
(2 Hafta sonra)
Şana
Avșin artık ayaklanmıștı ve iyiydi. Artık evine dönecekti bugün. Eşyaları toplanmıștı, ben de Avșin'in valizine çam sakızı çoban armağanı bir iki hediye koymuştum.
Avșin salonda iken, kapıdan gelen bağırtılar ile gözlerimi devirip, kapıya baktım. Sesin sahibesi beni hiç şaşırtmadı. Valide hanım, yine ahkam kesmeye gelmişti.
-Șana! Beni dinlememek ne demek göreceksin! DERHAL TOPLA EŞYALARINI VE TUFAN'IN YANINA DÖN!
O sırada abim Aren tam zamanında gelmişti. Üstelik yalnız da değildi. Emniyetten arkadaşları da vardı. Annemi yaka paça apartmandan atarlarken, beni çok seven canım komşularım, kınayıcı bakışlarla ona bakıyordu.
-Utanmaz kadın, kızın hayatı kararmış, kendi elleriyle eceline teslim ediyor!
-Aman, her çocuk doğuran ana mı oluyor? Böyleleri de var işte.
Arkamdan konuşulanlar için gram utanmadım. Gram üzülmedim. Beni savundukları için mutlu bile oldum hatta. Ben kötü biri değildim. Ben suçsuzdum ve istemediğim bir şeyi yapmak zorunda değildim.
Beni savunan herkese ve biricik abime sıkıca sarıldıktan sonra, arkamdan telaşla gelen Avșin, panik yapmasın diye ona her şeyin yolunda olduğunu söyledim ve abimle ikimiz içeri girdik.
Ben, abime kahve hazırlarken, gizli gizli onların birbirlerine attıkları kaçamak bakışları izliyordum.
Kahve hazır olunca, abime götürdüm ve içip biraz da olsa sakinleșmesini bekledim. Onun da en az benim kadar sinirleri yıpranmıștı.
-Gerçekten inanamıyorum, Șana! O kadın daha hangi yüzle sana emirler yağdırabiliyor? Kaç kere yaşadıkların yüzünden sinir krizi geçirdiğini, öfkeyle evi dağıttığını, yetmezmiș gibi hastanelik olduğunu, belki de bir hiç uğruna çektiğin acıyı ben bilirim.
Avșin, abimin bu dediklerine üzüntü ile bakıyordu. Biraz da sinirliydi. Bir șey demek için ağzını açacak olsa da, beni daha fazla üzmemek için susuyordu.
-Sakin olur musunuz? Gitti zaten, bir daha da arasa zor bulur bizi. Hem... Bu işin içinde o şerefsizin parmağı mı var belli değil daha. Onun kendi kadar aşağılık çevresinden biri de yapmış olabilir, hastaneden görevini kötüye kullanan biri de.
-Bunu da öğreneceğiz, Șana. Bu cehennemden defolup gitmeden önce, o kadınla konuşup, her şeyi öğreneceğiz. Sana söz veriyorum, eğer öğrendiklerimiz doğru ise, bir gün kızına kavușacaksın.
Kısa süreli bir sessizliğin ardından, abime gelen bir telefonla, doğru bildiğim her şeyin yalan çıktığını bir kere daha anladım.
-Șana, hazırlan gidiyoruz. Kadının sana gönderdiği notta yazanları doğruladık. Onunla görüşmeye gidiyoruz.
-İyi hoş da, Avșin'i ne yapacağız?
Abim, Avșin'e baktı. Ağzını açıp konuşacağı sırada, Avșin lafını böldü.
-Sorun yok, Șana. Siz gidin. Ben evde kalırım.
-Yine de tek kalma. Yolda emniyetten Sezgi'yi ararım, sana eşlik eder.
-Teșekkür ederim.
Hazırlandıktan sonra abim ile birlikte evden çıktık. Nurhayat hanımın kaldığı adrese gittik. Kapıyı küçük bir kız açtı. Bir süre yüzüme baktıktan sonra, gülümseyerek kurduğu o cümle, beni ve abimi tarifsiz bir şaşkınlığa soktu.
-Anne... Sen mi geldin?
Gözlerim doldu. Abim ise hâlâ donakalmıș vaziyetteydi. Gözyaşlarıma inat, gülümsemeye çalışarak, küçük kızın sorusunu cevapladım.
-Bunu öğrenmek için geldim, canım.
İçeri girdiğimizde, Nurhayat hanımın oldukça hasta bir şekilde yattığını gördüm. Benden bir iki yaş küçük olduğunu tahmin ettiğim bir kız da onun başında duruyordu. Bizi görünce ikisi de belli belirsiz bir şekilde gülümsedi.
-Hoșgeldiniz, ben Rümeysa. Kızıyım. Annem, uzun zamandır size ulașmaya çalıșıyordu.
-Hoş bulduk. Tanışmak bugüne kısmetmiș.
İkimiz de Nurhayat hanımın karşısındaki tekli koltuklara oturduk. Rümeysa bize masadaki belgeleri uzattı. Dosyanın ilk sayfasında gördüğüm fotoğrafla donakaldım.
Bu... Bu benim fotoğrafımdı... Kollarımda bebeğim vardı. Burada canlı ve hayatta görünüyordu ancak saatler sonra öldüğünü söylemişlerdi. Ben şaşkınlıkla fotoğrafa bakarken, Nurhayat hanım, yorgun çıkan sesiyle anlatmaya başladı.
-Tam 6 sene önceydi, dün gibi hatırlıyorum. Sen, arkadaşın ile apar topar hastaneye getirildin. Doğumun bașlamak üzereydi. Hemen peşine, o namussuz da geldi.
Yüzünü tiksinti ile burușturdu, onun bile Tufan'dan bahsederken midesi bulanıyordu. Yüzündeki o tiksinti dolu ifadeyi bozmadan, anlatmaya devam etti.
-O uğursuz ifadeyi görmemek imkansızdı. Hastanedeki bütün hastaları, doktorları çok güzel kandırıyordu ancak ben bunu yutmadım. Doğumhane kapısına büyük bir nefretle bakıyordu. Diğer baba adayları gibi heyecanlı ve mutlu değildi. Gözlerinde saf, katıksız bir nefret vardı.
Bakışları biraz daha yumușadı. Yorgun ama tatlı bir gülümseme belirdi yüzünde.
-Sonra kızın doğdu. Onu gördüğün o ilk an ismini koymuștun. Artena... İlk duyduğumda garipsemiștim. Duyulmamış bir isimdi. Artena, tıpkı senin kadar güzel bir bebekti. Sağlıklıydı da. Odaya alındın, mutluydun. Bebeğini de emzirmiștin. Oysa o alçak, o güzelim yavruyu bir kere olsun kucağına almaya yanașmadı. Bir süre sonra, onu yenidoğan ünitesinde gördüm. Orada, daha önce hiç görmediğim hemşire üniforması giyinmiș bir iki kişiyle görüştü. Onların o hastanede çalışmadığına emindim. Adım gibi emindim.
Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. O gözlerde pişmanlık vardı, vicdan azabı çektiğini görebiliyordum. Sesi tir tir titreyerek devam etti anlatmaya.
-Sana çok daha önce ulaşmayı denedim... İnan bana çok denedim de... Önüme engeller koydular, kızım. O insafsız herife kızını vermemek için çok direndim, mesleğimi, canımı riske attım da kızına sahip çıkmayı başardım. Kimliğini değiştirdim bulamasınlar diye. O şerefsizin ve yancılarının ellerine geçmesin diye çok uğraştım. A.. Ar..tık faz..la vak..tim kal..ma..dı..ğını his..se..di..yo..rum. G... Göz..yaș..larını.. s..sil..
Son sözleri bunlar oldu... Nurhayat hemşire, 6 senelik vicdan azabından kurtulmuştu ve son nefesinde gözü açık gitmemişti. Kızı Hümeyra, acı bir gülümseme ile, gözlerinden akan yaşları sildi. Kendimi tutamayıp ona sarıldım ve onu sakinleștirmeye çalıştım.
-Annem ile birlikte ona elimizden geldiğince iyi baktık. Bir gün gerçek annesine kavuşsun diye... Sonunda, ölmeden önce bunu görebildi.
-Rümeysa, sizin onun üzerinde emeğiniz çok. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem. Yine de, bir ihtiyacın olur, dertleșmek istersin, kapım sana her zaman açık.
-Teşekkür ederim..
Artena, kaş ile göz arasında çantasını alıp geldi ve elimi tuttu. İşte o an, çektiğim bütün acıyı unuttum. Hümeyra, diğer eşyaları da abime teslim etti ve biz oradan ayrıldık. Nurhayat hemşirenin ölümüne elbette üzülmüştüm. Onun bu iyiliğini asla unutmayacaktım.
Eve gittiğimizde, dairemin önünde onu gördüm... Avșin ile konuşurken, sesinden tanımıştım onu. Rüyalarımı işgal eden o adam, tam karşımda duruyordu. Sonra göz göze geldik, sanki o an ikimiz için de zaman durmuștu. O da en az benim kadar şaşkındı, bunu görebiliyordum.
Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum, zaman kavramı önemini yitirmiști sanki. Sonunda, elini uzattı ve kendini tanıttı.
-Merhaba, ben Azad Yücel. Avșin'in abisiyim.
-Șana Tekin. Tanıştığımıza memnun oldum.
Tanışma faslı ve ayaküstü kısa bir sohbetin ardından, Avșin ve Azad memleketlerine giderken, abim ve ben, Artena'nın eşyalarını yerleştirmekle uğraştık. Nihayet bu işi de hallettik ve abim, bir süre bizimle vakit geçirdikten sonra, koca evde baş başa kaldık. Anne kız hasret giderirken, heyecanlı bir şekilde yanımıza gelen Nila, ısrarla patisini sehpaya vurduğunda, gözümden kaçan o küçük paketi fark ettim. Paketi elime alıp açtım. Beyaz bir lotus çiçeği kolye vardı. Paketin içinde bir de not vardı.
"En kirli eller dahi gölge düşüremez saflığına."
Bu da ne demek oluyordu şimdi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |