45. Bölüm

25. Bölüm Ültimatom

Fatma Tuncay
demirkalem

 

 

>>>>>>>XXV<<<<<<

 

 

"...Sevdiğim özgürlük meydanları budalalardan geçilmiyorsa bil ki bu şehirde çocuklar ölüyor... (Vera Şiirinden alıntı./Numan Arıkan)"

 

 

>>>>>>>XXV<<<<<<

 

 

 

 

FERAYE YALÇINKAYA

 

    

Adem'in geri döndüğünü düşündüğümden kontrol etmeden araladığım kapının ardında görmeyi ummadığım birini buluverdim.

 

"Firuze Hala!"

 

Burnumun ucu sızlarken, karşımda duran halamın beni tepeden tırnağa süzen bakışları artık kısa olan saçlarda epeyce bir oylandı.

 

" Feraye, beni içeri davet etmeyecek misin?"

 

" B, ben çok şaşkınım. Lütfen içeri buyur." Şaşkınla birlikte kurduğum cümleme eş zamanlı olarak kapıyı sonuna kadar açıp kenara çekildim. Halamın ardında bir gurup koruma ordusunu görmek beni ayrıca şaşkınlığa uğrattı. Beni bekleyen korumaların yanına halamın korumaları da eklenince rezidansın koridoru takım elbiselilerden geçilmez bir hal almıştı. Olduğum yerde dona kaldığımdan olsa gerek halam içeriye adımlayarak ardındaki kapıyı kapatma görevini kendisiyle birlikte gelen korumalara bırakıp, omuzlarından kavradığı bedenimi kendi bedeniyle birlikte oturma odasına doğru yöneltip harekete geçirdi. Yeşil koltuğun kadife yüzeyiyle bedenimi buluşturduğunda dairenin dış kapısının kapanma sesini işittim. O sesi benim yutkunma sesim takip edecekti. Anlık şoke dalgası geçtiğinde, halamın bu daireye daha önce de gelmiş olabileceğini, evde hiç yabancılık çekmeden mutfağı bulup içmem için getirdiği elindeki bir bardak sudan değil, daha eve ilk adım attığı anı takiben bedenimi oturma odasına sürüklerken nereye yönelmesi gerektiğini bilen emin adımlarından anlamıştım.

 

Titreyen elime almam için uzattığı bardağı kavrayıp, bardaktaki sudan küçük küçük yudumlarken ne o ne ben dudaklarımızdan tek bir ses vermiyorduk. Ta ki elimde hala içinde su olan bardağı sert bir şekilde ortamızda bulunan sehpanın granit yüzeyine sertçe bırakana dek.

 

 

" Seni çok özledim." , dedi halam.

 

" Beni tanımadığım biriyle, hiç bilmediğim bir yere gönderdin. Beni aileme hedef olarak gösterdin. Zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğum ailemi tanımadığım biriyle evlendirerek benden koparttın. Aklımın içini cevapsız sorularla doldurup beni bilinmezlikle bırakıp sır oldun. Bunca zaman beni acılarımla başbaşa bırakmışken şimdi neden geldin! Özleyeceksen neden beni sensiz bıraktın!"

 

Nefesim elverdiğince bağırmadan ama oldukça güçlü çıkan sesimle sıraladım sözcüklerimi. Gözlerimden süzülen yaşlarda söyleye nefes yettiremediklerimden arta kalanların çağlamasıydı.

 

" Anlatacağım."

 

" İnkar dahi edemiyorsun! Anlat!"

 

" Ama önce benimle birlikte gelmelisin."

 

" Hayır , ben bir kez daha aynı şeyi yaşamak istemiyorum. O yüzden bu defa önce neler olup bittiğini bana anlatacaksın sonra da ben ne yapmak istediğime karar vereceğim."

 

Halamın gözlerinden okuduğum şaşkınlık emaresi, kendisini çok çabuk gizlemişti. Karşında bambaşka bir Feraye görüyordu. Az zamanda çok şey yaşamıştım. Sindiremediğim her olay bedenimde yankı uyandırırken krizlerimi tetikliyordu. İçimde savaş vermek yerine bu kez haykırmayı denemeliydim.

 

" Feraye sana anlatacaklarım bir solukta konuşulacak konular değil. Zamana ihtiyacımız var ve lütfen benimle gel."

 

" Bunca zaman zaten yanımda değildin ki gelmiş hala benden zaman istiyorsun. Dahası yok. Sana güvendim hala ben. Dediğin her söze güvendim , bunca zaman bir ölü gibi büründüğün sessizliğine güçlükle dayandım. Beni cevapsız, beni yaralı, beni eksik bırakacak o sebepleri bana anlat , bana seninle gelmem için bir sebep ver hala!"

 

" Geçmiş zaman eki kullanıyor oluşun artık bana güvenmediğin anlamına mı geliyor?"

 

" Hala bak ben, ben sadece anlamaya çalışıyorum."

 

" Neyi anlamaya çalışıyorsun Feraye, benim için ne kadar önemli olduğunu ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyor musun?"

 

" İşte bu yüzden anlamak istiyorum ya neden? Annesinin bile kabullenemediği bu bebeği koruyup kollayan bana ailemsin diyen sen , nasıl beni hiçbir açıklama yapmadan kimsesiz bırakabildi? Anlat ki anlayayım?"

 

" Gitmem gerekiyordu... Sana anlatabilmen için önce benim bazı cevaplara vakıf olmam gerekti."

 

" Bana bunu o zaman da söyleyebilirdin, yanımda olamadığın anlarda beni arayıp yalnız olmadığımı hissettirebilirdin, bunlar geçersiz bahaneler hala."

 

" İstediğim bilgilere sahip olmam için bir hayalet kadar sessiz olmam gerekti ama her şeye rağmen ben seni yalnız bırakmadım, bben senin hakkında bilgiler alıyordum ve..."

 

" Ne kadar acı çektiğimi ne kadar yalnız hissettiğimi biliyordun ama yine de sessiz kaldın!"

 

"Feraye lütfen ..."

 

"Şaşırmamalıyım aslında değil mi? Beni doğuran kadın bile sahiplenip bir kez halimi sorup beni düşünmezken sen niye annemden beklemediğim alakayı gösteresin ki."

 

Cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden sarf ettiğim kelimeler, yüzündeki yıkımı an be an görmeme sebep oldular. Yerinden okundan fırlayan yay misali fırlayıp beni kolları arasına aldı. Kokusunu içime çektim. Saçlarımın üstünden başıma defalarca kez o al dudaklarıyla buseler bıraktı. İkimizde hıçkırıklarla ağlarken koca rezidans dairesinde sadece bizim ağlama seslerimiz yankılanıyordu.

 

"Bana babamın ölüm haberini aldığım gecenin sabahında verdiğin öğütleri dinledim. Hiç bir belgeye imza atmadım ve başıma gelenleri seninle paylaştım! Beni ,öğüt verdiğin yerden yaraladın hala!"

 

" Feraye lütfen bana her şeyi izah etmem için zaman ver!"

 

Göğsünden yüzümü zor da olsa kopartarak az evvel boğuk çıkan sesinin daha net çıkmasını sağladım. Benim doğruluşumla halamda kendini bir miktar toplamıştı. Artık ciddi konular konuşmamızın zamanıydı bana göre. Onsuz kaldığım onca hafta, on yıl büyümüş hissettiriyordu kendimi bana.

 

" Sadece sende vekaletim vardı, söylesene hala, o vekaletle Çınar'la evliliğimiz dışında başka neler yaptın."

 

" Yemin ederim İtalya'da okuman ve Çınar'la evliliğin da dahil, senin çıkarların dışında hiç bir şey yapmadım."

 

" Bu evlilikten bana bahsetmedin, sözde benim çıkarlarım söz konusu dahi olsa neden olanlardan haberim olmadı!"

 

" Bahsetseydim kabul etmezdin, kaybedecek vaktimiz yoktu. Seni koruyacak güçlü birine ihtiyacım vardı? Yoksa..."

 

" Beni zorla biriyle evlendirdin hala, evlenmeden de korurdu Çınar beni?"

 

" Bana seni eve hapsettiklerini söyledin, gelip seni almam için..."

 

" Hala ben reşitim..."

 

" Feraye reşit olman o evden yanında koruma olmadan çıkmanı sağlayabildi mi? Bana gelmene mani oldular. Sana o evde kalmaya devam ettiğin takdirde olacakları söyleyeyim mi? O lanet olası şirketi istedikleri gibi yönetmek için senden hisselerini alacaklardı... Seni eve hapsetmiştiler bile. "

 

" Bilemeyiz , belki de gerçekten önlem almak istedi Tomris, sırf onu kışkırttığımız için yaşandı belki de bunlar. Hem benim için önemli değildi ki o hisseler!"

 

" Feraye ben de o ailenin bir ferdiydim...."

 

Gözleri doldu beyaz tenin sarardığına an be an şahit oldum. Aklından geçenler her ne ise sırtına tonlarca yük binmiş gibi gözlerimin önünde omuzlarının çökmesine sebep oldu.

 

" Seni hayallerinden koparacaklardı, hisselerinin yönetimini elinde tutarlarken seni de kukla gibi kontrolleri altına alacaklardı. Belki çok geçmeden sırf çıkarları için fikrini de sormadan seni birinin eşi yapacaklardı." Dediğinde kendi söylediği şeyle afalladı Halam.

 

" Sen de fikrimi almadan beni bir başkasıyla evlendirdin."

 

"Hayır bu evlilik sadece bir formalite, gerçek bir evlilik değil ve Çınar seni ve haklarını ve hatta adını korumaya aldı. Bu sürede biz de elimizi güçlendirecek şeyler için vakit kazandık."

 

"Ne için!"

 

" Feraye sana her şeyi şimdi anlatamam, inan bana zamana ihtiyacımız var! Öncelikle benimle gelmelisin. Çınar burada değil ve her an bir hamle yapabilirler. Bir, en fazla iki gün içinde yönetim kurulunu toplayacaklar. Son ana kadar istediklerini elde etmek için elinden geleni artlarına koymayacaklardır."

 

" Beni koruması için Çınar'la evlendirdin , onu da bu evliliğe mahkum ettin ama bak bu evlilik bile beni korumaya yetmemiş olacak ki beni seninle gelmem için ikna etmeye çabalıyorsun . Söylesene daha ne bekliyor bizi hala!"

 

" Sitem etmekte haklısın, ne kadar büyüdüğünü görememiş olmalıyım, bundan böyle incinmemen için daha dikkatli olacağım. Her şeyi yoluna koyacağım merak etme. Bana güven kurul toplantısından sonra son bir kaç ay yaşananlar asla yaşanmamışlar gibi hayatına kaldığın yerden devam edeceksin. Olanları olmamış sayamayız ama yine de çabalayacağımdan şüphen olmasın. Tıpkı hayallerimizdeki gibi İtalya'ya yanına geleceğim. Birlikte zaman geçireceğiz ..."

 

Yutkundum. Halamın bilmediği bir şey vardı ve ben o gerçeği söyleyecek cesareti kendimde görmüyordum. Hayatıma kaldığım yerden devam edemezdim ki , İtalya' dan döndüğümden beri olanları, kalbimdeki değişimi nasıl yok sayardım. Ben Çınar'dan ayrılamazdım artık! Er ya da geç bu gerçeği halamın da görmesi gerekti. Sadece biraz daha beklemeliydim,Çınar dönünce her şey olması gerektiği gibi olacaktı. Çınar'da yanımda olursa halama izahı daha kolay olabilirdi.

 

" Gitmemiz lazım!"

 

Başımla onu onayladıktan sonra ayaklanıp kapıya doğru ilerledik. Portmantodan çantamı ve dairenin anahtarını alıp halam önde ben arkada daireden çıktık. Koridorda daha evvelki kalabalık yoktu. Tanıdık korumaları göremeyişim şaşırmıştı. Yüzüme oturan ifade her ne ise halam görüp konuşmaya başladı.

 

" Benim korumalarım buradalar, Çınar'ın korumaları benim korkulmalarıma görev devriyesi yaptılar. Şimdi hep birlikte bize geçeceğiz."

 

Görev devriyesi ne demekti. Hem ne fark ederdi ki. Sonuçta Çınar' da Halamda birlikte hareket emiyorlar mıydı?

 

Asansöre doğru ilerlerken elimi pantolonun cebine atıp telefonumu çıkardım. Arama ve mesajları kontrol ettiğimde her hangi bir arama ya da mesaj görememek beni üzmüştü.

 

Otoparka geldiğinizde burnuma tuhaf bir koku vurdu. Adımlarınızın hızı bilmediğim bir sebeple artarken korumalar dört bir yanımızda set olmuş duvar görevi görüyorlardı. Çok küçük bir güven alanı halkası oluşturulmuş o halka içerisinde halamla kol kola ilerlemeye çalışıyorduk. Etrafımı saran et duvarlar görüşümü engellediğinden yürümekte zorlanıyordum. Bakışlarımı üzerinde yürüdüğümüz zemine eğmiş küçük seri adımlarımı seyrediyordum zira görüş alanım et duvarlardan sebep kısıtlıydı. Attığım çığlıkla benle birlikte herkes duraksadı ve eş zamanlı olarak silahların kilit seslerinin yankısı otoparkta yankılandı. Ayağımın altındaki kırmızı sıvıya gözlerim takılı kaldığında burnuma vuran demirimsi kokunun kaynağının kan olduğunu anlamıştım.

 

"Feraye hadi, devam etmeliyiz."

 

Bir kaç adım daha sesli nefes alışverişlerimle ilerlerken önümüzdeki iki adam etten örme duvarın kapısı gibi sağa kayarak bize etten ördükleri duvardan çıkış imkânı tanımışlardı. Önümüzdeki siyah zırhlı araçları andıran arabaya bindirilirken etrafta dağılan korumaların yarattığı boşluktan otoparkı görebildim.

 

Lanet olsun!

 

Yerde takım elbiseli hareketsiz halde yatan bir gurup insan bedeni bulunuyordu. İçlerinden birinin yüzü uzak olmamıza rağmen bana tanıdık gelmişti o da Adem'in benim güvenliğim için ayarladığı korumanın ta kendisiydi.

 

"Koruma , o yerdeki benim korumam!"

 

Zorla bulduğum sesimle konuşurken, yeni bir atağın pençesindeydim. Nil'in verdiği ilaçları almayı bırakalı çok olmamışsa da etkisini göremeyecek kadar vakitte geçmişti, üstüne yaşıyor olduğum kabusla tetiklenen kriz , bedenimin neredeyse bağımlısı olduğu ilaçlara olan özlemiyle birleşip varlığımda fevkalade bir sarsıntıya sebep oluyordu.

 

Titreyen ellerimin avuç içlerindeki ıslaklığı aynı anda bedenimde de hissetmemle terlemiş vücudumun eksi kırklarda kalmış gibi titriyor oluşuna mana veremiyordum. Halam hakkımda haberlerimi almışsa da ilk kez yaşadığım krize şahit olmanın verdiği şoke ile ne yapacağını bilmez bir halde kapısı açık olan arabaya bindi. Hemen yanına bindirildiğimde tam karşımızda oturan tanıdık simayla göz göze geldik.

 

Elindeki camel renk deri çantanın fermuarını açıp içinden çıkardıklarıyla sakinleşmem için iğnesini hazırlayan kişi doktor Selami'ydi.

 

" Lütfen bir şeyler yap Selami."

 

" Sakin ol Firuze aksi halde ikinci bir şırıngaya daha ihtiyacım olacak!"

 

Hiç bir vakit soğuk kanlılığını elden bırakmayan o güçlü kadının dağılmış biçare hali, göz kapaklarımın ağırlığı altında hapsolan gözlerimin kararmadan önce kaydettiği son görüntü olmuştu.

 

Kolumdaki sızıyı hissetmiştim, aynı anda damarlarıma sızan o yakıcı sıvının damarlarımda dolanışını da. Bedenimin kontrolü yitmişti elbet. Zihnimse son çırpınışlarındaydı. Varla yok arası işittiğim o sesleri anlamıyordun.

 

" Kızımı iyileştir Selami? Ona bir şey olursa ben, ben işte o zaman ....!"

 

" Şişt sakin ol, o da senin gibi çok güçlü bir kadın. Sadece henüz kendinin farkında değil. Tüm bunları aşacak güven bana. "

 

    ....

 

 

Gözlerimi tamamen arayalı bir kaç saat olmuştu. Halam evdeki hizmetlilere mükellef bir sofra kurmalarında direktif veriyordu. Tabi ki aşçısından yapmasını istediği tüm o abartılı kahvaltı menüsü benim enlerimden oluşuyordu. Bende yorgun ruhum ve bedenimle balkondaki şezlongda uzanmış, omuzlarında ince bir şalla esen varla yok arası rüzgar ile tenim arasına set çekmiş halde, muhteşem bebek sahilini izliyordum.

 

Krizin üzerinden iki gün geçmiş bilincimi kazanmam oldukça vakit almıştı. İki gün boyunca ateşler içinde yanan bedenimle ise Selami Bey özenle ilgilenmiş sonunda seher vakti öten kuşların cıvıltılarıyla gözlerimi açmayı başarmıştım. Kendime geldiğimde iki gün düren baygınlığımı halamın ilgisinin abartısından sebep çalışanlardan öğrenmiştim. Halam bilincimi kazandığımı görür görmez tüm evi o saniye ayağa kaldırmıştı, şimdide Fransız porseleni servis tabaklarıyla balkonda hazırlanan masanın hazırlanışını göz ucuyla ara ara takip ediyordum. Üç kişilik servis açıldığını gördüğümde yüzümde oluşan heyecanı gören Halamın bana Doktor Selami'nin de bize katılacağını söyleyişiyle soluvermişti. Krizden sonra hiç yaşananlarla alakalı konuşmamıştık. Kimi beklediğimi ne için üzüldüğümü, ne hissettiğimi anlatamamıştım halama, ama sanki o anlıyordu. İrfan'ın halama hediye ettiği Bebek'teki yalıdaydık ve gözüm İrfan'ın cenazesinden sonra İtalya'ya uçmadan önce son kez Çınar'la karşılaştığımız bahçeye kaydıkça, sanki halam bir şekilde aklımdan geçenlere vakıf oluyordu. Oluyordu da neden anlamazlıktan geliyordu. Uyandığım an telefonumu istemiştim ama elime paramparça bir enkaz vermiştiler. Hattımda dahil koca bir çöplükle bakışmıştım dakikalarca. Çınar'la tek iletişim kanalımdı o numara. Yenisini en kısa sürede çıkaracaklardı fakat daha önceden tecrübeliydim, kullanıma açılması içinde sabretmem gerekti.

 

Yalının bahçesinde etrafımızda çember oluşturan, siyah takım elbiseli, siyah güneş gözlükleri takmış birbirinden yapılı , kulaklık takan silahlı güvenlik personelleri vardı. Tuhaf ki yine ve yine tekerrür ediyordu yaşadıklarım. Oysa her şey Malikanedeki esaretimden kurtulmam içindi. Kurtulmuştum malikaneden ama ya esaretten. Malikaneden kurtarılıp Çınar'ın çiftlikteki evine hapsedilmiştim. Nerede olduğumu bilmeden uyandığımda kaçmak istediğim o evin bahçesi de en az bu bahçedeki kadar güvenlik personelleriyle doluydu. Kaçmak istediğim çiftlik evinin Çınar'ın mabedi olduğunu anlamak esaretimi katlanabilir kılmıştı peki ya burası? Ben Çınar'ın mabedinde bir ömür tutsak olmaya gönüllüyken burada ne işim vardı.

 

Onu çok özlüyorum.

 

Özlemim birerli ikişerli damlalar halinde göz pınarlarımdan yanaklarıma doğru süzülürken halam yanımda bitiverdi. Yüzümü elleri arasına alıp parmaklarıyla yanaklarımı göz yaşlarımdan arındırdı belki ama özlemimi silmeye Çınar'ın varlığından başka kimsenin gücü yetmeyecekti.

 

" Feraye, canım."

 

" Neden ağladığımı sormayacak mısın?" Diye sordum. Başını eğdi halam. Cevabını bildiği soruları sormayacak kadar zeki bir kadındı.

 

" Berbat olan her ne ise sonunda yoluna girecek bebeğim, biliyorum çok zor ama geçecek sana söz veriyorum. En parlak gökyüzü en karanlık fırtınanın ardında gizlidir. Fırtına dindiğinde her şey çok çok güzel olacak."

 

" Peki ne zaman?"

 

" En yakın zamanda olması için elimden geleni yapacağım. O yüzden kendini önemse bebeğim, sen böyle sessizleşip içine kapandıkça benim endişelerim artıyor."

 

" Herkesi endişelendirdim yine değil mi? Şey... çiftliktekiler de endişelenmişler mi?" Asıl merak ettiğim baygın olduğum sürede Çınar'dan bir haber alıp almadıklarıydı ama soramıyordum.

 

" Adem'le konuştum, yanımda olduğunu biliyor."

 

Bir cesaret Çınar'ı soracaktım ki Doktor Selami'nin sesi bana engel oldu.

 

"Günaydınlar, nasılmış Feraye Hanım?"

 

Gülümseyerek selamına en samimi halimle karşılık verdim bu adamı seviyordum. Babacan bir tarafı vardı.

 

" Sayenizde iyiyim."

 

" Daha da iyi olacaksın!"

 

" Hoş geldin Selami!" Dedi halam ve samimi bir şekilde kucakladı Doktor Selami'yi.

Bu samimiyetlerine ilk kez şahit oluyordum zira halam genellikle mesafeli bir kadındı. Yüzümdeki ifade her nasılsa halam açıklama yapma ihtiyacı hissetmişti ki aynı dakikalarda Doktor Selami de genç bir delikanlı gibi heyecanla elini nereye koyacağını bilmez halde ala bulanmış bir yüzle bakışlarını kaçırmaya çalışıyordu.

 

Sanki.... Sanki ..

 

" Selami Benim üniversite yıllarımda tanıştığım bir arkadaşım Feraye. Dostluğumuz çok eskilere dayanıyor."

 

" Ben Yalçınkaya ailesinin doktorusunuz sanıyordum."

 

" Öyleyim zaten Feraye. Halanın dediği gibi önceye dayanıyor tanışıklığımız ama tesadüf üzere aile doktorunuz da oldum."

 

" Anlıyorum. Çınar hiç bahsetmemişti?" Diye sorduğumda yüzlerinden aynı anda soğuk bir rüzgar geçti. Bu ikisi arasında görünenden daha fazlası varmış gibi hissettiren duygunun adı neydi peki?

 

" Lafı geçmemiştir ." , dedi halam. Sonra devam etti. " Kahvaltı masası bizi bekliyor."

 

" Firuze , lavaboya kadar eşlik eder misin?" , dedi Selami sanki hizmetlilere sorsa yardımcı olmayacaklardı. İçimdeki dürtülere engel olamamak benim suçum muydu? Ya da güven duyamamak. Yerimden hantal hareketlerle doğruldum ve onlara fark ettirmemeye çalışarak peşlerine takıldım. Tahmin ettiğim gibi lavabo bahaneydi. Selami halamı koridorda durdurup konuşmaya başladı.

 

" Firuze ben, nasıl desem. Feraye'nin sonuçları geldi ve..."

 

" Ne geveliyorsun Selami , lütfen bana karşı net olur musun?"

 

" Kanında bazı ilaçların kalıntılarına rastlandı."

 

" Ne demek bu..."

 

" Aklını bulandıracak kadar ağır etkisi olan ilaçlar , bir şekilde o ilaçları neden aldığını öğrenmemiz lazım ama seninle konuşmadan Feraye'ye sormak istemedim."

 

" Belki de zorla içirildi ya da gizlice. Çınar'a güvenebileceğimize inandırdın beni , geri dönüyorum ve Feraye'nin ilaçlarla ..."

 

" Firuze Çınar yapmaz. Öyle bir şey değil."

 

" Kendi başına böylesi ilaçları alamayacağına göre birileri almasını sağlamıştır. Feraye'yi Çınar'a emanet ettim ben Selami. Olandan da olacak olandan da o sorumlu ve de sen!"

 

"Müsaaden olursa kendisine sormak isterim."

 

Büyük adımlarla asma balkona geri döndüm. Şahit olduğum konuşma bana ,Çınar'la olan evliliğimi ikisinin planladığı ve fikrin Selami'den çıktığını Halamın Çınar' a karşı mesafeli olduğunu düşündürdü. Çınar halama karşı vefasından dolayı benimle evliydi ve aralarında güven hatır ilişkisi olmalıydı. Ne yani şimdi Çınar'ın duyduğu hisler tek taraflı mıydı?

 

Ard arda balkona geldiklerinde , bizim için kurulan Sofraya geçtik.

 

"Ooo, bir kuş sütü eksik.", dedi Selami az önceki gerginliğinden eser yoktu.

 

" Afiyet olsun." , dedi halam böylelikle kahvaltımıza başlamıştık. İştahım olmadığından sindirimi kolay olanlardan tabağıma almış, buna rağmen lokmamı ağızımda dolandırmaktan başka bir şey yapamıyordum halamın da dikkatini üzerime çekmiş olmalıydım ki halam bana hitaben konuşmaya başladı.

 

" Feraye , beğenmedin mi? Neden yemiyorsun. İstediğin bir şey varsa onu yaptıralım."

 

" İştahım yok."

 

" Beslenmene dikkat etmelisin bebeğim."

 

" Sakin Firuze, toparlayacak kendini. Sen yiyebildiğin kadarıyla başla Feraye, iki gündür serumla beslendiğinden şu anda bu halde olman normal."

 

Tebessümüne karşılık verdim, sormak istediği soruyu soramıyor gibiydi?

 

" Şey Feraye, biliyorsun bir süre buralarda yoktum ve bu sürede sağlığınla ilgili seni takip de edemedim üzgünüm... Ben..."

 

" Sorun değil, krizlerim artınca destek almaya karar verdik. Sizin verdiğiniz vitamin ilaçlarının yanı sıra destek aldığım doktor da terapiyi ilaçlarla desteklemeyi önerdi.", dedim, gelmek istedikleri noktaya ulaşmak için kıvranmalarını görmek istemiyordum. Bu halim onların birbirlerine aynı anda bakıp sessiz diyalog kurmalarına sebep oldu.

 

" Destek veren doktorunun adını öğrenebilir miyim?" Selami yüzünde büyük bir tebessümle sormuştu. Beni sevdiğini bilmesem iyi rol yapıyor derdim ama benim için endişelendiğine ve endişeleriyle beni üzmek istemediğinden böyle davrandığına inanıyordum.

 

" Nil ... Doktorum, Nil Gökay."

 

" Kim, kim önerdi Nil Hanımı?" Bu kez sorgulama sırası halama geçmişti, bir tek farkla. Halam sorusunu sesi titreyerek sormuştu. Ne oluyordu o hep kendinden emin, dik duruşlu kadına böyle de ürkek, gözleri dolu dolu, konuşurken sesi titrek halde karşımda duruyordu. O eski halam gitmiş , yerine bambaşka bir kadın gelmişti sanki.

 

" Onur... Doktor Onur Akın'ın önerdiği bir meslektaşıydı."

 

Tekrar aynı şey olmuştu. Birbiriyle bakışarak anlaşmışlar sonra bana dönmüşlerdi.

 

" Sen Onur Akın'ı nereden tanıyorsun Feraye?! Kendisi kalp cerrahı diye biliyorum.?

 

" Siz de mi tanıyorsunuz onu?"

 

" Evet ama senin nasıl tanıştığını bilmiyorum?"

 

Melek'le olan bağlarını söylememem gerektiğine dair içimden bir ses yükseliyordu. Sonuç da onun özel hayatıydı ve bu yaşa kadar ben bile bilmezken başkalarının bilmesine de gerek yoktu.

 

"Çınar'ın yatırım yaptığı hastanenin baş hekimi, Selami Bey' e ulaşamadığımızda benimle alakalı magazine düşmemem için çok yardımcı oldu."

 

" Çınar'la Onur'un yakın olduklarını bilmiyordum. Çınar'ın güven halkası dar ama sağlamdır. Güven halkası dışındakilere de asla itimat etmez. Bunca yıl Çınar'dan adını duymadığım biriyle hassas bir konuda birlikte hareket etmeleri pek Çınar'lık bir hareket değil gibi... Bana anlatmadığın bir şey var mı Feraye?" Selami Bey , sessizce gözleriyle bizi takip ederken ben halamın soruları karşısında ter döküyordum.

 

" Ne bilmek istiyorsan Çınar'a sorabilirsin hala, sonuçta ailem dediğin beni evlendirecek ve gözün kapalı emanet edebileceğin kadar güven duyduğun biri değil mi?"

 

Sorum köşeye sıkışmışlığımın verdiği saldırganlıktan değildi, Selami Beyle koridorda konuştukları şey aklıma takılmıştı hala bilmek istediklerimin cevabını alamamışken soru sorulan taraf olmaktan sıkılmıştım.

 

" Çınar hakkında düşündükleri mi merak ediyorsun Feraye, söyleyeyim. Çınar zeki bir adam, gücünü soyadına olan itibardan ziyade zekasından alıyor. Kimin yanında durup kimi karşısına alacağını iyi bilen bir adam. Geleneksel olduğu kadar modern de bir kafaya sahip ve sözünün eri de bir adam. Verdiği söze güven duyabilirim ama asla ipleri kendisine teslim edecek ve sırtımı dönecek kadar güven duyamam. Artık çocuk değilsin Feraye, bir takım şeyleri idrak edebilecek bir yaştasın. Hala çok toysun o ayrı. Son bir kaç aydır tecrübe ettiğin bedeninin ve ruhunun kabullenemeyip atak geçirmene sebep olan gerçeklerin çok daha fazlasını ve ağırını yaşamış biri olarak hayat bana kimseye güvenmemeyi ve maalesef her şeyi ve herkesi sorgulamayı öğretti." Sonlara doğru sesi titremişti. Selami Bey masanın üzerinde duran elini tutup ona destek olmaya çalışırken, bana kendimi sormakta haklı gördüğüm soruya rağmen suçlu hissettirmişlerdi.

 

" Neden aynı özgürlüğü bana tanımıyorsunuz o zaman?"

 

Sorumla dikkatleri üzerime çekerken halam çok çabuk duygusal halimden sıyrılıp ciddi bir ifadeye bürünmüştü bile. Zaten o duygusal halleri asla onluk değildi.

 

" Senden sadece zaman istiyorum Feraye, biraz daha zaman. Güven konusunda haklısın, sorgulamakta da ... daha önce sana kimseye güvenmemeni söylemiştim değil mi?"

 

" Evet, sende dair kimseye güvenmemeliymişim." Sessizce ama masadakilerin işiteceği tonda söylediğim şey halamı taş kesmişti adeta. Zor da olsa söylemek istediğini söyledi. O bir şey söyleyecekse kimse mani olamazdı zaten.

 

" Feraye, başkalarını susturup tecrübelerini konuştur o vakit. O sana, kime güvenip kime güvenmemen gerektiğini kanata kanata anlatır."

 

Sinirlenmişti halam. İlk kez bana sinirlendiğini görüyordum. Zaten geri döndüğünden beri bir çok ilkini gösterip bambaşka bir Firuze'yle tanışmamı sağlıyordu. İşin tuhafı beni sevdiğinden şüphem yoktu. Ona olan sevgimden de ... Annemden görmediğim sevgiyi halamdan görmüş olmam ona karşı minnet hissetmeme sebep olmamıştı. Ben ona karşı hep saf ve derinden bir sevgiyle doluydum. Şu anki öfkem de kırgınlığımda hep o sevginin büyüklüğündendi. İnsanların beni yok saymasına alışıktım. Çocuk görmesine ve çoğu kez hiç görmemelerine. Herkes değil ama halamın gözleri önemliydi. Onun gözündeki yerimden emin olmalıydım. Bana merak ettiğim soruların cevabını vermeliydi, bencilce de olsa beni sevip, ihtiyacım olan o sevgiyi bana hissettirmeliydi. Bana hep onun ailesi olduğumu söyleyerek beni büyütmüştü. Evet çiçeği büyüten su neyse benim içinde Firuze halam oydu. Beni kendisinden mahrum edecek kadar önemli olan mevzuyu bu yüzden bilmek zorundaydım. Bu yüzden kendimle onu sınıyordum hatsizce.

 

Ayağa öyle fevri bir şekilde kalktı ki, az evvel oturduğu ahşap sandalye yeterince ağır olmasa bu hareketinden devrilebilecekken rahatsız edici bir ses çıkararak geriye sürüklendi.

 

"Bir musibet bin nasihatten iyidir boşuna dememişler. Gençsin , günden güne güzelleşiyorsun, damarlarında öyle bir kan var ki deli fişek akıyor değil mi? Aynı zaman da o kan bağıyla hem gücün hem lanetin olacak bir soya da sahipsin. Seni korumak için ben, tek ailem olduğunu söylediğim seni bile karşıma almayı göze aldım Feraye! Peki sen Feraye! Attığın bir adımın sonunda karşılaşabileceklerini göze aldın mı?"

 

"Bunu bana neden yapıyorsun!", gözyaşlarım yanaklarımdan akarken Doktor Selami artık sessizliğini bozmuştu.

 

" Hadi ama hanımlar! Karışmayayım diyorum ama fazlaca uzatmadınız mı?" Konuşmasına ederken bana döndü ve "Halan senin yanında olamadığı her an için çok acı çekti Feraye, hele son iki gün seninle birlikte nefes alıp seninle birlikte sessizliğe ve açlığa gömüldü. Biz yetişkinler de hata yapabilir, yanılabiliriz ama emin ol halan senin için elinden geleni yapıyor ve.." bu kez de halama çevirdi yüzünü " ve sen Firuze, ona toy olduğunu söylerken bir yandan da hayata senin aklınla bakmasını beklemen çok saçma. Bu kadar karamsar olmamalısın, senin yaşadıklarının aynısını yaşamamasını isterken aynı şeyleri ona yaşatmamalısın. Rica ederim size değer veren biri olarak söylüyorum artık kendinize gelin ve şu enfes sofranın tadına varalım artık. Allah hesap sorar sonra! Hem kurul toplantısına güçlü çıkmak istiyorsak enerjiye yani enerji yapacak dolu bir mideye ihtiyacımız var!"

 

Halamla tekrar göz göze geldik.

 

" Kurul bu gün mü toplanıyor?"

 

" Evet, oylama bu gün olacak." Dedi halam, sandalyesini çekip tekrar oturmuş ve zoraki bir hevesle yemeğe dönmüştü.

 

" Doktor Nil'e karşı tereddütlerim var ama Onur'a güveniyorum. Terapiler iyiye gitmediği için ilaçları almayı çok yakın zamanda bıraktım ve holde konuştuklarınızı dinledim."

 

İkisi de ellerindekileri düşürüp şaşkın bir ifadeyle bana döndüler.

 

" Ben size karşı dürüst olmaya çalışıyorum ama siz benden bir çok şeyi gizliyorsunuz. Toy olabilirim ama aptal biri değilim. Bu gün o kurul toplantısında hangi karar alınırsa alınsın sonrasında beni daha zorlu bir hayatın bekliyor olduğunu tahmin edebiliyorum. Artık sizde bana bir şeyler anlatın ki beni düşürmek, yaralamak, hatta öldürmek isteyenlere karşı güçlü olabileyim."

 

Halam başını ağır ağır aşağı yukarı sallayarak görünüşte beni onaylıyor olsa da boşluğa çevirdiği bakışıyla aklından geçenleri doğruluyor gibiydi de. Selami Bey yorgun bir nefes soluyup verdiğinde fincanındaki çaydan bir yudum daha alıp müsaade isteyip isteğine olumlu karşılık almış gibi beklemeden yanımızdan ayrıldı.

 

" Efsun, bize birer sade kahve yapar mısın?" Seslendi halam. Bu artık konuşma vaktimizin geldiği anlamına geliyordu.

 

     ***

 

Büyük bir yudum aldı halam, küçücük fincandan. Bir ikinci büyük yudumda kahvenin sadece telvesi kalırdı fincanda. İlk yudumda anlatmaya başladı.

 

" Deden, Süleyman Korhanlı'nın adını duymuşsundur. Aşık olduğum ilk adam. Baba sevgisini ömrü vefa ettiği son ana kadar büyük bir samimiyetle iliklerime kadar hissettirdiğini söyleyebilirim. Çok küçüktüm ben Feraye babamızı kaybettiğimizde. Çok çok zorlu günler yaşadık. Baban Esat en büyük ağabeyimizdi, bir de Murat ağabeyim vardı. O da ortancamız, sizler onu hiç tanıyamadınız. Aynı sen gibi bende ağabeylerim doğduktan çok sonra dünyaya geldim. Sanırım sürpriz bebek denilenlerden. Annem babama çok nazlanmış, bu yaştan sonra torun sevilir çocuk olacak iş mi deyip ağlayıp sızlanmış ama babam aksini düşünmeyecek Allah'ın verdiğine sıkıca sarılacak kadar inançlı bir adamdı. Anneme anası belli babası belli, damımız , yardımcılarımız var. Ben elimden geleni yaparım deyip annemi ikna etmiş. Ben doğduğumda kız olduğumu söyleyen ebelere birer beşi bir yerde takmış. Sen bilmezsin beşi bir yerdeyi şimdi ama kıymetli bir altın olduğunu bil. O koca malikanenin tek varisiydi babamız. Pek varlıklıydı onun için az bile kalırdı beşi bir yerde. Şaşıranlara inat kurbanlar kestirip yemekler dağıttırmış kırk gün. Ahali şaşkın tabi, kız evladıyım sonuçta. O dönemde kız evlatları erkek gibi değerli değil ama babam Allah bana iki erkekten sonra cenneti görmem için bir de kız evlat nasip etti dermiş.

 

Pek kıymetlisiydim ben babamın. Güzel bir çocukluk geçiriyorduk. Baban o zamanlar asi ergen biz de Murat'la yaramaz birer çocuk, öyle yaramazlıklar yapardık ki. Şımarıktık ve adı sanı bilinen bir aileye sahiptik. Haksızda olsak kimse bir şey diyemezdi ki bize. İşte babam da en çok buna kızardı. İtibarımı kaybetmektense paramı kaybetmeyi yeğlerim derdi. Ama gururundan değil çünkü gurur kibirden beslenirdi babam aksine oldukça mütevazı bir adamdı, her gece vakti seher vaktinden o ana dek ne yaptı ettiyse muhakemesini yapıp öyle uyurdu. Adil ve onurlu adam gibi bir adamdı Süleyman Korhanlı. Dedesinden babası, babasından da kendi öyle öğrenip görmüştü çünkü.

 

Dedemin babası harp gazisiydi Feraye. Biz vatanımıza milletimize atamıza gönülden bağlı birer aileydik. Dedemiz Cumhuriyeti ilan eden meclisin vekilleriyle ahbap bağımsız hür bir millet aşığıydı. Elinden geldiğince dedemiz de milletimizin kalkınması için fabrikalar açıp, tersanelerin onarılmalarında gönüllü olmuştu. Bizim varlığımız yedi göbek ötesine dayanıyor velhasıl vatan sevgisi de imandandır derdi babam varı yoğunu vatan millet için seferber edip büyüklerinden gördüğü üzere yaşamaya devam etti. Lakin o uğruna malını , vaktini enerjisini harcadığı kardeşim dedikleri onu yarı yolda bıraktılar. İftiraya uğradı babam. Ticaret yaptığı gemilerde yasal olmayan şeyler ithal ve ihraç ettiğini söylediler önce. Sonra en hassas olduğu yerden vurdular. Vatan Haini bile dediler o vatanı için kanını bile verebilecek adama. Büyük büyük dedemizden kalan evimizden sürdüler bizi. Yalova'daki o küçük konak'a sürgün edildik biz Feraye. Tüm olanlara rağmen babam bir tek kötü söz söylemedi ve sabırla gerçeklerin ortaya çıkacağı günü bekledi biliyor musun? Tüm kayıplarına rağmen, çok kötü şeyler oldu Feraye! İtibarımızı lekelediler, örselendik. Tüm mal varlığımıza tedbir konuldu, öyle yokluk çektik ki fakat her şeye rağmen babam o halde bile bize sabrı öğretti. O, babama iftira atanlar yükseldikçe yükseldiler ama yine de alıp veremedikleri bir şeyleri vardı babamla. Babam onlara boyun eğmeyip her kapımıza geldiklerinde, onları kapısından çevirdi. Sonra yeni hayatımıza alışmaya çalışırken darbe oldu. Murat ağabeyimi de, sokak anarşisinde bize ait olmayan bir dava yüzün bir hiç uğruna kaybettik. Annem aklını yitirir gibi oldu babamın da evlat acısı kalbine inen en ağır darbe oldu. Murat ağabeyimden bir sene sonra babamı da kaybettik."

 

Bilmediğim bir acıydı bu yaşananlar, ilk kez duyuyordum. Halam fincanında kalan kahveyi soğumasına rağmen yudumladı. Dudağında kalan telveyi peçeteyle sildi. İkinci yudumda bitirmişti kahvesini. Ağzına gelen telveden mi anlatacaklarından mı bilmem yüzüne acı bir ifade oturdu.

 

" Esat ağabeyim, babam gibi sabırlı bir adam değildi. Hırslıydı, kaybettiklerinin peşindeydi. İhtisasına ara verip bir gurup hala kendine itibar eden dostlarıyla birlik olup ticarete atıldılar. Kazandılar da. Murat ağabeyimin vefatından sonra babamla çok münakaşa etti Esat ağabeyim. Kana kan cana can dedi. Annemin yası bitecek gibi değildi ki babama acısında yoldaş olsun. Öyle kapattı ki annem kendini bende çocuğum tabi. Bir gün kavgalarının şiddeti büyüdü ve Esat evi terk etti. Belki de babam kovdu bilmiyorum. Uzunca bir vakit gizli gizli gelip gitti Yalova'ya. Son gelişi de babamın cenazesini kaldırmak içindi. O gün bizi apar topar sadece üstümüzdekilerle yanına aldı. Meğer mahkeme ile tedbir kararını kaldırmış, malikaneye dönmemiz için hazırlık yapıyormuş. Bize itibarımızı geri verdiler Feraye. Babamı ve Murat ağabeyimi kaybettirdikten sonra o önemi kalmayan itibarı, parayı, malı, mülkü hepsini geri verdiler. Şirketteki haklarımız üç mirasçı arasında bölüşüldü. Ben reşit değildim annemse akli baliğ sayılmaz haldeydi. Yası belki de hiç bitmemişti ama o yıllar acısını en zirvede yaşadığı zamanlarıydı. Esat ülkenin sayılı iş adamlarınca kurulan derneğinin başına getirildi. Gücüne güç, itibarına itibar kattı. İyi bir evlilik yapıp annenin ailesini de ardına aldı. Süleyman'a zulüm olan hayata bu kez o zulüm eder oldu. Süleyman'a attıkları iftiraya sebep olan işlere bulaştı. Mazlumun ahını aldı. Kendisiyle yola çıkan arkadaşlarıyla memleketi istediği gibi yönettiler. Devleti yönetecek kişilerin başa gelip gelmemesine kadar müdahale ettiler. Başta Esat, yandaşları devleti sömürenlerin maşası oldular. Kurtuluş savaşında halka yaptıramadıklarını kurtuluş savaşı şehit ve gazilerinin çocuklarına, torunlarına yaptırdılar Feraye!"

 

" Kimler yaptırdı, kim bunlar?"

 

" Korhanlı, Yalçınkaya, Sönmez, Emirdağlı soyadını taşıyanlar, bu derneğe üye olan Holding sahiplerinin arasında sadece bildiklerin. Şirketlerin başındakiler iş adamları derneği altında oluşturulan mason localarına hizmette yemin etmiş üyelerden oluşuyor. Hepsi birer kukla ama sorsan kendilerini tahtın varisi olarak görüyorlar. Loca kimi isterse başa o geçer, loca taze kan isterse üyeleri ya batar, ya kalp krizi geçirir ya da kaza kurbanı olur. Şüpheli ölümleri asla sorgulattırmazlar. Özetle şirketin başına geçen söz sahibi olur. Loca toplandığında şirketin başındakilerden ya biat etmelerini ister ya da sahip olduklarından feragat etmelerini."

 

 

" Anlattıklarına göre kurul toplandığında seçilecek olan ya kurban olacak ya da kukla?"

 

" Kısmen öyle Feraye!"

 

" Tomris hangisi olmak istiyor ve senin planın ne?"

 

" Güç kimsenin sırtını dönemeyeceği bir şeydir Feraye. Benim planım beni desteklemen."

 

" Loca toplandığında ne yapacaksın?"

 

" Onun için zamanımız var. Locanında kendi içinde kuralları var . Devinim yaptıklarında ve gerekli koşullar sağlandığında tekrar toplanacaklar. O zamana kadar güçlenmeli ve hazırlanmalıyız."

 

" Ne için?"

 

" Değerlerimiz için, özgürlüğümüz için, bize vurulan prangalardan kurtulmak için.

 

" Babamı onlar mı öldürdü ? Hala, ben korkuyorum."

 

" Su testisi su yolunda kırılır Feraye, Esat kendi sonunu kendi hazırladı. Korkma diyemem ki sana, bende korkuyorum ama biliyorum sen iyi olursan bende iyi olurum. Sen benim ailemsin."

 

Babama karşı tek bir toleransı yoktu Halamın. Oysa bu hayattaki yeğenlerinden önceki yaşayan tek kan bağı babamdı. Ama o bir tek bana ailem derdi.

 

" Hala anlamıyorum, neden ben?"

 

" Bu gün anlayacaksın!", dedi ve öğrendikleriyle titreyen bedenimi ardında bırakıp asma balkonun salona açılan kapısı a doğru adımlamaya başladı. Kapının eşeğinde durup ardına dönmeden, otoriter bir tonda bana seslendi.

 

" Kurul toplantısına gitmek için bir saat sonra hazır ol Feraye."

 

 

Beyaz bir gömlek beyaz düz paça krep pantolon kombinin üzerimdeki duruşunu aynada kontrol ettiğimde sonuç vasat görünmüyordu. Yüzüme kremden başka bir şey sürmezken kirpik diplerime ayeliner çekip rimelle destekleyip sadece gözlerimi belirginleştirdim. Kırmızı balm sürüp dudaklarıma doğal gibi duran bir renklendirme sağlarken çatlayan dudaklarımı da nemlendirmiş oldum. Bu ara çok fazla kuruydular. Üzerimde duran kombindeki tek hareketlilik taba rengi gold tokalı kemerdi. Çantam ve ayakkabılarımı da beyaz renk seçmiştim. Kısa saçlarımı fön fırçası ve kurutma makinesi yardımıyla kuruturken aynı zamanda da şekillendirmiştim. Çınar'ın bana verdiği yüzükleri de taktığımda artık Feraye Yalçınkaya olarak hazırdım. Tüm bu hazırlık süresince aklımda dönen mahkeme henüz sonuçlanmamıştı. Ne kadar tuhaf geliyordu bana ki halamın söyledikleri ile Çınar'ın çiftlikte bana anlattıklarını düşünüyor ve bana anlatılanların doğruluklarını ispatlamaya çalışıyordum. Bunu son zamanlarda aralıksız olarak yapıyordum. Gördüklerimi duyduklarımı kafamda tekrar tekrar canlandırıp puzzle ait parçaları tablonun bütününü görmek için bir araya topluyordum. Bilmediğim ve bildiğimi sandığım tüm o doğrular aklımda hazır ol da durmuş ayakta bekliyordular. tıklanan kapı sesi beni kahrolası boyutuma döndürdü. Aklımın karmaşası geçmiş ve gelecek derken ben odamdaki aynanın karşısındaydım işte. Odam derken benim bir evim bir odam var mıydı. Şimdide halamın bebekteki yalısında benim için hazırlanmış odadaydım.

 

"Müsade var mı?"

 

" Tabi ki hala lütfen içeri gel."

 

Halam her zamanki dik ve vakur duruşuyla odanın kapısından içeri, yanıma doğru geliyordu. Ağır ve temkinli adımlarla yanıma yaklaşırken aynı yavaşlıkla tepeden tırnağa beni süzmeyi de eksik etmedi o gri mavi benimkisi gibi gözleriyle.

 

" Çok güzel görünüyorsun."

 

" Teşekkür ederim." Başımı utançla eğmekten kendimi alamadım. Kendime olan güvenimi kazandığımı zannederken birer birer kaybediyordum sanki, günden güne yabancılaştığım bu dünyada kayboluyordum .

 

" Hazırsan çıkacağız."

 

Zaman, akmayı unuttuğu o aheste gününde değildi de yetişmek istediği bir yer varmış gibi ışık hızında akıyordu. Daha ben halamın sorusuna ,hazırım, cevabını verdiğim o andan çıkamamışken, hareket halindeki arabanın arka koltuğundaki yolcu camından seyrettiğim yol Korhanlı Holdingde son bulmuştu. Şoförün açtığı kapıdan önce Firuze Halam araban indi, peşi sıra da ben kendisini takipteydim. Holdingin güvenlik görevlilerinin selamlarını karşıladıktan sonra kendimizi asansörlere bağlanan devasa koridorun güvenlik turnikelerinin önünde bulduk. Zaman zaman yutkunmayı dahi unuttuğumda, şimdiki gibi aksak adımlarımı atmayı hatırlatan hemen koluna girdiğim halam olmuştu. Korkuyordum ve dahası da vardı. Bu kez tanımlayamadığım bir his kaplamıştı bedenimi. Kendimi hiç bir yere ait hissetmediğim bu dünyada, daha önce görmediğim yeni bir duraktaydım. Bilmediğim, görmek dahi istemediğim bir cepheye sürülmüş, savaşmak için elime tutuşturulan bana ait olmayan bir silah ve içinde kullanmayı asla düşünmediğim sürgüye vurulmuş tek bir kurşun ile yönetim kurulu odasının önündeydik.

 

Bu savaş bana mı aitti?

 

Oysa bedenim bu savaş için çok narindi, kalbimse hala çocuk. Peki elimde tuttuğum bileğime ağır gelen silahı sürgüsündeki o kurşun kim içindi?

 

O kurşunun kim için olduğunu keşke o kapıdan geçmeden önce bile bilseydim!

 

 

Gelecek, bölümünde birinci kitap finalinde görüşmek üzere...

 

 

 

 

 

 

>>>>>>>XXV<<<<<<

 

 

 

 

 

 

"...Sevdiğim özgürlük meydanları budalalardan geçilmiyorsa bil ki bu şehirde çocuklar ölüyor... (Vera Şiirinden alıntı./Numan Arıkan)"

 

 

 

 

 

 

>>>>>>>XXV<<<<<<

 

 

 

 

 

 

FERAYE YALÇINKAYA

 

    

Adem'in geri döndüğünü düşündüğümden kontrol etmeden araladığım kapının ardında görmeyi ummadığım birini buluverdim.

 

"Firuze Hala!"

 

Burnumun ucu sızlarken, karşımda duran halamın beni tepeden tırnağa süzen bakışları artık kısa olan saçlarda epeyce bir oylandı.

 

" Feraye, beni içeri davet etmeyecek misin?"

" Bben çok şaşkınım. Lütfen içeri buyur." Şaşkınla birlikte kurduğum cümleme eş zamanlı olarak kapıyı sonuna kadar açıp kenara çekildim. Halamın ardında bir gurup koruma ordusunu görmek beni ayrıca şaşkınlığa uğrattı. Beni bekleyen korumaların yanına halamın korumaları da eklenince rezidansın koridoru takım elbiselilerden geçilmez bir hal almıştı. Olduğum yerde dona kaldığımdan olsa gerek halam içeriye adımlayarak ardındaki kapıyı kapatma görevini kendisiyle birlikte gelen korumalara bırakıp, omuzlarından kavradığı bedenimi kendi bedeniyle birlikte oturma odasına doğru yöneltip harekete geçirdi. Yeşil koltuğun kadife yüzeyiyle bedenimi buluşturduğunda dairenin dış kapısının kapanma sesini işittim. O sesi benim yutkunma sesim takip edecekti. Anlık şoke dalgası geçtiğinde, halamın bu daireye daha önce de gelmiş olabileceğini, evde hiç yabancılık çekmeden mutfağı bulup içmem için getirdiği elindeki bir bardak sudan değil, daha eve ilk adım attığı anı takiben bedenimi oturma odasına sürüklerken nereye yönelmesi gerektiğini bilen emin adımlarından anlamıştım.

Titreyen elime almam için uzattığı bardağı kavrayıp, bardaktaki sudan küçük küçük yudumlarken ne o ne ben dudaklarımızdan tek bir ses vermiyorduk. Ta ki elimde hala içinde su olan bardağı sert bir şekilde ortamızda bulunan sehpanın granit yüzeyine sertçe bırakana dek.

" Seni çok özledim." , dedi halam.

"Beni tanımadığım biriyle, hiç bilmediğim bir yere gönderdin. Beni aileme hedef olarak gösterdin. Zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğum ailemi tanımadığım biriyle evlendirerek benden koparttın. Aklımın içini cevapsız sorularla doldurup beni bilinmezlikle bırakıp sır oldun. Bunca zaman beni acılarımla başbaşa bırakmışken şimdi neden geldin! Özleyeceksen neden beni sensiz bıraktın!"

Nefesim elverdiğince bağırmadan ama oldukça güçlü çıkan sesimle sıraladım sözcüklerimi. Gözlerimden süzülen yaşlarda söyleye nefes yettiremediklerimden arta kalanların çağlamasıydı.

"Anlatacağım."

"İnkar dahi edemiyorsun! Anlat!"

"Ama önce benimle birlikte gelmelisin."

"Hayır, ben bir kez daha aynı şeyi yaşamak istemiyorum. O yüzden bu defa önce neler olup bittiğini bana anlatacaksın sonra da ben ne yapmak istediğime karar vereceğim."

Halamın gözlerinden okuduğum şaşkınlık emaresi, kendisini çok çabuk gizlemişti. Karşında bambaşka bir Feraye görüyordu. Az zamanda çok şey yaşamıştım. Sindiremediğim her olay bedenimde yankı uyandırırken krizlerimi tetikliyordu. İçimde savaş vermek yerine bu kez haykırmayı denemeliydim.

"Feraye sana anlatacaklarım bir solukta konuşulacak konular değil. Zamana ihtiyacımız var ve lütfen benimle gel."

"Bunca zaman zaten yanımda değildin ki gelmiş hala benden zaman istiyorsun. Dahası yok. Sana güvendim hala ben. Dediğin her söze güvendim , bunca zaman bir ölü gibi büründüğün sessizliğine güçlükle dayandım. Beni cevapsız, beni yaralı, beni eksik bırakacak o sebepleri bana anlat , bana seninle gelmem için bir sebep ver hala!"

"Geçmiş zaman eki kullanıyor oluşun artık bana güvenmediğin anlamına mı geliyor?"

"Hala bak ben, ben sadece anlamaya çalışıyorum."

"Neyi anlamaya çalışıyorsun Feraye, benim için ne kadar önemli olduğunu ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyor musun?"

"İşte bu yüzden anlamak istiyorum ya neden? Annesinin bile kabullenemediği bu bebeği koruyup kollayan bana ailemsin diyen sen , nasıl beni hiç bir açıklama yapmadan kimsesiz bırakabildi? Anlat ki anlayayım?"

"Gitmem gerekiyordu... Sana anlatabilmen için önce benim bazı cevaplara vakıf olmam gerekti."

"Bana bunu o zaman da söyleyebilirdin, yanımda olamadığın anlarda beni arayıp yalnız olmadığımı hissettirebilirdin, bunlar geçersiz bahaneler hala."

"İstediğim bilgilere sahip olmam için bir hayalet kadar sessiz olmam gerekti ama her şeye rağmen ben seni yalnız bırakmadım, bben senin hakkında bilgiler alıyordum ve..."

"Ne kadar acı çektiğimi ne kadar yalnız hissettiğimi biliyordun ama yine de sessiz kaldın!"

"Feraye lütfen..."

"Şaşırmamalıyım aslında değil mi? Beni doğuran kadın bile sahiplenip bir kez halimi sorup beni düşünmezken sen niye annemden beklemediğim alakayı gösteresin ki."

Cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden sarf ettiğim kelimeler, yüzündeki yıkımı an be an görmeme sebep oldular. Yerinden okundan fırlayan yay misali fırlayıp beni kolları arasına aldı. Kokusunu içime çektim. Saçlarımın üstünden başıma defalarca kez o al dudaklarıyla buseler bıraktı. İkimizde hıçkırıklarla ağlarken koca rezidans dairesinde sadece bizim ağlama seslerimiz yankılanıyordu.

"Bana babamın ölüm haberini aldığım gecenin sabahında verdiğin öğütleri dinledim. Hiç bir belgeye imza atmadım ve başıma gelenleri seninle paylaştım! Beni ,öğüt verdiğin yerden yaraladın hala!"

"Feraye lütfen bana her şeyi izah etmem için zaman ver!"

Göğsünden yüzümü zor da olsa kopartarak az evvel boğuk çıkan sesinin daha net çıkmasını sağladım. Benim doğruluşumla halamda kendini bir miktar toplamıştı. Artık ciddi konular konuşmamızın zamanıydı bana göre. Onsuz kaldığım onca hafta, on yıl büyümüş hissettiriyordu kendimi bana.

"Sadece sende vekaletim vardı, söylesene hala, o vekaletle Çınar'la evliliğimiz dışında başka neler yaptın."

"Yemin ederim İtalya'da okuman ve Çınar'la evliliğin da dahil, senin çıkarların dışında hiç bir şey yapmadım."

"Bu evlilikten bana bahsetmedin, sözde benim çıkarlarım söz konusu dahi olsa neden olanlardan haberim olmadı!"

"Bahsetseydim kabul etmezdin, kaybedecek vaktimiz yoktu. Seni koruyacak güçlü birine ihtiyacım vardı? Yoksa..."

"Beni zorla biriyle evlendirdin hala, evlenmeden de korurdu Çınar beni?"

"Bana seni eve hapsettiklerini söyledin, gelip seni almam için..."

"Hala ben reşitim..."

"Feraye reşit olman o evden yanında koruma olmadan çıkmanı sağlayabildi mi? Bana gelmene mani oldular. Sana o evde kalmaya devam ettiğin takdirde olacakları söyleyeyim mi? O lanet olası şirketi istedikleri gibi yönetmek için senden hisselerini alacaklardı... Seni eve hapsetmiştiler bile. "

"Bilemeyiz , belki de gerçekten önlem almak istedi Tomris, sırf onu kışkırttığımız için yaşandı belki de bunlar. Hem benim için önemli değildi ki o hisseler!"

"Feraye ben de o ailenin bir ferdiydim...."

Gözleri doldu beyaz tenin sarardığına an be an şahit oldum. Aklından geçenler her ne ise sırtına tonlarca yük binmiş gibi gözlerimin önünde omuzlarının çökmesine sebep oldu.

"Seni hayallerinden koparacaklardı, hisselerinin yönetimini elinde tutarlarken seni de kukla gibi kontrolleri altına alacaklardı. Belki çok geçmeden sırf çıkarları için fikrini de sormadan seni birinin eşi yapacaklardı." Dediğinde kendi söylediği şeyle afalladı Halam.

"Sen de fikrimi almadan beni bir başkasıyla evlendirdin."

"Hayır bu evlilik sadece bir formalite, gerçek bir evlilik değil. Çınar seni, haklarını ve hatta adını korumaya aldı. Bu sürede biz de elimizi güçlendirecek şeyler için vakit kazandık."

"Ne için!"

"Feraye sana her şeyi şimdi anlatamam, inan bana zamana ihtiyacımız var! Öncelikle benimle gelmelisin. Çınar burada değil ve her an bir hamle yapabilirler. Bir, en fazla iki gün içinde yönetim kurulunu toplayacaklar. Son ana kadar istediklerini elde etmek için elinden geleni artlarına koymayacaklardır."

"Beni koruması için Çınar'la evlendirdin , onu da bu evliliğe mahkum ettin ama bak bu evlilik bile beni korumaya yetmemiş olacak ki beni seninle gelmem için ikna etmeye çalışıyorsun . Söylesene daha ne bekliyor bizi hala!"

"Sitem etmekte haklısın, ne kadar büyüdüğünü görememiş olmalıyım, bundan böyle incinmemen için daha dikkatli olacağım. Her şeyi yoluna koyacağım merak etme. Bana güven kurul toplantısından sonra son bir kaç ay yaşananlar asla yaşanmamışlar gibi hayatına kaldığın yerden devam edeceksin. Olanları olmamış sayamayız ama yine de çabalayacağımdan şüphen olmasın. Tıpkı hayallerimizdeki gibi İtalya'ya yanına geleceğim. Birlikte zaman geçireceğiz ..."

Yutkundum. Halamın bilmediği bir şey vardı ve ben o gerçeği söyleyecek cesareti kendimde görmüyordum. Hayatıma kaldığım yerden devam edemezdim ki , İtalya' dan döndüğümden beri olanları, kalbimdeki değişimi nasıl yok sayardım. Ben Çınar'dan ayrılamazdım artık! Er ya da geç bu gerçeği halamın da görmesi gerekti. Sadece biraz daha beklemeliydim,Çınar dönünce her şey olması gerektiği gibi olacaktı. Çınar'da yanımda olursa halama izahı daha kolay olabilirdi.

"Gitmemiz lazım!"

Başımla onu onayladıktan sonra ayaklanıp kapıya doğru ilerledik. Portmantodan çantamı ve dairenin anahtarını alıp halam önde ben arkada daireden çıktık. Koridorda daha evvelki kalabalık yoktu. Tanıdık korumaları göremeyişim şaşırmıştı. Yüzüme oturan ifade her ne ise halam görüp konuşmaya başladı.

"Benim korumalarım buradalar, Çınar'ın korumaları benim korkulmalarıma görev devriyesi yaptılar. Şimdi hep birlikte bize geçeceğiz."

Görev devriyesi ne demekti. Hem ne fark ederdi ki. Sonuçta Çınar' da Halamda birlikte hareket emiyorlar mıydı?

Asansöre doğru ilerlerken elimi pantolonun cebine atıp telefonumu çıkardım. Arama ve mesajları kontrol ettiğimde her hangi bir arama ya da mesaj görememek beni üzmüştü.

Otoparka geldiğinizde burnuma tuhaf bir koku vurdu. Adımlarınızın hızı bilmediğim bir sebeple artarken korumalar dört bir yanımızda set olmuş duvar görevi görüyorlardı. Çok küçük bir güven alanı halkası oluşturulmuş o halka içerisinde halamla kol kola ilerlemeye çalışıyorduk. Etrafımı saran et duvarlar görüşümü engellediğinden yürümekte zorlanıyordum. Bakışlarımı üzerinde yürüdüğümüz zemine eğmiş küçük seri adımlarımı seyrediyordum zira görüş alanım et duvarlardan sebep kısıtlıydı. Attığım çığlıkla benle birlikte herkes duraksadı ve eş zamanlı olarak silahların kilit seslerinin yankısı otoparkta yankılandı. Ayağımın altındaki kırmızı sıvıya gözlerim takılı kaldığında burnuma vuran demirimsi kokunun kaynağının kan olduğunu anlamıştım.

"Feraye hadi, devam etmeliyiz."

Bir kaç adım daha sesli nefes alışverişlerimle ilerlerken önümüzdeki iki adam etten örme duvarın kapısı gibi sağa kayarak bize etten ördükleri duvardan çıkış imkânı tanımışlardı. Önümüzdeki siyah zırhlı araçları andıran arabaya bindirilirken etrafta dağılan korumaların yarattığı boşluktan otoparkı görebildim.

Lanet olsun!

Yerde takım elbiseli hareketsiz halde yatan bir gurup insan bedeni bulunuyordu. İçlerinden birinin yüzü uzak olmamıza rağmen bana tanıdık gelmişti o da Adem'in benim güvenliğim için ayarladığı korumanın ta kendisiydi.

"Koruma , o yerdeki benim korumam!"

Zorla bulduğum sesimle konuşurken, yeni bir atağın pençesindeydim. Nil'in verdiği ilaçları almayı bırakalı çok olmamışsa da etkisini göremeyecek kadar vakitte geçmişti, üstüne yaşıyor olduğum kabusla tetiklenen kriz , bedenimin neredeyse bağımlısı olduğu ilaçlara olan özlemiyle birleşip varlığımda fevkalade bir sarsıntıya sebep oluyordu.

Titreyen ellerimin avuç içlerindeki ıslaklığı aynı anda bedenimde de hissetmemle terlemiş vücudumun eksi kırklarda kalmış gibi titriyor oluşuna mana veremiyordum. Halam hakkımda haberlerimi almışsa da ilk kez yaşadığım krize şahit olmanın verdiği şoke ile ne yapacağını bilmez bir halde kapısı açık olan arabaya bindi. Hemen yanına bindirildiğimde tam karşımızda oturan tanıdık simayla göz göze geldik.

Elindeki camel renk deri çantanın fermuarını açıp içinden çıkardıklarıyla sakinleşmem için iğnesini hazırlayan kişi doktor Selami'ydi.

"Lütfen bir şeyler yap Selami."

"Sakin ol Firuze aksi halde ikinci bir şırıngaya daha ihtiyacım olacak!"

Hiç bir vakit soğuk kanlılığını elden bırakmayan o güçlü kadının dağılmış biçare hali, göz kapaklarımın ağırlığı altında hapsolan gözlerimin kararmadan önce kaydettiği son görüntü olmuştu.

Kolumdaki sızıyı hissetmiştim, aynı anda damarlarıma sızan o yakıcı sıvının damarlarımda dolanışını da. Bedenimin kontrolü yitmişti elbet. Zihnimse son çırpınışlarındaydı. Varla yok arası işittiğim o sesleri anlamıyordun.

"Kızımı iyileştir Selami? Ona bir şey olursa ben, ben işte o zaman ....!"

"Şişt sakin ol, o da senin gibi çok güçlü bir kadın. Sadece henüz kendinin farkında değil. Tüm bunları aşacak güven bana. "

    ....

 

Gözlerimi tamamen arayalı bir kaç saat olmuştu. Halam evdeki hizmetlilere mükellef bir sofra kurmalarında direktif veriyordu. Tabi ki aşçısından yapmasını istediği tüm o abartılı kahvaltı menüsü benim enlerimden oluşuyordu. Bende yorgun ruhum ve bedenimle balkondaki şezlongda uzanmış, omuzlarında ince bir şalla esen varla yok arası rüzgar ile tenim arasına set çekmiş halde, muhteşem bebek sahilini izliyordum.

Krizin üzerinden iki gün geçmiş bilincimi kazanmam oldukça vakit almıştı. İki gün boyunca ateşler içinde yanan bedenimle ise Selami Bey özenle ilgilenmiş sonunda seher vakti öten kuşların cıvıltılarıyla gözlerimi açmayı başarmıştım. Kendime geldiğimde iki gün düren baygınlığımı halamın ilgisinin abartısından sebep çalışanlardan öğrenmiştim. Halam bilincimi kazandığımı görür görmez tüm evi o saniye ayağa kaldırmıştı, şimdide Fransız porseleni servis tabaklarıyla balkonda hazırlanan masanın hazırlanışını göz ucuyla ara ara takip ediyordum. Üç kişilik servis açıldığını gördüğümde yüzümde oluşan heyecanı gören Halamın bana Doktor Selami'nin de bize katılacağını söyleyişiyle soluvermişti. Krizden sonra hiç yaşananlarla alakalı konuşmamıştık. Kimi beklediğimi ne için üzüldüğümü, ne hissettiğimi anlatamamıştım halama, ama sanki o anlıyordu. İrfan'ın halama hediye ettiği Bebek'teki yalıdaydık ve gözüm İrfan'ın cenazesinden sonra İtalya'ya uçmadan önce son kez Çınar'la karşılaştığımız bahçeye kaydıkça, sanki halam bir şekilde aklımdan geçenlere vakıf oluyordu. Oluyordu da neden anlamazlıktan geliyordu. Uyandığım an telefonumu istemiştim ama elime paramparça bir enkaz vermiştiler. Hattımda dahil koca bir çöplükle bakışmıştım dakikalarca. Çınar'la tek iletişim kanalımdı o numara. Yenisini en kısa sürede çıkaracaklardı fakat daha önceden tecrübeliydim, kullanıma açılması içinde sabretmem gerekti.

Yalının bahçesinde etrafımızda çember oluşturan, siyah takım elbiseli, siyah güneş gözlükleri takmış birbirinden yapılı , kulaklık takan silahlı güvenlik personelleri vardı. Tuhaf ki yine ve yine tekerrür ediyordu yaşadıklarım. Oysa her şey Malikanedeki esaretimden kurtulmam içindi. Kurtulmuştum malikaneden ama ya esaretten. Malikaneden kurtarılıp Çınar'ın çiftlikteki evine hapsedilmiştim. Nerede olduğumu bilmeden uyandığımda kaçmak istediğim o evin bahçesi de en az bu bahçedeki kadar güvenlik personelleriyle doluydu. Kaçmak istediğim çiftlik evinin Çınar'ın mabedi olduğunu anlamak esaretimi katlanabilir kılmıştı peki ya burası? Ben Çınar'ın mabedinde bir ömür tutsak olmaya gönüllüyken burada ne işim vardı.

Onu çok özlüyorum.

Özlemim birerli ikişerli damlalar halinde göz pınarlarımdan yanaklarıma doğru süzülürken halam yanımda bitiverdi. Yüzümü elleri arasına alıp parmaklarıyla yanaklarımı göz yaşlarımdan arındırdı belki ama özlemimi silmeye Çınar'ın varlığından başka kimsenin gücü yetmeyecekti.

"Feraye, canım."

"Neden ağladığımı sormayacak mısın?" Diye sordum. Başını eğdi halam. Cevabını bildiği soruları sormayacak kadar zeki bir kadındı.

"Berbat olan her ne ise sonunda yoluna girecek bebeğim, biliyorum çok zor ama geçecek sana söz veriyorum. En parlak gökyüzü en karanlık fırtınanın ardında gizlidir. Fırtına dindiğinde her şey çok çok güzel olacak."

"Peki ne zaman?"

"En yakın zamanda olması için elimden geleni yapacağım. O yüzden kendini önemse bebeğim, sen böyle sessizleşip içine kapandıkça benim endişelerim artıyor."

"Herkesi endişelendirdim yine değil mi? Şey... çiftliktekiler de endişelenmişler mi?" Asıl merak ettiğim baygın olduğum sürede Çınar'dan bir haber alıp almadıklarıydı ama soramıyordum.

"Adem'le konuştum, yanımda olduğunu biliyor."

Bir cesaret Çınar'ı soracaktım ki Doktor Selami'nin sesi bana engel oldu.

"Günaydınlar, nasılmış Feraye Hanım?"

Gülümseyerek selamına en samimi halimle karşılık verdim bu adamı seviyordum. Babacan bir tarafı vardı.

"Sayenizde iyiyim."

"Daha da iyi olacaksın!"

"Hoş geldin Selami!" Dedi halam ve samimi bir şekilde kucakladı Doktor Selami'yi.

Bu samimiyetlerine ilk kez şahit oluyordum zira halam genellikle mesafeli bir kadındı. Yüzümdeki ifade her nasılsa halam açıklama yapma ihtiyacı hissetmişti ki aynı dakikalarda Doktor Selami de genç bir delikanlı gibi heyecanla elini nereye koyacağını bilmez halde ala bulanmış bir yüzle bakışlarını kaçırmaya çalışıyordu.

Sanki.... Sanki ..

"Selami Benim üniversite yıllarımda tanıştığım bir arkadaşım Feraye. Dostluğumuz çok eskilere dayanıyor."

"Ben Yalçınkaya ailesinin doktorusunuz sanıyordum."

"Öyleyim zaten Feraye. Halanın dediği gibi önceye dayanıyor tanışıklığımız ama tesadüf üzere aile doktorunuz da oldum."

"Anlıyorum. Çınar hiç bahsetmemişti?" Diye sorduğumda yüzlerinden aynı anda soğuk bir rüzgar geçti. Bu ikisi arasında görünenden daha fazlası varmış gibi hissettiren duygunun adı neydi peki?

"Lafı geçmemiştir ." , dedi halam. Sonra devam etti. " Kahvaltı masası bizi bekliyor."

"Firuze , lavaboya kadar eşlik eder misin?" , dedi Selami sanki hizmetlilere sorsa yardımcı olmayacaklardı. İçimdeki dürtülere engel olamamak benim suçum muydu? Ya da güven duyamamak. Yerimden hantal hareketlerle doğruldum ve onlara fark ettirmemeye çalışarak peşlerine takıldım. Tahmin ettiğim gibi lavabo bahaneydi. Selami halamı koridorda durdurup konuşmaya başladı.

"Firuze ben, nasıl desem. Feraye'nin sonuçları geldi ve..."

"Ne geveliyorsun Selami , lütfen bana karşı net olur musun?"

"Kanında bazı ilaçların kalıntılarına rastlandı."

"Ne demek bu..."

"Aklını bulandıracak kadar ağır etkisi olan ilaçlar , bir şekilde o ilaçları neden aldığını öğrenmemiz lazım ama seninle konuşmadan Feraye'ye sormak istemedim."

"Belki de zorla içirildi ya da gizlice. Çınar'a güvenebileceğimize inandırdın beni , geri dönüyorum ve Feraye'nin ilaçlarla ..."

"Firuze, Çınar yapmaz. Öyle bir şey değil."

"Kendi başına böylesi ilaçları alamayacağına göre birileri almasını sağlamıştır. Feraye'yi Çınar'a emanet ettim ben Selami. Olandan da olacak olandan da o sorumlu ve de sen!"

"Müsaaden olursa kendisine sormak isterim."

Büyük adımlarla asma balkona geri döndüm. Şahit olduğum konuşma bana ,Çınar'la olan evliliğimi ikisinin planladığı ve fikrin Selami'den çıktığını Halamın Çınar' a karşı mesafeli olduğunu düşündürdü. Çınar halama karşı vefasından dolayı benimle evliydi ve aralarında güven hatır ilişkisi olmalıydı. Ne yani şimdi Çınar'ın duyduğu hisler tek taraflı mıydı?

Ard arda balkona geldiklerinde , bizim için kurulan Sofraya geçtik.

"Ooo, bir kuş sütü eksik.", dedi Selami az önceki gerginliğinden eser yoktu.

"Afiyet olsun." , dedi halam böylelikle kahvaltımıza başlamıştık. İştahım olmadığından sindirimi kolay olanlardan tabağıma almış, buna rağmen lokmamı ağızımda dolandırmaktan başka bir şey yapamıyordum halamın da dikkatini üzerime çekmiş olmalıydım ki halam bana hitaben konuşmaya başladı.

"Feraye , beğenmedin mi? Neden yemiyorsun. İstediğin bir şey varsa onu yaptıralım."

"İştahım yok."

"Beslenmene dikkat etmelisin bebeğim."

"Sakin Firuze, toparlayacak kendini. Sen yiyebildiğin kadarıyla başla Feraye, iki gündür serumla beslendiğinden şu anda bu halde olman normal."

Tebessümüne karşılık verdim, sormak istediği soruyu soramıyor gibiydi?

"Şey Feraye, biliyorsun bir süre buralarda yoktum ve bu sürede sağlığınla ilgili seni takip de edemedim üzgünüm... Ben..."

"Sorun değil, krizlerim artınca destek almaya karar verdik. Sizin verdiğiniz vitamin ilaçlarının yanı sıra destek aldığım doktor da terapiyi ilaçlarla desteklemeyi önerdi.", dedim, gelmek istedikleri noktaya ulaşmak için kıvranmalarını görmek istemiyordum. Bu halim onların birbirlerine aynı anda bakıp sessiz diyalog kurmalarına sebep oldu.

"Terapistinin adını öğrenebilir miyim?" Selami yüzünde büyük bir tebessümle sormuştu. Beni sevdiğini bilmesem iyi rol yapıyor derdim ama benim için endişelendiğine ve endişeleriyle beni üzmek istemediğinden böyle davrandığına inanıyordum.

"Nil ... Doktorum, Nil Gökay."

"Kim, kim önerdi Nil Hanımı?" Bu kez sorgulama sırası halama geçmişti, bir tek farkla. Halam sorusunu sesi titreyerek sormuştu. Ne oluyordu o hep kendinden emin, dik duruşlu kadına böyle de ürkek, gözleri dolu dolu, konuşurken sesi titrek halde karşımda duruyordu. O eski halam gitmiş , yerine bambaşka bir kadın gelmişti sanki.

"Onur... Doktor Onur Akın'ın önerdiği bir meslektaşıydı."

Tekrar aynı şey olmuştu. Birbiriyle bakışarak anlaşmışlar sonra bana dönmüşlerdi.

"Sen Onur Akın'ı nereden tanıyorsun Feraye?! Kendisi kalp cerrahı diye biliyorum.?

"Siz de mi tanıyorsunuz onu?"

"Evet ama senin nasıl tanıştığını bilmiyorum?"

Melek'le olan bağlarını söylememem gerektiğine dair içimden bir ses yükseliyordu. Sonuç da onun özel hayatıydı ve bu yaşa kadar ben bile bilmezken başkalarının bilmesine de gerek yoktu.

"Çınar'ın yatırım yaptığı hastanenin baş hekimi, Selami Bey' e ulaşamadığımızda benimle alakalı magazine düşmemem için çok yardımcı oldu."

"Çınar'la Onur'un yakın olduklarını bilmiyordum. Çınar'ın güven halkası dar ama sağlamdır. Güven halkası dışındakilere de asla itimat etmez. Bunca yıl Çınar'dan adını duymadığım biriyle hassas bir konuda birlikte hareket etmeleri pek Çınar'lık bir hareket değil gibi... Bana anlatmadığın bir şey var mı Feraye?" Selami Bey , sessizce gözleriyle bizi takip ederken ben halamın soruları karşısında ter döküyordum.

"Ne bilmek istiyorsan Çınar'a sorabilirsin hala, sonuçta ailem dediğin beni evlendirecek ve gözün kapalı emanet edebileceğin kadar güven duyduğun biri değil mi?"

Sorum köşeye sıkışmışlığımın verdiği saldırganlıktan değildi, Selami Bey'le koridorda konuştukları şey aklıma takılmıştı hala bilmek istediklerimin cevabını alamamışken soru sorulan taraf olmaktan sıkılmıştım.

"Çınar hakkında düşündükleri mi merak ediyorsun Feraye, söyleyeyim. Çınar zeki bir adam, gücünü soyadına olan itibardan ziyade zekasından alıyor. Kimin yanında durup kimi karşısına alacağını iyi bilen bir adam. Geleneksel olduğu kadar modern de bir kafaya sahip ve sözünün eri de bir adam. Verdiği söze güven duyabilirim ama asla ipleri kendisine teslim edecek ve sırtımı dönecek kadar güven duyamam. Artık çocuk değilsin Feraye, bir takım şeyleri idrak edebilecek bir yaştasın. Hala çok toysun o ayrı. Son bir kaç aydır tecrübe ettiğin bedeninin ve ruhunun kabullenemeyip atak geçirmene sebep olan gerçeklerin çok daha fazlasını ve ağırını yaşamış biri olarak hayat bana kimseye güvenmemeyi ve maalesef her şeyi ve herkesi sorgulamayı öğretti." Sonlara doğru sesi titremişti. Selami Bey masanın üzerinde duran elini tutup ona destek olmaya çalışırken, bana kendimi sormakta haklı gördüğüm soruya rağmen suçlu hissettirmişlerdi.

"Neden aynı özgürlüğü bana tanımıyorsunuz o zaman?"

Sorumla dikkatleri üzerime çekerken halam çok çabuk duygusal halimden sıyrılıp ciddi bir ifadeye bürünmüştü bile. Zaten o duygusal halleri asla onluk değildi.

"Senden sadece zaman istiyorum Feraye, biraz daha zaman. Güven konusunda haklısın, sorgulamakta da ... daha önce sana kimseye güvenmemeni söylemiştim değil mi?"

"Evet, sende dair kimseye güvenmemeliymişim." Sessizce ama masadakilerin işiteceği tonda söylediğim şey halamı taş kesmişti adeta. Zor da olsa söylemek istediğini söyledi. O bir şey söyleyecekse kimse mani olamazdı zaten.

"Feraye, başkalarını susturup tecrübelerini konuştur o vakit. O sana, kime güvenip kime güvenmemen gerektiğini kanata kanata anlatır."

Sinirlenmişti halam. İlk kez bana sinirlendiğini görüyordum. Zaten geri döndüğünden beri bir çok ilkini gösterip bambaşka bir Firuze'yle tanışmamı sağlıyordu. İşin tuhafı beni sevdiğinden şüphem yoktu. Ona olan sevgimden de ... Annemden görmediğim sevgiyi halamdan görmüş olmam ona karşı minnet hissetmeme sebep olmamıştı. Ben ona karşı hep saf ve derinden bir sevgiyle doluydum. Şu anki öfkem de kırgınlığımda hep o sevginin büyüklüğündendi. İnsanların beni yok saymasına alışıktım. Çocuk görmesine ve çoğu kez hiç görmemelerine. Herkes değil ama halamın gözleri önemliydi. Onun gözündeki yerimden emin olmalıydım. Bana merak ettiğim soruların cevabını vermeliydi, bencilce de olsa beni sevip, ihtiyacım olan o sevgiyi bana hissettirmeliydi. Bana hep onun ailesi olduğumu söyleyerek beni büyütmüştü. Evet çiçeği büyüten su neyse benim içinde Firuze halam oydu. Beni kendisinden mahrum edecek kadar önemli olan mevzuyu bu yüzden bilmek zorundaydım. Bu yüzden kendimle onu sınıyordum hatsizce.

Ayağa öyle fevri bir şekilde kalktı ki, az evvel oturduğu ahşap sandalye yeterince ağır olmasa bu hareketinden devrilebilecekken rahatsız edici bir ses çıkararak geriye sürüklendi.

"Bir musibet bin nasihatten iyidir boşuna dememişler. Gençsin , günden güne güzelleşiyorsun, damarlarında öyle bir kan var ki deli fişek akıyor değil mi? Aynı zaman da o kan bağıyla hem gücün hem lanetin olacak bir soya da sahipsin. Seni korumak için ben, tek ailem olduğunu söylediğim seni bile karşıma almayı göze aldım Feraye! Peki sen Feraye! Attığın bir adımın sonunda karşılaşabileceklerini göze aldın mı?"

"Bunu bana neden yapıyorsun!", gözyaşlarım yanaklarımdan akarken Doktor Selami artık sessizliğini bozmuştu.

"Hadi ama hanımlar! Karışmayayım diyorum ama fazlaca uzatmadınız mı?" Konuşmasına ederken bana döndü ve "Halan senin yanında olamadığı her an için çok acı çekti Feraye, hele son iki gün seninle birlikte nefes alıp seninle birlikte sessizliğe ve açlığa gömüldü. Biz yetişkinler de hata yapabilir, yanılabiliriz ama emin ol halan senin için elinden geleni yapıyor ve.." bu kez de halama çevirdi yüzünü " ve sen Firuze, ona toy olduğunu söylerken bir yandan da hayata senin aklınla bakmasını beklemen çok saçma. Bu kadar karamsar olmamalısın, senin yaşadıklarının aynısını yaşamamasını isterken aynı şeyleri ona yaşatmamalısın. Rica ederim size değer veren biri olarak söylüyorum artık kendinize gelin ve şu enfes sofranın tadına varalım artık. Allah hesap sorar sonra! Hem kurul toplantısına güçlü çıkmak istiyorsak enerjiye yani enerji yapacak dolu bir mideye ihtiyacımız var!"

Halamla tekrar göz göze geldik.

"Kurul bugün mü toplanıyor?"

"Evet, oylama bugün olacak." Dedi halam, sandalyesini çekip tekrar oturmuş ve zoraki bir hevesle yemeğe dönmüştü.

"Doktor Nil'e karşı tereddütlerim var ama Onur'a güveniyorum. Terapiler iyiye gitmediği için ilaçları almayı çok yakın zamanda bıraktım ve holde konuştuklarınızı dinledim."

İkisi de ellerindekileri düşürüp şaşkın bir ifadeyle bana döndüler.

"Ben size karşı dürüst olmaya çalışıyorum ama siz benden bir çok şeyi gizliyorsunuz. Toy olabilirim ama aptal biri değilim. Bu gün o kurul toplantısında hangi karar alınırsa alınsın sonrasında beni daha zorlu bir hayatın bekliyor olduğunu tahmin edebiliyorum. Artık sizde bana bir şeyler anlatın ki beni düşürmek, yaralamak, hatta öldürmek isteyenlere karşı güçlü olabileyim."

Halam başını ağır ağır aşağı yukarı sallayarak görünüşte beni onaylıyor olsa da boşluğa çevirdiği bakışıyla aklından geçenleri doğruluyor gibiydi de. Selami Bey yorgun bir nefes soluyup verdiğinde fincanındaki çaydan bir yudum daha alıp müsaade isteyip isteğine olumlu karşılık almış gibi beklemeden yanımızdan ayrıldı.

"Efsun, bize birer sade kahve yapar mısın?" Seslendi halam. Bu artık konuşma vaktimizin geldiği anlamına geliyordu.

     ***

Büyük bir yudum aldı halam, küçücük fincandan. Bir ikinci büyük yudumda kahvenin sadece telvesi kalırdı fincanda. İlk yudumda anlatmaya başladı.

"Deden, Süleyman Korhanlı'nın adını duymuşsundur. Aşık olduğum ilk adam. Baba sevgisini ömrü vefa ettiği son ana kadar büyük bir samimiyetle iliklerime kadar hissettirdiğini söyleyebilirim. Çok küçüktüm ben Feraye babamızı kaybettiğimizde. Çok çok zorlu günler yaşadık. Baban Esat en büyük ağabeyimizdi, bir de Murat ağabeyim vardı. O da ortancamız, sizler onu hiç tanıyamadınız. Aynı sen gibi bende ağabeylerim doğduktan çok sonra dünyaya geldim. Sanırım sürpriz bebek denilenlerden. Annem babama çok nazlanmış, bu yaştan sonra torun sevilir çocuk olacak iş mi deyip ağlayıp sızlanmış ama babam aksini düşünmeyecek Allah'ın verdiğine sıkıca sarılacak kadar inançlı bir adamdı. Anneme anası belli babası belli, damımız , yardımcılarımız var. Ben elimden geleni yaparım deyip annemi ikna etmiş. Ben doğduğumda kız olduğumu söyleyen ebelere birer beşi bir yerde takmış. Sen bilmezsin beşi bir yerdeyi şimdi ama kıymetli bir altın olduğunu bil. O koca malikanenin tek varisiydi babamız. Pek varlıklıydı onun için az bile kalırdı beşi bir yerde. Şaşıranlara inat kurbanlar kestirip yemekler dağıttırmış kırk gün. Ahali şaşkın tabi, kız evladıyım sonuçta. O dönemde kız evlatları erkek gibi değerli değil ama babam Allah bana iki erkekten sonra cenneti görmem için bir de kız evlat nasip etti dermiş.

Pek kıymetlisiydim ben babamın. Güzel bir çocukluk geçiriyorduk. Baban o zamanlar asi ergen biz de Murat'la yaramaz birer çocuk, öyle yaramazlıklar yapardık ki. Şımarıktık ve adı sanı bilinen bir aileye sahiptik. Haksızda olsak kimse bir şey diyemezdi ki bize. İşte babam da en çok buna kızardı. İtibarımı kaybetmektense paramı kaybetmeyi yeğlerim derdi. Ama gururundan değil çünkü gurur kibirden beslenirdi babam aksine oldukça mütevazı bir adamdı, her gece vakti seher vaktinden o ana dek ne yaptı ettiyse muhakemesini yapıp öyle uyurdu. Adil ve onurlu adam gibi bir adamdı Süleyman Korhanlı. Dedesinden babası, babasından da kendi öyle öğrenip görmüştü çünkü.

Dedemin babası harp gazisiydi Feraye. Biz vatanımıza milletimize atamıza gönülden bağlı birer aileydik. Dedemiz Cumhuriyeti ilan eden meclisin vekilleriyle ahbap bağımsız hür bir millet aşığıydı. Elinden geldiğince dedemiz de milletimizin kalkınması için fabrikalar açıp, tersanelerin onarılmalarında gönüllü olmuştu. Bizim varlığımız yedi göbek ötesine dayanıyor velhasıl vatan sevgisi de imandandır derdi babam varı yoğunu vatan millet için seferber edip büyüklerinden gördüğü üzere yaşamaya devam etti. Lakin o uğruna malını , vaktini enerjisini harcadığı kardeşim dedikleri onu yarı yolda bıraktılar. İftiraya uğradı babam. Ticaret yaptığı gemilerde yasal olmayan şeyler ithal ve ihraç ettiğini söylediler önce. Sonra en hassas olduğu yerden vurdular. Vatan Haini bile dediler o vatanı için kanını bile verebilecek adama. Büyük büyük dedemizden kalan evimizden sürdüler bizi. Yalova'daki o küçük konak'a sürgün edildik biz Feraye. Tüm olanlara rağmen babam bir tek kötü söz söylemedi ve sabırla gerçeklerin ortaya çıkacağı günü bekledi biliyor musun? Tüm kayıplarına rağmen, çok kötü şeyler oldu Feraye! İtibarımızı lekelediler, örselendik. Tüm mal varlığımıza tedbir konuldu, öyle yokluk çektik ki fakat her şeye rağmen babam o halde bile bize sabrı öğretti. O, babama iftira atanlar yükseldikçe yükseldiler ama yine de alıp veremedikleri bir şeyleri vardı babamla. Babam onlara boyun eğmeyip her kapımıza geldiklerinde, onları kapısından çevirdi. Sonra yeni hayatımıza alışmaya çalışırken darbe oldu. Murat ağabeyimi de, sokak anarşisinde bize ait olmayan bir dava yüzün bir hiç uğruna kaybettik. Annem aklını yitirir gibi oldu babamın da evlat acısı kalbine inen en ağır darbe oldu. Murat ağabeyimden bir sene sonra babamı da kaybettik."

Bilmediğim bir acıydı bu yaşananlar, ilk kez duyuyordum. Halam fincanında kalan kahveyi soğumasına rağmen yudumladı. Dudağında kalan telveyi peçeteyle sildi. İkinci yudumda bitirmişti kahvesini. Ağzına gelen telveden mi anlatacaklarından mı bilmem yüzüne acı bir ifade oturdu.

"Esat ağabeyim, babam gibi sabırlı bir adam değildi. Hırslıydı, kaybettiklerinin peşindeydi. İhtisasına ara verip bir gurup hala kendine itibar eden dostlarıyla birlik olup ticarete atıldılar. Kazandılar da. Murat ağabeyimin vefatından sonra babamla çok münakaşa etti Esat ağabeyim. Kana kan cana can dedi. Annemin yası bitecek gibi değildi ki babama acısında yoldaş olsun. Öyle kapattı ki annem kendini bende çocuğum tabi. Bir gün kavgalarının şiddeti büyüdü ve Esat evi terk etti. Belki de babam kovdu bilmiyorum. Uzunca bir vakit gizli gizli gelip gitti Yalova'ya. Son gelişi de babamın cenazesini kaldırmak içindi. O gün bizi apar topar sadece üstümüzdekilerle yanına aldı. Meğer mahkeme ile tedbir kararını kaldırmış, malikaneye dönmemiz için hazırlık yapıyormuş. Bize itibarımızı geri verdiler Feraye. Babamı ve Murat ağabeyimi kaybettirdikten sonra o önemi kalmayan itibarı, parayı, malı, mülkü hepsini geri verdiler. Şirketteki haklarımız üç mirasçı arasında bölüşüldü. Ben reşit değildim annemse akli baliğ sayılmaz haldeydi. Yası belki de hiç bitmemişti ama o yıllar acısını en zirvede yaşadığı zamanlarıydı. Esat ülkenin sayılı iş adamlarınca kurulan derneğinin başına getirildi. Gücüne güç, itibarına itibar kattı. İyi bir evlilik yapıp annenin ailesini de ardına aldı. Süleyman'a zulüm olan hayata bu kez o zulüm eder oldu. Babamıza attıkları iftiraya sebep olan işlere bulaştı. Mazlumun ahını aldı. Kendisiyle yola çıkan arkadaşlarıyla memleketi istediği gibi yönettiler. Devleti yönetecek kişilerin başa gelip gelmemesine kadar müdahale ettiler. Başta Esat, yandaşları devleti sömürenlerin maşası oldular. Kurtuluş savaşında halka yaptıramadıklarını kurtuluş savaşı şehit ve gazilerinin çocuklarına, torunlarına yaptırdılar Feraye!"

"Kimler yaptırdı, kim bunlar?"

"Korhanlı, Yalçınkaya, Sönmez, Emirdağlı soyadını taşıyanlar, bu derneğe üye olan Holding sahiplerinin arasında sadece bildiklerin. Şirketlerin başındakiler iş adamları derneği altında oluşturulan mason localarına hizmette yemin etmiş üyelerden oluşuyor. Hepsi birer kukla ama sorsan kendilerini tahtın varisi olarak görüyorlar. Loca kimi isterse başa o geçer, loca taze kan isterse üyeleri ya batar, ya kalp krizi geçirir ya da kaza kurbanı olur. Şüpheli ölümleri asla sorgulattırmazlar. Özetle şirketin başına geçen söz sahibi olur. Loca toplandığında şirketin başındakilerden ya biat etmelerini ister ya da sahip olduklarından feragat etmelerini."

"Anlattıklarına göre kurul toplandığında seçilecek olan ya kurban olacak ya da kukla?"

"Kısmen öyle Feraye!"

"Tomris hangisi olmak istiyor ve senin planın ne?"

"Güç kimsenin sırtını dönemeyeceği bir şeydir Feraye. Benim planım beni desteklemen."

"Loca toplandığında ne yapacaksın?"

"Onun için zamanımız var. Locanında kendi içinde kuralları var . Devinim yaptıklarında ve gerekli koşullar sağlandığında tekrar toplanacaklar. O zamana kadar güçlenmeli ve hazırlanmalıyız."

"Ne için?"

"Değerlerimiz için, özgürlüğümüz için, bize vurulan prangalardan kurtulmak için.

"Babamı onlar mı öldürdü ? Hala, ben korkuyorum."

"Su testisi su yolunda kırılır Feraye, Esat kendi sonunu kendi hazırladı. Korkma diyemem ki sana, bende korkuyorum ama biliyorum sen iyi olursan bende iyi olurum. Sen benim ailemsin."

Babama karşı tek bir toleransı yoktu Halamın. Oysa bu hayattaki yeğenlerinden önceki yaşayan tek kan bağı babamdı. Ama o bir tek bana ailem derdi.

"Hala anlamıyorum, neden ben?"

"Bugün anlayacaksın!", dedi ve öğrendikleriyle titreyen bedenimi ardında bırakıp asma balkonun salona açılan kapısı a doğru adımlamaya başladı. Kapının eşeğinde durup ardına dönmeden, otoriter bir tonda bana seslendi.

"Kurul toplantısına gitmek için bir saat sonra hazır ol Feraye."

Beyaz bir gömlek beyaz düz paça krep pantolon kombinin üzerimdeki duruşunu aynada kontrol ettiğimde sonuç vasat görünmüyordu. Yüzüme kremden başka bir şey sürmezken kirpik diplerime ayeliner çekip rimelle destekleyip sadece gözlerimi belirginleştirdim. Kırmızı balm sürüp dudaklarıma doğal gibi duran bir renklendirme sağlarken çatlayan dudaklarımı da nemlendirmiş oldum. Bu ara çok fazla kuruydular. Üzerimde duran kombindeki tek hareketlilik taba rengi gold tokalı kemerdi. Çantam ve ayakkabılarımı da beyaz renk seçmiştim. Kısa saçlarımı fön fırçası ve kurutma makinesi yardımıyla kuruturken aynı zamanda da şekillendirmiştim. Çınar'ın bana verdiği yüzükleri de taktığımda artık Feraye Yalçınkaya olarak hazırdım. Tüm bu hazırlık süresince aklımda dönen mahkeme henüz sonuçlanmamıştı. Ne kadar tuhaf geliyordu bana ki halamın söyledikleri ile Çınar'ın çiftlikte bana anlattıklarını düşünüyor ve bana anlatılanların doğruluklarını ispatlamaya çalışıyordum. Bunu son zamanlarda aralıksız olarak yapıyordum. Gördüklerimi duyduklarımı kafamda tekrar tekrar canlandırıp puzzle ait parçaları tablonun bütününü görmek için bir araya topluyordum. Bilmediğim ve bildiğimi sandığım tüm o doğrular aklımda hazır ol da durmuş ayakta bekliyordular. tıklanan kapı sesi beni kahrolası boyutuma döndürdü. Aklımın karmaşası geçmiş ve gelecek derken ben odamdaki aynanın karşısındaydım işte. Odam derken benim bir evim bir odam var mıydı. Şimdide halamın bebekteki yalısında benim için hazırlanmış odadaydım.

"Müsade var mı?"

"Tabi ki hala lütfen içeri gel."

Halam her zamanki dik ve vakur duruşuyla odanın kapısından içeri, yanıma doğru geliyordu. Ağır ve temkinli adımlarla yanıma yaklaşırken aynı yavaşlıkla tepeden tırnağa beni süzmeyi de eksik etmedi o gri mavi benimkisi gibi gözleriyle.

"Çok güzel görünüyorsun."

"Teşekkür ederim." Başımı utançla eğmekten kendimi alamadım. Kendime olan güvenimi kazandığımı zannederken birer birer kaybediyordum sanki, günden güne yabancılaştığım bu dünyada kayboluyordum .

"Hazırsan çıkacağız."

Zaman, akmayı unuttuğu o aheste gününde değildi de yetişmek istediği bir yer varmış gibi ışık hızında akıyordu. Daha ben halamın sorusuna ,hazırım, cevabını verdiğim o andan çıkamamışken, hareket halindeki arabanın arka koltuğundaki yolcu camından seyrettiğim yol Korhanlı Holdingde son bulmuştu. Şoförün açtığı kapıdan önce Firuze Halam araban indi, peşi sıra da ben kendisini takipteydim. Holdingin güvenlik görevlilerinin selamlarını karşıladıktan sonra kendimizi asansörlere bağlanan devasa koridorun güvenlik turnikelerinin önünde bulduk. Zaman zaman yutkunmayı dahi unuttuğumda, şimdiki gibi aksak adımlarımı atmayı hatırlatan hemen koluna girdiğim halam olmuştu. Korkuyordum ve dahası da vardı. Bu kez tanımlayamadığım bir his kaplamıştı bedenimi. Kendimi hiç bir yere ait hissetmediğim bu dünyada, daha önce görmediğim yeni bir duraktaydım. Bilmediğim, görmek dahi istemediğim bir cepheye sürülmüş, savaşmak için elime tutuşturulan bana ait olmayan bir silah ve içinde kullanmayı asla düşünmediğim sürgüye vurulmuş tek bir kurşun ile yönetim kurulu odasının önündeydik.

Bu savaş bana mı aitti?

Oysa bedenim bu savaş için çok narindi, kalbimse hala çocuk. Peki elimde tuttuğum bileğime ağır gelen silahın sürgüsündeki o kurşun kim içindi?

O kurşunun kim için olduğunu keşke o kapıdan geçmeden önce bile bilseydim!

 

Gelecek, bölümünde birinci kitap finalinde görüşmek üzere...

Bölüm : 31.07.2025 12:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...