‘’Nasıl sabrettiğime benim bile şaşırdığım mevzular var. Sezen Aksu’nun ‘Ben bu dünyayı anlayamadım, niyetlendim de altından kalkamadım.’ Dediği yerdeyim. Ama sana tutundum, yemin ederim senden başka tutunacak dalım yoktu.’’1
Yine duygu yüklü bir sabah; özlem, sevgi, nefret, kızgınlık... Sabahın erken saatlerinde kalkıp okul için hazırlanırken içimdeki karmaşık duyguları bastırmaya çalışıyordum. Son günlerde, her şey birbirinin tekrarı gibi geliyordu. Okuldan eve, evden okula gidiş gelişlerim, Tufan’ın sürekli gözetimi, babamın baskıları… Günler birbirini kovalıyor ama bir türlü geçmiyormuş gibi hissediyordu. Babamın hayatıma ne kadar müdahale ettiğini düşündükçe içimde biriken öfke, kalbimin derinliklerinde hep vardı. Onunla geçirdiğim her an, özgürlüğümden bir parça daha kaybetmiş gibi hissettiriyordu.
Evdeki gerginlik ve okuldaki zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, Pınarla olan dostluğum hep bana güç verdi. Her fırsatta birbirimize destek oluyor, birlikte bir şeyler yaparak zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Pınar’ın varlığı, benim için hayatta kalma mücadelesinde en büyük dayanağımdı. Yan yana olmak, bu zorlu dönemi atlatmak için tek çaremiz gibi geliyordu. Her ikimiz de Eskişehir’den çıkıp üniversiteyi kazanmayı hayal ediyorduk. O zaman her şeyin değişeceğine inanıyorduk. Farklı bir hayat, farklı bir şehir, farklı bir gelecek… Gelecekteki umuda sarılmak, her zorluğu daha çekilebilir kılıyordu.
Pınar’la sürekli olarak üniversite için hazırlık yapıyor, sınav tarihlerini takip ediyorduk. Her gün birkaç saat ders çalışmak, sıkıcı geçen günlerin arasında bir anlam taşıyor gibiydi. Pınar, bana cesaret veriyor, “Birlikte başaracağız, her şey güzel olacak,” diyordu. Ama içten içe, her şeyin değişeceğine dair umut taşısam da, geçmişin ağırlığı omuzlarımdan hiç inmiyor. Bütün bu sıkıntılar, içimdeki ihanet yarası, daha da derinlere iniyordu.
Tüm bunlardan kaçış yolum için üniversite sınavına tam gaz hazırlanmaya devam ederken. Bir akşam babam ‘’hangi bölümü okuyacaksın?’’ dediğinde ona radyo ve televizyon okumak istediğimi söylemiştim. Her akşam radyoda beni hiç tanımayan insanlarla bir şeyler paylaşmak, onlara en sevdiği şarkılarla en güzel hayalleri kurdurmak, yaşanmış ve yaşanamamışlara ortak olmak, hiç tanımadığım insanların umutlarını dinlemek ve o umuda eşlik etmek bana mükemmel hissettirecek gibiydi. Babamın önünde duran sandalyeyi ters çevirip ‘’hadi otur bakalım’’ demesiyle şaşırmıştım. Sandalyeye oturdum. ‘’Hadi konuş’’ dedi bana. ‘’Madem radyo okuyacaksın, nasıl yapacaksın göster.’’ dedi.
Donup kalmıştım, böyle bir şey değildi ki. Hadi yap olsun değildi. Bu işte anlamak ve anlaşılmak vardı. O an o sandalyeden kalktım. ‘’Yapamam baba, nasıl yapayım şuan. Hattın diğer ucunda biri olmalı, o günün bir hikayesi olmalı. Paylaşacak bir şeylerim olmalı.’’ dedim buruk bir yüz ifadesiyle.
‘’Sen daha basit bir şeyi yapamıyorsun. Alt tarafı bir şeyler konuşacaksın fazla anlam yüklüyorsun sen bunu yapamazsın.’’ dediğinde içimdeki oluşan hayal kırıklığını tarif edemem. Basit değildi baba, ama sen bu işi basit gördüğünü zannederken bende senin benim hayallerimi ne kadar basit görüyorsun bunu anlamış oldum.
Babam “Yapamazsın,” dediğinde, içimdeki tüm umutlar, tüm inançlar bir anda sarsılmıştı. Ne kadar çok düşünsem de, bu mesleği yapmak için sadece konuşmanın ötesine geçmesi gerektiğini biliyordum. O an, babamın ona ne kadar basitçe baktığını düşündüm. Radyo için hazırlanırken, o mikrofonun ardında başka birini anlamanın, hayatına dokunmanın ne kadar büyük bir anlam taşıdığını hep hayal etmiştim. Fakat, babam o hayali bir anda küçümsemişti. İçimdeki o hayal kırıklığı dalga dalga yayıldı. Ama babam, hayallerime sadece “basit” bir şey olarak bakıyordu. O an, bir çığlık gibi hissettirdi. Kendi ailemin içinde, istediğim yolu, kurduğum hayalleri anlamayan birinin olması ne kadar zordu.1
Bir süre sessizce durdum Hızlıca odama çekildim, kapımı kapatıp yatağıma oturdum. Gözlerim, ellerim bir arada karışmıştı. Düşünceler birbirine giriyordu. Gözlerimin önünden babamın suratındaki o soğuk ifadeyi, “Yapamazsın,” diyen sesi ve sesindeki o soğuk ifade beni yaralamıştı. Bütün gece düşündüm. Artık çabalamak beni o kadar yormuştu ki. Radyo üzerine ısrar etmek yerine, aklımın bir köşesinde duran diğer mesleği Gazeteciliği seçerim dedim, sahada olur da birine o zaman yine dokunurum. Kötü şeylerden çok, iyi şeylerin haberini yapar yine insanlara umut olurum diye düşünüp durdum.
Ertesi gün uyandığımda evde bir sessizlik hakimdi. Mutfağa indiğimde evde kimsenin olmadığını anladım. Annemi arayıp nerede olduklarını sorduğumda ‘’Birazdan geleceğiz akşama misafirimiz var markete çıktım. Sende evi toparla, biraz yardımcı olursun.’’ dediğinde ‘’tamam annecim’’ diyerek kapattım telefonu. Hızlıca bir şeyler atıştırıp evi toparlamaya başladım. Zihnim sakinleşmeye başlamıştı ama içimde hala bir çatışma vardı. O kadar çok şey yaşanmıştı ki, içimde bir sürü şeyi bastırmıştım. Ailemin baskıları, Caner’in ihaneti, eski umutların silinmesi… Ama her seferinde, bir yerlerde yeniden bir umut doğuyordu. Her hayal, her düşünce, bir şekilde büyüyordu. Şimdi yeni bir hayale sarılmanın, onun peşinden gitmenin vaktiydi.
Akşam için hazırlıklar bitmek üzereyken, anneme mutfakta yardım ediyor bir yandan da içeride koltukta oturan babama bakıyordum. Senin kızın çok güçlü baba, koyduğun her sınıra rağmen mutlu olmanın bir yolunu buluyordu. Yine bulur kızın diye düşünürken kapı zilinin çalmasıyla irkildim ve ‘’ben açarım’’ diyerek kapıya doğru yöneldim.
Kapıyı açtığımda karşımda akşam yemeğine davet ettiğimiz Pınar ve Ailesi vardı. ‘’Hoş geldiniz’’ diyerek içeriye buyur ettim gülümseyen bir ses tonuyla. Halil amca içeri babamın yanına geçerken, Pınarın annesi, Nurhan teyze mutfağa annemin yanına geçti. Bizde Pınarla beraber mutfağa geçerek annemlere yardım ettik. Tufan abiyi sorduğumda bir işinin çıktığını söylediklerinde içimden, umarım yine başını belaya sokmuyordur diye geçirdim.
Nurhan teyze, annemle mutfakta sohbet ederken; “Evet, kızlar gerçekten çok çalışıyor ama ne olursa olsun, sınav sonucu her şey demek değil. Sadece eğlenmelerini istiyorum, hayallerine gölge düşürmesinler.’’ diyordu. Annem de“Tabii ki, tabii ki. Ama hayalleri ne kadar güzel olsa da, gerçekçi de olmalı.” diye ekledi.1
Bunlar kulağımı tırmalayan cümlelerdi ama Pınar, bana bir göz kırpıp, “Her şey çok güzel olacak,” diyerek, güven veriyordu.
Yemek masası kurulduğunda, herkes yerine oturdu. Ortada nefis kokular yükseliyor, salata ve taze pişmiş et yemekleri iştahımızı kabartıyordu. Hoş sohbetimiz, ailemizin bir arada olması bize huzurlu hissettiriyordu. Yemek yendikçe, konular değişti. Sohbetin yönü, üniversitemiz ve geleceğimiz üzerine yöneldi. Evdeki atmosferin baskısından uzak durmak isterken babam söze girdi. ‘’Bizim kızda radyo okuyacakmış, dün akşam ona hadi bir program sun dediğimde yapamadı. Nasıl okuyacaksa artık. Daha gerçekçi meslekler düşünse daha iyi olacak yoksa boşa okumuş olacak’’ dediğinde yanımda oturan Pınar elimi tutarak, sessiz kal diyen gözlerle bana bakıyordu.
Benim için o an sessiz kalabilmek ne mümkündü. İçim zaten çığlık, kıyamet. ‘’Tamam baba dün gece düşündüm, gazeteci de olabilirim.’’ derken sözlerime devam edemeden tekrar babam söze girdi. ‘’Gazeteci mi? Kızım ben daha gerçekçi meslekler derken, öğretmen ya da memur olmaktan bahsediyorum. Hadi halil amcanla bir röportaj yap desem onu da yapamazsın. Marangozluk mesleği hakkında bilgiler al, zorluklarından bahsetsin sana. Okul okumanın önemini seçeceğin mesleğin hayatına nasıl yön vereceğinden bahsetsin sana, tıpkı benim anlatmaya çalıştığım gibi.’’ dediğinde başımı öne eğdim içimdeki hayal kırıklığına teslim olup yine çırpınmamayı seçtim. Anlatsam da anlamayacaktı.
Annem ve Nurhan teyze, üzerime gelmemesi konusunda babamı uyardılar. Ama önemi yoktu, o benim sesimi duymayacaktı artık.
Bunu yaşayan tek ben değildim ya. Bizim ülkemiz de öğretmen, doktor değilsen diğer hiçbir meslek, meslek değildi. Bir baba, çocuğunun hayallerine inanmadığın da, bu yalnızca o hayalin değil, çocuğun kendisinin de küçümsendiği, değersizleştirildiği hissini yaratabilir. Destek görememek, bazen kendi potansiyelimize duyduğumuz inancı zedeler.
İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı büyümeye devam ederken, daha fazla kırılmamak için her şeyi zamana bırakmalıydım. Bana dayatılan düzenin dışında, bir düzen kurmalıydım kendime. Bir anlamda şuan kaybolmuştum, ama bu kayboluş benim için aynı zamanda ilk adımlarımdı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |