Ertesi sabah, kahvaltımı yaparken telefonum çaldı. Ekranda Caner’in ismini gördüm. Gülümsedim, her zaman olduğu gibi biraz da neşeliydim.
"Efendim hayatım?" dedim, neşemi hissettirerek.
“Günaydın güzelim,” dedi, ama sesindeki huzursuzluğu hemen fark ettim. "Bugün neler yapıyorsun?"
"Öğleden sonra kütüphaneye gideceğim," dedim, tamamen sakin bir şekilde. “Biraz ders çalışacağım.”
Bir an sessizlik oldu. “Kütüphane mi?” dedi, şaşkınlıkla. “Yalnız mı gideceksin?”
“Evet, Pınar da evde kalacak zaten. Sorun mu var?” dedim, hafifçe gülümseyerek.
“Yani,” dedi, sesi bir anda alaycı bir şekilde değişti, “kütüphanede Asrın falan yoktur, değil mi?”
"Caner, şaka yapıyorsun galiba," dedim, biraz şaşkın ama eğlenceli bir şekilde. “Neden Asrın’ı soruyorsun? Hani halletmiştik.”
“Biliyorum, biliyorum,” dedi, biraz sitemkar bir tonla. “Ben sana güveniyorum, tabii. O kadar da önemli değil. Ama yine de, Asrın’la yalnız kalman pek güvenli olmayabilir, değil mi?”
“Caner!” dedim, gülerek. “Kütüphane, gerçekten de çok tehlikeli bir yer, değil mi? Birçok kitap var, Asrın’la karşılaşabilmem de en büyük tehlike olabilir!”
“Sadece endişeliyim,” dedi, sesi biraz daha yumuşayarak. “Ama tabii, sen bilirsin. Neyse, iyi dersler! ”
"Caner, trip yapıyosun gibi hissettim" dedim, gülerek. “Bana güven, sadece ders çalışacağım, başka bir şey yok.”
Konuyu daha fazla uzatmadan, telefonu kapattım. İçimden bir rahatlama geçerken, kütüphaneye gitmek için hazırlandım.
Kütüphaneye adımımı attığımda, sessizliğin ve kitapların arasında kaybolmuş gibi hissettim. Rafların arasında dolaşırken, kitapların kokusu içimi rahatlattı. Bir süre derin bir nefes alıp, gözlerimi raflarda gezdirirken, bir anda karşımdaki masadan tanıdık bir bakışla karşılaştım. Asrın, kitabını karıştırırken başını kaldırıp bana bakıyordu.
Bir an duraksadım. Onun burada olabileceği Canerin içine doğmuştu. Asrın’ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi; tanıdık, ama bir o kadar da mesafeli bir ifade. İçimde bir an Caner’in sesini duyar gibi oldum: "Asrın’la yalnız kalman pek güvenli olmayabilir." Derin bir nefes aldım ve ona doğru yürüdüm.
“Merhaba Asrın,” dedim, sesim tamamen kontrol altındaydı. Sanki içimde kopan fırtınayı hissettirmemeye çalışıyordum.
“Asya,” dedi, ismimi her zamanki gibi sakin ama etkileyici bir tonla söyleyerek. “Tekrardan burada karşılaşacağımızı tahmin etmemiştim.”
“Ben de öyle,” dedim ve onun karşısındaki sandalyeye oturdum. “Ne okuyorsun?”
Kitabın kapağını hafifçe çevirdi ve bana gösterdi. Klasiklerden biriydi, ama hangi kitap olduğu değil, daha çok onun bu ortamda nasıl bu kadar rahat göründüğü dikkatimi çekiyordu.
“Sen?” diye sordu, gözleriyle masamda getirdiğim kitapları işaret ederek.
“Ders çalışmak için geldim,” dedim ve konuyu hemen değiştirmek istedim. “Peki ya sen? Hep burada mısın?”
“Aslında burası benim kaçış yerim,” dedi, gözlerini kitaplardan kaldırmadan. “Hayatın kalabalığından uzaklaşıp biraz nefes almak için.”
Bir an, onunla böyle bir ortamda konuşmanın ne kadar kolay ama aynı zamanda karmaşık olduğunu fark ettim. Caner’in sesini zihnimden uzaklaştırmaya çalışsam da, Asrın’ın varlığı her şeyi karmaşıklaştırıyordu.
“Asrın,” dedim, daha samimi bir tonda, “neden bu kadar ciddisin? Seni böyle görmek garip.”
O an, bakışları bir anlığına benimkilerle kesişti. Gözlerindeki ciddiyet yerini ince bir kırılganlığa bıraktı. “Bazı şeyler beni düşündürüyor,” dedi, duraksayarak. “Ama bu kadarını bilmen yeterli perikızı.”
Sözleri içimde tuhaf bir his uyandırdı. Masada yalnızca birkaç saniye geçmişti, ama sanki saatlerdir konuşuyormuşuz gibiydi.
“Asrın,” dedim, biraz tereddütle, ama gözlerindeki sakin ifadeden cesaret alarak. “ Dün Caner’le olan şey için kusura bakma. Biraz... gereksiz kıskançlık yaptı.”
Asrın kaşlarını hafifçe kaldırarak güldü, ama bu gülüş ne alaycıydı ne de küçümseyiciydi. Daha çok anlayış doluydu. “Sorun değil,” dedi. “Açıkçası, Caner’in beni pek sevmediğini fark etmek zor olmadı.”
“Öyle bir şey değil aslında,” dedim aceleyle, ama cümlemin yetersiz olduğunu hemen anladım. “Sadece bazen... fazla korumacı olabiliyor.”
“Anladım,” dedi ve konuyu daha fazla uzatmadan kitabına döndü. Sessizlik birkaç saniye sürdü. Ben de önüme bakarken masadaki kitabı fark ettim. Elimdekiyle aynıydı.
“Demek aynı kitabı okuyoruz,” dedim, şaşkınlığımı gizleyemeyerek. “Tesadüf mü bu?”
“Belki de,” dedi, kitabın kapağını parmaklarıyla nazikçe okşayarak. “Bu yazarın tarzı beni çok etkiliyor. Her detayı bir resim gibi çizebilmesi hayranlık uyandırıcı.”
“Kesinlikle,” dedim, biraz daha rahatlamış hissederek. “Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Onun gibi yazabilmek isterdim.”
Asrın başını kaldırdı ve bana baktı. “Yazmak mı? Yani sen de yazıyorsun?”
“Sayılır” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Arada öyle içimi dökerim, kimse bilmiyor tabii. İlk kez sen duydun bunu. Henüz bir şeyleri de tamamlayabilmiş değilim, ama içimden geçenleri kağıda dökmek hoşuma gidiyor. Sen?”
“Ben de öyle,” dedi. “Hatta burada olmamın sebebi biraz da bu. Sessizlik, düşüncelerimi netleştiriyor.”
Sözleri, içinde gizli bir tutkuyu ele veriyordu. Bu konuşmanın beklenmedik şekilde samimi bir hale gelmesi beni hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti.
“Belki birbirimize yardım edebiliriz,” dedim, cümlemi daha ileri götürüp götürmemekte kararsız kalmışken. “Yani, yazmak konusunda. Arada fikir alışverişi yapmak iyi olabilir.”
Asrın, başını eğip bir süre düşündü, sonra gülümsedi. “Neden olmasın? Her ikimiz için de faydalı olur.”
El sıkışacakmışız gibi bir anlık bakıştık, ama ikimiz de yalnızca gülümsedik. Bu, sözleşme gibiydi.
“Peki, o zaman,” dedi, kitabını kapatıp masaya koyarak. “İlk soru: Sence bu kitabın asıl mesajı ne?”
Bir anda kendimi küçük bir tartışmanın içinde bulmuştum. Fikirlerimiz çarpışıyor, her biri diğerine yeni bir bakış açısı katıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Asrın’la tartışmamız, sanki bir kitabın sayfalarını çevirmek gibiydi; her biri diğerinden daha ilginç. Onun bakış açısı, cümlelere getirdiği yorumlar ve detaylara dikkat edişi, beni hem etkiliyor hem de düşündürüyordu.
“Sanırım seninle bu konuşmaları yapmak iyi bir fikir,” dedim gülerek. “Kendi yazılarıma bile farklı bir gözle bakabileceğimi hissediyorum.”
“Ben de öyle,” dedi, gözlerini kitaba kısa bir süre indirip tekrar bana bakarak. “Bazen bir şeyi tek başına düşünmek yeterli olmuyor. Farklı bakış açıları, tıkandığın yerleri açabilir.”
“Asya,” dedi aniden, sesinde biraz tereddüt vardı. “Seninle ilgili bir şey fark ettim.”
“Neymiş o?” diye sordum, merakla ona bakarak.
“Hayallerinle arandaki mesafeyi kapatmak istiyorsun,” dedi. “Ama bir şey seni tutuyor gibi görünüyor. Yanılıyor muyum?”
Sözleri beni afallatmıştı. Asrın, yalnızca birkaç konuşmada beni bu kadar çözmüş müydü? İçimde, cevabını bilmediğim bir soruyu arar gibiydim.
“Belki de öyledir,” dedim, biraz buruk bir şekilde. “Hayaller her zaman ulaşılmaz görünür, değil mi?”
“Aslında hayaller, onları gerçekleştirmeye başladığında küçülür,” dedi, gözlerini bana dikerek. “Ama büyüyen şey, senin cesaretindir.”
Bir an, sessizlik oldu. Asrın’ın sözleri, üzerimde garip bir etki bırakmıştı. Kütüphanedeki sessizlik, bu konuşmayı daha da derinleştiriyor gibiydi.
“Sanırım bunun üzerine düşüneceğim,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Ama şimdi bu kitabı bitirsek iyi olur, yoksa sabaha kadar buradayız.”
“Asla şikayet etmem,” dedi, gözlerinde ince bir parıltıyla. “Ama haklısın. Hadi bakalım, devam edelim.”
O gün kütüphaneden ayrıldığımda, Asrın’la aramızda sessiz bir anlaşma vardı. Yazma hayallerimizi birbirimize anlatmak, birbirimize destek olmak... Belki de bu, hayatımda eksikliğini hissettiğim bir parçayı tamamlıyordu.
Eve döndüğümde Caner’i düşündüm. Ona bu günü nasıl anlatacağımı, ya da anlatıp anlatmamam gerektiğini. Kütüphanede Asrın’la paylaştığım bu anlar, Caner’in dünyasında bir tehdit olarak algılanabilir miydi?
Bu düşüncelerle odama çekildim ve masama oturup kendi yazıma bir şeyler karalamaya başladım. Kelimeler her zamankinden daha hızlı dökülüyordu. Sanki Asrın’ın söyledikleri, zihnimin kapılarını açmıştı.
Bir sonraki gün, kütüphanedeki konuşmamızın etkisi hâlâ üzerimdeydi. Sabah erkenden kalkıp Caner’i aradım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açıldı.
“Günaydın güzelim,” dedi, uykulu bir sesle.
“Günaydın hayatım,” dedim. Sesim, önceki neşemi yansıtmıyordu, bunu fark etmiş olmalıydı.
“Bir şey mi oldu? Sesin biraz... farklı geliyor,” diye sordu.
“Hayır, önemli bir şey yok,” dedim, ama bu cevabım beni de tatmin etmedi. “Dün kütüphanede Asrın’la karşılaştım.”
Caner’in sessizliği, telefon hattında yankılanıyordu. Beklediğimden daha uzun süren bir sessizlik.
“Ve?” dedi sonunda, tonunu anlamak zordu.
“Ve sadece konuştuk,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “İkimiz de aynı bölümü okuyoruz. Biraz derslerden bahsettik. Ortak noktalarımız var gibi görünüyor.”
“Yani, sadece derslerden mi bahsettiniz?” dedi, sesi alaycı bir tını taşıyordu.
“Evet, sadece derslerden,” dedim, sabrımı koruyarak. “Caner, onunla arkadaş olmaya çalışıyorum, hepsi bu. Sana karşı dürüst olduğum için belki de bunun değerini anlamalısın.”
“Biliyorum, haklısın,” dedi, biraz yumuşayarak. “Ama yine de... onunla mesafeni korursan sevinirim. Bu tarz şeyler karışabilir...”
“Anladım,” dedim, derin bir nefes alarak. “Merak etme, benim için önemli olan sensin.”
Konuşmamız uzamadı. Caner’i biraz rahatlatabilmiş gibi hissediyordum, ama bu konuşma benim içimde bir boşluk bırakmıştı. Ona doğruyu söylemeye çalıştığımda, her şeyin daha zor hale geldiğini hissediyorum. Kıskanıyor, bunu anlayabiliyorum. Ama bazen kıskanmak, birbirimizi desteklemekten daha fazla zaman alıyor. Onunla birlikteyken, hep daha fazla şey başarmak istiyorum. Ama bu korkular, bu engeller arasında kaybolmak, beni gerçekten üzmeye başlıyor.
Öğleden sonra kütüphaneye gittiğimde, Asrın yine aynı masada oturuyordu. Beni gördüğünde gülümsedi ve eliyle yanı başındaki sandalyeyi işaret etti.
“Asya,” dedi, ciddiyetle. “Dün konuşmalarımızdan sonra düşündüm de, eğer yazmaya cidden odaklanmak istiyorsak bir plan yapmamız lazım.”
“Plan mı?” diye sordum, şaşkınlıkla.
“Evet. Haftada birkaç gün burada buluşup yazdıklarımızı birbirimize okuyalım,” dedi. “Birbirimizin hatalarını görmek, ilerlememizi hızlandırabilir.”
Bu fikri düşündüm. Kulağa mantıklı geliyordu, ama Caner’in kıskançlığını tetiklemekten korkuyordum. Yine de, hayallerim için bu fırsatı kaçıramazdım.
“Tamam,” dedim, kendimden emin bir şekilde. “Ama bu sadece yazarlık için olacak, başka bir şey değil.”
“Tabii ki,” dedi Asrın, gülümseyerek. “Bu bir işbirliği.”
O günden sonra kütüphane, yalnızca ders çalıştığım bir yer olmaktan çıkmıştı. Asrın’la buluşmalarımız, yazma hayallerimin daha gerçekçi bir hal almasını sağlıyordu. Fakat her buluşmada, Caner’in sözleri aklımın bir köşesinde yankılanıyordu: “Bu tarz şeyler karışabilir...”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |