
(3 Gün Sonra)
Şana
Avșin'in durumu daha iyiye gidiyordu. Ben ise annem olacak o kadının ısrarlarına kafa tutmaya çalışıyordum yine. Hiç bir güç beni canımın yarısını toprağa koyan o alçak herife dönmeye zorlayamazdı.
Hastanede yine yoğun bir gün geçiriyordum, öğle molasında, kendime yiyecek bir şeyler almaya gittim. Döndüğümde ise kapımın önünde siyah bir zarf vardı. Üzerinde beyaz kalemle yazan yazıyı gördüğümde kanım dondu. Zarfın geldiği yeri biliyordum.
Titreyen ellerimle zarfı alıp, ofisime girdim. Elimdekileri masaya koyup, zarfı açtım. İçinde pembe battaniyeye sarılmış bir bebek fotoğrafı vardı. Herhangi bir not bulamayınca, fotoğrafın arkasını çevirdim.
"Boşa çekilen acılar, boşa dökülen gözyaşları... Sebepsizce annesinden koparılan bir masum... Yetmedi mi?"
Gözlerim dolu dolu oldu. Koltuğa otururken, ağlamamak için kendimi tuttum. Bu olamazdı. O alçak herif yüzünden toprağa koymuştum onu. Yaşıyor olması mümkün değildi.
Kendimi çabucak toparladım ve elimdeki fotoğrafı tekrar zarfa koyup, sakladım. Belki de bunlar iğrenç bir șakadan ibaretti. Belki o şerefsiz yine bana eziyet çektirmek istiyordu.
Mesaimin bitiminde eve gittim. Avșin'in durumunun daha iyiye gittiğini görünce sevinmiştim. Hemen sonra abimi görüntülü arayıp, ona durumu anlattım.
-İşte böyle abi. Sence gerçeklik payı var mı?
Abim sıkıntıyla ofladı. Kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya başladı.
-Șana, boşa ümit vermiş olmak istemiyorum ama, sen sadece ölü bir bebek gördün. Ölenin Artena olduğunu kanıtlayacak bir şeyimiz yok. O şerefsizin ve 3-5 hastane çalışanının lafına güvenmek ne kadar doğru?
-Olabilir mi yani?
-İmkansız diyemem.
-Mevsim'e ulaşıp, ondan yardım istesek?
-İyi de, ya numarasını değiştirmiş ise? En iyisi ben bir sorușturayım, değișmedi ise ararsın, yoksa da yeni numarayı atarım sana. Sen sıkma canını, güzelim.
-Teșekkür ederim, abi.
-Teșekkür edilecek bir şey yok, kardeşim. Eğer doğru ise, çektiğin acıların hesabını birlikte soracağız. Söz veriyorum.
Telefon kapandığında, içim bir nebze olsun rahatlamıștı. Odama geçip, dolabı açtım. Özenle sakladığım, el örgüsü, pembe bebek ayakkabılarını çıkardım. Yorgun bedenimi yatağa bırakıp, bir süre o bebek ayakkabılarına baktım.
Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyorum, Avșin'in geldiğini görmemişim bile. Yanıma dikkatlice oturdu ve saçlarımı okşamaya başladı.
-Canını biri yakmış, belli.
Acıyla gülümsedim. Ne ara akmaya başladığını fark etmediğim gözyaşlarını sildim.
-Ne zaman yüzüm güldü ki?
-Seni üzecek herifte de zerre akıl yokmuș. Terk mi etti?
-Keşke o kadar basit olsa... O zaman bu kadar canım yanmazdı.
Avșin, daha fazla beni üzmek istemediğinden olsa gerek, konuyu elimdeki bebek ayakkabılarına getirdi.
-Çok güzelmiş, sen mi ördün?
-Evet... Ben örmüştüm.
Avșin, elini karnıma koydu ve heyecanlı bir sesle konuşmaya başladı.
-Kız yoksa gebe misin? Eyi de hiç karnın belli değil.
Yüzümdeki buruk ifadeyi geç de olsa fark ettiğinde, elini karnımdan çekti.
-Ne yazık ki sağ mı, yoksa melek mi oldu yavrum bilmiyorum, Avșin.
-Ben.. Bilmiyordum, özür dilerim.
Elimi, teselli verircesine elinin üzerine koydum.
-Sorun değil. Şimdi bir umudum var ama... Boșa çıkar diye korkuyorum.
-Anlatmak ister misin?
-Belki bir gün, Avșin...
-Dilerim, umutların boşa çıkmaz. Mutlu olmayı hak ediyorsun.
-Teșekkür ederim, Avșin. Ee, biraz da sen anlat bakalım, ailenle hiç konuştun mu? Haberleri var mı?
Avșin, çocuk gibi utangaç bir bakış attı. Yine aynı utangaç tavırla gülümseyerek konuşmaya başladı.
-Haberleri var.. Var da...
-Çok mu kızdılar?
-Kıyamet koptu. Abim Azad'ı gönderecekler beni alması için. İşleri halleder etmez en müsait zamanda gelecek.
-Anladım. Desene, ev arkadaşlığı buraya kadar. Eşyalarını topladın mı, yoksa yardım edeyim mi?
-Henüz toplamadım.
Kalktım ve Avșin'in eşyalarını toplanmasına yardım ettim. Birbirimize telefonlarımızı vermiştik, yani Avșin gitse bile iletișimimiz kopmayacaktı.
Eşyaları toplamayı bitirdiğimizde, mutfağa gittim ve ikimize yiyecek bir şeyler hazırladıktan sonra ikimiz de karnımızı doyurduk ve biraz televizyon izledikten sonra uyumaya karar verdik.
Ertesi sabah, huzursuz bir şekilde uyandım. Zaten gördüğüm o karmakarışık rüyalar yetmiyormuș gibi, bir de bu gizemli not çıkmıştı.
Kapıdan gelen tıkırtıları duyunca, iyice uykum kaçtı. Kalkıp, kapıya doğru gittim. Nila, kapının önünde alarma geçmiş vaziyette duruyordu. Kapının gözetleme deliğinden baktığımda, tek görebildiğim, koşarak merdivenleri inen biriydi. Yüzünü görmemem için hızlı davranmıştı.
Kapıyı açtığımda, bu sefer kapımın yanında duran küçük posta kutusuna bırakmıștı. Zarfı elime aldım ve iceri girer girmez odama gidip, telefonu elime aldım.
Abimden gelen mesaja göre Mevsim'in numarası değişmişti ve abim yeni numarayı bulup yollamıştı. Numarayı hemen kaydedip, Mevsim'i aradım.
Bir süre çaldıktan sonra, canım arkadaşımın uykulu sesini duydum. Onu özlemiştim.
-Kızım, tamam uzun oldu görüşmeyeli de rüyanda mı gördün? Aradın beni sabahın köründe, hayırsız arkadaş!
-Ben de seni özledim, Mevsim. Ancak konu ciddi.
-Ne demek ciddi, Șana? Ne oluyor? Sesin de bir gergin.
-Artena'nın hayatta olması ihtimali var, Mevsim.
Aramayı kapatmadan, bana gelen notları ve fotoğrafları attıktan sonra, aramaya geri döndüm.
-Ciddi misin sen? Șana, bu çok büyük bir iddia. Eğer gerçekten Artena yaşıyor ise, bu işin arkasında olabilecek tek kişi Tufan.
-Bilmiyorum, Mevsim. Senden bu konuda araștırmama destek olmanı istiyorum aslında.
-Elbette. Elimden geleni yapacağım, söz veriyorum. Sen sadece yeni bir not ve ipucu gelirse bana yollamayı unutma, olur mu?
-Anlaşıldı. Haberleșiriz, canım.
Telefonu kapatıp, elimde duran nota tekrar baktım. Bu sefer, notu gönderen kişi, kendisi ile ilgili bilgi vermiști.
"Ben, Nurhayat Sarıca. Eğer 6 sene önce o hastanede olanları öğrenmek istiyorsan, kızının akıbetini merak ediyorsan yazdığım adrese gel. Fazla zamanım kalmadı, gözüm açık gitmek istemiyorum."
Hafızamı zorlayıp, hastanede Nurhayat isminde bir çalışan var mı yok mu hatırlamaya çalıştım. Birini hatırlıyordum, yenidoğan hemșiresiydi. Eğer, bana bunu yollayan kendisi ise, o zaman Artena'ya ne olduğunu gerçekten o bilirdi.
Telefonu elime alıp, abimi aradım. Bir süre çaldıktan sonra, abim telefonu açtı.
-Alo? Abicim, sabah sabah beni rüyanda mı gördün?
-Abi, sabah sabah seni uyandırmak istemezdim ama bir gelişme var. Bana kimin ulașmaya çalıştığını buldum.
-Ee, derdi neymiş, anlayabildin mi?
-Kadın, 6 sene önce kaldırıldığım hastanedeki yenidoğan hemșiresi. Konum ve iletişim bilgisi bırakmış. Ne yapacağız?
-Bir yere kaybolma. Gideceksek beraber gidelim görüşmeye. Önce Avșin sağ salim evine dönsün, sonra yüz yüze görüşürüz. Ben bu arada bilgileri teyit edeyim. Tamam mı abicim?
-Tamam, abi. Haberleșelim.
Telefonu kapattıktan sonra, yatağı topladım, notu saklayıp, üzerimi değiştim. Avșin'in durumunu da kontrol ettim. Sağlam bir bünyesi olacak ki, umduğumdan hızlı iyileșiyordu. Avșin'e sorarsanız, bunun sebebi benim şifalı ellerimle ona çok iyi bakıyor olușumdu.
Nila'ya yemeğini verip, mutfağa girdim ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Avșin de çok geçmeden masaya gelip oturmuştu.
-Günaydın, iyi misin? Ağrın sızın var mı bugün?
-Sayende yok, ne yapsam senin de abinin de hakkını ödeyemem.
-İkimiz de görevimizi yaptık, Avșin. İyi olmana çok sevindim.
-Dilerim, sen de mutlu olursun, Șana. Bunu hak ediyorsun.
"Umarım." dedim, umarım çektiğim çile bir gün son bulurdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |