17. Bölüm

17. Bölüm

Tuğçe
demissuenos

ÇIKMAZLAR

‘’Bazı anlar var ki; o anları içinden sökmek istersin ya da o anlar yerinde kalsın, herkes doğrusunu, yanlışını yaşasın ama kendini söküp almak istersin. Çıkılmazlar için de kendini çırpınırken bulmanın çaresizliği, yüreğine kor gibi düşenlere, o yangınların en hacimli suyu yine kendi içindeki kıyıda köşede kalan bir umut ışığıdır.’’

İçimde bir şey kırılmıştı. Küçük bir iplik kopmuş gibi, bir bağ çözülmüş gibi... Caner’in bana söylediği her kelime zihnimde yankılanıyordu: “Seni korumak istedim. Babamı tutamıyorum.” Peki ya ben? Beni kim tutacaktı? Kalbim, bu kadar yükü taşımaya ne kadar dayanabilirdi?

Caner’e bakıyordum ama karşımda gördüğüm kişi tanıdığım adam değildi. Sevgisini mi, yoksa suçluluğunu mu görüyordum gözlerinde? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey, hayatımda bir kez daha, sevdiğim insanın beni yarı yolda bırakmış olmasıydı. Güven… Ne kadar çabuk dağılıyordu, değil mi?

Kendi kendime sorular soruyordum. “Beni sevdiğini söylüyor. Peki, sevgi bu mudur? Gizlenen sırlar, arkamdan dönen oyunlar? Eğer beni korumak istiyorduysa neden bir yabancıymışım gibi uzak tuttu gerçeklerinden?”

Ama ya Tufan? Onun da suçu vardı bu hikâyede. Caner’in babasından borç almıştı. Bunu bile bile bizi bu pisliğin içine sürüklemişti. Şimdi burada, bana gerçeği açıklamaya çalışıyor ama kelimeler bir türlü yüreğime ulaşmıyordu. “Siz ne zamandan beri böyle bir düzenin parçasısınız?” diye bağırmak istedim ama sesim çıkmadı.

Kendi içimde savaşıyordum. Sevgi mi daha güçlüydü, öfke mi, yoksa korku mu? Sözler, yalanlarla karışmış gibi geliyordu. Gözlerim doldu. Ne kadar güçlü olmaya çalışsam da, içimde bir çocuk gibi haykırmak istiyordum: “Neden? Neden bana bunu yaptınız?”

İçimde fırtınalar kopuyordu. Ama bunu kimseye belli etmeyecektim. Eğer Caner’in bana oynadığı oyunu öğrendiysem, bu sefer kendi oyunumun kurallarını koyacaktım. Artık kontrolü başkalarına bırakmayacaktım. Kimse beni korumayacaksa, kendimi koruyacaktım.

O gece uyuyamadım. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber masama oturdum. Karşımda kitaplar ve defterim vardı. Yazmaya çalıştım, ama kelimeler tıkanmıştı. Aklımda hâlâ Caner’in sesi yankılanıyordu: “Sana güvenimi kaybettirmemek için her şeyi yapacağım.”

“Güven…” diye mırıldandım. “Güven bir kez kırıldığında geri döner mi gerçekten?”

Düşüncelerim karman çormandı. Tam bu sırada Pınar içeri girdi. Gözlerimdeki dalgınlığı fark etmiş olacak ki, hemen yanımda durup sessizce baktı.
“Caner mi?” diye sordu.
Başımı salladım. “Bilmiyorum, Pınar. Ona hâlâ bir şans verebilir miyim? Yoksa bu sadece bir aptallık mı olur?”

Pınar derin bir nefes aldı. “Sadece şunu düşün, Asya. İkinci bir şans verirsen, seni yeniden incitmeyeceğinden emin misin? Çünkü bunu kaldıracak gücün var mı, ona karar vermen gerekiyor.”

Bu sözler uzun süre aklımdan çıkmadı.

Üniversitedeki günlerim bir sisin içinde gibiydi. Hedefim hep netti: Kendi hikayemi yazmak, kendi yolumu çizmek. Ama kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Kütüphanede geçirdiğim saatler belki de kendimi bulmaya çalıştığım anlardı.

Kütüphane, her zamanki gibi sessizdi. Raflar arasında dolaşıp kitapları inceliyordum, ama zihnim çok uzaktaydı. Caner’in son sözleri hâlâ aklımdaydı: “Sana kendimi kanıtlayacağım.”

Bir yandan ona inanmak istiyor, diğer yandan da içimde yükselen o öfkeyi bastıramıyordum. Tam bu sırada, arkamdan tanıdık bir ses duydum.

“Asya, konuşmamız lazım.”

Caner… Ne kadar sessiz konuşmaya çalışsa da sesi içindeki gerginliği ele veriyordu. Döndüğümde gözlerindeki kararlılığı gördüm.

“Burada olmaz,” dedim. “Kütüphanedeyiz.”

Ama o, uyarımı umursamadan devam etti. “Sadece bir şans ver, Asya. Her şeyi düzeltebilirim. Sadece bana inan.”

Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. “Caner, sorun şu ki, artık neye inanacağımı bilmiyorum. Geçmişte söylediklerinle yaptıkların arasında o kadar büyük farklar vardı ki…”

Tam o sırada, diğer rafların arasından tanıdık bir yüz belirdi. Asrın. Bizi fark ettiğinde kaşlarını çattı. Sessiz adımlarla yanımıza yaklaştı.

“Her şey yolunda mı, Asya?” diye sordu, sesi sakin ama endişeliydi.

Caner ona dönüp baktı, yüzündeki ifade bir anda sertleşti. “Bu seni ilgilendirmez. Biz konuşuyoruz, görmüyor musun?”

Asrın, o sakin tavrını hiç bozmadan devam etti. “Sesiniz oldukça yükseldi. Kütüphanedeyiz ve Asya'nın rahatsız olduğunu düşünüyorum.”

“Asya rahatsız değil!” diye neredeyse bağırdı Caner. Sonra bana döndü. “Rahatsız mısın, Asya? Söylesene!”

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Bu durumdan daha fazla rahatsız olamazdım. Ama konuşmaya fırsat bulamadan Asrın bir adım daha yaklaştı.

“Asya, hadi buradan gidelim,” dedi, yumuşak ama kararlı bir sesle. “Bunun için doğru bir yer değil.”

Caner’in sabrı taşmış gibiydi. Bir adım öne çıkıp Asrın’ın üzerine yürüdü. “Sen de kimsin? Asya’yla ne alakan var?!”

“Asrın, dur!” dedim, ama çok geçti. İkisinin arasında yükselen gerilim beni boğacak gibi olmuştu.

Caner, Asrın’ın üzerine doğru hamle yaptığında hemen aralarına girdim. “Yeter artık!” diye bağırdım, sesim kütüphanedeki sessizliği yerle bir etti.

Caner şaşkınlıkla geri çekildi. “Asya, ben sadece…”

“Hayır, Caner!” dedim, öfkem yüzünden aklımdaki kelimeleri zar zor toparlayarak. “Her şeyi daha da kötüleştiriyorsun! Sorunlarını çözmenin yolu bu mu? İnsanların üzerine yürümek mi?”

Caner’in gözlerinde bir anlık pişmanlık gördüm, ama bu yeterli değildi. Asrın sessizce beni izliyordu, ama varlığı bana tuhaf bir güven veriyordu.

“Ben gidiyorum,” dedim kararlı bir şekilde. “Ve hiçbirinizin arkamdan gelmesini istemiyorum.”

Arkamı dönüp hızlı adımlarla uzaklaştım. Ama içimde kopan fırtınayı susturamıyordum. Kütüphaneden dışarı çıktığımda hava ciğerlerime doldu ve biraz olsun rahatladım. Asrın’ın beni takip ettiğini fark ettiğimde durup ona döndüm.

“Teşekkür ederim,” dedim, sesim daha sakin bir tona bürünmüştü. “Ama buna karışmana gerek yoktu.”

“Biliyorum,” dedi, gözlerini benden ayırmadan. “Ama seni o şekilde bırakmaya içim elvermedi.”

O an ne diyeceğimi bilemedim. Caner’den gelen kaosun ardından Asrın’ın bu sakinliği sanki zihnimi temizliyordu. Ama kalbimdeki sorular hâlâ cevap bekliyordu: Caner gerçekten değişebilir miydi? Yoksa artık benim için her şey bitmiş miydi?

Asrına hiç vermeden okuldan çıktım, ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bilmeden yürümeye başladı. Gözlerim hâlâ Asrın’ın söylediklerini, Caner’in bakışlarını ve onların arasında sıkışıp kalmış halimi düşünüyordu.

Kendimi bir parkın bankına oturmuş, nefesimi düzenlemeye çalışırken buldum. Hava serinlemişti ama içimdeki öfke o kadar sıcaktı ki üşümeyi hissetmiyordum bile. Neden? diye düşündüm. Neden bir kez olsun her şey basit olamıyor?

Telefonum cebimde titredi. Çıkartıp baktığımda mesaj Caner’den gelmişti.

“Asya, özür dilerim. Sadece seni kaybetmek istemiyorum.”

Parmaklarım mesajı silmekle cevap yazmak arasında tereddüt ederken içimde bir ses yükseldi. Kaybetmek istemediğin şey bu mu, Caner? Kendi hatalarının bedelini ödettiğin kadın mı?

Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Bu kez titreyen sadece telefonum değildi; ellerim de kontrolsüzce titriyordu. Kendime hâkim olmalıydım. Zihnimi toparlamalıydım.

Havanın kararmasıyla beraber, biraz olsun kendime geldiğimde, hala saatlerdir parktaki bankta oturur vaziyetteydim. Düşüncelerin içinde sıkışmış, kendimi çıkmazların içinde çırpınırken bulmuştum. İnsan güvendiği, kendini teslim ettiği adam tarafından kaç kez yıkılabilir. Sayısızca yıkıldım. Beni o buldu, ilk o hoşlandı benden. Ama bu ilişkiye en çok bağlı kalanda ben oldum.

Bütün gücümü toparlayıp eve attım kendimi. O kadar uykusuz ve yorgundum ki bir an önce uyumak istiyordum ama içeri girdiğimde Pınar telaşlı haliyle beni karşıladı.

‘’Asya! Seni o kadar merak ettim ki. O abim olacak şerefsiz söyledi Caner gelmiş okula. Sanırım ona da Caner söyledi. Nerdeydin. Ne oldu anlat lütfen.’’

‘’Pınar konuşmak için çok yorgunum. Daha ne yaşadığımı ben bile anlayamıyorum ki.’’ dedim sesim titreyerek.

‘’Sen dün geceden beri konuşmayınca pek. Abime sordum. Her şeyi biliyorum. Ona da çok kızgınım o ayrı mesele de. Böyle bir mezvudan Canerin çıkması ve bunu gizlemesi büyük olay.’’ dedi yüzünde üzgün bir ifadeyle.

‘’Nasıl aşacağım Pınar bilmiyorum ama gerçekten konuşmak istemiyorum şuan. Bunun konuşarak çözülecek bir şey olduğu düşünmüyorum. Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.’’ diyerek odama çekildim.

Odaya adımımı atarken kapı ardımda yankı yapıyor, kalbimse hala dışarıda bir yerde çırpınıyordu. Duygularım her zamankinden daha karışıktı. Bir türlü sakinleşemiyordum. Gözlerim, Caner’in yıllardır hep bana ait olan hatıralarında hapsolmuştu. Ama o hatıralar, artık bana sadece acı veriyordu.

Bir mafya babasının oğlu olmak, insanın hayatını tamamen değiştirir. Caner bunu benden sakladı. Üzerini örttü, her şeyin normal olduğunu söylemeye devam etti. Ama hiçbir şey normal değildi. Ve her geçen gün, fark etmesem de bu gerçeği sindirmeye başlamıştım. Onun gerçek kimliğini öğrendikten sonra, bana her şeyin ne kadar yanlış olduğunu anladım. Biraz daha dikkatli olsaydım, belki daha önce fark edebilirdim. Ama ben, Caner'in karanlık tarafını görmek istememiştim. Çünkü sevmiştim. Çünkü ona inanmıştım. Ama şimdi, tek bildiğim şey bu dünyada ben, her şeyin arkasında bir karanlık olduğunu düşünerek yaşayamam.

Ve bir de aldatma… Ben bunları haketmiyordum. Hiç böyle ihanetleri haketmez. Peki bir adam kaç defa affedilmeyi hak ederdi? Şimdi, tam her şey düzelmişken, tam da kendimi ona bir kez daha verebileceğimi düşünürken, o bana geçmişinin gölgesini gösterdi. Kendi kimliğini bana bile gizlemişti. Şimdi, tam her şey düzelmişken, tam da kendimi ona bir kez daha verebileceğimi düşünürken, o bana geçmişinin gölgesini gösterdi. Kendi kimliğini bana bile gizlemişti. Nasıl affedebilirdim onu? Nasıl? Bu ağır yüklere ve derin düşüncelere daha fazla dayanamayıp gözlerimi yumdum ve derin bir uykuya dalmıştım.

Bölüm : 13.01.2025 02:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...