
BİR SEBEP
''Öyle bir an gelir ki her şey anlamsızlaşır ve kaybolmuş hissedersin. Eğer hala andaysan, merak etme her şey zamanla düzelir ve kaldığı yerden devam eder. Eski latince bir söz de şöyle der; 'In me omnis spes est mihi' yani, Bütün umudum, kendimde.
Bir sabah günün ilk ışıklarıyla birlikte kütüphaneye gitmek için evden çıkmıştım. Derin düşünceler arasında yürürken, arkamdan gelen ses ile irkildim. Endişe ve birazda korkuyla arkamı döndüğümde bana seslenen kişinin Alper olduğunu gördüm.
‘’Asya! Bekle! Biraz konuşmamız lazım.’’ diyerek bana doğru koşuyordu. Duyduğum endişe ve korku daha da artmıştı. Ne için gelmişti ki şimdi ne konuşacaktık. Onun yüzünden yasakların içinde bulmuştum kendimi.
‘’Ne istiyorsun Alper. Konuşacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum.’’ diye cevap verdiğimde Alper dibimde bitmişti.
"Seninle her şeyin çok güzel olabileceğini düşünüyorum Asya. Bunu sana daha önce söyledim, ama belki o zaman doğru şekilde anlatamadım. Biliyorum, her şey karışık... Ama benim hislerim değişmedi." dediğinde sesindeki kararlılığı hissedebiliyordum. Ama benim bir hissim yoktu ona karşı.
Gözlerinin içine bakarak kendimden emin bir şekilde ‘’Alper, gerçekten çok karmaşık bir durumdayız. Ve seninle açık bir şekilde konuşayım... Benim için kolay değil. Babam, Caner, herkes... Her şeye birbirine girmişken, şimdi kalkıp sana bir şans vermek... gerçekten bu nasıl olur hiç düşündün mü? Ben bir boşluktayım ve bu boşluk seninle dolmaz." dedim.
‘’Bir şans Asya! Sadece bir şans. Benim sana olan duygularım anlık değil, yıllardır var. Sende bunu öğrenmişken kolay vazgeçemem. O zaman yıllardır sessizce içimde verdiğin savaşın ne anlamı kalır?’’ dediğinde her şey o an sessizleşti.
Yaprakların hışırtısı, kuş cıvıltıları, araba sesleri, yanımızdan geçip giden insanların ayak sesleri... Hiç birini duymuyordum. ‘’Yıllardır, sessizce içimde verdiğim savaşın ne anlamı kalır.’’ bu cümle zihnimde canlanıyordu. Uzun süredir içinde taşıdığı duygusal yükü, biriken arzuları ve umutları bitmek üzereyken bir isyana dönüyordu. Bu isyanı banaydı. Çünkü savaşı bitmek üzereydi. Bir arzusuna tutunmak için hiçbir dayanağı kalmayan insanların yapamayacağı şey yoktur. Bu da beni korkutuyordu.
‘’Yapma Alper, git artık. Biri seni yanımda görmeden git. Benim kalbim hala Caner için atıyor, onunla hikayem sonlanmadan yeni bir hikayeye başlayamam.’’ dediğimde boş gözlerle bana bakıyordu.
‘’Affedeceksin yani.’’ dediğinde sesindeki öfkeyi hissedebiliyordum. ‘’Evet, affederim. Çünkü anladım ki onsuz daha zor. O benim karanlığımdaki aydınlığımdı. Gittiğinden beri hiç ışık göremiyorum. Ki ben karanlıktan korkarım. ‘’
Alper, söylediklerimin etkisiyle bir an boşluğa daldı. O an sözlerimin, hislerimin ve zamanın ne kadar da keskin bir şekilde bir araya geldiğini farkettim. Her şeyin ne kadar karmaşık hale geldiğini, bütün değerlerimin iç içe geçtiği anlardan biriydi. Alper sessizdi, ama gözleri hala bendeydi. Bir süre öylece durduk. Bu sessizliği bozmak ve oradan uzaklaşmak istiyordum ama Alper beni korkutuyordu. Olduğum yere mıh gibi çakılmış, bir şey söylemesini bekliyordum.
‘’Caner... Sen ona aşıksın... Şimdi başkasını sev bakalım. Belki.. Belki bir gün..’’ dedi ama sözlerini bitiremeden suratının tam ortasına bir yumruk yedi. Ben ise ne olduğunu anlayamadan yerde yatan Alper’ e ve ona yumruklarını savuran Tufan’ a bakakaldım.
‘’Ulan şerefsiz! Sana demedim mi uzak duracaksın bu kızdan. ‘’ dediğinde sesi titriyordu. Öfkeden deliye dönmüş, hızla nefes alıp vermeye başlamıştı.
''Tufan, dur!'' diye bağırdım ama Tufan'ın gözleri tamamen kararmıştı. Benim sesimi duymadığı gibi Alpere bağırmaya ve vurmaya devam ediyordu. Etrafımızda insanlar toplanmaya başlamış, kalabalık giderek artıyordu. İnsanlar olan biteni anlamaya çalışırken bazıları cep telefonlarına sarılmış, kavga anını kaydetmeye başlamıştı. Tufan, Alper’e durmaksızın yumruklar savuruyor, Alper ise birkaç savunma denemesine rağmen pek direnemiyordu.
“Tufan, lütfen dur artık!” diye bağırdım. Sesimde hem çaresizlik hem de korku vardı. Ama Tufan beni hala duymuyordu. Alper’in üzerine bir kez daha abanıp boğazını sıkmaya çalıştığında bir adam araya girdi.
“Dur kardeşim, öldüreceksin adamı!” diyerek Tufan’ı güçlükle geri çekti. Kalabalık arasında biri, “Polis geliyor!” diye bağırınca Tufan’ın gözlerindeki öfke yerini bir anlık şaşkınlığa bıraktı. Ama bu şaşkınlık çok uzun sürmedi. Bana dönüp, “Asya, buradan uzaklaş. Bu işi ben hallederim,” dedi.
Polis arabalarının siren sesi yaklaştığında, kalabalık yavaş yavaş geri çekiliyordu. Tufan ve Alper, olay yerinde birbirlerinden biraz uzak tutulmuşken, polis memurları gelip ikisini de sorgulamaya başladı. O an her şeyin kontrolden çıktığını hissettim.
“O benim abim, lütfen bırakın! Yanlış anlaşıldı!” diye bağırdım ama kimse beni dinlemedi. Tufan ve Alper’i polis arabasına bindirdiler. O sırada Tufan bana doğru bakıp, “Bir şey yapmana gerek yok, Asya. Sorun yok, halledeceğim dedim” diye fısıldadı.
Karakolda, ifadeler alınırken, Tufan hâlâ öfkesini dizginleyememişti. “Kardeştik lan biz, ne ara bu noktaya geldik. Nasıl bu yanlışı yapabildin.!” diye bağırdı. Polis memurları onu sakinleştirmeye çalışırken, Alper ise daha sakin bir sesle, “Benim tek suçum, ona olan hislerimi söylemek. Senin derdin ne, Tufan? Kendi geçmişindeki hayaletleri mi susturmaya çalışıyorsun?” dedi.
Tufan bu sözleri duyunca yerinden doğrulmaya çalıştı, ama bir memur onu geri oturttu.
“Beni geçmişimden vuracak kadar alçalacak mısın? Doğru geçmişimdeki hayaletleri susturmaya çalışıyorum ama böyle değil. Kimsenin, kardeşim dediğine, göz dikmiyorum.” diye öfkeyle karşılık verdi.
Benimse karakolun bekleme salonunda oturmuş, ellerim titrerken içimde tarifi imkânsız bir ağırlık vardı. Karakolun soğuk duvarlarına bakarken, nasıl böyle bir belaya düştüğümü düşünüyordum. Karakolda geçen birkaç saat, bana bir ömür gibi gelmişti. Alper ve Tufan ayrı odalarda sorguya alındı, ama sonunda ikisi de birbirlerinden şikayetçi olmadı. Belki de Tufan, araya girecek daha büyük bir soruna neden olmak istememişti. Alper ise Tufan’ın öfkesiyle baş edemeyeceğini anlamış olmalıydı. Polis, durumu bir sokak kavgası olarak değerlendirip ikisini de serbest bıraktı.
Tufan, çıkarken bir an durup bana baktı. Gözlerindeki öfke dolu bakışlar o kadar belirgindi ki bir şey söylememe gerek kalmadı. Sessizce dışarı çıktık, o arabayı çalıştırırken ben hâlâ olanları düşünüyordum.
Yolda sessizlik hüküm sürüyordu. Tufan, alışılmadık şekilde gergin görünüyordu. Direksiyonu sıkıca tutmuş, gözlerini yoldan ayırmıyordu. Arada bir bana bakıyor, ama hiçbir şey demiyordu. Sonunda sessizliği bozan o oldu.
“Bak Asya...” dedi, sesi hem sert hem de yumuşak bir tonun arasındaydı. ‘’Belki biraz ileri gitmiş olabilirim. Ama bazı insanlar senin sandığın kadar masum değil. Alper de onlardan biri. Sana zarar vermesine izin veremezdim.”
‘’Biliyorum Tufan abi, istemediğimi söyledim ama anlatamadım.’’ dedim titrek bir ses tonuyla. Derin bir nefes aldı ama cevap vermedi. Sessizlik, evin önüne vardığımızda bile devam etti. Arabadan inerken, "Bir şeye ihtiyacın olursa haber ver," dedi ve hızlıca uzaklaştı.
Eve adımımı attığımda her şey ne kadar da sessizdi. Sanki duvarlar bile yaşadığım o karmaşayı anlamış, sessizce beni izliyordu. Ayakkabılarımı çıkardım, çantamı bir köşeye bıraktım ve salona geçtim. Camdan dışarı bakarken içimdeki düğümler daha da sıkılaşıyordu.
Biraz olsun ferahlamak için pencereyi açtım. Soğuk hava yüzüme vurdu, ama içimdeki karmaşayı dindiremedi. Her şey ne kadar da karışık... Bir gün her şey düzelecek mi? Yoksa bu çıkmaz, hayatımın bir parçası mı olacak?
Ertesi sabah, telefonum çaldığında kim olduğunu bile tahmin etmemiştim. Ama ekranda Caner’in adı yanıp sönüyordu. Kalbim bir an duracak gibi oldu. Ne diyeceğimi bilemeden telefonu açtım.
“Asya!” dedi, sesi endişe doluydu. “Neler oluyor? İyi misin?”
Şaşkındım.“Caner... Evet, neden böyle bir şey soruyorsun?” dediğimde aklıma bir an Eskişehir Emniyetinde, Caner’ in bir aile dostlarının görev yaptığı geldi. Daha önce bundan biraz bahsetmişti.
“Dün Salih abi görmüş seni. Biliyorsun ona senden bahsetmiştim, olur da bir gün senden haber alamam, başına bir şey gelir, bende uzaktayım ne olur ne olmaz diye. O da sağ olsun seni görünce haber verdi. Alper kim? Neler oluyor lütfen anlat, endişeleniyorum senin için.’’
Sesi titriyordu. Endişesi gerçekti. Ama şu an bu konuda konuşmak istemiyordum. Çok şey olmuştu ve Caner’e her şeyi anlatmak, olanların üzerine bir de onun tepkisini almak istemiyordum.
“Her şey kontrol altında,” dedim, ama sesim yeterince inandırıcı değildi. Caner sustu, bir süre hiçbir şey demedi.
