
Sonunda restorana gidip siparişlerimizi vermiştik. Normalde açken benim pek gözüm bir şey görmezdi ama Can da bana benzemeye başlamıştı sanırım. Kendini baya yemeğe kaptırmıştı. Sessiz sakin yemeklerimizi bitirmiştik.
“seni ilk defa bu kadar iştahlı görüyorum.” Dedim.
“buraya geldiğimde hep iştahım açılıyor. Küçüklüğümden beri böyle.”
“temiz havadandır belki.”
“bilmem, olabilir.”
“şimdi ne yapıyoruz?” diye sordum gülümserken. Aslında saat artık akşamı bulmak üzereydi ve akşam yemeğimizi de böylece yemiş olmuştuk.
“biraz burada takılırız, merkezde dolaşıp eve geçeriz. Buranın gecesi de çok güzel.”
“bana uyar.” Dedim arkama yaslanırken.
“o çocukla nasıl tanıştın iki dakikada?” diye sordu.
“Emre mi?” dedim gülümserken. “seni bekliyordum işte, yanıma geldi nasılsın diye. Konuştuk biraz. Acıktığını söyleyince de yemeye götürdüm.”
“dilenci de olabilirdi.”
“fark eder mi, aç insan açtır. Para istemedi, yemek istedi. Ayrıca annesinin bana para atmasını bile teklif etti.”
“neden kabul etmedin?”
“annesi kızmasın diye.” Dediğimde güldü.
“senin çocuğun olsa kızar mısın?”
“hayır, uyarır ve önlem alırdım ama kızmazdım. Çocuğun yapısına göre de değişir ama bu sefer benden çekinirse hiçbir sıkıntısını paylaşmayabilir. Sen?”
“ben kaybetmesine karşılık bir sorumluluk verirdim.”
“ne gibi?”
“1 hafta boyunca odasını toplamak gibi mesela. Ama yatağına kadar. Her sabah ve akşam kontrollü cinsten.”
“küçücük çocuk için fazla olmaz mıydı?”
“2 yaşındakine yaptırmıyorum ki, 6-7 aralığından bahsediyorum. Emre de nereden baksan 6 vardı.”
“yani. Küçücük yine de.”
“Fatih Sultan Mehmet 12 yaşında tahttaydı.”
“peki sen padişah mısın?”
“disiplin gerektiren bir mesleğim var diyelim.” Dedi ne demek istediğimi anlarken.
“disiplin öğretmekle dediğin farklı şeyler bence.”
“eğer benim çocuğumsa mutlaka o disiplinden nasibini alır diye düşünüyorum. Anne babalar her zaman rol modeldir çünkü.”
“orası belli olmaz. Çocuğun yapısı farklı olabilir.”
“bakacağız ona da artık. Olmayan çocuğumu savunuyorsun bana.” Dedi gülerken.
“bir şey demedim.” Dedim teslim olurcasına ellerimi kaldırırken.
“bir kahve daha içsem nasıl olur?” diye sordu.
“kalp çarpıntısı eklemeli mi yoksa normal bir soru muydu sadece?”
“ben aldım cevabımı.” Dedi gülümserken.
“onun yerine su içebilirsin. Akşam oldu zaten.”
“peki, bugünlük sen ne dersen o.” Dedi masadaki suyunu yudumlarken. “bu arada yarınki planım biraz dağ tepe işi olacak ama senin için sorun olur mu?”
“bugün de öyleydi, sıkıntı yok.” Dedim ben de suyumdan içerken. Midemde yemekler dönmeye başlamıştı. Artık suya bir süre ara versem iyi olacaktı.
“yarın biraz fazla yürüyeceğiz. Araba almayacağız, bahçelerden geçmemiz gerekiyor.”
“nereye gideceğiz öyle?”
“buranın maden suyu gibi kaynak suyu var. Ben çok seviyorum. Yılın son gününde o sudan içmen şart. Ayrıca buradaki herkes şifalı olduğuna inanıyor. Bence şifalı da.”
“yarın son gün değil mi?” dedim heyecanla. Tamamen aklımdan çıkmıştı.
“evet.” Dedi beni taklit ederken.
“gidelim ya, bir orman havası alırız, üstüne suyumuzu içeriz. Mis gibi plan işte. Ben bayıldım.” Dediğimde gülümsedi. Gerçekten sevmiştim bu planı. “ama bir sorum var.”
“sor bakalım.”
“bana ne niyetine şifalı su içireceksin? Ben gayet sağlıklıyım.” Dedim.
“aldığım takviyelerle ben de sağlıklıyım. Bir de onların doğalını almak var. Bence sen yarını bekle. Biraz da eve götürürüz hatta.”
“bana uyar. Akşam evde olacağız ama değil mi?” diye sordum.
“evet, bizimkiler muhtemelen erkenden uyurlar ama biz takılırız yukarda. Caner de evde olmaz.” Dedi.
“Alkan’ın diğer ismi Caner mi?” dedim merakla. Yoksa farklı birinden mi bahsediyordu anlamak istiyordum.
“evet, beyefendi bana Can diye seslendikleri için Alkan’ı tercih ediyor.”
“neden?”
“tanınmamak için. İsimler benziyor, soyad aynı. Can Altan, Caner Alkan.” Dedi.
“sen bu durumdan rahatsız mısın?”
“değilim ama boşu boşuna triplere giriyor. Biraz da haklılık payı var. Benziyoruz da birbirimize. Bir mekana gitse uzaktan çekip benmişim gibi haber yapıyorlar. Adını söylediğinde tiple de birleşince anlaşılıyor. Biraz da çapkınız tabi, beni kullanarak bir şeyler yapmak istemiyor, hiçbir erkek istemez.”
“senin çapkınlık haberler yüzünden mi duruldu yoksa…”
“ben hiçbir zaman çapkın olmadım. En ince ayrıntısına kadar sonraki adımımı hesapladım, mesleğime odaklandım.”
“Alkan neden futbolu tercih etmedi?”
“benimle başladı ama sevmedim dedi, fazla disipline gelen bir tip değil. Antrenmanlar, okul, yoğunluk ona uymadı pek.”
Bir süre gözlerinin içine baktım sadece. İkisinin profili de gözümün önündeydi ve her şey yerine oturuyordu aslında.
“neden öyle bakıyorsun?” diye sordu.
“hiç.” Dedim gözlerimi kaçırırken. “aslında çok farklısınız. İsimleriniz ya da fiziki benzerliğiniz olsa da bambaşka iki adam var. En azından tanıdığım kadarıyla.”
“öyle.” Dedi. “benden gözlerini kaçırma.”
“ben insanların gözlerine çok uzun bakabilen insanlardan değilim. Rahatsız oluyorum.”
“bakmak istediğinde gayet güzel bakıyorsun.”
“sevdiğim insanlar hariç kimsenin gözlerine uzun bakamam Can. Sana da uzun uzun baktığım olmadı.” Bir an dediklerimle duraksadım. “öyle demek istemedim, yani genelde Halim, Ela dışında insanların gözlerine çok uzun bakamam. Onları da çok sevdiğim için öyle olduğunu düşünüyorum. Seni de seviyorum elbette ama onlar gibi değiliz.”
“anlamıştım Birce, sakin ol.” Dedi gülümserken. “bir gün bana da uzun bakabilirsin belki. Yine de gözlerini çok kaçırma benden.” Dedi hala gülümserken.
“o kadar samimi olursak neden olmasın ama fırsatımız olmayacak büyük ihtimalle.” Dedim ben de gülümserken.
“o neden?”
“aklındaki güzelin yerinde olsam ben izin vermem şahsen. Benim sevgilimin başka kadınlarla göz göze geldiğini bırak yan yana olduğunu duysam kıyamet kopar sanırım.”
“bence birbirinizi seversiniz.” Dedi kendinden emin bir şekilde.
“biz birbirimizi severiz. Sorun bu noktada sen oluyorsun ya zaten.”
“o sorun etmez bence böyle şeyleri.”
“o kızın çok şanslı olduğunu düşünüyorum onu sen sevdiğin için ama senin açından öyle düşünmüyorum sanırım. Beni yanlış anlama ama hangi kadın sevdiği adamın başka bir kadınla yan yana olup gözünün içine bakmasını sorun etmez ki?”
Gülmeye başlarken bir şey demiyordu sadece gülüyordu.
“neden gülüyorsun?” diye sordum.
“özür dilerim, sinirlerim bozuldu.” Dedi. Derin bir nefesle gülmeyi bırakırken “sadece yanlış anladın. İleride anlarsın. Artık kalkalım mı?”
“bence açık açık kendi ağzınla söyledin ama hadi öyle olsun. Kalkalım.” Dedim montumu giyinirken.
Bir şey demeden o da montunu giyerken arabanın anahtarını bana uzattı.
Elinden alırken “böyle olmuyor ama haberin olsun.” Dedim.
“benim misafirimsin.”
Bir şey demezken dışarı çıkıp arabaya bindim. Gülümseyerek yanında bir adamla o da dışarı çıkarken arabaya bindi.
“arkadaşım biraz lafa tuttu. Kusura bakma.” Dedi.
“önemli değil.” Dedim emniyet kemerimi takarken.
Hava daha da soğumaya başlamıştı. Merkezden biraz uzaklaştığımız için tekrar merkeze dönüp arabadan indik. Aslında burada çok da bir şey yoktu. Kafelerin olduğu canlı bir cadde, restoranlar vardı.
Can elimi tutarken bir elimi de cebime yerleştirdim. Birlikte yürürken Can’ı görenler selam vermeyi de ihmal etmiyorlardı. Gülümseyerek cadde boyunca yürüyorduk ama içimde huzursuzluk vardı. Daha önce düşünmediğim gerçekler tek tek yüzüme çarpmaya başlamıştı. Elini tuttuğum adam bir kadını seviyordu, onunla evlilik, çocuk hayali kuruyordu. Rahatsızdım. Eminim ki o kadın da duyduğunda benden rahatsız olacaktı. Ben her şeyi geçmişte bırakır mıydım, bir süre bırakamazdım, çok alışmıştım bu duruma. Bir süre boşluk yaşardım ama sonra eski halime dönerdim. Can bana umut vermemişti. Sadece yanımda olmuştu, beni desteklemişti, olası tehlikelere karşı beni korumuştu.
“sevdin mi?” diye sordu yürümeye devam ederken.
“akşam daha canlıymış. Sevdim ama biraz yoruldum açıkçası. Eğer gitmek istediğin bir yer yoksa eve geçsek olur mu?” dedim elini tutmayı bırakırken.
“bir sorun yok değil mi?”
“yok, nereden çıktı?” dedim.
“bilmem, yüzün düştü sanki. Elimi de bıraktın.”
Gülümsemeye çalıştım. “sanırım yolun acısı yeni yeni çıkmaya başladı. O yüzden bir yorgunluk geldi.” Dedim.
“tamam, eve geçelim hemen.” Dedi gözleri cebime soktuğum ellerime kayarken. Elini tutmak istemediğimi anlamıştı sanırım ama bir şey demeden yürümeye başlamıştı.
Kendi de ellerini ceplerine yerleştirirken arabaya ilerledik. Yarım saatlik sessiz geçen bir köy yolunun ardından eve girmiştik.
“hoş geldin kızım, kıpkırmızı olmuşsun, üşüdün mü?” dedi Ayşe anne.
“evet, bir de yorgunluk vurdu sanırım.” Dedim gülümserken.
“gel gel, hemen bir duş al istersen. İçin ısınır, ben de size çay demliyeyim.” Dedi gözlerini Can’a çevirirken.
“çok teşekkür ederim, biz dışarda bir şeyler içtik. Hiç zahmet etmeyin, Can isteyebilir ama belki.” Dedim.
“yok anne, ben de hiç almıyayım, yorgunum.” Dedi Can da.
“tamam o zaman. Ben banyoyu hazırlıyorum, sen de üstün için bir şeyler ayarla, gel hemen.” Dedi Ayşe anne gülümserken.
“çok iyi olur. Hemen geliyorum.” Dedim yukarı kata doğru çıkarken. Arkamdan Can’ın geldiğini de duyabiliyordum ama hızlı davranıp odama girdim.
Üzerime bir şeyler alırken bakım çantamı da yanıma aldım. Banyoya gerçekten ihtiyacım vardı.
Aşağıya indiğimde Ayşe anne suyun sıcaklığını ayarlıyordu. Bakışları beni bulduğunda gülümserken ben de gülümsedim.
“ben suyu ayarladım ama sen kendine göre ayarlarsın kızım. Havlu da bıraktım sana. Kimse gelmez ama rahat etmek için kapını kilitle, öyle yap.” Dedi.
“tamam, çok teşekkür ederim anne.” Dedim gülümserken. Bir anda anne demeyi kesemezdim sanırım. Zaten bundan sonra da ne olursa olsun anne dediğim insan benim annem sayılırdı. Halim’in annesi de benim annemdi mesela.
“rica ederim kızım, hadi bakalım.” dedi gülümseyerek banyodan çıkarken. Ben de arkasından kapıyı kilitlemiştim her ihtimale karşı. İçim rahat etsin istiyordum.
Bölüm Sonu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.47k Okunma |
3.48k Oy |
0 Takip |
103 Bölümlü Kitap |