bana duygularımı da sorgulatmışlardı. Mecbur olduğum koşullara uygun olarak beynim olumlama yapıp gerçekte hissettiğim duyguları farklı isimlendirmemi sağlıyorlardı. Nil Hanım bunu sesli dile getirmese de bana düşüncelerimde beni doğrular gibi bakıyordu. Ben Çınar'a mecbur kalmıştım aşık değildim ona göre. Seanslarımızın evirildiği noktalardan biri buydu ; Beni en çok yaralayanı!

Ellerimi yüzümden çekip odada göz gezdirdim. Çöktüğüm yerden tekrar doğruldum. Kapının karşısında duran siyah nevresim takımının serili olduğu yatağa doğru yürüdüm ve kendimi yatağa sırtüstü bıraktım. Kısa saçlarım dağıldılar onun teninin değdiği örtünün üzerine. Her bir saç telim bile onu hissetmişti, emindim. Onun kokusunu solurken nefes nefes kalbimde hece hece onun adını zikretti.

Yatakta cenin pozisyonu alıp sağıma yatarken yumdum gözlerimi, onu yanımda hayal edebilmek için...

Onun kokusu öyle doldu ki içime yastığını o diye öptüm , o diye okşadım istemeden de olsa göz yaşlarımla ıslattım...

Bu aşk değilse neydi?

Baba sevgisi görmemiş, kimse tarafından doyasıya sevilmemiş bir kızın kendisinden yaşça büyük birisinden sevgi, ilgi korunma ihtiyacı duyması mı? Bunun bir adı da vardı; 'Daddy Issues'

Yok yok, başlarda halam tarafından emanet edilsem de, kaçırılıp hapsedilir gibi bu çiftliğe mahkum edilmiştim. Stolckhom sendromu olmalıydı!

Nil hanımın gözünde ben hangisiydim!

Seanslar bana iyi gelmiyordu, beni kendime yabancı hissettiriyordu. Seanslarda kendimden aramızda olmayan bir üçüncü kişi gibi bahsediyorduk, bana kendimi dışarıdan izlettirirken, izlediğim kişi ben değildim sanki. Yaşadıklarını hisseden Feraye ile yaşadıklarını anlattığında Nil Hanım'ın sorduğu soruların cevabı olan Feraye aynı kişiler değildi.

Benim Çınar'la konuşmaya onun kollarıyla sarmalanmaya ölesiye ihtiyacım vardı, bir şeyler yanlıştı hissediyordum ama ispatlayamayacağımdan kimseye anlatamıyordum. Çınar'a söz verdiğim için seansları bırakmak istemiyordum ama yanlıştı işte bir şeyler eğer Çınar'a ispatlayabilseydim bir saniye dahi Nil Hanımla görüşmeme izin vermezdi belki de...

Onun kolları arasındaymışım gibi hissettiren kokusuyla mayışıp kısa bir an uyuyuvermiştim uzandığım yerde. Tabi bu iç geçmesi denen şey de çok sürmemişti. Günlerdir ilaçlar yüzünden uyukluyordum. Tabi uykularım da hayatım gibi bölük pörçüktüler.

Yattığım yerden doğrulup karışan saçlarımı elimle taradım. Yatağın üzerinde kalçamı sürerek yatağın kenarına gelip ayaklarımı yere doğru sarkıttım, öyle bir müddet daha bekleyip etrafa baktıktan sonra tekrar uyuklamamak için yerimden kalkıp Çınar'ın giysi odasına doğru adımladım.

Üzerinde görmeye alışık olduğum takım elbiselerine, asılı oldukları üst askılıklara sol kolumu kaldırıp elimi değdirerek yürüdüm. Ceketlerin son bulduğu yerde renklere göre sıralanmış gömlekler başlayıp devam ediyordu. Gömleklerdeki bir detay henüz dikkatimi çekmişti. Gömleklerin iç manşetlerinde 'Ç.Y.' harfleri işlenmişti. Nakışa parmağımı sürerken yüzümde oluşan gülümsemeyi, yüz kaslarım gerildiğinde hissettim.

Yüzümü güldürenim neredesin! Sensiz gülüşlerim buruk kaldılar...

Odanın ortasındaki cam kapaklı, çekmeceli ada dolaba yaklaştım. Üst cam kapağından gözüken çekmece bölümlerindeki aksesuarlara göz gezdirdim; Kemerler, saatler ve siyah ve bordonun tonlarından kadife kutular. Çekmeceyi çekip kadife kutuları kapaklarını açıp kutulara sırayla bakmaya başladım. Siyah ipeksi kadifeyle kaplanmış sol köşesinde altın kabartma İbraniceyi andıran harf kümelerinin olduğu kutuyu aldım elime. Okuduğum bölüm gereği tarihi yapıları incelerken farklı kültürlerin yazı ve sembollerine aşinaydım ama bu kutu üzerindeki yazının ne olduğuna dair net bir bilgim yoktu. Oldukça gizemli görünen kutuyu açtığımda içinin boş olduğunu gördüm.

Tam bir hayal kırıklığı!

Ama bu kutu her ne içinse içinde korunan aksesuarın kutunun merkezine konacak şekilde aksi yönde kabartma vardı ki bu da yuvarlağımsı ve tırtıklı bir nesneye ait olduğunu düşündürüyordu. Özenle kutuyu yerine koyduktan sonra sıradan diğer kutulara bakmaya devam ettim. Çoğusu hediyeydiler, kutu içlerinde bulunan kol düğmelerinin , kravat iğnelerinin yanlarındaki iyi dilek notlarını da görmüştüm. Yalnızca biri hariç. Çok orijinal duran bu kol düğmelerinden tekini elime alıp incelemeye başladığımda içerisinde dikkatle bakıldığında fark edilebilen 'Ç.Y' harflerini gördüm. Gümüş üzerine gold işlemeleri olan ve işlemeler içerisine ad ve soyadının baş harflerinin gizlendiği çok şık düğmelerdi. Elimdeki teki yerine koymayıp kol düğmelerinin kutusunu kapattım, kutuyu çekmeceye koyup çekmeceyi rafına yerleştirdim.

Barış Manço'nun kol düğmeleri şarkısının sözlerinde ki gibi, biz bir araya gelene kadar kol düğmeleri de ayrılsınlar istedim. Çok çoçukcaydı belki yaptığım ama öyle olsun istiyordum. Odadaki duvarda asılı olan aynadaki yansımamla göz göze geldiğimiz de yaptığım çocukluğuma kızıp, aynadaki tersime azarlar gibi bakmaktan da kendimi alıkoyamadım tabi vicdanımı da rahatlatmam gerekiyordu.

Sonra da gülümsedim ve çok istediği oyuncağa kavuşmuş şımarık bir çocuk gibi elimdeki kol düğmesine methiyeler yazdım bakışlarımla... Ona ait bu özel şeyi elimde tutarken o yanımdaymış gibi mutlu bile hissettim kendimi. Bu sevincimi bu günkü seansımızda Nil Hanıma anlatacak olursam eminim ki bana yine kendimi mutlu etmek için şartladığım Çınar'a bağımlı olduğumu söyleyecekti. Pardon söyletecekti, çünkü o, sorduğu sorularla aslında hissetmediğim şeyleri bana düşündürtecek sorular soruyor ve düşündüklerimin gerçek olduğunu kabul etmemi sağlıyordu. Yani bence öyleydi. Anlattıklarımı dinleyip gereksiz detayları abartıp kabartıp kendimi sorgulamamı sağlıyordu. Bu böyle ne kadar daha devam edecekti? Bir de verdiği ilaçlar! İlaçlar krizlerin elimden beni kurtarsa da bu kez de sürekli uyku ve uyanıklık arasında bir yere beni hapsetmişti.

Bazen rüyalarımla gerçekleri ayırt edemediğim anlar yaşıyordum. Çınar'a verdiğim söz olmasa çoktan terapileri bırakırdım. O geldiğinde her şey çözülecekti ama, ona bu konuda da inanıyordum. Beni anlayacaktı. Sevgimi birilerine ispatlamak ya da kabul ettirmek zorunda değildim ki ben. Kendime bile! Nasıl hissediyorsam öyle davranacaktım. Doktorlar ne bilirdi ki yüreğin sancısını...

Derin bir nefes soludum ve aklımda susmak bilmeyen sorgulamalarıma kulaklarımı tıkayıp parmaklarım arasındaki kol düğmesine dudaklarımı bastırdım ve başımı tekrar geriye çekip düğmeye hayranlıkla bakmaya devam ettim. Kot pantolonumun cebine atmak isterken , kendimi yankesici gibi hissetmedim desem yalan söylemiş olurdum. Dar olan pantolonun cebine düğmeyi sokmaya çabalarken düğme elimden yere düşüp bir kaç tur yuvarlandı, ağırlık merkezi olan sapı sayesinde boy aynasının önünde duruverdi. Rafların altına yuvarlanmadığı için içimden şükürler ettim , aksi halde onu oradan çıkarmak için evdekilerden yardım istemek zorunda kalabilirdim. Onlara yankesici gibi Çınar'a ait kol düğmesini cebe indirmeye çalıştığımı nasıl anlatabilirdim ki!

Hevesle dizlerimin üstüne çöküp düğmeyi elime aldım, dizim üstünde doğrulup cebimi bollaştırdım ve bu kez düğmenin cebimdeki güvenli yerini almasını sağladım. Tam yerden doğrulurken önünde diz çöktüğüm aynanın köşesine takıldı gözlerim.

Yutkundum...

Batıl inançlarım yoktu ama kırık aynanın yedi yıl uğursuzluk getirdiğine olan inancın çok yaygın olmasından bende bu uğursuzluk haberinden haberdar olmuş ve içimi kaplayan huzursuzluğa yenik düşmüştüm. Aynı benim aynam gibi bu aynada kırıktı.

Dikkatli baktığımda gözlerime inanamadım. Çatlama şekli bile benimkine benziyordu. Bu detaya niye takıldım bilmiyorum ama çatlama şekli bir garip olduğundan benimkiyle bu aynanın da aynı şekilde çatlamış olması şaşırtıcıydı. Belki de zihnim oyun oynuyordu... Hızla giyim odasından, ardından Çınar'ın odasından çıkıp kendi odama koştum. Odanın kapısını açıp içeri daldım ve bir kaç büyük adımdan sonra kendi giyim odamdaki aynanın önüne varabildim. Eğildiğimde aynada görmeyi umduğum kırığı göremedim.

Bu nasıl olmuş olabilirdi ki!

Odalardaki aynaları mı değiştirmişlerdi!

Yenisiyle değiştirmek varken neden böyle bir şey yapasınlardı ki?

Ayağa kalktım. Aynayı incelemeye başladım. Eğer sökülseydi illa bir köşesinden tadilat olduğu kendini belli ederdi. Kokusu, cilası, vidası illa belli ederdi. Aynanın köşe işlemelerinin arasındaki montaj vidalarını gizleyen metal kapakları da dahil çerçevede elimi gezdirdim. İçim bir tuhaf olmuştu. Ne arıyordum bilmiyorum ama bu kez de aynaya yumruk yapıp elimin eklemiyle kapı çalar gibi seri bir kaç hareketle tıkladım. Beklediğim gibi tok ses geldi ama tuhaf bir şekilde ayna az da bir miktar olsa sallandı.

Kollarım iki yanıma düştü önce, sonra tekrar ellerimi kaldırdım ve ayna çerçevesini zorlamaya başladım. Çerçevenin etrafındaki raflara baktım, duvarlara baktım. Filmlerde öyle olur ya hani raftan bir obje çekersiniz kapı açılır. Saçma ama aradığım şey buydu. Saçmalıyordum belki ama aklımda bu odaya dair emin olamadığım anılar da belirirken emin de olmak istiyordum...

Tam vazgeçmek üzereyken tekrar aynanın çerçevesindeki vida kapaklarına gözüm takıldı. Okuduğum bölüm gereği bir çok mimarinin dekorasyonunu incelemiştim. Ayna çerçevesi ve büyüklüğü ve hatta tıkladığımda duyduğum tok sesiyle oldukça ağırdı ama kendisini sabitledikleri metal vida kapaklarının ikisi diğerlerine göre farklı ebattaydılar, daha büyüktüler. Aynanın sabitlenmesindeki ağırlık merkezi için ihtiyaç duyulduğunu düşündürüyorlardı ama belki de öyle değildi. Parmaklarımı o farklı vida kapaklarının sürttüm. Bir kez daha bu kez de tersi yöne doğru bastırarak sürttüğümde vida kapakları dışarı kabardılar. Tekrar aynaya baskı yaptım ama hareketlilik olmadı. Sağdaki vida kapağını saat yönünde çevirmeye çalıştım dönmedi bu kez de aksi yönde döndürmeyi denedim ve yine dönmedi. Soldaki vida kapağınıda önce saat sonra tersi yönde çevirmeyi denedim ama başarılı olmadı. Bu kez kapakları sökmeyi denedim, belki de amaçları sadece aynayı duvara sabitlemekti, ama sökülmediler.

Ellerimi başıma dayayıp saçlarımı çekiştirerek geriye attım. Bir iki adım geriye gidip tekrar aynaya bakmaya devam ettim. İstemsizce sağ elimin işaret parmağının eklemini dişimin aradına alıp, etleri ısırmaya başladım. Çınar gittiğinden beri bu hareketi gayri ihtiyari yaparken buluyordum kendimi. Şimdi olduğu gibi, fark ettiğimde de ellerimi hızla ağzımdan uzaklaştırıyordum. Aldığım ilaçlar aklımı bulandırıyor vesveselere sebep oluyordu. Oysa tam tersi beni rahatlatmaları gerekmez miydi? Boşuna kuruntu yapıyor olmalıydım ne bekliyordum ki bu odada yalnız olduğumu hissetmediğim zamanlarım olmuştu o anlarda bu aynanın açılıp kapandığını mı?

Giysi odasında yarım tur attıktan sonra tekrar aynanın karşısına geldim. Vida kapaklarını iki elimle aynı anda tuttum ve ikisini de içe doğru aynı anda çevirdim.

Bingo!

Kilidin açılma sesini duyulmasa da bu hareketle aynanın hareketlenişini hissettim. Vakit kaybetmeden elimle aynaya baskı yaptım. Hangi elime baskı yapsam o tarafa açılıyordu kapı. Orta merkezden bağlı döner bir kapıydı bu!

İki odayı birbirine bağlayan aynayla kamufle edilmiş gizli bir kapı!

Sağ tarafa baskı uyguladığımda kapıyı doksan derece döndürdüm ve Çınar'ın giysi odasına adımımı attım. Kapı etrafında üç yüz altmış derece dönebiliyordu. Bu da onu en son kullanan kişinin tersi yönde dikkatsizce kapattığı anlamına geliyordu. İki odanın dekorasyonu ayrı olmasına rağmen giysi odalarındaki aynaların birebir aynı olmasının sebebi de buydu demek ki.

Güçlükle yutkundum.

Ayna Çınar'ın gittiği güne bağlanan gece kırılmıştı. O gece kendimi odaya kapatmıştım. Demek ki o gece yalnız uyumamıştım. Bazı sabahlar odada birilerinin olduğunu düşünmem de hep bu yüzden olmalıydı? Aslında yalnız değildim!

Kapıyı kilitlediğim anlarda bile bana ayrılan mahremiyette yalnız bırakılmamış mıydım? Çınar istese yedek anahtarla da kapıyı açtırabilirdi ve hatta zorla da açtırabilirdi ama bunları yapmak yerine gizlice bu kapıyı kullanmayı mı seçmişti?

Neden Çınar?

Başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissediyordum.

Bu çok adiceydi.

Beni kandırdı!

Kendimi özgür hissetmemi , rahat olduğumu düşünmemi sağladığı anlarda bile tıpkı bir denek gibi gözlem altındaydım. Bir tutsaktım ben! Sürekli kontrol edilen bir tutsak. Özgür olduğumu düşünürken bile hayatım kontrol altındaydı benim.

Beni gittiği yerden o zorlu koşulara rağmen kısa sürelerde bile olsa aramaya çalışan adam neden bunu bana layık görmüştü?

Sol yanı olduğumu söyleyen adam mı bana bunu yapmıştı. Onunla Ankara yolculuğumuzda geçirdiğimiz anıları gözden geçirdiğimde kalbimin tekrar sakinleştiğini hissettim. Bir sebebi vardı kesinlikle bir sebebi olmalıydı.

Beynim yine gerçekleri görmememi sağlıyor ve olumlama yapıyordu. Yine kalbim onun lehine atıyor, aklımın suçlamalarını yok sayıp onu haklamaya çalışıyordu.

O an anladığım tek şey , şu anda Çınar kalbime hançeri saplasa gözünün içine baka baka celladıma aşkımı ilan etmeye devam edeceğimdi.

Bu kapının haklı bir açıklaması olamazdı... Aptal yerine konmuştum. Ondan kaçmak için odaya sığındığım zamanlarda bana gülmüştü benimle alay etmişti belki de...

O anlar gözümden geçtiğinde sinir kat sayımın arttığını hissediyordum.

O anılardan birinde, anahtarı bulamadığımı düşündüğüm o gece onunla sabaha kadar birlikte bu odada kalmıştık. Ona kendimi yakın hissettiğim duygularımızı gözden geçirip kendimi hesaba çektiğim o gece kendine mecbur bırakmıştı beni!

Peki evdekiler de alay etmişler miydiler benle! Onlarda biliyor muydular? Hamiyet Hanım bu odanın dekorasyonuyla birebir Çınar'ın ilgilendiğini söylemişti. O gün bu odayı gördüğümde ne kadar da mutlu olduğumu huzurla buradaki yatakta uyuduğumu hatırlıyorum.

Ne yazık ki bu oda, görüş hakkı tek tarafa saklı kalmış bir hapishane odasından farksızmış.

 

Hızla odadan kendi odama açılan gizli kapıdan geçip aynı yönde kapıyı döndürüp kırık aynayı bu kez de kendi tarafıma gelecek şekilde aynayı yani kapıyı kapattım. Kapı gönyeye oturduğu an vida kapakları sandığım kilit düğmelerine aynı anda ellerimi sürterek bastırmam yeterli oldu.

Büyük adımlarla önce giysi odasından sonra da odadan çıktım, merdiven başında duran bavulumu alıp elimdeki yüke rağmen seri adımlarla çıkış kapısının olduğu kata indim. Merdivenlerin son bulduğu hole bavulumu bırakırken eş zamanlı olarak Hamiyet Hanımla göz göze geldik. Elinde servis arabası ile yemek salonuna kahvaltı sofrasını hazırlamak üzere giderken karşılaşmıştık.

"Bu bavul da beyin nesidir Feraye Hanım?"

"Biliyorsunuz , sıklıkla seanslar için Rezidansa gitmek zorunda kalıyorum. Bu yüzden Çınar dönene dek orda kalmaya karar verdim."

"Bizim mi bir kusurumuz oldu Feraye Hanım."

Ses tonum gergin olduğum için sertti. Onu incitmek istemesem de yaşadığım şoktan doğru sesi bulamıyordum.

"Hayır, hayır öyle düşünmeyin lütfen. Seansa her gidişimizde yoğun bir trafiğe maruz kalıyoruz. Biliyorsunuz içerisi güvenlik personelleriyle dolu en az üç araba ile buradan ayrılıyoruz. Ben orada kalmanın daha az yorucu olduğunu düşündüm."

"Onların görevi bu Feraye Hanım, önce kendinizi düşünün. Çınar sizi bize emanet etti. Burası daha korunaklı olacaktır sizin için. Bu durumu Çınar'a ilettiniz mi? Ya Adem ne diyor!"

Boğazıma bir yumru oturmuştu. Oradan beri beni kontrol etmeye devam ediyordu. Bu düpedüz tutsaklıktı. Oysa ben Tomris'in beni malikaneye hapsetmesinden endişe ettiğim için halamdan yardım istemiştim. O da beni yeni hapishaneme üstelikte benim bilgim olmadan gardiyanıyla evlenmemi sağlayarak mahkum etmişti.

"Hamiyet Hanım, Adem'e söyledim. O da sizin gibi karşı çıktı. Çınar burada olsaydı emin olun sizin kadar telaşe etmezdi. Onunla bu kararımdan konuşmadık ama emin olun sürekli iki ev arasında git gelden daha az tehlikeli bir durum olacak orada kalmam."

"O zaman müsaade edin bende sizinle geleyim, orada ne yiyip ne içeceksiniz evin temizliği bakımı için birine ihtiyaç olacaktır."

Benim yeni bir gözetmene ihtiyacım yoktu! O kapıyı görmeseydim sunduğu bu teklif cazip gelebilirdi belki ama artık değildi. Özgür olmak nefes almak istiyordum ben. Boğuluyordum artık!

"Ben Çınar Bey'le evlendirilmeden önce İtalya da kendi evimde yalnız kalıyordum Hamiyet Hanım. Teşekkürler ama kendim de baş edebilirim . "

Hamiyet Hanım bu çıkışımdan dolayı şaşkındı. Uzun zaman sonra ilk kez Çınar'a isminin yanında Bey sıfatını kullanmıştım ve uzun zaman sonra ilk kez onunla zorla evlendirildiğim konusundan dem vurmuştum. Kendisini reddetmem de gözlerinin sulanmasının ayrı bir sebep konusu olmuştu. Kırgın gözlerle beni onayladı.

"Ppeki, madem Adem oğlumun haberi var. Siz nasıl münasip gördüyseniz öyle olsun." , dedi.

Çınar'ın da Adem'in de onun için birer evlattan farksız olduğunu biliyordum. Bu kırgınlığının bizim aramızdaki ilişkinin çalışan iş veren ilişkisinin ötesinde olmasından kaynaklandığını dilinden dökülen 'Oğul' sıfatıyla gayri ihtiyari de olsa belli etmişti.

Tam villadan ayrılmak üzere kapıya yöneldiğim sırada durup Hamiyet Hanıma doğru geri döndüm.

"Hamiyet Hanım, odamda ki ayna çatlamıştı. Her an kırılabilir ihmal etmeyelim. Temizlik sırasında da dikkatli olmanızı isteyeceğim. Her hangi bir kazaya sebebiyet vermek beni çok üzer."

"Hemen ilgileniyorum, Çınar Bey'in odasındaki ayna için de ekip'e haber vermiştim. Bir değil iki ayna getirmelerini söyleyeyim o zaman."

"Çınar'ın odasındaki ayna da mı çatlaktı?"

"Evet, gittiği gün odayı temizlerken fark etmiştim. Odanın dekorasyonu yapan kişi aynaları özel olarak hazırlatmıştı bu yüzden yenilenmesi de vakit aldı, sizinkini de sipariş geçersek daha fazla vakit kaybetmemiş oluruz."

"Benimkini neden şimdiye kadar sipariş etmediniz ki Çınar gitmeden önce kırılmıştı haftalar oldu."

"Şey nasıl yani, yeni olmadı mı?"

"Hayır ."

"Ben özür dilerim, küçük bir şeyse gözden kaçırmışımdır."

"Hayır, Çınar'ın yokluğunda evi boşlayacağınıza ihtimal vermek istemem ama haftalardır kırık olan bir aynayı fark etmemenize çok şaşkınım."

"Ben , dikkatliyimdir aslında. Aynalardan sadece biri çatlaktı diye hatırlıyorum. Sizin rahatsızlandığınız günün karmaşasında olduğunu düşünmüştüm. Hatta sipariş geçerken özellikle de kontrol etmiştim sadece Çınar Bey'in odası...."

"Yalan mı söylüyorum! Sayısız ilaç aldığım doğru ama ne gördüğümden eminim ben!"

"Hayır öyle demek istemedim Feraye Hanım, ben bu konunun buraya gelmesinden dolayı üzüntü duyuyorum , elimden geleni yaparım."

"Bence de konuyu uzatmayalım elinizden geleni yapın siz."

Öfkeliydim, ama en çok kendime. Emin olamasam da Hamiyet Hanım'ın bu durumdan haberi yok gibiydi. Yine de sert yapmaktan kendimi alıkoyamadım. Belki de herkes her şeyin farkındaydı ve elbirliğiyle kandırılıyordum bilemezdim. Sonuçta bu eve halamın emrivakisiyle, Çınar üzerindeki hatırı ile zorla evlendirilerek getirilmiştim. Biz birbirine aşkla bakıp evlenen bir çift değildik. Biz koşullar sebebiyle birbirine mecbur bırakılmış bir çifttik. Son ana kadar Nil Hanıma bile rağmen direnip duygularımı hislerimi savunan ben artık elimdeki son kozumu da kaybediyordum. Elimde kalan tek kart kupa ası da masada karşılıksız kalmıştı sanki.

 

....

"Size bir soru sorabilir miyim Feraye?"

Derin bir soluk aldım gözlerimi açık pencereden izlemekte olduğun mavi beyaz gökyüzünden çekip Nil Hanım'ın karalarına diktim. Aklımda hala cihan harbi vardı. İtalya'dan geldiğim günden beri yaşadıklarımı tek tek tekrar düşünüyor ve ayrıntılarında ne aradığımı bile bilmeden bir şeyler bulmayı umuyordum. Nil Hanım'ın sorusuna cevap vermeliydim. Çiftlikten buraya geldiğimden beri ruh halim farklı gözükmüş olmalıydı. Bendeki değişikliğin farkında olmalıydı. Seansın vardığı tek güven noktama yaptığı imalarına olan inkarlarım sonrasında Çınar'a güvenim sarsıntıda diyemezdim ya da ayna olayını anlatamazdım. Cesaretimi topladım.

"Cevabını bildiğim bir soruysa neden olmasın, sizi dinliyorum." Dedim ağır ağır çıktı kelimeler dudaklarımdan .

"Konunun Çınar'a gelmesinden pek haz etmeseniz de merak etmekten kendimi alamıyorum. Çınar'a olan duygularınızı ilk ne zaman fark ettiniz. Hissettiğiniz sevgi ya da aşk her ney ise o duygunun bana tarifini yapabilir misiniz?"

Derin bir nefes aldım.

"Onunla ilk kez babasının cenazesinde karşılaşmıştık. Sessiz, kuytu bir köşe ararken kendimi attığım bir odanın ücra bir köşesinde gördüm onu, kendini gizliyordu. Kimden gizliyordu bilmiyorum ama onu o kuytu köşesinde rahatsız eden bendim. Onun o keskin parfümünün kokusu aklıma ilk kez o gün kazındı. Parfümünün kokusu ağır değildi hafif de değil tıpkı kendi karakteri gibi parfümü de olması gerektiği karardaydı. Ne sert ne yumuşak, ne duygusal ne rasyonel... O yürüyen bir dengeydi. Onunla ilk karşılaştığımızda iri bedeni olduğum yere doğru ilerlerken odadaki tüm karanlığı üzerine çekiyor da oda aydınlanırken kendisi devasa bir karanlığa bürünüyordu sanki. Çınar böyle biriydi benim gözümde hep... Tüm karanlığı , kötülüğü üzerine alır etrafını aydınlatırdı. O gün sohbet ederken bedenimi saran heyecanı çok iyi hatırlıyorum. Asosyal biri, hiç tanımadığı biriyle o güne kadar yaptığı tüm konuşmaların üstünde bir sohbet gerçekleştirip sesi, üslubu, görünüşü, duruşu, bakışı her şeyi tam kararında olan bir adamla bir odada sohbete başladı. Onun, magazin haberlerinde gıyabında bahsedilen Çınar olduğunu o sohbetten saatler sonra öğrenmiştim. Sonra onunla İtalya'ya dönmeden halamın kaldığı yalı ziyaretinde karşılaştık. Öfkeliydi ve karşılaştığımızda bana iğrenç bir şey mişim gibi bakmıştı. Bu da adına olan nefretimi katlamıştı. Bana göre züppenin tekiydi. Sonraki karşılaşmamızsa babamın vefat haberini işittiğimde burnuma dolan o keskin kokusuyla olmuştu. Ben, kararan gözlerim kaybettiğim dengem yüzünden yere yığılmayı beklerken, beni tutup odama kadar taşıyan kişinin Çınar olduğunu ablamdan işitmiştim. Hapis hayatı yaşatılmak istenirken halamın yardımıyla malikaneden kurtarıldığım gün onun arabasına bindirildiğimde ilk karşılaşmamızdaki kadar yakındık birbirimize... kendi ailem beni hayatlarında düzeltilmesi gereken bir pürüz, ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak görürken o gün beni ölümün soğuk elinden ilk kez Çınar kurtarmış ve herkese eşi olduğumu haykırmıştı. İlk krizimi de o gün geçirdim ama o gün beni sakinleştiren, koluma vurulan iğneyle kanıma karışan sakinleştiricinin etkisi miydi yoksa beni telkin ederken yüzüme gösterdiği tebessümün şaheseri olan dudağının yanındaki çukur muydu emin değilim? Ben o gün düştüğüm o çukurda tutsak kaldım belki de... Anlattım defalarca kez İtalya'ya dönmeye çalıştım ama her seferinde benim yüzümden yara alan o oldu. Hava alanında İtalya'ya geri dönmeme ramak kala hayatıma nasıl bir son yazdıklarını bilmediğim kişilerce kaçırılacakken, bedenini kurşunlara siper etme pahasına beni o kargaşadan kurtaran yine o oldu. Onun yaralarını sardığım gece mi yoksa o geceye bizi götüren asansördeki yakınlığımız mıydı beni ona bağlayan. Bir tarafı sert ve kaba iken bir tarafı kibar ve sevecen olan bu adamın gerçekte nasıl biri olduğuna merakım mıydı beni kendisine çeken? Evliliğimizi ilan ettiğimiz gece gerçek birer çift gibi bir birimizi kıskanmış , onun tarafından ilk kez öpülmüştüm. O ilk öpücük durmuş kalbimin, tekrar ritmine kavuşması için aldığı ilk darbeydi belki de ... Eline verilen pusulanın bozuk olduğunu bilmeden ayağındaki prangaların zincirleri kırılıp azad edilen bir ölüm mahkumu ne yapar sizce Nil Hanım? O gece öyle şeyler fısıldandı ki kulağıma gecenin sonunda kendimi on katlı otelin çatısında buldum? Amacım tetiklenen krizimi yatıştırmak temiz hava almaktı ama öyle olmadı. Ben, beni korurken yaralanan ve yaralı koluyla beni yere düşmekten son anda kurtaran adamı öyle incittim ki ona öyle şeyler söyledim ki günlerce ne zaman alıştığımı anlamadığım o adama hasret kaldım. Kendine güveni tam olmayan ben, ilk kez hayatımın en cesur anlarını onunla yaşadım. Onu sevdiğimi, onu eve dönmesi için ikna etmek istediğimi o gün hissetmeye başlamıştım. Sonrası hep oydu benim için. Onu tanımak, onu anlamak, onun gibi bakmak onun gibi düşünmek istedim. Onu tanıdıkça içimde daha da büyüdü... emin değilim tam olarak şu gün şu dakika diyemiyorum ama onunla karşılaştığım her anın hissi ve ona dair her şeyin hissi beni ona bağımlı kılmıştı. Çocukken şahit olduğu o şeyi kazara duyduğumda, ona daha da bağlanmış hissettim ve onun sevdikleri için yaptıklarını görünce onun kalbinde bana da ait bir yer olsun istemiştim. "

"Çocukken şahit olduğu şey neydi?"

Nil hanımın sorusu beni kendime getirdi. Çınar'ın annesinin intiharı bilinmemesi gereken bir konuydu. Bende mutfakta evdekilerce konuşulurken ezkaza kulak misafiri olup, öğrenmiştim.

"Sizin hastanız benim Nil Hanım, Çınar değil. Neden böyle bir soru sorduğunuzu anlamadım? Neden odağınızda benden çok Çınar'ın olduğunu hissediyorum?"

Karşımda oturan ifadesiz bir yüzle bana bakan kadının yüzünden geçen dalgalanmayı anlık da olsun fark edebildim. Nedense bu kadından ilk tanıştığımız anda dahil iyi bir elektrik alamıyordum. Konu Çınar'a olan duygularıma uğrayınca, her türlü Çınar'la ilgili sorulara getiriyordu.

"Benim danışanım sizsiniz Feraye ve sandığınızın aksine aslında Çınar Beyi değil Çınar Beyde görüp kendinizde özümsediğiniz sizi merak ediyorum. Kendinizde aradığınız ve Çınar'da bulduğunuz şeyleri merak ediyorum. Siz Çınar'ı hayatınızın merkezine koymuşken benim hayatınızın merkezine odaklanıyor olmam sizce yanlış mı? Size bu şekilde hissettirdiğim için üzgünüm."

"Çok doğru Çınar benim hayatımın merkezi olmuş... Ve ben merkezimi kaybedersem darmadağın olacağım değil mi?"

"Hayatlarımızın merkezinde hep kendimiz varızdır Feraye Hanım. Siz Çınar'ı özümseyeceğiniz bir şeyler yaşamışsınız. Belki benzer travmalar belki ortak duygular sebebini de o duyguları tarifinizle siz bilebilirsiniz. Az evvel Çınar'ın kişiliği hakkında yorum yaparken söyledikleriniz ve şimdi söylediğiniz şey beni düşündürüyor. Onun yaşadıklarını konuşmamanıza hak veriyorum ama bu gün bir önceki seanslarımızdan faklı olarak onun hakkında konuşurken hisleriniz için geçmiş zamanmış gibi konuştunuz ve onu kaybetmenin hissiyatını sorgulamaya başladınız neden?"

Ne demekti şimdi bu! İlk defa bu kadar açık bir şekilde hislerimin aşktan farklı olduğunu ima ediyordu. Bu soru hiç hoşuma gitmemişti. Aklımda hala çiftlikteki giysi odasında bulduğum gizli kapıdaydı. Çınar'a olan güvenimi sorguluyorken bir de sevgimi sorgulamak bana çok ağır geliyordu. Kendime hakim olmazsam kapıda bekleyen krizin bedenime sahip olması an meselesiydi. Doktorum bilmiyordu ama ben bana verilen o ilaçları kullanmayı bırakmıştım. Beni serseme çeviren o ilaçları kullanmak istemiyordum. Bana yaşadıklarımı tekrar tekrar sorgulatan kendimi hissizleştiren o ilaçları almak istemiyordum. Başlarda düzenli kullandığım için bırakmış olmak bedenimde maalesef yan etki bırakmıştı. Oldukça agresifleşmiştim ve Nil Hanıma yakalanmak da istemiyordum. Yoksa ilaçları içip içmediğimi kontrol etmeleri için birilerinin görevlendirileceği aşikardı. Kontrol edilmek! Bu çok ağrıma gidiyordu. Hayatım resmen kontrol altındaydı. Ben malikânede evdeyken bile kendi odamdaki o küçücük dünyamda öyle özgürdüm ki, Milanoda da özgürdüm...

"Ben nedense hislerimin, düşüncelerimin sizin tarafınızdan kontrol edilmeye çalışıldığını hissediyorum."

Yine aynı şey oldu. Eğer bu gördüklerim ilaçların hala bedenimde bıraktığı o yan etkilerinin tesirinden kalma, aklımın oyunları değilse, ifadesiz suratında geçen o dalgalanmayı yüzünde tekrar gördüğüme eminim.

"Ben sizin ilerlediğiniz yola yani bana samimiyetle anlattıklarınıza ışık tutuyorum sadece, bunun dışında yaptığım bir şey yok ama bu günlük seansımız sizin içinde uygunsa yeter gibi. Benimle paylaştıklarınız için teşekkür ederim ."

"Teşekkür ederim."

"Bu arada ilaçlarınıza devam ediyor musunuz?"

Bedenimden anlık bir ter boşaldı. Yutkundum.

"Evet , teşekkürler . Biraz ağır hissettiriyorlar ama iyi geldikleri için tahammül ediyorum."

Yalan söyledim.

"Başlarda böyle hissettirmesi normal ama inanın zaman içinde daha iyi hissedeceksiniz. Görüşürüz."

Başımı onu onaylarcasına aşağı yukarı salladım ve odadan sonra daireden çıkana kadar kendisine eşlik ettim. Dairenin kapısından çıkıp Nil Hanım'ı uğurladıktan sonra derin bir nefes verdim.

Nefes almak için terasa koşup göğe baktım. Daralan yüreğim genişlesin istedim. Gökyüzü masmaviydi. Bir müddet öyle kaldıktan sonra Çınar'ı sarayda beklediğim o gün geldi, Necip Beyle sohbetimiz o gün Çınar'la yaşadıklarımız. Birbirimize itiraflarımız. Bağırdım.

"Çınar sana aşığım ben!"

Gözümden yaşlar aktı. Her şey ne kadar zor gözükürse gözüksün Çınar'a inanacaktım. Kendime bu sözü vermiştim. Aklımla değil kalbimle düşünecektim. Akıl görüneni hesaplardı duyguları değil. Çınar'ın bana hissettirdikleri yalan olamazdı. Tekrar haykırdım!

"Çınar! Ne olur gel! Seni çok özledim!"

Terasın kapısı zorlandığında yerimde sıçradım.

"Feraye Hanım, iyi misiniz?"

Bu gelenler güvenliğimden sorunlu personellerdi. Haykırışlarımı tehlike olarak algılamış olmalıydılar. Güldüm.

"Sadece aşktan.", diye fısıldadım. Yüzümü çevirip karşımdaki güvenlik şefiyle gözgöze geldiğimizde " Çok aşktan" , dedim. Tebessüm etti.

"Şey içeri girseniz, hava serinledi."

Havanın serinlediği filan yoktu, terasın balkon duvarına çok yakındım, benim ruh halim onları korkutuyordu, güvenlik şefi naifçe önlem alma çabasındaydı, bedeni ani bir hareketimde üstüme aklayacakmış gibi gergin duruyordu. Onları daha fazla endişelendirmemek için başımı aşağı yukarı sallayıp kapıya doğru yöneldim. Odaya geçtiğimde çalan telefonla kalbimim ritmi hızlandı. Bu arayan Çınar mıydı? Zira uzun zaman olmuştu sesini duymayalı , öyle endişeleniyordum ki? Son zamanlarda yaşadığım duygu karmaşasını belli etmemeye çalışsamda hissetmişti. Bu yüzden mi aramalarına bu kadar ara vermişti! Ona sol yanım olduğunu haykıracaktım. Koştum ve telefonu elime aldım ama arama ekranında yazan Melek Ablamın numarasıydı.

"Efendim."

"Nasılsın Feraye!"

Çınar'ın iş seyahatinde olduğunu biliyordu ama detayları bilmiyordu. Söylemem yasaktı. Endişelerimi anlayamazdı.

"Yalnız hissediyorum, görüşelim mi?"

"Olur, bende görüşelim diyecektim. Şey bir an önce görüşelim neredeysen ben geleyim."

....

Kapı çaldı, içim sıkıla sıkıla kapıya doğru ilerledim. Bir tuhaflık vardı hissediyordum ama sebebi de tarifi de yoktu hislerimin. Gelen ablamdı. Mutlu olmam lazımdı belki ama benim tüm hayat enerjim tükenmiş gibiydi. Bir türlü neşelenmiyordum. Kapıyı zoraki bir tebessümle açtım.

"Feraye!"

Kapıyı açar açmaz Melek Ablamın kolları arasında kaldım. Öyle sardı ki bedenimi, sımsıcaktı. Ağlamamak elimde değildi. Hemen kolları arasındaki bedenimi ileriye doğrultup yüz yüze gelmemizi sağladı. O da benim gibi ağlıyordu.

"Ablam!"

Birer fincan suda çözülmüş granül kahve eşliğinde sohbet ediyorduk.

"Feraye sanırım babamın vefatından sonraki süreç bizleri oldukça yıprattı. Az evvelki ağlama krizi çoktandır içimde biriktirdiklerimin dışa boşalımı olmalı. Bben kendimi tutamadım."

"Hepimiz içimizde acının farklı tonlarını yaşıyoruz, ben de iyi değilim."

Gülümseştik.

"Nasılsın Feraye?"

"Eksik... Çınar'ı özlüyorum. İtalya'yı özlüyorum. Halamı sizleri özlüyorum. Son bir yılı aklımdan silmek isterken içinde Sadece Çınar olduğu için her şey katlanılabilir geliyor ve şu onda o da yanımda yok."

"Nasılsa dönecek, vuslatından eminsen özlemek de güzel Feraye. Hiç kavuşamayacağın birini bekleseydin nasıl olurdu hiç düşündün mü?"

Duraksadım, elimdeki fincanı yavaşça önümdeki orta sehpanın üzerine bıraktım. Gözlerim karşımdaki koltukta emaneten oturan ablama kaydı.

"Onur seni üzüyor... O seni üzüyor mu? Yani iyi biri gibi Çınar'ın yokluğunda sağ olsun sağlığımla yakında alakadar oldu. Siz..."

"Biz diye bir şey yok, görüşmüyoruz Feraye. Onu en son , emniyete ifade vermeye gittiğim gün gördüm. Bu arada o şerefsiz tutuklu yargılanıyor."

"Ne diyeceğimi bilemedim. Biz kadınlar söz konusu sevgi olunca zararda görsek durmayı bilmiyoruz."

"Sadece kadınlar mı? Bence herkes en çok celladına aşık Feraye. Kolayı değil zoru en önemlisi de acı vereni seviyoruz. Sen şanslısın ama Çınar zor biri de olsa iyi bir insan. Dinlemeyi bilen biri, düşünüp taşınmadan fevri hareket eden biri değil."

"Öyle oldukça olgun ve aynı zamanda da zeki biri. Beni anlamadığını, yanlış anladığını düşündüğüm anlarda panik olduğum zamanlar oldu ama o anları o kadar kolay yönetip yoluna koydu ki. Öfkelendiğinde korkunç olsada onun öfkesi bile güvende hissettiriyor. Varlığına bu kadar kısa sürede öyle alışmışım ki sanki haftalar değil yıllar geçirmiş gibiyiz onunla. Ben, ben kendimi onun karşısında çok yetersiz hissediyorum aptal gibi çaresiz gibi ama aynı zamanda onu bensiz de düşünemiyorum sanki bensiz o da yapamazmış gibi. Benn bazen onun varlığından da yokluğu kadar korkuyorum ben çok karmaşığım bazen hislerim düşüncelerim bana çok ağır ve yorucu geliyor."

"Feraye akışına bırak. Hayat zaten yorucu... Bazen sadece sevgiye odaklanmak gerek. Biliyor musun Yalova da inzivaya çekildiğim bir dönem olmuştu. Kendimi dipte hissettiğim zamanlarımda hoş şu anda farksız sayılmam ama en azından hissettiğim bu kötü duygu artık alışıldık. O yıllarda biriyle tanışmıştım şu anda hayatta değil. Tasavvufla ilgilenen maneviyatı çok yüksek biriydi. Anne, teyze, abla, arkadaş kim olsun istesem oydu benim için. Bana ne demişti biliyor musun? Şeytan insanın kalbi dışında her yerine dokunup vesvese verebilirmiş. Ondan öğrenmiştim. Yalnızca kalbin en doğru kararı verdiğini ondan öğrenmiştim. Hatta kuranda kalple düşünmekle ilgili bir ayet var. Kalple sevmek kalple görmek kalple hissetmek demiyor kalple düşünmek diyor. Aklını susturup kalbinden geçenleri konuştur ve yaşa Feraye. Karşılığını da görüyorsan ki Çınar da öyle yapıyor bunu sizi yanyana gördüğümde anladım, gerisi mühim değil ki."

"İyi ki varsın, o kadar iyi geldin ki bana anlatamam. Günlerdir aldığım psikolojik destek ve o saçma haplar inan şu an verdiği kadar haz vermediler bana."

"Bilirim, bende dibi görmüştüm dedim ya! Yine de devam etmekte fayda var!"

"Çınar ve Onur olmasa kimse o seanslara devam etmemi sağlayamaz. Onur'un arkadaşıymış sen de tanır mıydın Nil'i"

"Ben Onur'u bile tanıyamıyorum ki artık Feraye , Nil'i de tanımıyorum. Meslektaşı işte... Şey güzel mi?"

"Taş gibi hatun taş..."

"Hadi ya ... Sarışın mı esmer mi?"

"Neden sordun?"

"Merak ettim..."

"Esmer, ince, uzun, zarif biri... Belki hastane personelleri listesinde fotoğrafı vardır."

"Yok , merak ediyorum da o kadar da merak etmiyorum. Sonuçta Onur Seda ile birlikteyse ..."

"Onur Seda ile mi birlikte!"

"Öyle, ailesiyle bile tanışmış. Yani... Seda'nın standartlarında biri değil gibiydi, ilk gördüğümde itimat etmedim de sonra..."

"Sonra ne abla, bu dediğim imkansız Çınar yurt dışına çıkana kadar evli olmamıza rağmen Çınar'ın etrafındaydı bu kadın. Bence bir yanlış anlaşılma var, eğer Onur'u bu kadın yüzünden imkansız görüyorsan hata edersin."

"Bilmiyorum yani benimde kafama yatmıyor ama onları gördüm aralarındaki ilişki ne bileyim belkide çıkara dayalı bir birliktelik ama kesinlikle bir birliktelik var."

"Onur doktor belki bir rahatsızlığı vardır."

"Hangi hasta doktorunun evine doktoruna hesap sormaya gelir ki bizi birlikte görünce de kudurdu!"

Ağzımdaki kahve yudumu nefes boruma kaçtı ve öksürürken burnumdan akmış bile olabilirdi.

"Sen ve Onur , Onur'un evinde miydiniz? Nasıl ya anlatsana..."

"Az biraz didiştik sonra yiyiştik sonra da Seda bastı bizi kendimi iki kişi arasına giren 'o. kadın' gibi hissettim. Helal helal."

Öksürüğümü düzelttiğimde belerttiğim gözlerime ne var der gibi bakıyordu ablam.

"Neyse boş ver o soğuk nevaleyi, evin güzelmiş Çınar zevkli adam tabi, bu binada başka boş daire var mı?"

Melek Ablamda diğerleri gibi Çınar'ın mabedim dediği çiftlik evinden bir haberdi. Buraya ilk kez geliyordu muhtemelen burada yaşadığımızı sanıyordu.

"Bildiğim kadarıyla yok ama güvenlikten bilgi alırız, anlaşılan ayrı eve çıkmakta kararlısın."

"Elbette kararlıyım, şimdilik sadece emlak araştırıyorum, kurul çarşamba günü toplandığında tüm resmi prosedürler tamamlanmış olacak. Şahsıma intikal edenlerle güzelce yatırım yapacağım sonranda geleceğime dair planladıklarımı tek tek uygulamaya dökeceğim bir saniye bile kaybedemem artık."

"Kurul çarşamba mı toplanıyor?"

"Evet sana resmi davet gelmedi mi?"

Çantasından Korhanlı Holdingin tescilli logosunun olduğu zarfını çıkarıp bana uzattığında, beklemeden zarfın içindekini okudum.

"Bana gelmedi henüz, sana ne zaman geldi ki bu evrak?"

"İki gün olmuş geleli, evden ilk ayrıldığımda kaldığım aile odamızın olduğu otele gönderilmiş. O zamanlar Korhanlı'ların kral süitinde kalıyordum malum, Onur'la Seda'ya yakalandıktan sonra telefonumu dinlenmeye almıştım. Bu sabah açtığımda resepsiyondakiler aradılar, benimde bu sabah haberim oldu ve alabildim."

"Neden şimdi toplanıyorlar, hiç hazır değilim abla, onlarla yüzleşmeye hiç hazır değilim."

"Aslında bu kadar gecikmesi olağan bir durum değil, bu durum şimdiye kadar basına sızmadıysa sebebi yeni kurul başkanının özel bir organizasyonla duyurulacak olmasından kaynaklanıyor. Bilirsin padişah değişince hükümdarlığını hutbeyle duyurur. Korhanlı Holdingin yönetim kurulu başkanı olacak kişi de elbet ihtişamlı bir organizasyonla görevini duyuracak. Basın da bu organizasyonu beklediğinden olayı eşelememiş olmalı, şimdiye kadar seçimin yapılmadığını bilmiyor bile olabilirler, bunca zaman beklememizin de tek bir sebebi olabilir, Firuze! Kurul toplanmasının bu kadar ötelenmesi bir tek onun işine yarar. Halama düşkün olduğunu biliyorum Feraye ama üzgünüm ben onu hiç samimi bulmuyorum. Gerçi bizim ailede senden ve abimden başka kimseyi samimi bulmuyorum o ayrı!"

"Ne diyebilirim ki... Başıma ne geldiyse hisselerden geldi biliyorsun ve ben çok tedirginim."

"Tomris ve Firuzenin yönetim kurulu savaşında kurban esilenler biz olduk. İkisine de güvenmiyorum, içlerinde yine en iyi tercih Murat... Belki kendisine biçilen rolü kabullenip işine ailesine sahip çıkar ne dersin?"

"Ben bilmiyorum ama tavsiyeni aklımda tutacağım, tabi henüz bana gelen resmi bir evrak yok . Sence Firuze bu toplantıya katılacak mı yani onu en son malikanede görmüştüm."

"Çok anlamam ama seçim eksiksiz katılım ve oylama ile yapıyor. Oylamada hisse oranları da önemli. Bildiğim kadarıyla Firuze'nin babama geçici devrettiği hisselerin oranı da küçümsenmeyecek oranda. Tomris'i tedirgin eden de buydu."

Bu konu beni oldukça germişti, Ekrem'le beni öldürmek isteyecek kadar önemliydi hisseler Tomris için.

"Bu konuyu kapatsak mı ben ilgilenmiyorum ve iyi de hissetmiyorum."

"Özür dilerim Feraye, ben düşünemedim affedersin. Seni seviyorum, seni incitmek isteyeceğim en son şey ama bazen oldukça düşüncesiz olabiliyorum?"

"Sorun değil bende seni seviyorum ve sen benim güven duyduğum ailemsin Abla. Teşekkür ederim."

Samimi bir sarılmanın ardından bu kez de ablamı uğurlamıştım. Elime telefonu alıp Adem'i aramaya koyuldum ama cevap alamadım. Eğer davetiye geldiyse bir şekilde Adem'in eline ulaştırılmış olmalıydı. Firuze Halamdan hala bir haber yoktu. Adem'le bu gelişmeye dair kritik yapmamız şarttı. Oldukça tedirgin hissediyordum.

"Ah Çınar, en ihtiyaç duyduğum zamanda neden yanımda değilsin. Sesini bile duyamıyorum artık, Neden? İyi misin? Neredesin ?"

 

...

 

Bölüm : 31.07.2025 12:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...