12. Bölüm

12. Bölüm

Tuğçe
demissuenos

KADERİN DÜĞÜMÜ

‘’Her şeyden çok çabuk vazgeçebilirdim, ama senden asla..’’

İstanbula geleli iki hafta kadar olmuştu, bu şehir insana geçmişi unutturacak kadar büyük bir şehirdi. Ama bazen unuttuğunuzu sandığınız her şey, ansızın karşınıza çıkabiliyordu. O gün, üzerimde haftanın yorgunluğuyla Taksim’de yürüyordum. Kalabalığın arasında kaybolmuş gibiydim, etrafımda insanlar hızla akıp gidiyor, ellerindeki alışveriş poşetleri, telefonlarına yapışmış yüzleriyle şehirdeki birer silüet gibi görünüyorlardı.

Sağ tarafta bir simitçinin tezgahından yayılan taze hamur kokusu, burnumu gıdıkladı. Tezgahın yanında bekleyen martılar, arada bir havalanıp sertçe kanat çırparken kalabalığın üzerine keskin çığlıklarını bırakıyorlardı. Adımlarımı hızlandırırken kendimi bu kalabalığın bir parçası gibi hissetmeye çalışıyordum, ama olmuyordu. Sanki ben burada değildim. İçimde bir boşluk, her geçen dakika biraz daha büyüyordu, ta ki o sesi duyana kadar.

Ayın gölgesi altında yürümeye devam ederken, tam önümde biri hızla döndü ve omzuma sertçe çarptı. Dengemi zor toparlarken bir ses:"Biraz dikkat etsene!"

Başımı kaldırdım. Karşımda Caner. Siyah deri ceketi, karanlık bir aura gibi duruyor, altında dar bir kot pantolon ve botlarıyla tipik bir motorcu görünümündeydi. Yüzünde hafif bir alaycı gülümseme vardı ama gözleri, buğulu ve ürkek bakıyordu..

"A-Asya... Sen? Özür dilerim," dedi, şaşkınlıkla.

"Caner?" dedim, adını söylerken sesim biraz titredi. Onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Kalbim hızlanmıştı, hem tanıdık hem yabancı bir yüz. İstanbul’un bana oynadığı küçük bir oyun daha.

"Asya..." dedi tekrar, sesindeki titremeyle. "Seni burada görmek... inanılmaz. Bir kaç ay önce seni görebilmek için kilometreler geçmem gerekirken, şimdi bir sokakta karşılaşmak, ne tuhaf. " dedi, sesi bir kırılganlık taşıyordu.

“Evet,” dedim, alaycı bir gülümseme takınarak, “İstanbul’a bile gelmemin ne kadar imkansız olduğunu düşündüğümde, şimdi burada karşılaşmak gerçekten tuhaf. Ama hırs insanı nerelere getirmiyor ki, ne güzel sonuçlara… seni görmek de onlardan biri.”

Caner, cümlemdeki dikenleri fark etti ama gözlerini kaçırmadı. "Bir şey söyleyebilir miyim?" dedi. "Bu inanılmaz bir tesadüf. Sadece birkaç dakika konuşalım. Daha fazlasını istemiyorum."

İçimde bir ses "Gitme" diyordu. Ama başka bir ses... başka bir ses, beni durduramadı. Çünkü Caner, hala benim en büyük zaafımdı.

Bir anlık sessizlikten sonra, kalabalığın arasında ilerlememiz imkansız hale gelince, kabul ettim ve kenardaki küçük bir kafeye sığındık. Ahşap masalar ve demli çayların buharı arasında, Caner bana doğru eğildi.

"Şehir seni biraz yormuş gibi," dedi, kısık bir sesle.

"Fazlasıyla," dedim kısa bir cevapla. Söylemek istediğim o kadar şey vardı ki, hiçbiri dudağımdan dökülemedi.

Caner, başını eğdi ve derin bir nefes aldı. İçinde biriktirdiği kelimeler, bir süredir yapmadığı bir çıkışı yapmak üzereydi.

"Asya, seni kaybettiğimden beri... her an, her saniye, içimde bir boşluk var. Bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama seni kaybettikten sonra hayatım ne kadar düzene girmiş gibi görünse de, aslında her şey daha karışıktı."

Bana dönüp, gözlerinde en derin pişmanlıkla devam etti. "O günlerin ardından, ailemle ilgili bir sürü şey değişti. Babamla annem arasında sorunlar başladı. Sorunların üzerine, babam yurtdışına gitti. Annem, her şeyin üstesinden gelmeye çalıştı, ama o kadar zorlanıyordu ki... Gittikçe birbirlerinden uzaklaştılar. Her şey birbirine girdi. Annem tek başına kaldığında, ben de ona destek olmak zorunda kaldım."

Bahaneler. Hep bir bahanesi vardı. Ama yine de gözlerindeki o kırılganlık… ah, bu beni mahvediyor. Kendini açması da, her bir kelimesiyle daha da zorlaşıyor gibiydi.

"Biliyorsun, her zaman güçlü gözüken biriydim. Ama içimdeki boşluğu, seni kaybettiğimde hissettim. O boşluğu annemle babamın arasındaki boşlukla karıştırdım. Sadece... sana ve bana değil, herkese bir şeyler vermek, tüm sorumlulukları üstlenmek zorunda olduğumu düşündüm."

Caner’in bu kadar açıldığını görmek, beni bir yandan kırıyor, bir yandan da garip bir şekilde hüsrana uğratıyordu.
"Biliyorum," dedi, sanki kendini tekrar tekrar affettirmek için uğraşıyormuş gibi. "Biliyorum, sana çok zarar verdim. Şimdi sana olan sevgim, geçmişte yaptıklarımın aynası olamaz.
Geç kaldığımı biliyorum. Ama seni kaybettiğimden beri sanki dünyanın en güzel yanını kaybetmiş gibiyim. Sana yaptığımın ağırlığı, sen gittikten sonra beni de ezip geçti. Biz çok masum seviyorduk birbirimizi ve öylesine derin... Seni hala çok seviyorum. Belki bir şans daha vermek, o kadar kötü bir şey değildir."

‘’Sevgi?’’ dedim alaycı bir gülümsemeyle, ‘’sevgi, sevdiğini acılarla baş başa bırakmak mı? Nerdeydin Caner aylardır, neden gelmedin? Bekledim seni, çok bekledim. Affetmeye hazır olduğum çok zaman oldu. O zamanlar geçti, şimdi hazır mıyım bilmiyorum. Bende seni seviyorum, ama sana güvenemedikten sonra...’’ O hala kalbimi sızlatıyordu, ama ona güvenmek… İşte, bu geçmişten taşıyamadığım bir yüktü.

Birden derin bir nefes aldım. ‘’Sana kızgın olmalıydım,’’ dedim sesim titriyordu istemsizce. ‘’Kızgın olmalıydım evet ama olamıyorum. Seni tekrar görmek... sanki kaybolan bir şey, yeniden yerine oturuyormuş gibi hissettirdi. Hayat garip, değil mi? Bizi yeniden bir araya getirmek için bir plan yapmış gibi. ‘’

Sözlerimin ardından başımı hafifçe kaldırıp ona doğru baktığımda gözlerinden süzülen yaşları gördüm. Bir zamanlar birbirimizin gözünden akan bir damla yaşa canımızı verebilecekken, şimdi o gözyaşlarımızın sebebi kendimizdik.

Göz göze geldiğimiz o an, acısı ve çaresizliği gözlerime doldu. Kendimi güçlü tutmaya çalışsamda, kalbimde bir yer, onun bu haliyle barışmak istiyordu. ‘’Özledim.’’ dedi, sesi bir fısıltı gibi hafifti ama beni vuracak kadar güçlüydü. O kadar gerçek ve yalındı ki... Kelimeler boğazımda düğüm olurken, nihayet konuşabilmiştim.

‘’Caner...’’ dedim, içimdeki düğümü çözmeye çalışarak. ‘’Seni seviyorum. Kahretsin ki seni çok seviyorum. Seninle göz göze geldiğimde, dünyadaki her şeyin bir anlamı olduğunu düşünüyorum, ellerini tuttuğumda sanki dünyanın en güvenli bölgesine ışınlanıyorum. ‘’ yutkunarak devam ettim sözlerime; ‘’Özledim’’ diye fısıldadım.

Gözlerimizden süzülen yaşlar devam ederken; caner ellerini hafifçe ve tedirginlikle bana doğru uzatırken. Ben ise, hiç tereddüt etmeden heyecanla ellerimi uzatıp tutmasına izin verdim. Ellerimiz tekrar kavuştuğunda, o an sadece gülümsememizi hatırlıyorum. Kaybolan oyuncağına kavuşan, masum bir çocuk mutluluğu ve heyecanı sarmıştı bizi.

Gözlerimizden süzülen yaşlar devam ederken; caner ellerini hafifçe ve tedirginlikle bana doğru uzatırken. Ben ise, hiç tereddüt etmeden heyecanla ellerimi uzatıp tutmasına izin verdim. Ellerimiz tekrar kavuştuğunda, o an sadece gülümsememizi hatırlıyorum. Kaybolan oyuncağına kavuşan, masum bir çocuk mutluluğu ve heyecanı sarmıştı bizi.

Kafeden çıktıktan sonra, Taksim’in kalabalık sokaklarına adım attık. Gözlerim hala Caner’de, kalbimse her adımda biraz daha çözülüyordu. İkimiz de suskundu, ama bu suskunluk, aramızdaki duvarların yıkılması gibiydi. Zihnimde, her geçen saniye Caner’e olan sevgim biraz daha berraklaşıyor, geçmişin kırılgan anıları yavaşça siliniyordu.

“Sonunda,” dedi Caner, birden konuşarak yürümeye devam etti. “Yani, seninle olmak. Sonunda bir arada olmak. İlk engelimiz mesafeleri sonunda aştık ”

‘’Evet’’ dedim, gülümseyerek. ‘’Bizi tüketen mesafeler, sonunda bitti. Yan yanayız ve seninle olmak her şeyin en doğru hali. Her gün seni ve yaşadıklarımızı düşündüm.’’

‘’Ben bir an olsun seni düşünmekten vazgeçmedim Asya. Geçen zaman çok acımasızdı ama şimdi her şey daha net. ‘’ dedi ve elimi dudaklarına doğru götürüp uzunca öptü. ‘’Yeniden bu elleri tutabilmek için her şeyi vermeye hazırdım.’’ diye devam etti sözlerine.

Yan yana yürürken, aramızdaki mesafeler tamamen kaybolmuştu. Geçmişi geçmişte bırakmış, birbirimize yeniden güvenmeye başlamıştık. Gelecek, artık bizim için yeniden mümkündü.

Bir süre sonra, Caner’in gözleri telefonuna kaydı. Ekranı kısa bir süre taradı, ardından yüzünde sanki bir karar vermiş gibi bir ifade belirdi. Pek üzerinde durmadım, sorgulamadım.

“Seni Pınar’la kaldığımız eve davet etmek istiyorum,” dedim, konuşmalarımızı yavaşça başka bir yöne çekerken. “Bize gel, evimizi görmeni istiyorum. İstersen bir şeyler içeriz.”

Caner, hafifçe gülümsedi ve gözlerinde bir merak belirdi. “Tabii,” dedi. ‘’ Güzel olur. Seninle biraz daha zaman geçirmek… Hem de seni daha fazla görmek. Motorum şurada hemen” diyerek karşı sokakta duran mat siyah kaplama bir motoru işaret etti.

Şaşırmıştım, ‘’Motor mu? Sen motor mu kullanıyorsun, hiç söylemedin.’’ dediğimde elimden tutarak motorun yanına doğru ilerledik.

‘’Evet, pek kullanmıyorum aslında, trafikte daha pratik olduğu için bazen tercih ediyorum diyelim.’’ diyerek kaskın birini bana uzattı. ‘’Bin bakalım.’’

Bir an için kafamda bir şimşek çaktı. Caneri motoruyla, bu giyim tarzıyla görünce Tufan’ın, İstanbulda gecenin bir vakti yaşadığı olay geldi aklıma, oradaki 180 boylarında ki motorcu.. Yok canım ne alakası olabilirdi ki. Tereddüt ettim ama bindim. Motorun arkasına oturduğumda, hızla hareket etmeye başladık. Rüzgar yüzümü kesiyor, şehrin kaotik sesi bir fonda kayboluyordu. O an, İstanbul’u gerçekten hissetmeye başlamıştım.

Eve vardığımızda, içimdeki o huzurlu his aniden bir soğuk rüzgarla değişti. Kapıyı açtım ve gözlerimle Pınar’ı aradım. Ancak gördüğüm şey, hazırlıklı olmadığım bir sürprizdi.

Tufan.

Tufan’ın bizi gördüğü an, kaşlarını çatarak bana ve ardından Caner’e baktı. O kadar belirgindi ki, adeta bir duvar örülüyordu aralarına. Bir iyiler, bir kötüler bir türlü anlam veremiyordum aralarında ki bağa.

“Hoşgeldin,” dedi Pınar, hafifçe Caner ’e gülümseyerek. “Abim biraz... nasıl desem... sürpriz oldu. Ama ne yalan söyleyeyim sen daha büyük bir sürpriz oldun”

Tufan, gözlerini Caner’den ayırmadan, bir adım daha attı. "Asya," dedi, ama sesi kesikti, sanki bir şeyleri dile getirmekten çekiniyordu. “Ben yanlış mı görüyorum yoksa bu lavuk gerçekten burada mı?”

Caner, Tufan’ın bu sert yaklaşımına biraz daha yaklaşarak, kendini toparlamaya çalıştı. “Sen biraz yavaş mı gelsen. Buralara yabancısındır, istersen göz doktoruna götürebili... ”

Tufan, bir anda söze girdi, gözlerinden öfke yükseldi. “Bak sen bir de dikleniyor. Merak etme buraları da biliyorum, seni de biliyorum. Geçmişinizi...”

Araya girerek ‘’Tufan abi, önce bir oturalım sakince konuşalım olur mu?’’ dedim endişeyle.

Pınar ve ben birbirimize bakarken, kalbim birden hızla çarpmaya başladı. Caner’in gözlerinde şaşkınlık vardı, ama onun yanında durmak, ona güvenmek istiyordum. Tufan’ın bu yaklaşımını doğru bulmasam da, duygusal olarak, geçmişin gölgeleri hala bizi izliyordu.

Bu kez Pınar araya girerek, ‘’abi Asya haklı, ne bu hemen hır gür mü çıksın istiyorsun. Nerede benim anlayışlı abim.’’ dedi ama Tufan öfkesine hakim olamayacakmış gibi yumruğunu sıkıyordu.

Caner bunu farkettiğinde ‘’Sevgilim, ben şimdilik bu beyefendiye müsaade vereyim. Ama şimdilik, o da senin için. Başka zaman elbet gelirim.’’ elbet gelirim derken, Tufana bakıyordu.

‘’Gelirsin, gelirsin. Büyük bir aşkla seni bekliyor olacağım.’’ diye söze girdi Tufan. Tam her şey yoluna girecek derken ikisinin arasında ki bu gerginlik hiç hoş olmamıştı.

Canerin gidişinin ardından, Tufan’a öfkeyle dönüp. “Ne yaptığını sanıyorsun?!” diye bağırdım. “Sürekli bu kabadayı tavırlarıyla geliyorsun. Bir dakika bile sakin olamıyor musun? Senin yüzünden her şey mahvoluyor!”

Öfkemi görünce daha da gerildi. ‘’Ne demek istiyorsun? Asıl kendine dönde bir bak, neler yaşadın onun yüzünden, tekrardan ona güvenmeyecek kadar zeki biriydin. Aptallık etme bihter.’’ dediğinde yüzüne alaycı bir gülümseme kondurdu.

‘’Çok komiksin, bihterin hayatına sürekli müdahale eden Firdevs yöreoğlu iticiliği var zaten üzerinde.’’ dediğimde bu kez o alaycı gülümseyi ben takındım. ‘’Karışma Tufan abi! Bırakın hatalarımla ya da doğrularımla yolumu ben seçeyim. Ailem yeterince zorlaştırıyor siz görüyorsunuz. Bir abim olmayabilir, ama sen bu boşluğu fazlasıyla doldurdun. Lütfen, artık sadece istediğimde yardımcı ol.’’

‘’Asya ben..’’ diye başladı Tufan, ama sözlerine devam edemeden onu geçip odama doğru ilerledim. Tufan ise derin bir iç çekerek koltuğa doğru uzandı. Ona üzülerek bakan Pınar’ ı gördüğünde; ‘’Ne duruyorsun, git hadi yanına.’’ diyerek Pınarı yanıma gönderdi.

Caner’in gidişi, Tufan’la yaşadığımız bu gerginlik… hepsi bir anda üzerime çöküyordu. O kadar düşünce, o kadar karmaşa vardı ki kafamda, ne yapacağımı bilemiyordum. Ellerim, birbirine kenetlenmişti ve kalbim bir oraya bir buraya çarpıyordu. Sanki her şeyin düzelmesini istiyor ama hiçbir şeyin tam anlamıyla yolunda gitmediğini hissediyordum.

Kapı hafifçe tıklayınca, başımı kaldırmadım. Pınar…endişe içinde gelmişti. Beni böyle görmeye alışmıştı, her zaman olduğu gibi. Ama o bile, şimdi gözlerindeki o hafif gülümsemeyi saklamakta zorlanıyordu. Yanıma oturdu, derin bir nefes aldı ve ardından bana doğru döndü.

“Her zamanki abim işte,” dedi, cümlesinin sonunu hafif bir gülümsemeyle bitirerek. “Lütfen üzülme, düzelir. Bugün hır, yarın mır. Bilmiyor musun onu?”

Gözlerimi kapadım, çünkü ben hâlâ Tufan’ın o sinir bozucu bakışlarını gözümde canlandırıyordum. Her zaman her şeyin arkasında durmaya çalışıyor ama bazen… bazen onun korumacılığı beni boğuyordu.

Pınar, biraz daha yaklaştı ve içini dökmek için bir fırsat buldu: “Abim… Sevgilisinin ölümünden sonra böyle, biliyorsun. Onu bu kadar erken kaybetmenin acısıyla bizi koruyor her zaman. Ama bazen, biraz fazla oluyor.”

Bir an susarak, söylediklerini sindirmeye çalıştım. Evet, onun kaybı, acısı… Tufan abi, bundan birkaç yıl önce Eskişehir’de sevgilisiyle ve arkadaşlarıyla gezerken bir trafik kazasında sevgilisini kaybetmiş, bu derin acıyla başa çıkamayınca kendine zarar vermenin eşiğine gelmişti. Hepimiz onu yeniden hayata tutundurmak için çok çabalamıştık, hatta bir süre istanbulda gelip yaşamıştı o süre zarfında daha fazla belaya bulaşmış olmalıydı ki pınarın ameliyat olduğu zamanlar bir olayına şahit olmuştum.

Bir yudum hava almak için derin bir nefes aldım. “Biliyorum… anlıyorum,” dedim, gözlerim hala doluydu. Söyleyecek fazla bir şeyim de yoktu aslında. Ona ve acısına her zaman saygı duyuyordum. Ama benim de bazen boğulduğumu görmesini istiyordum sadece.

Pınar, başını sallayarak biraz daha içini döktü. ‘’Bana neler ediyor bir bilsen, halil askerden geldi. Aldatmıştır o seni, uzun süredir görmüyor nasılsa diye canımı sıkıyor sürekli. Daha aşkıma kavuşamadan, yine abime kavuştum. Bende İstanbula gelince, oda buraya gelir, rahat görüşürüz diye hayal kuruyordum,’’ dediğinde derin bir ahh çekip sözlerine devam etti.

‘’Annemler bana, bize göz kulak olsun diye sen de git demişler. Daha kendisine göz kulak olamıyor. Başımda ki en büyük bela o zaten haberleri yok tabii. Ama merak etme, kendi evinde kalacak o, arada gider gelir kontrol eder sadece ’’

Pınarın sözleri beni biraz gülümsetmişti. ‘’Zamanla anlayacaktır bizi, sabırlı olalım.’’ dediğimde sözlerim kendi kulaklarımda çınlıyordu. Sabır, sabır... İçimdeki her duygu bir anda patlamaya hazırken, sabretmek ne kadar zordu. Ama bu kez... her şeyin nasıl devam edeceğini belirleyecek olan kişi bendim. Kendime bir söz vermiştim. Bu hikaye, benim kararımla yazılacak. Geçmişte, beni tüketenlerin bıraktığı, her şeyi, geride bırakma zamanı.

‘’ Ben aşkı, her hatasında affedip, kırmızı çizgim bak bunu yapma dediğim ama yapmasına rağmen affettiğim, 5 gün üzüp 1gün mutlu edince olsun bir gün mutlu etti dediğim, her şeyin en azıyla yetindiğim, gururumu defalarca hiçe saydığım, kendimden öğrendim.’’

Bölüm : 28.11.2024 23:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...