43. Bölüm
Fatma Tuncay / MİRAS / 24.1 Bölüm Mağlup

24.1 Bölüm Mağlup

Fatma Tuncay
demirkalem

 

 

 

 

 

>>>>>>>XXIV<<<<<<

 

 

 

 

 

 

"Ben zaten gerçeği hiç kavrayamazdım! Onu sözlerine göre değil de davranışlarına göre değerlendirmem gerekirmiş"

 

 

 

 

 

 

'Antoine de Saint-Exupéry (Le Petit Prince)'

 

 

 

 

 

 

>>>>>>>XXIV<<<<<<

 

FERAYE YALÇINKAYA

 

'Bana yönümü gösterir misin kutup yıldızı?'

Üzerime sarındığım kırmızı polar üşümeme engel değildi. Aslında hava da öyle çok serin sayılmazdı ama ben üşüyordum. Ben özlüyordum. Çınar'ın beni saran, yüreğimi ısıtan, korkularımdan saklayan o kollarını ölesiye özlüyordum. Hala aramamıştı bir sorun mu vardı? Korkuyordum hemde çok. Aklımın karmaşıklığındaki beni yiyip bitiren o seslerden, toplanacak Korhanlı Kurul toplantısından, kıyamet kapıdayken hala ıssız ve sessiz hissettiren atmosferden korkuyordum. Son bir kaç ayda yaşadıklarımdan sonra bu sakinlik neyin nesiydi? Neden davetiye bana iletilmemişti? Halam nerdeydi? Çınar neden aramamıştı? Peki ya ailem neden bunca olaydan sonra yeni bir hamlede bulunmuyordu? Peki şimdi karşıma çıkıp alnıma silah dayasalar ben ne yapardım? Kurul toplandığında ne yapmam gerekecekti?

Gökyüzünden muhtaç olduğum nefesi içime çekmeye çalıştıkça yıldızlarımı bir bir kaybedip karanlıklarla boğuluyordum. Daha fazla dayanamayıp kendimi terasın açık kapısından içeri mutfağa attım. Tezgahta duran su dolu sürahiden hemen yanındaki kristal bardağa suyu boşaltıp, yudum yudum bardaktaki suyu içtim. Elimdeki telefonda tek bir cevapsız arama kaydı bulunmuyordu.

Benim yüzümdendi belkide. Kullandığım ilaçlar beni içi boşaltılmış bir kabuğa çevirmişti ve ben son zamanlarda Çınar'a o her zamanki sevecen halimle hitap edemiyordum. Bırakmıştım ilaçları şimdi arasa ona, 'Sol yanım seni ne kadar çok özledim.' diye haykırmaz mıydım?

Çalan kapı sesiyle irkildim. Kaç adımda kapıya vardım, saymamıştım. Kapının yanındaki cihazdan kapı önündekinin kim olduğunu doğrulayıp kapının kilitlerini tek tek açıp kapıyı araladım. Bu gelen Adem'di.

Gülümseştik.

"Geçsene içeri, buyur."

"Yok geçmeyeceğim içeri."

" Ne yani bu saatte buraya selam vermek için mi geldin?"

Ceketinin iç cebinden bir zarf çıkardı. Zarfı bana uzatır uzatmaz üzerindeki amblemden bana uzattığı şeyin ne olup ne olmadığını anlamıştım.

"Bu senin Yalçınkaya Holdinge senin adına iletileli iki gün olmuş, kusura bakma iş yoğunluğunda anca fark edebildim. Görür görmezde sana getirdim. Ne olduğuna dair bir fikrin var mı?"

Derinden solduğum nefesi tek seferde sesli bir şekilde dışarı verdim.

"Bende bana neden gelmedi diyordum?"

"Beklediğin bir şeydi demek?"

"Bu sabaha kadar haberim yoktu tabi, Melek geldi bugün, ona da ulaştırılmış. Yönetim kurulu toplanacak ve yeni başkan biz hissedarlarında katılımıyla seçilecek. Anlayacağın o lanet gün geldi Adem?"

Yüzümdeki endişeyi okumuştu Adem.

"Merak etme, seni Korhanlı Holdinge bizzat ben götüreceğim. Her zaman yanındayım. Çınar'la bu konuyu ayrıca konuşup kendisinden ne yapmamız gerektiği konusunda fikir alacağım. Gerçi sen görüşmüşsündür bile?", dediğinde yüzünde imalı bir gülümseyişi vardı. O gülümseyişi solduran benim sözcüklerim oldu.

"Nasıl yani sen Çınar'la irtibatta mısın? En son ne zaman görüştünüz Çınar'la, neden beni uzun zamandır aramıyor!"

Artık karşımda bir adet şaşkın suratla bana bakan Adem bulunuyordu!

"Şey epey oldu beni de aramayalı tabi, yoğundur merak etme arar. Endişe edecek bir şey olsa haberim olurdu."

"Yalan söylüyorsun, o kadar belli ki. Davetiyeden henüz haberin oldu , sürekli görüşmeseniz toplantıya bu kadar az gün kalmışken konu hakkında görüşeceğine dair nasıl bu kadar emin olabilirsin? "

"Feraye yenge, bir sebebi vardır ben eminim."

"O iyi olsunda sorun değil."

"Ben moralini bozmak istemezdim."

"Sorun yok dedim ya Adem."

"Peki öyle diyorsan bana müsaade, çiftliğe geçeceğim , Çınar'ın çalışma odasında lazım gelen bir kaç evrak var yarınki toplantı için lazımlar. İstersen sende benimle gel hem belki çiftlikle kalmak istersin, buraya gelmek istersende tekrar bırakırım seni ne dersin?"

"Teşekkür ederim, burada kalacağım."

"Peki yenge, peki... o zaman ben kaçar. Toplantı gününü haber edersin , almaya gelirim seni?"

"Olur.", dedim belirli belirsiz kafamı aşağı yukarı sallarken.

Adem gittiğinde tekrar yıldızlarla kendimi teselli etmek üzere terasa doğru yol aldım tam mutfaktan terasa adımlayacakken tekrar kapı çaldı. Adem bir şey söylemeyi mi unutmuştu ki!

Koşar adımlarla kapıyı ardındakini doğrulama ihtiyacı duymadan araladığımda karşımdaki manzarayla olduğum yerde kalakalmıştım!

Anlaşılan bu gece oldukça zor ve uzun bir gece olacaktı!

...

 

MELEK KORHANLI

 

Serap'ın ağzından çıkan o isim aklımın duvarlarında ses kaybetmeden sonsuz kere yankılanıyorken, direksiyonu güç bela ellerimde tutuyordum. Çoktan malikaneye gelmiştim. Kapı zilini çaldığımda , zilin sadece evdeki çalışanlarca duyulmasından faydalanacaktım. Kapıyı tahmin ettiğim gibi evdeki hizmet görevlisi çalışanımız açmıştı.

"Melek Hanım! Hoş geldiniz." Evin en sevimli, en renkli ferdi bendim, hizmetlilerle arama mesafe koymadığımdan aralarında sevildiğimi bilirdim. Buna güvenerek işaret parmağımı dudağımın üzerine değdirip, sus yaptım. Karşımdaki kızcağız ne yapacağını şaşırıp, bocalasada sessizce bana başını sallayıp onay verirken kapı aralığını genişletip içeri girmem için geri çekildi.

Sessiz, seri adımlarla annemle rahmetli babamın paylaştıkları yatak odasının kapısının önüne geldim. Kapının kulpunu yavaşça çevirip içeri sessizce göz gezdirip kimse olmadığından emin olduktan sonra içeri girdim. Annemle babamın evlilik fotoğraflarının asılı olduğu duvarın önünde durup bir kaç dakika fotoğrafa baktım. Annemin gözlerinin içi gülerken, babamınsa yüzünde her zamanki otoriter ifadesinin hissettirdiği soğuk bakışıyla kendilerini fotoğraflayana poz veriyorlardı. Annemin belkide gözlerinin içinin güldüğüne şahit olduğum tek kare an bu fotoğraftı. Yıllar senden ne alıp götürdü ki böyle bir kere bile bize bakmadın Türkan Sultan!

Fotoğrafı asılı olduğu yerden indirip ardındaki kasanın kapağını açtım. Şifreli ikinci kapağını açmak içinde Murat'ın doğum gününü tuşladım. Bu kasa sadece anneme aitti bilirdim. Şifresini tahmin etmek de zor olmayacaktı. Kilit şifresini girdikten sonra işittiğim doğrulama sesiyle kapağı açıp kasa içindekileri yokladım. Bir miktar nakit para, döviz ve anneme ait mücevherlerin yanında Bond Arms Barn Roughneck silahı çantama atıp kasanın kapağını kapattım. Fotoğraf çerçevesini yerine bir önceki duruşuyla aynı olduğundan emin olarak asıp seri adımlarla odanın çıkışına yöneldim. Duyduğum sesle birlikte geri dönüp yatağın altına saklandım. Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi yine yatağın altında görünmez olmuştum. Odaya giren annemdi. Hararetli hararetli telefonda konuşuyordu. Enterasan olan konuşmanın konusu Murat'ın nerede olduğu değildi.

"Ekrem! Bu durum başımızı fena ağrıtacak. Firuze döndü ve iki günümüz var. Kurul üyeleriyle anlaştım onlar bizim tarafımızda ama Firuze de boş durmayacaktır... Hayır paketin eline geçmesi önemli değil asla bizi ifşa edemez, ederse bizimde elimizdeki kozu masaya atacağımızı bilir. O Melek yüzlü şeytanı gayet iyi tanıyorum. Bana yaşattıklarının hesabını bir bir ödeyecekler!"

Kurul toplantısında yapılacak seçimle alakalı konuşmaydı. Ekrem'le birlikte mi hareket ediyordu peki ya Tomris! Tomris'in bu durumdan haberi olmaması mümkün müydü? Kocası değil miydi Ekrem onun!

Ah Tomris !

Annem Murat için kocanı bile safına almayı başarmış bir de akıllıyım diye geçinir durursun!

Annem konuşması biter bitmez kendini odanın banyosuna attı. Musluktan akıtılan su sesini işitmemle olduğum yerden kaçmak için gerekli fırsatın geldiğinden emin oldum. Önce odadan takiben seri adımlarla koridor ve malikaneden uzaklaştım. Arabama biner binmez elimdeki tek adrese, kabusum olan kulübe gitmek üzere motoru çalıştırıp gaza yüklendim.

 

Motoru kapattığımda yolculuk boyu devam eden Serap'ın yanıtsız aramalarına baktım. Kendisine mesaj atıp telefonumu sessize aldım. Çantamın içine attım. Deri ceketimi üzerime giyip iç cebine silahı sakladım.

Çantamı da yanıma alıp arabadan indim. Kulüp Feraye'yi almaya geldiğimiz o olaylı günden beri tadilat bahanesiyle kapalıydı. Camlarına asılı afişlerde ise yeni mekanlarının tanıtımı bulunuyordu. Yeni mekanları benim bu gece Kerem'le buluştuğum mekandı.

Lanet olasıca!

Bu adam nasıl bir manyaktı, nasıl bir takıntıya sahipti ki benim Antik Mısır merakımdan bile haberdardı. Kesinlikle o konsept benim ile alakalıydı.

Bir zamanlar Serap'la arasında nasıl bir ilişki vardı ki Murat bu kadar çıldırmıştı! Aklımı karıştırmayıp, Murat'a odaklanmam lazımdı. Zira burada olmayada bilirdi.

Sessizce kapıyı zorladım ama açılmadı. Mekanın arka tarafına doğru etrafında yol aldım, tuvalet penceresindeki açıklığı fark edince önce çantamın sapını başımdan geçirip çantamı sağlama aldım sonra ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp kenara koydum ve duvarın üzerindeki görsellik için yapılmış kiremit efektli çıkmalara basarak cama doğru tırmandım. Aralık olan havalandırma penceresini dahada açıp güç bela içeriye doğru sarktım. Bu pencereler hep açık bırakılırdı. Olası bir baskında müşteriler tarafından kullanılan kaçış kapısıydı. Mekan sahipleri de elbette bu durumdan haberdarlardı. Müşterilerini kaybetmemek için bu duruma göz yumarlardı. Muhakkak o olaylı geceden sonra burayla ilgilenmeyip burayı açık unutmuş olmalıydılar. Aslında buraya boşa gelmiş bile olabilirdim. Belkide bir önce gittiği mekandaydı o iğrenç herif. Beni görmemiş miydi? Buradan sonra tekrar oraya gitmeyi kafaya koyup, sendeleyerek havalandırma penceresinden içeri düştüğüm yerden kalkıp ilerlemeye başladım. Tüm bedenim terden sırılsıklam olmuştu. Hava terleyecek kadar sıcak değildi ama stres bedenimin olağan dışı reaksiyon göstermesine sebep oluyordu.

Yutkuna yutkuna karanlığa doğru adımladım. İç cebimdeki silah ellerimdeydi. Daha önce hiç silah kullanmamıştım ama zorda kalırsan yapamayacağım bir şey de değildi. Ağır adımlarla geniş dans pistinin olduğu alana geldim. Çıt yoktu! Burada değildiler demek ki? Seri adımlarla hızlanarak çıkıp kapısına doğru giderken kapı önünde duyduğum seslerden irkilip hız kaybetmeden bu kez geriye doğru adımladım. Asma merdiven altına saklanıp beklemeye başladım. Gürültüyle birlikte içeri iri iri bir kaç adam girdiğinde dayak yemekten kan revan içinde kalmış yarı baygın haldeki Murat'ı çuval gibi elleri ayaklarından tutarak taşıyan admalar da görüşü alanıma dahil olmuştular. Dudaklarımdan sesim firar etmesinler diye boştaki elimle dudaklarımı örttüm. Manzara bana göre oldukça korkutucu hatta dehşet vericiydi.

Nefes alıp vermeye bile korkuyordum. Olduğum yere daha da sinerek kendimi görünmez kılmaya çalıştım.

"Patron birazdan gelecek, o zaman ayıltırız bu iti. O alır ifadesini neymiş bizim patronla olan derdi.", dedi içlerinden biri.

"Biz dışardayız o zaman ağabey."

"Bende geliyorum , bu ayyaş kendine gelemez zaten."

Gülüştüler, pislikler. Ayyaş dedikleri adamı mı ölesiye dövmüştüler? Bunlar kendilerine adam mı diyordular!

Hepsinin gittiğinden emin olduktan sonra çöp gibi yere atılan ağabeyimin yanına koştum. Elimdeki silahı çantama atıp Murat'ın başını avuçlarımın arasına aldım. Yüzü, gözü kan revan içindeydi. Çarşamba günü yapılacak toplantıya bu halde mi gidicekti! Lanet olsun! Eğer Serap aramasa bu işin altından da Tomris çıkar diyebilirdim.

"Murat! Murat kendine gel!"

Kısık seslerle attığım çığlıklarımı duymayınca ellerim arasındaki başını sarstım. Gözleri aralanır gibi oldu olmadı başka da tepki alamadım. Ayaklanırken ayaklarından tuttum kendisini çekiştirmeye çalıştım. Belki bir yere gizlenir birinden yardım alırdım. Evet birinden yardım isteyebilirdim ama kimden! Kimsem var mıydı benim!

Tekrar yere çöktüm burdan ancak Murat ayaklanabilirse kaçabilirdik. Bedenini uyanması için sarsarken ensemde hissettiğim sızıyla eşzamanlı gözlerim karardı!

Kulaklarımda yankılanan çınlamayı hiç sevemedim.

  ...

Gözlerimi araladığımda her yer gözlerimin yumuk olduğu andan daha karanlık gözükmüştü. Burnuma vuran iğrenç koku öğürmeme sebep olurken bedenimi hareket ettiremeyişimden bağlı olduğumu anladım. İşin tuhafı bacaklarımdaki bağı tenimde hissediyordum. Gözlerim karanlığa bir miktar alışır gibi olduğunda halatlarla bağlı olduğumu anladım ve üzerimde iç çamaşırlarımdan başka bir şey yoktu.

Lanet olasıcılar!

Öğürmemek için kendimi sıkarken bir yandan da zorda olsa sesimi birilerine duyurabilmek için bağırıyordum. Odayı bir anda parlak ışık kapladığında, karanlığa alışan gözlerim ışık yüzünden sızladıklarında gözlerim daha fazla acımasınlar diye çareyi gözlerimi yummakta buldum. Göremesemde ardımda açılan bir kapı olduğunu içeri aydınlatan ışıktan anlyabiliyordum. Biri saçlarımdan asılıp höykürürcesine konuşurken açtığım gözlerimle, ardımdaki kapıdan sızan ışığın odayı aydınlattığı yerlerdeki parçalanmış cesetleri gördüm. Haykırışlarım tiz çığlıklara dönüşürken, debelenen çıplak bedenimi bağladıkları halatlar acıtıyordu. Bedenim ve saçlarıma asılı el yüzünden başım, acı içindeydiler. Boğazımı yakan acı, sesimi kısana kadar çığlık atmaya devam ettim. Burnuma vuran kokunun sebebi, işkence gördükleri belli olan cesetlerin çürümeye yüz tutmuş bedenleriyle aynı karanlığı paylaşmak bana aklımı yitirtmek üzereydi.

"Çıkar beni!" Yalvardım bağırmaktan alev alev yanan boğazımdan zorla atmosfere üflediğim ince sesimle...

"Orospu! Girmemen gereken yerlere girerken, sonunun burdakilerden farklı mı olacağını düşündün?"

Midemden boğazıma yükselen acı sıvı genzimde dahil boğazımda yakıcı bir etki bırakmıştı. Artık takatim kalmadığında kendimi kaybetmek üzereydimki bir anda kopan yaygarayla saçımdaki elin sahibi adam yerle bir olacak şekilde yere yapıştı.

"Lan! Ona nasıl elini sürersin sen!", dedi o tanıdık ses. Odadaki kokudan daha mide bulandırıcı daha korkutucuydu duyduğum sözler. Çünkü sesin sahibinin Emre olduğunu biliyordum. Yaşadığım, belkide yaşayacağım bitmeyen kabuslarımın kaynağı kendisiydi. Bir anda pelte gibi olan bedenimde sarılı olan halatlar gevşeyiverdi aynı hızla tenime temas eden kolları hissetim. Taşındığım kollarla mücadele verirken yüzümde büyüyen ışıkla artık o karanlık, ceset dolu yerden kurtulmuştum ama celladın kollarındayken nasıl kendimi özgür hissedilirdim ki. Öğürmem son bulduğunda içimdekiler çoktan dışarı çıkmıştı. Üzerime kusmuştum. Yanaklarımdaki sıcaklık gözlerimden sızan göz yaşlarının eseriydi. Ben celladımın kollarında celladımla birlikte koridorda ilerlerken kulaklarımda yankılanan silah sesleri beni bu hale getirenlerin yalvarış seslerini kesiyordu.

Götürüldüğüm oda oldukça ferahtı. Beni odadaki koltuğa oturttu, aynı odadaki çelik dolabı açıp askıdan beyaz bir gömlek çıkardı ve giymem için yanıma bıraktı. Eliyle odadaki diğer kapıyı işaret ettiğinde, oranın lavabo olabileceğimi düşündüm. Hızla oraya koştum kapıyı ardımdan kilitleyip suyu açtım. Üzerimi el verdiğince temizledim. Yüzüme defalarca kez su çarptım. Ağzımın içini çalkaladım burnuma genzim sızlayana dek su çektim. O lanet ceset kokusu hafızamdan silinsin istedim o görüntüleri unutmayı istedim. Bir insanın başına daha ne gelebilir ki deyip dahasını görmesi kadar berbat bir durum olamazdı.

Lavabonun kapısını aralayıp odaya baktığımda onu gördüm. Gözüyle koltuktaki beyaz gömleği işaret etti.

"Giyinmende yardımcı olabilirim?"

"Gerek yok, bana öyle teşekkür bekler gibi bakma. Tüm bunlar senin yüzünden oldu. Ağabeyim nerde!" , haykırdım bir yandan da üzerime gömleği giyiyordum.

"Tüm bu olanlar benim yüzünden mi? Teker teker mekanıma gelen sizdiniz oysaki!"

"O mekanın sana ait olduğunu bilseydim ayağımı basmazdım! Murat'ın geleceğinden haberim olsaydı da engel olurdum! Adi herif!"

"Cık , cık... Melek , itiraf et konsepte bayıldın. Kaliteye hayran olan sen , bana rağmen o mekana gelirdin ikimizi de kandırma!"

"Sana ağabeyim nerde dedim!"

"Endişelenme, Korhanlıları karşıma alacak değilim!"

"Hah! Güldürme beni. Bana yaptıklarına rağmen bunu nasıl söyleyebilirsin!" Yerimden fırladım. O sırada Emre odanın kapısını açıp dışarı çıktı, ardından kapıyı benimde odadan çıkmam için açık bıraktı. Tuhaf bir hali vardı. Oldukça rahat görünüyordu. Odadan çıkıp çıkış olduğunu düşündüğüm yere doğru adımladım. Koridorlar labirenti andırıyordu. Burası yeni açılan mekanın paralel evreni gibi inşaa edilmiş bir yerdi. İki mekanı birbirinden cam aynalı duvar ayırıyordu. Daha önce duvarın diğer tarafında bulunduğumdan oradan buranın görünmediğinden emindim. Emre beni buradan izlemiş olmalıydı çünkü buradan diğer taraftaki pist, sahne vs. pencere ardı manzara gibi açıkça görülüyordu.

Diğer tarafta kıyamet kalabalığı çılgınca dans ederken, nasıl bir ses yalıtımı varsa olduğumuz yere ses ulaşmıyordu. Emre'nin ardında durduğumda , nasıl olduysa varlığımı anladı ve konuşmaya başladı.

"Melek, ben seni herkesten ve her şeyden çok sevdim!" Bana doğru döndüğünde bir kaç adım geriledim .

"Yine aynı safsatalara mı başlayacaksın?"

"Yalan diyebilir misin? Benden nefret etmene rağmen seni gurursuzca çok sevdim ben, bir başkasına aşık olduğunu bile bile sevdim seni!"

"Sus! Senin ki sevgi değil , seven sevdiğini incitmez! Sen! Sen beni mahvettin adi herifin tekisin."

"Yaptım seni en çok ben severken en çok inciten de ben oldum. Ama bildiğin gibi değil. Ben içimdeki o canavarla mücadele etmek için çok çabalıyorum. Seni incitmek istemedim ben Melek. Yıllarca sessizce sevdim seni"

"Beni buraya neden getirdin! Sana sorduğum sorun dışında anlatacaklarını dinlemek istemiyorum, Murat nerde!"

"Murat, yıllar öncesine ait hatırlamakta benim bile zorlandığım bir mesele için peşimde. Aptal aşık herifin teki! Söylesene Melek, Korhanlılarda aptal aşıklık bulaşıcı mı?"

"Ne saçmalıyorsun sen !"

"Hadi ama, Murat Serap için ölüyor, Feraye Çınar ve sen de Onur. Hepiniz imkansız aşklarınızın ardında aptal aptal bekliyorsunuz. Bir yudum sevgiye muhtaçsınız ama bak Tomris başka o aranızda en aklı selim olanınız."

"Serap'la aranda neler geçti bilmiyorum ama o ağabeyime aşık eminim, Çınar'la Feraye de birbirine aşıklar."

"Serap Emirdağlı'yı unutabilmiş mi? Harika bir haber! " Kendi hakkında başkasından bahseder gibi konuşuyordu. Çok tuhaf bakıyordu gözleri. İyi değildim. Burnumda hala ceset kokuları vardı. Aklıma kazınmıştı o koku geçmiyordu, bedenim takatsizdi, zor dayanıyordum. Onun bu deli hallerine zor bela sabrediyordum.

"Feraye'ye gelince çok yanlış bir adama aşık. Çınar'ın birini sevebilme ihtimaline inanamıyorum."

"Emre, Murat nerde? Bana masal anlatmayı bırakta soruna cevap ver!"

"O vasıfsız herif için elimi kana bulamam ben merak etme. Bana mekanımda meydan okumanın cezasını çekmeli. Etrafındakilere Emirdağlı korktu dedirtmem. Bana mekanımda racon kesenler bunların hesabını verecekler."

Gözlerinin önünden geçen parıltı aklımı başıma getirmişti. Feraye'yi kurtarmaya geldiğimiz akşam onu mekanında madara etmiştik.

"Ne dedirteceksin. Koskaca Emirdağlı sarhoş bir adama işkence yaptırdı mı? Bu mu haysiyet. Gerçi sen adam mısın ki? Sarhoş bir kadına...."

"Sus! Ben sana o ima ettiğin şeyi yapmadım. Ben sana kıyar mıyım?"

Ne saçmalıyordu bu?

"Sen ne saçmalıyorsun be! "

"Ben değildim Emirdağlı yaptı! Hiç bir şey bilmiyorsun. Gözün Onur'dan başkasını da görseydi anlardın. Hala peşinde, beni soruşturuyormuş. Bulunca ne yapacaksa. "

Derin bir nefes alıp verdim.

"Onur'la aramda artık hiç bir şey yaşanamaz o ihtimalleri elimden aldın. Sen aldın anlıyor musun? Sen."

"Cıks, aşkta gurur olmaz Melek. Onur gururunu aşka tercih etti. Onur'u senden ben değil kendi gururu aldı. Bak bana Emirdağlıya rağmen seni seviyorum. Bir kere saf aşkımı gör."

"Hah! Emirdağlı kim Emre, şimdi de şizofreni taklidi mi yapıyorsun, bu kez amacın ne ha söylesene! Rol yapmayı kes artık!"

"Şizofren değilim..."

"Biliyorum! Sen içindeki kötülüğü yıllarca bana dost gibi gözükerek saklayıp en zayıf anımda üzerime akıtan adi bir pisliksin.... Artık yeter anlıyor musun? Çok geç olmadan Murat'ı bırak da gidelim."

"Sana ben yapmadım dedim! Sana yıllarca dost olan,aşkını kalbine gömmüş adam duruyor karşında. Söylediklerine rağmen sabırla beklediğimi görmüyor musun! Sana o kötülüğü yapan Emirdağlıydı!"

"Senin doktora ihtiyacın var !"

Garip gelgitlerini, konuşurken ki aradaki tutukluklarını görmemek mümkün değildi. Kesinlikle klinik bir vaka gibi görünüyordu. Ardıma dönüp koridorda ilerlemeye ve önüne çıkan her kapıyı açmaya devam ettim. Ben burdaysam Murat' da burada olmalıydı.

Tek tek kapıları açarken önümde ızbandut gibi duran adamın olduğu kapıya geldim. Adam beni görünce gerindi ve üzerime doğru adımladı. Tam o sırada ardımdaki bir noktayla selamlaşıp önümden çekildi. Biliyordum celladımın peşimde beni takip ettiğini. Ardıma bakma gereği duymadan kapıyı açıp domuz bağı ile bağlanan yerdeki ağabeyimi gördüm.

"Pislikler!"

Hızla düğümleri açmaya başladım. Kırık tırnaklarım halatın dokusuna takılıyor, hassaslaşan parmak uçlarım sızlıyordu. Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadım. Düğümleri gevşetmek için kanlı halatı dişlemeye, dilime değen kan tadının öğürtüşüne aldırmadan, devam ettim.

Odada yankılanan kapı kapanma sesiyle ardıma döndüm.

"Emre yeter! Beni bitirdin, kendini de bitireceksin yapma! Bırak, bu adam Korhanlının yönetim kurulu başkanı. Yapma! Polis bırakmaz peşini!"

"... Bir daha! Konuşmamı bitimeden ardını dönme bana! Hiç bir şey bildiğin yok senin. Bu herif zerre umurumda değil ama malesef ki loca üyesi. Hiç duydun mu?"

"Ne anlatıyorsun sen yine!"

"Şirketin başına kim geçerse Locaya o davet edilir. Korhanlılar, Yalçınkaya, Sönmez, ve bir çok seçkin Holding sahibi iş adamlarından oluşan bu sözde sivil dernek, Türkiye'deki yatırımların, sınırlardan giren çıkanın, borsanın, piyasanın belirleyicisi olur. O güvendiğin polislere kalmaz derneğin yurt dışı destekçileri ipimi keser benim. Zamanında Ekrem Eniştenin batmasına sebep olan hatasını bilmiyor olmalısın tabi. Eryamanların ailesi locayı kızdırdıkları için holdingden evlerine varan yolda karşılaştıkları silahlı saldırıda kimi olay yerinde kimi kaldırıldıkları hastahanede bir tek gece de öldürüldüler. Ekrem o zamanlar yurt dışındaydı. Locayı kızdıran bir üye soyu kurutulmadan locadan kurtulamaz. Bunu locadaki herkes bilir. Bir şekilde Korhanlılar Locaya onu affettirdi ve Tomris'le Ekrem'in evliliği gerçekleştirildi. İnan bana ben bile locayı karşıma alacak bir hata yapmam ki zaten Emirdağlı duysa ..."

Afallamıştım.

"Emirdağlı kim Emre?" Diye uysal bir şekilde sordum.

"Şizofren değilim ben Melek ama sağlıklı da değilim. Doktorlar çoklu kişilik bozukluğu diyorlar. O aklımın içinde... Bazen de kontrolü eline geçirip beni o aklımdaki odaya kilitliyor. Ondan nefret ediyorum. O benim gibi uysal değil, gözü kara istediğini zorla da olsa alır, bencildir. Ama biliyor musun o da benim gibi sana tutkun. Bu bedende kaç kişiliğe bölünürsem bölüneyim bu kalp tek senin için atıyor. Onun için senden özür dilemeliyim ondan seni koruyamadım. "

Yutkundum. Bu gerçek olabilir miydi?

"Onun bana yaptıklarını nerden biliyorsun."

"Kendi bana bir itiraf mektubu yazdı. Canımı yakmak için. Ona mani olduğumda bana kızıyor. Ona göre ben çok yumuşak huyluymuşum. O benim tam tersim. Babamızı memnun edecek vasıflar onda var bende yok. Tekrar çocukluğumdaki o karanlık odalarda tutsak olmak istemiyorsam ona teslim olmalıymışım. O bizi daha iyi korurmuş..."

"Bunlara inanmamı beklemiyorsun değil mi? Seni hasta kabul edip bana yaptıklarını yok saymamı sağlayacaksan aldanırsın. Senden tiksiniyorum. Anladın mı? Madem hastasın tedavi olsaydın seni iğrenç mahluk. "

"Sus! MELEK SUS! Bak ben yine öfkekeniyorum. Eğer ben sinirlenirsem Emirdağlı uyanır , tetikte bekliyor!"

"Beni ikna et o zaman..."

"Anlatıyorum işte daha neyini anlamıyorsun?"

"Beni gerçekten o gençliğimdeki Emre olduğuna ikna et. Bana zarar verenin sen olmadığına. Murat iyi gözükmüyor. Bırak da onu iyi olabileyeceği yere götüreyim."

"Gitmek mi istiyorsun. Beni aptal mı sanıyorsun. Bu kapıdan çıktığında geri dönmeyeceğini ikimizde biliyoruz. Bana nasıl baktığını görüyorum..." Bunu söylerken üzerime doğru eğilip o iğrenç nefesiyle yüzümü yalamıştı. Bir yolunu bulmam lazımdı. Murat'ı bulamazsam annem bulacak ve Serap'la Murat birbirlerine kavuşamadan ayrılmak zorunda kalacaklardı. Annemi çok iyi tanıyordum. Bu hayatta ben aşkı kaybeden taraftım. Bir başkasının da aşkı kaybetmesine göz yumamazdım.

"Tamam bana bir telefon ver. Onun sağsalim buradan gitmesini sağlayacağım ben burada kalacağım söz. Seni dinleyeceğim bana her şeyi anlatmanı dinleyeceğim. Tıpkı... tıpkı eskiden olduğu gibi dertleşeceğiz. Olur mu?". Bir miktar zorla da olsa tebessüm etmiştim. Bu samimiyetten yoksun gülüşüm bile onu afallatmaya yetmişti. Şu anda karşımda bambaşka bir yönünü görüyordum Emre'nin. O gerçekten de hasta olabilir miydi?

"Tamam."

Cebinden telefonunu çıkarıp adamlarını çağırdı. Gözümün önünde Murat'ın bağlarını çözdüler. Hızla Murat'a sarıldım. Onu sarstım ama kendine gelmedi.

"Onu hastaneye göndereceğim!"

"Hayır! Olmaz... Magazine düşer..."

"Kendi sağlık ekibim ilgilenebilirler, burada da klinik var endişe etme." Derken yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı. Benimle flörtüz bir tonda konuşuyordu. Onu kendimden uzaklaştırmamak adına kendimi zor tutuyordum.

"Hayır, dediğim gibi, burada kalmam karşılığında onu kendi şartlarımla buradan göndereceğim. Bana telefon etmem için izin ver. Kendi telefonumu istiyorum..."

"Peki öyle olsun ama sana güvenmiyorum bu yüzden telefon görüşmeni yanımda yapacaksın."

Onu onaylarcasına başımı aşağı yukarı salladım. Izbandut gibi biri daha içeri eline benim çantamla girdi. Çantamı bana uzatırken aklıma içindeki silah gelmişti. Çantayı kontrol etmemiş olamazlardı. Tamam silah özel bir seriydi hafifti bakmamış olmaları ihtimali varsa anlaşılmazdı ama eminde olamıyordum.

"Giysilerini de getirmek isterdim ama bizim hayvanlar tekrar giyilmeyecek şekilde üzerinden çıkarmışlar."

İğrenç hissediyordum ki hissettiklerim yüzüme yansımış olmalıydı. Emre adamının elinden aldığı çantayı bana doğru getirirken beni kolları arasına alıp sıkıca sarıp sarmaladı ve kulağıma fısıldadı.

"Merak etme, sana dokunan o ellerin sahipleri şu anda nefes almıyorlar bebeğim."

Yanımdan uzaklaşırken çantayı kucağıma bırakmıştı. Baş selamıyla odadakileri odadan dışarı yolladıktan sonra odada baygın haldeki Murat, ben ve o vardık.

Çantamdan ağır hareketlerle telefonu alırken bir yandan da silahı yokladım. Oradaydı. Her ihtimale karşı Murat'ı buradan yollamadan bir hamle yapamazdım. Zira Murat'ı taşıyacak cüssede değildim. Sonra onu tedavi ettirebileceğim bir tek Onur'un hastanesi vardı. Onur'dan yardım isteyecektim ama bu durum Emre'yi kızdıracaktı. Yine de başka şansım yoktu. Onur'u Emre'nin gözlerinin içine baka baka aradım.

Çaldı...

Çaldı...

Çaldı....

Onunla son konuşmamızdan sonra aramamı yanıtlamasını beklemek saçmalıktı ama başka çarem yoktu. Tam aramayı sonlandıracağım sırada telefon açıldı ve onun konuşmasına izin vermeden ben konuştum.

"Senden bir şey isteyeceğim, lütfen kapatma bu çok acil!"

Konuşmadı sadece nefes alış verişlerini dinliyordum.

"Ağabeyim hastanene gelecek, bir kavgaya karıştı ve bu duyulmamalı. Onu daha önce Feraye de olduğu gibi gizlice tedavi ettirebilir misin?"

Hala nefes alış verişlerini duyuyordum.

"Bu senden istediğim son şey, bana yardım edecek başka kimsem yok..." dediğimde

"İlgileneceğim, bana gerekli bilgileri göndermen yeterli." Diye cevap verdi. Sesi buz gibiydi.

"Teşekkür ederim." , deyip telefonu kapattım. Bu kez de Serap'ı aradım.

"Serap!"

"Melek!"

"Onu buldum, ama hırpalanmış. Sana ilettiğim adrese arabanla gel. Sana atacağım bilgilerin olduğu hastaneye onu götüreceksin baş hekimiyle görüştüm ona güvenebilirsin. Duyulmadan bu olay kapanacak."

"Tamam."

Hiçbir şey sormamıştı. Aklında sadece Murat vardı Serap'ın. Mesajla kulübün olduğu yeri attım. Emre telefonu elimden alıp bana baktığında.

"Onur'u aradın değil mi?" Diye sordu.

"Tanıdığım baş hekim olan başka bir doktor olsaydı onu aradım."

"Ah Melek! Onur'un baş hekimi olduğu hastanenin sahibinin oğluyla tanışıyorsun ama gidip kapı köpeğinden yardım istiyorsun."

Ne dediğini anlamamıştım.

"Kerem mi Kerim mi hani sana aşık o ergen var ya! O çocuk hastanenin sahibinin tek çocuğu. Bunu da bilmiyorsun değil mi bebeğim? Her zaman çok saftın zaten!"

Onur, benim yüzünden Kerim'le gerilmişti ya bu durum kariyerini etkilerse ben bu azapla nasıl yaşardım? Dizlerimin üzerine düşmüştüm. Üzerimdeki gömleğin açıkta bıraktığı tenim sertçe zeminle buluştuğunda diz kapaklarımın baskıladığı tenim acımıştı. Gözlerimden sızan yaşlar dizlerimdeki değil kalbimdeki acının eseriydi. Ben hala onun için göz yaşı döküyordum.

Bölüm : 31.07.2025 12:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...