
Melek Korhanlı
Keşke başka bir yol olsaydı... Ne holding umurumda ne de kurul toplantısı ... Feraye ve son günlerde öğrendiklerimle Murat'ı düşünüyordum. Murat'ın dağınıklığının sebebi belliydi. Serap'la elele verip her şeyi yoluna koyabilirdik. Sevdikleri için sahip olduklarından vazgeçebilen insanlar bana samimi geliyorlardı. Murat Serap için koskoca holdingin yöneticiliğini tehlikeye atmıştı, Feraye'nin zaten umurunda değildi holding. Tomris ve Firuze onların aksine hırslarına beni de Feraye'yi de kurban etmiştiler. Şimdiye kadar ne holding, ne hisseler ne de yönetim kurul başkanı seçimi umurumda değildi fakat Tomris'in de Firuze'nin de yaptıklarının bir bedeli olmalıydı, hırslarının karşılığında ellerinde kalan hiçi görüp kudurmalarını istiyordum. Evet onları öyle görmek beni oldukça eğlendirebilirdi. Annem her koşulda Murat'ı destekleyecekti ve yönetim kurulunundaki diğer üyeleri de şimdiye kadar baskıladığından oldukça emindim, benim ve Feraye'nin oyu az olan hisse oranlarımıza rağmen bu kritik durumda önem teşkil esiyor olacaktı. Aslında bu beni korkutmuyor da değildi. Tomris ve bitmek bilmeyen hırsları bize son dakika nasıl bir oyun kuracak diye endişeleniyordum. Sonuçta Tomris'in desteği olmadan Emre yurt dışındaki işleri bırakıp Türkiye'ye geri dönemezdi. Bunu yaptığına hala inanamıyordum.
"Tomris, yıllar önce bana yardım ederken bile, ileride bu durumu kendi lehine kullanmayı düşündün değil mi?" Aklımdan geçeni atmosfere solurken sesim titredi. Acı ama bana göre doğru olan gerçek buydu. Omur ilikime saplanmıştı ihanet hançeri. Tüm bedenimi felç ediyor hissizleştiriyordu hayata karşı. İnsanın güvenebileceği bir ailesi, bir dostu olmaması böyle bir şeydi!
Arabanın gazını körükleyip düşüncelerimi ardımda bırakırken gözüm ön yolcu koltuğundaki cekete takıldı. Resepsiyona genel kurul davetini almak için uğradığımda hatırlattıkları, kuru temizlemede unuttuğum erkek ceketini de teslim almıştım. Kerim'le ilk karşılaşmamızda sarhoş halde kulüpten ayrılırken gazetecilerinden perişan halimi saklamak için bana verdiği ceketti bu. O gün ve sonrasında İpek'le yaşananlardan sebep tamamen aklımdan çıkmıştı. Geç de olsa yüzümde tebessüm oluşturan o günü hatırlatan ceketi artık sahibine teslim etmeliydim. Belki de doğru zaman değildi emin değilim ne de olsa hastaneye gittiğimde Onur'la karşılaşma ihtimallerimiz doğacaktı. Ne kadar öfkelensem de kırgın olsam da içten içe Onur'u merak ediyor, içten içe bir umut onu görmek istiyor olabilirdim? Bal gibi de istiyordum.
"Ah gurur, nerdesin gurur! Hep mi Onur'dan yana olunur biraz da bana uğrasan ya, ne de güzel olurdu! GURUR!" avuç içimi gurursuzluğuma diye direksiyona vura vura gazı körüklemeye devam ettim , rotam belliydi!
Darüşşafaka'ya geldiğimde hastaneye doğru kalan her metre de kalbimin ritmi hızlanmaya başlamıştı. Sonunda hastane otoparkına aracımı park edip, ceketi kaptığım gibi arabadan indim. Üzerimi saran hardal rengi elbisenin, dizimin biraz altında biten kalem eteğinin darlığı el verdiğince koşar adımlar atarak hastane danışmanının yanına vardım. Danışmada buraya ilk geldiğimde Onur'u sorduğum bayan yoktu, onun yerinde bulunan sarışın, çıtı pıtı genç bayana Kerim'i sordum. Hasta olmadığımı belirttiğimden Öğle molası olması sebebiyle cep telefonundan ulaştı Kerime. Telefonun diğer ucundaki Kerim'e hitabı oldukça samimi ve aynı zamanda da çocuksuydu. Bu beni gülümsetsede, karşımdaki genç bayanı incitmesin diye gülüşümü perdelemeye ihtiyaç duymuştum. Kerim'in bende şahsi numarası yok değildi ama yine de hastane üzerinden haberleşmek daha uygun gözükmüştü gözlerime. Malum günde Onur'un Kerim'e söylediklerinden sonra kendisiyle konuşma fırsatım olmadığından kendimi ona karşı mahçup hissediyordum. Daha genç kız telefonunu yeni kapatmıştı ki Kerim resepsiyona geldi. Kerim'in buraya süratla geldiğini, alnında boncuk boncuk parlayan ter damlalarından okuyabiliyordum.
"Melek hoş geldin."
"Hoş buldum, vaktin var mıydı böyle habersiz geldim ama?"
"Senin için her zaman vaktim var Melek!"
Mahçupca gülümsedim ve kolunu kaldırıp eliyle koridorda işaret ettiği yöne doğru adımlamaya başladım. Asansörde de koridorda gülümseşmiş ama birer yüklem cümlesi bile kuramamıştık. Aramızda tuhaf bir enerji vardı ve kesinlikle bu enerji Kerim'in aurasından kaynaklanıyordu. Yüzünde sürekli tebessüm eder gibi bir ifadeye sahipti Kerim. Koridorun ucunda doktor dinlenme odası yazılı levha olan odanın önünde durduğumuzda Kerim sevecen bir kalde cebinden çıkardığı anahtarla odanın kapısını açtı, önce kendi odaya girerken beni de sesli bir şekilde içeri davet etmekten geri kalmadı.
İçeri girdiğimde bir adet yatak , hemen yanında demir kapaklı üzerinde asma kiliti de olan bir dolap, dolapla uyumlu bir şekilde tam karşımızda duram masa üzerinde su ısıtıcısı ve bir kaç paket tek porsiyonluk içeçek çeşitlerinin bulunduğu koli, yanında kullanılmamış fincanlarla bulunuyordu. Odada aynı zamanda aynalı bir lavabo vardı. Lavabo tezgahında antibakteriyel içerikli sıvı sabun şişesi bulunuyor lavabonun yanında da aralık kapıdan içerisinde klozet ve duşluk bulunan mini banyo görülüyordu.
"Otursana." , dedi Kerim su ısıtıcısına masanın yanındaki sebilden su doldururken. Ben odada yatak ve pekte rahat gözükmeyen tek sandalye arasında göz dolaştırırken o devam etti.
"Çok sık kullanmıyorum bu odayı, endişen olmasın her gün steril ediliyor odalarımız."
Sandalyede karar kılıp oturmak için hareketlendiğimde.
"Öyle bir endişem yok, sadece ilk kez bir hastanenin doktor dinlenme odasını görüyorum. Oldukça mütevazı bir odaymış."
"Öyle biz doktorlar, iyi kazanıyoruz ama inan bana hastane dışında kazandığımızı harcayacak kadar vakit bulamıyoruz. Yatacak vaktin yoksa yattığın yerin bir önemi olmuyor Melek."
"Çok acıklı söyledin seninle ilk tanışmamız oldukça hareketli olan bir gece kulübünde olmasa , sana gerçekten inanabilirdim."
Kısa süreli bir kahkahanın ardından Kerim bedenini bana çevirerek;
"Hımm, tüh ben o detayı nasıl da unutmuşum öyle, bu arada çay mı kahve mi?", diye sordu, samimi bir itiraftan sonra.
"Kahve, sade olsun." Derken elimde epeyce süredir duran içinde Kerim'in ceketi olan karton paketi sandalyenin sağ tarafındaki taş zemine yere bıraktım.
"Görüşmeyeli epeyce bir vakit oldu belki daha sık beni ziyarete gelirsin umuduyla kendimi acındırmak istemiştim ama yakalandım." ,diye konuşmasında devam ederken masanın üzerindeki fincanlardan birine granül kahve paketini boşalttı diğerine de sallama çay poşetini attı, su ısıtıcı kaynadığının sinyalini verincede fincanlara kaynar sulardan ekledi.
"Bu ara emlakçıları çok fazla ziyaret ettiğimden başka kimseye ayıracak vaktim yok."
"Hayırdır, yardımcı olabileceğim bir şey var mı?", diye sorarken içinde kahve olan fincanı bana uzattı kendi fincanındaki çayın deminin yayılmasını bekliyordu.
"Yalnız yaşama kararı aldım, güvenlikli bir rezidans dairesi arıyorum ama kendime uygun olanı henüz bulamadım. Teşekkürler , ama inan isteklerim emlakçıları bile illallah ettirmişken bu işe bulaşmak istemezsin."
"Hımm, şikayet etmezdim emin ol, tabi Onur'un bu durumdan rahatsız olabileceğini düşünmeden böyle bir teklif yapmış oldum ama karşılığında nezaketen suçu kendine ve emlakçılara atmam oldukça zarifçe ve hoştu."
Onur ne alaka demek isterdim ama son görüşmemizde Onur bizi sevgili ilan etmişti, en azından yaptığı ima Kerim'e öyle görünmüş olmalıydı.
"Onur'la görüşmüyoruz.", dedim tek nefeste fakat Kerim anlamamış gibi söze devam etti.
"Ameliyattan ameliyata koştuğu yetmezmiş gibi, bir de gönüllü bağışçı olup ilik bağışladı. Gerçekten zor biriyle berabersin bu tempoda görüşememeniz oldukça normal."
"Kerim, biz görüşmüyoruz, Onur'la birlikte filan değiliz." , diye yineledim üstüne basa basa kurduğum daha açıklayıcı olduğuna inandığım cümlelerimle. Onur'un gönüllü bağışçı oluşu kısmı kalbime ılık bir şey akıyormuş gibi hissettirsede oralı olamayacaktım.
Sözlerime karşılık yudumladığı çayı boğazında takılan Kerim'i saran öksürükle yerimden sıçrarcasına kalktım, elimdeki fincanı masaya bırakıp, oturduğu yatağa doğru Kerim'in yanın koştum ve panikle sırtını sıvazladım.
"İyi misin?" ,diye sorar sormaz cevap almayı beklemiyordum.
"Hiç olmadığım kadar iyiyim." , derken yüzünde oluşan o serseri gülüş Kerim'i oldukça çekici kılıyordu. Aklımdan geçeni tahmin etmek zor değildi, bu yüzden konuyu değiştirmek için artık kesilen öksürüğünden de cesaret alarak az evvel oturduğum sandalyeye doğru adımlayıp masadaki kahve fincanını aldım ve bana ayrılan yere oturdum.
"İpek'lere uğramışsın." , dedim. Açıkçası İpek'le taburcu olduktan sonra da alakadar oluşu hoşuma gitmiş beni memnun etmişti.
"Evet, kısa sürece kendine öyle bir bağladı ki nasıl olduğunu görmeden duramadım.", derken bağlanmakla alakalı kurduğu cümlesini imayla gözümün içine baka baka söylemişti. Karşımda bana göre oldukça genç, flörtüz bir erkek vardı. Yudumladığım kahveden sonra yalancı bir öksürükle boğazımı temizlemek değil köşeye sıkışmışlığımdan kurtulmak istemiştim. Elbette karşımda genç yaşına rağmen çapkınlıkta soktora yapmış olan adam sözlerindeki kinayeden düştüğüm durumu fark edecekti, etmişti bile. Yinede görmezden gelmeyi seçecektim.
"Kerim, İpek için yaptıklarına gerçektende müteşekkirim. İyi ki seninle tanışmışız, sen çok iyi bir insansın..." ve çok da iyi bir arkadaşsın diyecekken sözümü tamamlamama izin vermedi.
"Sen de öylesin Melek, bunu İpek'i ziyarete gittiğimde anladım. Onun için çok büyük bir şansın eğer , sen olmasaydın o imkansızlıklarla kim bilir İpek'in durumu ne olurdu."
"Lütfen öyle söyleme, ben kadere inanırım Kerim. Siz doktorlar kadar rasyonel bakamıyorum hayata. Ayrıca bu durum nasıl anlatılır, nasıl ifade edilebilir bilmesemde söylemek isterim: Son bir kaç haftadır Allah, İpek de dahil karşıma çıkardıklarıyla bana öyle şeyler lütfetti ki hayatımla ilgili radikal kararlar almamı sağladı." Ben konuşurken Kerim merakla beni dinlemekle yetinememişti.
"Nedir seni böyle ışıl ışıl yapan kararlar, öğrenebilir miyim?", diye sorarken ben keyifle yerimden doğrulup önce elimdeki fincanı masanın üzerine bıraktım. Sonra yerdeki karton paketi alıp Kerim'in yanına doğru hareketlendim. Kerim'de bendeki hareketliliğe karşı kayıtsız kalmayıp oturduğu yataktan doğruldu elindeki fincanı sağındaki lavabo tezgahına koydu. Birbirimize adımlarken artık çok yakındık. Başımı geriye doğru ittiğimde artık göz gözeydik.
"Bu senin. Geri vermekte geciktim çok üzgünüm ayrıca sarhoş olduğum o gece beni zırh gibi magazincilerden koruduğu için olsa gerek bu ceketin sahibinin bendeki kıymeti çok fazla bilesin." , dedim.
Ellerine tutturmak istediğim karton paketin saplarını, parmaklarıma belli belirsiz parmaklarını sürerek sahiplendi. Yutkunurken aşağı yukarı hareket eden adem elmasını görmezden geldim.
"Sorduğun sorunun cevabına gelecek olursak..." dedim uzata uzata ,nazlanarak devam ettim bedenimi geri çekip elimdeki paketin artık Kerim'in elinde güvende olduğundan emin adımlarla kapıya doğru adımlarken. "... Şimdilik gizli kalmasını daha faydalı görüyorum." Ben kapıyı açıp çıkarken Kerim'de beni takip etti birlikte sohbet ede ede önce koridorda ilerledik sonra asansöre bindik. O bana İpek'in kendisine nazlanışından bahsetti ben ona İpek'in arkadaşlarıyla doyasıya oynarken nasıl mutlu olduğundan bahsettim. Hastane giriş çıkış kapısının olduğu resepsiyona haklaştığımızda Kerim biranda duraksayıp bedenimi kendisine doğru çevirdi.
"Melek , son zamanlarda sık sık yeni açılmış bir mekanın bahsini duyuyorum , biliyorsun biz doktorların başını kaşıyacak vakitleri olmadığından henüz mekanı görme şansım olmadı, sende istersen bu akşam mekana birlikte gidelim. Hem sebebini bilmediğim ama gözlerini ışıl ışıl eden hayatınla ilgili aldığın o gizli kadarları da kutlamış oluruz ne dersin?"
Karşımda, flörtüz adam gitmiş yerine özgüvenini yitirmiş gibi çekinceli davranan ergen biri gelmiş duruyor gibiydi. O böyle bakarken, onun o samimi teklifini nasıl red edebilirdim.
"Hımm, peki!"
"O süper, o zaman ben şimdi vizite yetişmeliyim akşama yeni açılan kararları görmeye gidip gizli mekanı kutluyoruz, yok yani mekanı görmeye gidip gizli kararlarını kutluyoruz!"
Kerim'in şaşkın halleti karşısında gülücüklerim bir anda kahkahaya dönüştüğünde hastanede olduğumuzu hatırlatıp kendimi güçlükle durdurabilmiştim.
"Sen saati ve konumu mesaj olarak atarsın." ,dediğimde Kerim çoktan geri geri mesleğinin gereğini yapmak üzere hastane koridoruna gidiyordu. Gözden kaybolmadan önce;
"Arayacağım!" , derken sağ elinin serçe parmağını dudağı, baş parmağıysa kulağına gelecek şekilde eliyle telefon işareti yapmayı da eksik etmedi.
Bu yaptığım Kerim'e umut vermek gibi bir şeydi belki ama kader bir şekilde bizim planlarımız dışında da ağlarını örmüyor muydu? Belki de bazen zorlamayı bırakıp bize sunduklarını kabullenmek gerekti.
Onur koridorda gözden kaybolduğunda bedenimi gerisigeri lobinin olduğu tarafa döndürmemle karşımda gördüğüm bir çift karartıyla göz göze gelmem bir oldu, aynı anda yüzümdeki sıcak gülümsememi, donuk gözleriyle ve soğuk çehresiyle üşütüvermişti. Eminim ki artık benim yüzümdede onun yüzündeki ifadenin yansıması vardı.
Çıkışa gitmem için onun olduğu taraftan geçmem gerekti. Omuzuma asılı olan çantanın sapını iki elimle sıkı sıkıya kavrarken eş zamanlı seri adımlarla gözümü devirdiğim çıkış kapısına doğru ilerlemeye koyuldum. Ona doğru yaklaşırken o ne bakışından ne duruşundan taviz vermiyor, benimse kalbim o alışılageldik ritminden şaşmış depara hazırlanıyordu. Tam Onur'un yanından geçerken kalbim yerinden çıktı çıkacak dediğim anda, bedenim bir şeye takılmış gibi son attığım adımı geri çekmekle birlikte olduğu yere mıhlanıverdi.
Gurur lütfen bu kez yanımda ol, onun gözlerine bu kadar yakından bakarsam, onun kokusuyla tekrar ciğerlerimi boğarsam ben hayatıma nasıl devam edebilirim!
"Nne yapıyorsun!" Diyebildim kekeleyerek.
"Aramalarıma cevap vermiyorsun , ben seni meraktan perişan haldeyken bir bakıyorum buraya kadar gelmiş etrafına kahkahalar saçarak Kerim'le konuşuyorsun!, söylesene Kerim'le aranızda ne var !"
Elinin aradından dirseğimi sertçe çekip kurtardığımda artık bedenimi ona döndürüp gözlerimle gözlerine meydan okuyacak cesareti öfkemle bulabildim.
"Sanane be adam! Ben sana Seda gibi bir kadınla aranda ne var diye soruyor muyum!"
Kendisine karşılık yaptığım çıkışla bir anda çılgına dönmüş gibi sağ elinin işaret parmağını havaya kaldırıp bana doğru sallaya sallaya gözlerinin karasını kalbinin en kuytu yerlerindeki öfkesini üzerime çarptı.
"Seda hakkında yaptığın imaya dikkat et! Haddini aşıyorsun!"
Bin bir parçaya bölünüp her bir parçamı farklı zamanda kaybettim o anda.
"Onur sen! Sen ..." Nefesim kesildi ama sonra kendimi bulabildiğimde devam ettim.
"... Onur Akın bir kadını mı savunuyorsun , tıpkı bir zamanlar beni savunduğun gibi... Onu bu kadar mı umursuyorsun!"
Duraksadı, havadaki eliyle parmağını sallamayı bırakıp yüzünü sıvazladı tam dudakları aralandığından ismi hastane koridorlarında yankılanmaya başladı.
'Onur Akın acil 801 nolu odadan bekleniyordunuz!' anonsla birlikte dudakları beni daha fazla incitecek fırsatı bulamadan panikle kapandı. Seri adımlarla yanımdan uzaklaşırken bende ardıma bakmadan çıkışa doğru ilerlemeye devam ettim. Tam çıkış kapısının önünde bu kez alkarısı gibi Karşımda duran Seda'yla yüz yüze geldik.
"Onur'un bir metre yakınında görürsem seni pişman ederim Melek! Haddini bileceksin. Senin onun yakınında yöresinde işin olmayacak anladın mı beni!"
Az önce Onur'un Seda'yı savunuşunu duymamışım gibi Seda'nın üstüne gitmeye çalıştım.
"Ne o seni bırakıp beni seçer diye mi korkuyorsun!"
"Onur beni asla bırakmaz Melek! Onur beni ardında bırakmayacak, bu hayatta mezara kadar sevip kollayacak olduğuna inandığım tek erkek!"
Gözlerim dolmuştu, kuyruğu dik tutma çabasıyla son bir güç ayaktaydım ama ruhum yıkılmıştı. Onur sevdiği kimseyi yarı yolda bırakmazdı bilirdim ve Seda da onu çok iyi tanıyormuş gibi konuşmuştu. Onur benden geçmişti artık...
"Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum ama onu incitirsen eğer, emin ol işte o zaman mezarda olsan bile huzur bulmaman İçin her şeyi yaparım!"
Sol omzumu Seda'nın sağ omzuna sertçe çarparak dışarı çıktım. Artık bitmiştik. Lanet olsun biz diye bir şey gerçekten de olamayacaktı artık ve ben bunu bile bile yine dönüp son bir kez mal gibi arkama bakmıştım. Darmadağındım, arabamı park ettiğim yerde bulmak dakikalarımı almıştı, uzun uğraşlar sonunda park ettiğim yeri bulup, arabama akladığım gibi gazı körükleyip hastane oto parkından ayrılmıştım.
....
Üzerime giydiğim siyah tulumun ince askılarını düzeltip , arabadan inmeden önce üzerime deri ceketimi giymeyi ihmal etmedim. Hava çok soğuk değildi ama rüzgarlıydı en azından mekana girene kadar omuzlarımı örtmesinde fayda vardı. Arabanın kapısını açıp on bir santimlik ince topuklu stiletto ayakkabı giyili olan sol ayağımı bastım diğer ayağımı da frenden çekip sandalet ayakkabımı çıkarıp stiletto ayakkabımın sağ eşini de sağ ayağıma geçirip arabadan bütünüyle indim. Deri clutch çantamı da elime aldığımda bütünüyle siyahlar içerisinde hazır haldeydim. Arabanın şoför kapısını kapatıp elimdeki aparattan kilit butonuna basmayı ihmal etmedim.
"Senden ayrılacağımıza inanamıyorum, bebeğim.", derken bugün hastaneden sonra uğradığım galeride arabamın satılık olduğuna dair ilan vermiştik. Artık otellerde dolaşarak hayatımı devam ettiremeyeceğim ve malikaneye geri dönmeyeceğimden emindim.
Bir kaç metre yürüdükten sonra Kerim'le buluşmak üzere sözleştiğimiz mekana girebilmiştim. Kerim'in bahsettiği kadar vardı. Henüz girişinde ilerliyor olmama rağmen koridor boyu yere döşenmiş renkli mozaik taş eski mısır pramitlerindeki motifleri andırıyordu. Tahmin ettiğim gibi mekanın içide antik Mısır saraylarını andırır bir konsepte sahipti. Meşaleleri andıran tasarımdaki rustik ampüller asla göz yormuyordu.
Dans pisti de oldukça otantik bir renkli aydınlatmaya sahipti , aynı zamanda Allah aşkına bu mekanı tasarlayan iç mimar ne hayal ediyordu ki dans pistini diğer alanlardan ayıran yarım metrelik yapay bir akarsu tüneli vardı. Tünel zeminle aynı yükseklikte cam olduğunu düşündüğüm bir tabakayla estetik görüntüsünü bozmayacak şekilde bariyerlenmiş dans edenlerin bu akıntıya kapılmamaları için güvenli bir alan haline getirilmişti. Orkestra da garsonlar ve barista hepsi konsepte uygun tek düze kostümlerle hizmet ediyorlardı. Yürüyüş tempomu düşürmeden bar taburelerini olduğu tarafa yöneldim. Kerim'i sırtı dönük olmasına rağmen farketmiştim. Yavaşça yaklaştım ve barmenin uzattığı bardaktan içkisini yudumlarken elimi hafifçe omuzuna değdirdim.
"Selam." , der demez Kerim yerinden zıplarcasına doğruldu ve heyecanla ayağa kalktı . Tokalaşmak ve sarılmak arasında bocaladığında ona dostane bir tavırla sarıldım. Ceketimi çıkarıp hemen yanındaki bar taburesine oturdum. Oda selamıma karşılık verip yerine oturdu.
"Ne içersiniz." Barmenin sorusuna alkolsüz meyve kokteyli isteyerek karşılık verdiğimde Kerim sevim bir ifadeyle kaşlarını çatmıştı. Şaşkınlığını anlıyordum.
"Artık alkol kullanmıyorum."
"Ne zamandan beri!"
"Çoktandır düşünüyordum zaten ama bir kaç hafta önce emin oldum artık içmeyeceğim."
"Ama kutlama yapacaktık!"
"Hımm alkolsüzde yapabiliriz bence!"
"Öyle olsun, ben mekana bayıldım sence nasıl !"
"Alışılagelmedik bir konsept, ilginç ama beğendim. Özellikle kanatlı melek figürlerine bayıldım."
"Antik Mısır'da melek inancı var mıymış?"
"Tuat'a yaşayan melekler hiyerogliflerde anlatılır. Tabi tam olarak neyi anlattıklarını anlamak imkansız, sanırım antik Mısır dönemi günümüzde bile hala sırrını korumaya devam ediyor."
"İlgili gibisin o dönemle."
"Aslında sadece ergenliğimde. Gözüme o yaşlarda fantastik gözüktüğünden olsa gerek, Antik Mısırla alakalı okuduğum hikaye ve izlediğim filmlerin haddi hesabı yoktu. Sonra bir anda ilgi alanımdan çıkmış olacak ki buraya gelene kadar aklımda bile yoktu diyebilirim. Sanırım gençliğin verdiği bir döneme ait alakaydı, öyle geldi geçti."
"Hımm , isabetli bir tercih yapmış olduk o zaman."
"Öyle oldu, ama..." söyleyip söyleme konusunda kararsız değildim tek endişem kendimi doğru kelimelerle ifade edememekti?
"Sorun nedir?" Diye sorduğunda, oldukça duraksadığımı fark edip konuşmaya devam ettim.
"Bugün yaptığın şey. Beni bu gece için davet ederken Onur'un bizi gördüğünü ve izlediğini biliyordun değil mi?"
"Evet, biliyordum. Bu yaptığım sana çocukça gelebilir, öyle göründüğümün farkındayım ama gözüktüğü gibi biri değilim. Aslında yaşıma göre olgun biriyimdir, ben yaptığım şeyi savunmaya da çalışmıyorum. Sadece Onur'un her seferinde aramıza girişine karşılık bir anda yaptığım bir şeydi inan bana, öyle planlı bir şey değildi. Bir daha olmayacak emin olabilirsin."
"Kerim, Onur'la benim aramda bir şey yok, sana birlikte değiliz demiştim ama sen bunu sana söylememe rağmen benimle senin arana Onur'u koyuvermişsin."
"Melek, ben özür dilerim, yaptığım şeyin telafisi yok biliyorum ama bana bir şans daha verirsen emin ol..."
"Hımm, sana bendeki kıymetinin büyük olduğunu söylemiştim, bunun için arkadaşlığımıza bir şans daha veriyorum ."
"Arkadaşlığımıza mı? Melek ben senden hoşlanıyorum."
"Farkındayım ve sende sana bu konuda karşılık vermediğimin pekala farkındasın değil mi?"
"Sebebinin adını söylesem,bana yine aramıza onun adını koyduğumu söyleyeceksin. Sevdiğin o değil mi?"
"Kerim bak, ben artık en çok kendimi sevme kararı aldım, çok yorgunum ve etrafımda beni yormayacak, samimi , net insanlara ihtiyacım var. Hayatımla ilgili kararlar aldığımı söylemiştim, aldığım kararları gerçekleştirmem için de kendimle vakit geçirmek istiyorum. Dostça yanımda olacaksan eğer her mutluluğumu seve seve seninle paylaşmak isterim."
"Yorgunluğunun, bu kararının sebebini söylemeyeceksin değil mi? Samimiyetten bahsediyorsun ama samimice itiraf etmeyip konuyu değiştiriyorsun. Eğer sevgili gibi değil arkadaş gibi severim diyorsan ona da peki Melek, yeter ki sen sev ister dost gibi ister kardeş gibi..."
Taburemden ayaklanıp Kerim'in boynuna sarıldım. Sımsıkı sardım boynunu, o da daha fazla dayanamayıp karşılık verdiğinde salonda Adele'nin set fire to the rain şakısı çalıyordu. Tam da o esnada omzumda yakıcı ateşi hissetmemle bedenimin Kerim'den ayrılışı bir oldu. Neye uğradığımı anlamak isterken , yüzüne yediği yumrukla yere serilen bir adet Kerim ve onu bir doksanı zorlayan boyuyla dimdik ayakta öfkeyle izleyen bir adet Onur görüş alanıma girmişti. O kadar şoke olmuştum ki kendi attığım çığlıktan korkup , kendimi kendime getirmiştim. Yere çöküp yüzüne aldığı darbe yüzünden hala yerde kıvranmakta olan Kerim'e bakacaktım ki uzattığım elimin bileğinden ve aynı anda belimden tutulduğumdan oturduğum yerle temasım kesilivermişti.
"Bırak!" Çuval gibi Onur'un omzunda sallanıyordum, mekan dışına kadar aynı pozisyonda etrafa malzeme vere vere ilerledik. Ta ki Onur'un jeepinin önüne gelinceye dek, Onur bir hışım arabanın ön yolcu koltuğunun kapısını açıp beni bir eşya gibi koltuğa fırlatıp kapıyı kapattı o şoför koltuğuna oturmak için arabanın önünden dolaşırken kapıyı tekrar açıp dışarı çıktım .
"Ya sen ne yaptığını sanıyorsun, maganda mısın? Kimsin ya sen kimsin!" Çığlık çığlığa arabadan indiğim yerde develenirken Onur çoktan geri dönüp yanıma gelmişti.
"Ben kimim öyle mi? Daha bir kaç gün önce sevdiğini itiraf ettiğin adamın ben, daha bir kaç gün önce zevkle öpüştüğün adamım peki sen kimsin ! Benden af dilenirken bir anda kendini önüne çıkan ilk erkeğin...!!"
"Söyle söyleee! Devam et. Önüme çıkan ilk erkeğin kollarına aklayan bir oros..."
"Melek sus!!"
"Susmayacağım, ben yedi yıl sustum sen yoktun! Bir kez sana geldim , yüz çevirdin, sana sevdiğimi söylediğim gün ardına bakmadan çektin gittin, Seda'yla beraberken benimle kırıştırdın. Söylesene ben kimim, neyim ben senin için, Seda sana eş ben de metres mi ? Ama benim gibi birinden sana dahası olmaz ... ama yok ya daha bir kaç hafta önce de arkadaştık biz değil mi Çınar'ı arkadaş olduğumuza ikna etmeye çalışıyordun ya hani!"
"Sana Seda hakkında konuşma demiştim, onunla aramda zannettiğin gibi bir şey yok!"
"Hah! Olsa da olmasa da beni ilgilendirmiyor! Sana söyledim artık sende herkes gibisin dedim!"
"Sırtımdaki yarayla, sol yanımdaki sancının sebebiyken bana herkesmiş gibi davranamazsın, her şeyin bir bedeli var Melek, o bedel ödenecek anladın mı beni! O bedel ödenecek! ..."
"Ne yapmamı istiyorsun! Hesaplaşmak mı istiyorsun söyle ! Nasıl hesaplaşalım istersin... Ayaklarına kapanmadım ben bir be! Özür diledim, sevdiğimi söyledim, daha ne yapayım ne! Benden ne istiyorsun sen! Affedemiyorsun ki , bırakmıyorsun da ne istiyorsun sen !"
Yutkundu! Cevap vermedi! Gururu elvermedi.
Tekrar mekanın yolunu tuttum. Her zamanki gibi yine ardıma baktığımda so sözümü söylediğim galdeki gibi olduğu yerde kalakalmış duruyordu. Onun o gururu öyle bir pranga vurmuştu ki ayaklarına milim kıpırdayamıyordu. Gururu zırh edinmiş kalp sevse ne fayda! Oysa tek kelime yeterdi her şeyi bitirmeye ve her şeye birlikte başlamaya.
Benden ne istiyorsun dediğimde 'seni' deseydi beni affedip sırtındaki yarayla kalbindeki ağrı son bulmaz mıydı, bu kadın ona köle olmaz mıydı?
Mekana girer girmez gözüm Kerim'i aradı ama yoktu. Yanyana oturduğumuz yerde kalan çantamı ve ceketimi kapıp vakit kaybetmeden mekandan ayrıldım. Tekrar otoparka doğru ilerledim, Onur'un arabasının olduğu yerin aksi yönündeki yerde park halindeydi araba. O yüzden onu tekrar göremedim. Arabama aklar aklamaz motoru çalıştırdım nefesimi düzene sokup elime telefonu aldığım gibi rehberden Kerim'in numarasını bulup aramadım. Uzun uzun çalındı ama açılmadı. Tekrar aradım ama cevap alamadım. 'Nerdesin çok endişeliyim lütfen mesajımı görür görmez bana dön.' Yazıp mesaj gönderdim. Gaza basıp yavaşça park alanının çıkışına doğru sürmeye başladım acele etmiyordum eğer hala mekandaysa arabayı durdurup geri dönmeyi düşünüyordum. Tam da düşündüğüm gibi telefonum çalmaya başlayınca arabanın konsolundan kontrol etmeden aramayı yanıtladım.
"Kerim!"
"Melek! Benim Serap!"
"Se..Serap!"
"Melek Murat'a ulaşamıyorum, senden başka güvenebileceğim kimse yok! Yalvarırım yardım et!"
"Serap, sakin. Neler oluyor anlamıyorum."
"Dediğin gibi yaptım, beni kaybetme korkusu duysun istedim ama zannettiğimiz gibi olmadı. O hala ona olan duygularıma kör ve tüm bu tavırlarımı aksine yorumlamış... Melek bana hala o adama aşıksın ona bunun hesabını soracağım deyip çekip gitti. Sarhoştu ben çok korkuyorum ona ulaşamıyorum delice bir şey yapmasından ölesiye korkuyorun Melek!"
Arabanın hızını arttırıp anayola doğru süratla giriş yaptım.
"O kim Serap kime gitti."
"Melek yemin ederim Murat'ın düşündüğü gibi bir şey yok. Yıllarca yurt dışındaydı zaten döneli çok oldu ama eğer ortak davetler olmasa döndüğünden bile haberim olmazdıki. Murat'ın beni kaybetme korkusu yaşaması lazım dedim diye bir kaç haftadır onu alttan almayı bıraktım o da onun dönüşüne yordu. Yemin ederim öyle bir şey yok ben Murat'a aşığım onu çok seviyorum. Eğer Türkan anne duyarsa bu ilişkimizi çıkmaza düşürür, ben Murat'ı kaybetmek istemiyorum bu yüzden senden başka yardım isteyebileceğim kimsem yok yalvarırım yardım et."
"SERAP! MURAT NEREYE GİTTİ BİLİYOR MUSUN? Kim bu Adam!"
"Emre..."
"Sarı çizmeli Mehmet ağa ... Serap Emre kim soyadı yok mu bu adamın, iş yeri, evi ...?"
"Emirdağ..."
"Sen kim dedin?"
"Emre Emirdağ"
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SONU...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.29k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |