14. Bölüm

14. Bölüm

Tuğçe
demissuenos

KISKANÇLIK

Zaman geçti. Günler birbirini kovaladı, hayat yeniden kendi karmaşasına döndü. Derslerimin yoğunlaşmasıyla beraber edebiyat okumanın zorluğuyla karşılaşmıştım. Her şeyi bir arada yönetmeye çalışıyor, bir yandan evimizle ilgileniyor, Pınarla vakit geçiriyor, hemen hemen her gün ailemle konuşup iyi olduğumu, her şeyin yolunda gittiğini haber veriyordum.

Tabii bu esnada en çok vaktimi de Caner’e ayırıyordum. Tufan abi ise en son yaşadığımız olaydan sonra benimle pek muhatap olmadan Pınarla iletişime geçerek bizi kontrol ediyor, bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyordu.

Sorunsuz, standart geçen zamanın ardından, sınav haftamda iken, ders çalışmak için kütüphaneye gidiyordum. Yine kütüphanede olduğum bir akşam, kitap raflarının arasında kendimi kaybetmişken, gözüm bir şiir kitabına ilişti. Özdemir Asaf- Yalnızlık Paylaşılmaz kitabı. Tam kitaba uzanacakken, benden önce davranan bir el uzandı. ’’Güzel kitap’’ diye fısıldadı. Kaşlarımı çatarak başımı sağa doğru çevirdiğimde yüzümde ki kızgın ifadenin yerini şaşkınlık aldı.

‘’Sizi bir yerden tanıyor gibiyim.’’ dedim sorgularcasına bakarak.

‘’Peri kızı?’’ diye karşılık verdi şaşkın bir ifadeyle. Karşımda 1.75 boylarında, kumral, kahverengi gözlü, kısa kıvırcık saçlı oldukça sempatik gözüken o adam, yeniden karşımdaydı.

‘’Asrın, inanamıyorum. Gerçekten sensin. Ne işin var burada?’’ dediğimde hala şaşkınlıktan açık olan ağzımın farkında bile değildim ki; eliyle çeneme dokunup hafif yukarı iterek ağzımı kapattığında farkına vardım.

Hem şaşkın, hem de bu karşılaşmadan çok hoşnut olmuş bir tavırla, bana bakarak gülümsemeye devam ederken ‘’Ben burada okuyorum, son sınıf edebiyat öğrencisiyim. ‘’ dedi.

‘’Şaka yapıyor olmalısın. Birinci sınıf, edebiyat öğrencisiyim burada. Önce hastahane, şimdi de okul. Tesadüfün bu kadarı. Annen nasıl?’’

‘’Daha iyi, memlekete gönderdim babamla beraber biraz köy havası iyi gelir dedik.’’ derken derin bir iç çekti. Bu iç çekiş, bir çok acıyı saklıyor gibiydi. ‘’Senin arkadaşın nasıl?’’ diyerek devam etti sözlerine.

‘’Annen adına çok sevindim, arkadaşımda iyi. Sorduğun için çok teşekkür ederim.’’

‘’O zaman herkes iyiyse, karşılaşmış olmamızın şerefine, bir kahve ısmarlamak isterim Peri Kızına.’’ O kadar yorulmuştum bir kahveye gerçekten ihtiyacım vardı. Teklifini kabul ederek. Eşyalarımızı toparlayıp, okulun kafeteryasına geçtik.

Kahvenin sıcaklığını avuçlarımda hissederken, Asrın’ın bana dikkatle bakan gözlerine takıldım. Bakışları bir yandan huzur verirken, diğer yandan içimde bir şeyleri dürtüklüyordu; sanki ona her şeyi anlatmak istiyormuşum gibi. Ama bunu yapabilir miydim?

"Hayat seni biraz yormuş gibi görünüyor," dedi, sanki içimdeki karmaşayı çoktan çözmüş gibiydi.

Başımı hafifçe eğip gülümsedim. "Haklısın," dedim derin bir nefes alarak. "Ama sanırım herkesin bir yükü var. Sen de öyle görünüyorsun. Hastanedeki halini hatırlıyorum... O zaman da gözlerinde aynı yorgunluk vardı."

Bu sözlerimle onu incitmekten korktum ama Asrın, sanki tam da bunu duymayı bekliyormuş gibi hafifçe gülümsedi. O sırada kahvesinden bir yudum aldı ve başını kaldırıp gözlerime baktı.

"Herkesin bir hikayesi var, değil mi?" dedi, sesi alçak ama o kadar içten ki. "Ama bazı hikayeler ne kadar geride bırakmaya çalışsak da peşimizi bırakmıyor."

Bu sözler, içimde bir yerlere dokundu. Gözlerimi masaya indirdim. Zihnim bir anda dolup taşan anılarla karıştı: "Doğru söylüyorsun," dedim, sesim istemsizce yumuşadı. Kahvemi alıp bir yudum içtim. "Ama bazen hikayenin bir parçasını yeniden yazabilmek için o eski yükleri bırakmamız gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten bırakabilir miyiz, bilmiyorum."

O an, Asrın bir süre sessiz kaldı. Bu sessizlik beni hem rahatlattı hem de gerdi. Sonunda konuştuğunda, sesinde bir sıcaklık vardı. "Belki de hikayeyi yeniden yazmak için o yüklerin bize ne öğrettiğine bakmalıyız," dedi. "Asya, gerçekten kendini bu kadar hırpalamana gerek yok, her şey mükemmel olmak zorunda değil. Bazen bir şeyleri olduğu gibi bırakmak en iyisidir."

Düşüncelere dalmışken kapı hızla açıldı. İçeri giren kişinin kim olduğunu görmeden önce ayak seslerinden tanıdım: Caner.

Başımı kaldırdığımda, onun bakışlarının Asrın’a odaklandığını gördüm. Yüzü asılmış, gözlerinde kıskançlıkla karışık bir öfke vardı. Direk masamıza doğru ilerledi ve yanımıza oturdu, sesi beklediğimden daha sert çıktı.

"Ne oluyor burada, Asya?"

Bir an için duraksadım, ama Asrın bir şey söylemeden önce araya girdim. "Bir şey olduğu yok, Caner. Sadece konuşuyoruz."

"Bu adam da kim?" dedi, Asrın’a dönerek. Gözleri, onu baştan aşağı süzerken pek dostça görünmüyordu.

Asrın sakinliğini bozmadan yerinde kaldı, hafifçe gülümseyerek Caner’e baktı. "Merhaba. Ben Asrın," dedi, elini uzatarak.

Caner’in Asrın’ın elini sıkmadığını görmek beni gerdi. "Neden onunla konuşuyorsun?" diye devam etti, bana dönerek.

"Caner, sakin olur musun?" dedim, hafifçe sinirlenerek. "Bunun bir anlamı yok. Asrın eski bir arkadaşım ve sadece sohbet ediyorduk."

"Eski bir arkadaş, ha?" diye homurdandı. "Sohbetiniz baya samimi görünüyor."

"Asya bir açıklama yapmak zorunda değil," dedi Asrın sakin bir sesle.

Caner bir adım öne çıktı, sesi daha da sertleşti. "Dinle, dostum. Benim kız arkadaşımla, ne konuşuyorsanız, bu şimdi burada bitiyor."

"Asya'nın ne düşündüğü önemli değil mi?" diye sordu Asrın, Caner’in bakışlarına aldırış etmeden.

Bu sorunun Caner’i iyice öfkelendirdiğini hissettim. Onun bu kadar çabuk sinirlenmesi beni daha da rahatsız ediyordu. Ama asıl beni şaşırtan, Asrın’ın hiçbir şekilde geri adım atmamasıydı.

"Caner, artık yeter," dedim, aralarına girerek. "Lütfen dışarı çıkalım ve konuşalım."

Bir süre bana baktı, sonra sert bir nefes alıp geriye çekildi. "Hadi gidelim," dedi, sesinde hâlâ kızgınlık vardı.

Arkamı döndüm, Asrın’a hızlı bir bakış attım. O ise sakin bir şekilde masada oturuyordu, sanki olan hiçbir şey onu etkilememiş gibiydi.

Caner’in peşinden çıkarken içimde garip bir huzursuzluk vardı. Onun kıskançlığı beni tedirgin etmişti, ama Asrın’ın durumu bu kadar rahat karşılaması da beni düşündürmüştü.

Dışarı çıktığımızda, soğuk hava yüzüme çarpıyordu. Caner sert bir şekilde bana döndü. "O adamın seninle ne işi var, Asya?"

"Caner, neden böyle yapıyorsun?" dedim, içimdeki sabrın tükenmeye başladığını hissederek. "O sadece bir arkadaş."

"Arkadaş mı?" dedi, alaycı bir şekilde gülerek. "Bakışlarında, sana karşı bir istek seziyorum."

Bu sözler beni hem öfkelendirdi hem de üzdü. "Caner, beni gerçekten seviyorsan, biraz güvenmelisin," dedim, sesimi alçaltarak. "Bu kıskançlık... Bu şekilde devam edemeyiz."

Bir an duraksadı, gözleriyle yere baktı. Sonra yavaşça başını kaldırdı. "Sana güveniyorum," dedi, sesi daha yumuşak. "Ama seni kaybetme fikri beni deli ediyor."

Ona bakarken derin bir nefes aldım. "O zaman, bu güveni hissetmem için bana alan tanı. Her zaman yanındayım, ama boğulmadan."

Başını hafifçe salladı ve elimi tuttu. "Haklısın. Üzgünüm." dedi ve diğer elini saçlarımın arasına koyarak boynumdan tutup yavaşça kendine doğru çekti. Sımsıkı sarıldı, ona sarıldığımda başım tam kalbinin hizasına geliyordu. Duyduğum kalp atışları, içimdeki öfkeyi bir nebze yatıştırmıştı, ama hâlâ o anın etkisinden kurtulamamıştım.

Zihnimde hâlâ Asrın'la olan konuşmanın yankıları varken Caner’in sesi beni kendime getirdi. Sert bakışlarını yumuşatmış, yüzünde daha ılımlı bir ifade vardı. “Hadi bana gidelim,” dedi, gözlerime bakarak. “Sana yemek yaparım, beraber yeriz. Sonra seni eve bırakırım. Hem biraz sakinleşiriz, ne dersin?”

Bir an tereddüt ettim ama bu teklifin altında yatan niyeti de sezmiştim. Caner, beni tekrar kendine yakın hissetmek istiyordu. “Tamam,” dedim gülümseyerek. Belki bu an, aramızdaki gerilimi azaltır ve her şeyin yoluna girmesine yardımcı olurdu.

Caner’in evine geldiğimizde içeride sıcak bir atmosfer vardı. Kendi hazırladığı müzik listesi çalıyordu; sakin, melodik bir tını evin her köşesine yayılmıştı. Üzerimi çıkarıp kanepeye oturdum. O ise mutfağa geçip bir şeyler hazırlamaya başladı.

“Ne yapıyorsun?” diye sordum.

“Biraz bekle,” dedi, tezgâhta meşgul bir şekilde. “Sürpriz bozulmasın.”

Mutfağın eşiğinde durup onu izlemeye başladım. Tezgâhta kesme tahtasına malzemeleri yerleştiriyor, bazen durup düşündüğü belli oluyordu. Ara sıra bana dönüp göz kırpıyor, sonra işine geri dönüyordu. Bir ara yanına yaklaştım. “Yardım etsem mi?” diye sordum.

“Hayır, bu benim işim,” dedi, gülümseyerek. “Sana güzel bir yemek yapacağım. Sadece otur ve tadını çıkar.”

Kısa süre sonra masanın üzerine bir tabak makarna ve yanında taze hazırladığı salatayı koydu. Gözlerimi devirdim. “Bu muydu sürpriz yemek? Makarna?”

“Makarnanın basit olduğuna kim karar verdi ki?” dedi, kaşlarını kaldırarak. “Lezzetine bir bak, sonra konuş.”

Beni masaya oturtup yanımdaki sandalyeye yerleşti. Daha yemeye başlamadan, başımı yana çevirip yanağıma bir öpücük kondurdu. “Afiyet olsun,” dedi alaycı bir sesle.

Yemeğin tadına bakınca gerçekten hakkını teslim etmek zorunda kaldım. “Tamam, itiraf ediyorum,” dedim. “Bu beklediğimden daha iyi.”

Caner, kahkahasıyla ortamı yumuşattı. Sonra sandalyesini geri çekip masadaki kağıt havluyu aldı ve elime verdi. “Döktün,” dedi, bir şeyi işaret ederek.

“Hayır dökmedim!” diye itiraz ederken, bir anda yanıma yaklaşıp dudaklarıma hafif bir öpücük kondurdu. Başımı geri çekerken o sadece güldü. “Dökülen senin gülümsemen,” dedi.

Bu anların keyfini çıkarıyordum. Caner’in daha önceki o kıskanç ve kontrolcü tavırlarının yerini, daha yumuşak ve romantik bir hâl almıştı. Yemek bittikten sonra kanepeye oturduk. Caner, başımı omzuna yaslayıp saçlarımı okşarken birden konuşmaya başladı.

“Asya, bazen seni kaybetmekten o kadar korkuyorum ki,” dedi, sesi beklediğimden daha yumuşaktı.

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Neden böyle hissediyorsun, Caner? Bu kadar korkacak bir şey yok.”

“Biliyorum,” dedi iç çekerek. “Ama seni başka biriyle görmek fikri beni çıldırtıyor. Özellikle bugün o adamla masada oturduğunu görmek…”

“Caner…” dedim hafifçe, sesimde bir uyarı tonu vardı. “O sadece bir arkadaş. Bunu anlaman lazım.”

“Anlamaya çalışıyorum,” dedi. “Ama seni paylaşmak fikri... Benim yapımda yok Asya. Seni o kadar seviyorum ki bazen bu sevgi beni boğuyor.”

Sözleri içimde bir yerlere dokundu. Ama aynı zamanda, bu yoğun kıskançlık beni tedirgin de ediyordu. “Sevgi paylaşmaktan korkmamalı,” dedim, başımı yeniden omzuna yaslayarak. “Bana güvenmek zorundasın, Caner. Ancak böyle birlikte güçlü olabiliriz.”

Uzun bir süre sessizlik oldu. Sonunda derin bir nefes aldı ve beni daha sıkı sardı. “Haklısın,” dedi, başını saçlarımın arasına gömerek. “Ama bu kolay olmayacak.”

O an, bu ilişkinin her iki taraf için de bir sınav olduğunu fark ettim. Ama en azından şimdilik, bu sıcak anların içinde kaybolmaya karar verdim.

Geçen birkaç saatin ardından, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden Caner’le kah gülüp kah sohbet ederek keyifli vakit geçirmiştik. Fakat camın dışında hava kararmış, gece şehri yavaşça sarmalamaya başlamıştı.

Caner, yanımda sessizce otururken bir anda saate baktım. İçimde bir huzursuzluk oluştu. "Pınar evde yalnız," dedim, hafif mahcup bir sesle. "Daha fazla yalnız bırakmam doğru olmaz."

Caner, bir süre sessiz kaldı, sonra gözlerini bana çevirip gülümsedi. “Haklısın,” dedi. “Ama bir gün seni başka bir eve bırakmadığım günler de gelecek. O gün, bütün zamanlar bizim olacak, ve sen... sadece benim olacaksın.”

Bu sözleri beni hem şaşırttı hem de bir an için yüzümde hafif bir sıcaklık hissettim. Caner’in gözlerinde o ciddi bakışı gördüğümde, ne demek istediğini açıkça anlıyordum. Ama içimde karmaşık duygular vardı.

“Caner,” dedim, hafif gülümseyerek. “Bu gece de beni Pınar’a bırakır mısın? O zamana kadar sabretmen gerekecek.”

O an yüzünde bir memnuniyet ifadesiyle başını salladı. “Tabii ki,” dedi ve elimi tutup yerimden kalkmamı sağladı. Ceketimi omzuma alırken, nazikçe kapıya kadar eşlik etti.

Arabada eve doğru giderken, şehrin ışıkları pencereden içeri süzülüyordu. Caner, direksiyonun başında beni sık sık kontrol etmek için kısa kısa bakışlar atıyordu. Sessizlik bizi rahatsız etmiyordu; aksine, bu anlarda birbirimizi daha çok anlıyormuşuz gibi hissediyordum.

Evin önüne geldiğimizde, arabayı durdurdu ve elimi tutarak bana döndü. “Asya,” dedi, sesinde yumuşak bir ton vardı. “Benim için çok kıymetlisin. Seni buraya bırakıyorum ama kalbim hep yanında olacak, bunu biliyorsun değil mi?”

Başımı hafifçe salladım, gülümsememi tutamıyordum. “Biliyorum, sevgilim. Teşekkür ederim.”

Ardından arabadan indim. Eve doğru yürürken arkamdan bir kez daha seslendi. “Asya!”

Dönüp ona baktım. Yüzünde yine o sıcak ama ciddi gülümseme vardı. “Bir gün seni buradan değil, bizim evimizden uğurlayacağım. Ve seni oraya götüren kişi hep ben olacağım.”

Gözlerimde hafif bir şaşkınlık ve mutlulukla ona baktım, bir şey söylemeden sadece gülümsedim. Caner’in sözleri bir şekilde içimde derin bir yerlerde yankılandı. Ardından kapıyı açtım ve içeri girdim.

Evde Pınar beni bekliyordu, elinde çayıyla kanepede uzanmıştı. “Nihayet,” dedi, beni görür görmez. “Yine yalnız kaldım, ama seni affediyorum. Hadi, otur anlat bana. Nasıl geçti akşam?”

Üzerimdeki ceketimi çıkarırken, Caner’in son sözleri hâlâ aklımdaydı. Pınar’a doğru yürürken gülümseyerek yanına oturdum. “Anlatacak çok şey var,” dedim. “Ama önce bir çay alayım!”

O gece başımı yastığa koyduğumda Caner’in bakışları ve sözleri zihnime kazınmış gibiydi. Bu küçük kıskançlık krizi onu biraz kendine getirmişti. Kalbimdeki karışıklık, yerini huzurlu bir sıcaklığa bırakıyordu. Ama bu sıcaklık nereye kadar sürerdi, bilmiyordum.

Bölüm : 24.12.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...