“Asya,” dedi sonunda, “bir şeyler yolunda gitmiyor belli. Şuan hayatına müdahale etmemi istemiyor olabilirsin, seni merak ediyor olmam da sana garip geliyor olabilir. Ama seni çok özlüyorum. Deli gibi merak ediyorum ve senin karakolda olduğunu duyduğum an da kendimi kaybettim.’’
“Evet çok garip geliyor, aldattığın bir insanı neden merak edersin ki, ya da önemsediğin birini neden aldatırsın ki” diye cevap verirken sözümü kesti.
“Asya, ne desen haklısın,” dedi Caner, sesi bu kez daha yumuşak, daha kırılgandı. “Ama seni aldatmamın hiçbir bahanesi yok. Bunu defalarca söyledim, yine de tekrar edeceğim: Aptallıktı. Sadece bir anlık aptallık. Ama bu aptallığın cezasını her gün çekiyorum. Seni kaybetmek, Asya, her gün bir kez daha ölüyorum.”
“Kaybetmek mi?” dedim alaycı bir tonla. “Kaybetmekten bahsediyorsun, ama sen beni zaten hiç kazanmamıştın, Caner. Çünkü eğer kazanmış olsaydın, benim güvenimi bu kadar kolay hiçe saymazdın.”
“Asya...” dedi derin bir nefes alarak. “Seni ne kadar sevdiğimi bilmiyorsun. Bunu yanlış şekilde gösterdim, farkındayım. Ama seni gerçekten seviyorum. Ve seni tekrar kazanmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.”
“Sevgi bu mu yani, Caner?” dedim, sesim öfkeli ve titrekti. “Sevgi, benim karanlıkta kalmam demek mi? Senin yalanlarınla, ihanetinle boğulmam mı? Sevgi, senin hatalarını affedip durmam mı? Çünkü eğer öyleyse, bu sevgi beni bitiriyor.”
“Sana kendimi nasıl affettireceğimi bilmiyorum,” dedi, kelimeleri neredeyse bir fısıltı kadar sessizdi. “Ama denememe izin ver. Lütfen, Asya. Sadece bir şans daha...”
“Şans mı?” dedim, gözlerim dolmuştu ama ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. “Şansı çoktan kaybettin, Caner. Sadece senin hatalarını toparlamak için kaç tane daha şans vermem gerekiyor? Kendimi seninle tamir etmek zorunda değilim.”
Telefonun diğer ucundan bir süre sessizlik geldi. Sessizlik öyle yoğundu ki, Caner’in nefesini bile duyabiliyordum.
“Beni hâlâ seviyor musun, Asya?” diye sordu sonunda, sesi neredeyse bir çocuk gibi kırılgandı.
Bu soruyla içimde bir şey koptu. Seviyor muydum? Yoksa Caner’e olan hislerim, sadece alışkanlıkların bıraktığı bir yankı mıydı? Bir süre cevap veremedim. Sadece boşluğa baktım.
“Bunu bilmek seni değiştirecek mi?” dedim sonunda, soğukkanlı olmaya çalışarak. “Gerçekten seviyor olsam bile, bu senin ihanetini silmeyecek. Ve sevmiyor olsam bile, bu senin yaptıklarının yükünü hafifletmeyecek.”
“Asya, lütfen... Seni bırakmaya hazır değilim,” dedi, sesi çatallıydı. “Seni kaybetmeye hazır değilim. Özledim...”
“Belki de artık buna alışsan iyi olur,” dedim, kalbim hızla çarparken. “Çünkü ben çoktan seni kaybetmişim Caner. Ve fark ettim ki, bazen kayıplar en büyük kazançlar oluyor.”
Telefonu kapattım. Elleri titreyen ben değildim; bu kez Caner’in kelimeleri beni sarsmamıştı. Bunun yerine, içimde bir yerde, hiç beklemediğim bir özgürlük hissettim. Her şey bitmiş olabilir, ama belki de tam da bu yüzden yeniden başlayabilirdim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |