11. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 10. Bölüm

10. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

Silahı tetikleyeceği anda yere yığıldı, Uğur ile göz göze geldik “İyi misin?” Gözlerindeki korkuyu rahatlıkla seçebiliyordum “İyiyim, bir saniye geç gelsen ölmüştüm. Sana bir can borcum var.” Yanına ilerledim, Teo’ya kelepçeleri taktıktan sonra gözleri ile beni süzmeye devam etti. “Tim iç dış temizlik yapıyor, sessiz ilerliyoruz. Git kızların yanına onları koru.”

Bakışlarımı dikleştirdim, “Silah vermen lazım önce.” Hemen silahını belinden çıkartıp uzattı. “Dikkatli ol.” Başımı tamam manasında salladım uzattığı silahı hızla alıp odaya doğru ilerledim. İçeri hızlıca girdim, “İyi misiniz?” ikisi de bana baktılar “İyiyiz.” Derin bir nefes aldım, “Timimiz geldi rahat olun tamam mı başına hiçbir şey gelmeyecek.” Sevinçle birbirlerine baktılar, hemen sarıldılar. Yüzümde istemsizce bir gülümseme oldu. Kapının önünden gelen adım sesleri ile bakışlarım çatıldı “Dolabın kenarına geçin çökün ne olursa olsun ses çıkarmayın?”

Onlar dolabın arkasına saklanırken ben hızlıca duvara yaslandım, kapı yavaşça açıldı, tedbirli adımlarla ilerliyordu, her adımında düşünüyor gibiydi. Silahımı hazırladım, bir adım daha atınca kolunu gördüm, Türk bayrağı vardı derin bir nefes aldım “Asker benim.” Silahımı indirdim, karşısına çıktım son ana kadar silahı dimdikti. “Esem, oh iyisin.” Selçuk hızla silahı arkasına itti, başımla onayladım hemen sarıldık “Bir yerinde bir şey yok değil mi?” Başımı iki yana salladım “Ben iyiyim, kızları buradan çıkarmamız lazım. Hiç güvenli değil.”

Kızlara göz ucu ile baktı “Onları ben araca götürürüm Emre orada komutanım, sizde yanlarında kalsanız daha iyi olur gibi komutanım.” Balımı aşağı yukarı salladım, “Burası bende, Ulaş Teo’yu aldı. Onu da paketlersiniz.” Hemen odadan çıktı kızların yanına eğildim, “Hadi gidelim.” Hemen ayaklandılar. “Her daim arkamda olun, ben elimi kaldırmadan yürümek yok. Duyduğunuz hiçbir silah sesine bağırmak yok tamam mı?” Hemen onayladılar, biran evvel evlerine gitmek istiyorlardı.

Yavaş kontrollü adımlarla ilerlemeye başladık hem kızları hem kendimi koruyordum, karşımıza çıkan bir iki mantarı budadıktan sonra bahçeye çıktık. Emre beni görür görmez hemen yanıma koştu, “İyi misin?” kızları gösterim “Araca götürelim.” Hemen onlar döndü, sıcak bir gülümseme ile “Emre ben Üsteğmen Emre Ezer tanıştığımıza çok memnun oldum, bir yaranız ya da acıyan bir yeriniz var mı? Tıp eğitimim var ilgilenebilirim.” İkisi de başlarını iki yana salladılar “Biz iyiyiz teşekkür ederiz.” Emre yine aynı ifade ile karşıladı, “Ben sizi araca götüreyim.” Birlikte arabaya doğru ilerledik, kızlara kapıyı açtı onlar içeri girerken bende kaputa oturdum.

“İyi misin?” yanıma oturdu, az öncekine nazaran sert bir sesle “İyiyim sen?” gülümsedi “Çok, bir isteğin.” İkimizde gözlerimizi evden ayırmıyorduk, timden gelen bir işaret ile içeri dalmak için hazır bekliyorduk “Telsiz yanında mı?” hemen uzattı, “Kor sesimi duyuyor musunuz?” hemen cevap geldi “Dinlemedeyiz.” Yüzümde Pars’ın sesini duyar duymaz bir gülümseme oluştu “Acele etseniz iyi edersiniz her an burada olduğunuzun haberini alıp birileri gelebilir.”

“Gelsinler onları da budarız, bizde o güç var çok şükür.” Batur’un sesinin ardından onu destekleyen sesler yükseldi telsizden “Beyler, yalnız biz yokuz karargâha götürülecek bir kellemiz, hanesine teslim edilecek iki kızımız var.” Yine Batur cevapladı “İşte onu doğru dedin komutanım.” Bakışlarımı Emre’ye çevirdim, “Görüyorsun değil mi? Kendi canını benim canımızı tehlikeye atıyor ama kızların canını asla işte böyle dostlar lazım bize.” Herkes güldü “Öyle demeyin komutanım ağabeyime.” Kaşlarım istemsizce kalktı.

“Çağdaş aslanım hatırlat karşılaşınca sana iki çift sözüm olacak.” Anlık bir sessizlik oluştu “Emredersiniz komutanım.” Telsizi Emre’ye uzattım, “Kor beni ilgilendiren bir şey söylerse haber edersin, diğer telsiz sende ise verebilir misin? Karargâh ile görüşmem lazım.” Hemen çantasından telsizi çıkarıp uzattı. Arabanın üzerinden kalktım, telsizi açtım. Birkaç dakika sonra ses geldi.

“Teğmen Asel Kurt dinlemedeyim.”

“Yüzbaşı Esem Bengi Kara, bilgileri kontrol edebildiniz mi? Bir şey bulduk mu konuşmalar işimize yarar mı teğmenim?”

“Albay Kemal Türk, görevi başarı ile tamamladın yüzbaşım timin ile buraya gel bu kadar bilgi senin için yeterli.”

“Emredersiniz komutanım.”

Telsiz kapandığında boynumu esnetip sakinledim, olabilir Esem olabilir askersin sen bazı şeylerin sana söylenmesi yanlış olabilir. Buna takılma geri dönüş yoluna odaklan. “Komutanım bakmanız lazım.” Emre koşarak yanıma gelince ona döndüm “Dinliyorum.” Elindeki telsize bize uzattı, “Komutanım geliyorlar.” Anlamadım der gibi bakıp telsizi elime aldım. “Dinliyorum kor.” Hemen ardından Rüzgar’ın sesi geldi “Komutanım saat dört yönünden ve saat sekiz yönünden iki grup geliyor. Bizi sıkıştıracaklar.” Öfke ile dişlerimi kenetledim.

“Pars? Ne yapalım?” derin bir sessizlik oluştu, “Emre, Esem’i al araç ile köye gidin kızları ailelerine teslim edin burası bizde.” Başımı hayır manasında salladım “Olumsuz, buradan ayrılmayacağız. Başka fikri olan?” Pars öfke ile yanıtladı “Sormadım emir veridim.” Aynı rütbedeyiz bana emir veremez “Emri astına var yüzbaşım bana değil.” Emre’ye döndüm “Emre kızları götürecek ben sizinle kalıyorum.” Emre başını iki yana sallamaya başladı, telsizi kapatır kapatmaz “Sizi burada bırakıp gidemem.”

“Sana sormadım Emre, görev gereği paylaşım yaptık ve senin kızları götürmene kanaat getirdik. Hadi oğlum oyalanma.” İstemeyerekte olsa arabaya yöneldi “Dikkat edin kendinize.” Başımı önüme eğerek onayladım “Sende, kızlar sana emanet.” Araba harekete geçer geçmez binaya yöneldim “Doruk, Alp, Tuna siz diğer araç ile Emre ve kızları takip edin yolda sıkıştırılmasınlar.” Ulaş’ın sesinin ardından dışarı doğru koştular.

“Kalanlar olarak planımız ne? Mühimmatımız ne kadar?” Hepsi bana baktılar “İkiye bölünelim ne kadar dayanabilirsek dayanalım. Çoğunu alırız zaten ben altından kalkamayacağımız bir şey olduğunu düşünmüyorum.” Çağrı çok açık ve net konuşuyordu başını bize çevirdi onay bekler gibi “İyi diyorsun hoş diyorsun da bir füzeye hepimiz tahtalı köydeyiz.” Ulaş gayet rahat söylemişti.

“Dıştaki dağları çıkarken zaten yorulacaklar, bize sadece tepede gördüğümüzü indirmek kalıyor, füze çıktığı alabiliriz bende o konuda Çağrı’ya katılıyorum aslına bakılırsa komutanım.” Rüzgar’ın Çağrı’yı desteklememek gibi bir olayının olması imkansızdı zaten. “Adamlar dağılırsa ne yapacağız, bir mevzi alana kadar oldukça yakınımıza girerler.” Güney haklıydı “Her iki grubu ikiye bölelim dağılma anında ikinci grup mevzi değiştirene kadar yayılmacı ilerleriz olmaz mı?” Çağdaş’ın sorusunu Batur hemen cevapladı “Olmaz aslanım, yine zaman kaybı.”

“Beyler düşünüyoruz taşınıyoruz güzel ama adamlar geliyor. Karar verelim.” Herkes bana döndü, “Tamam, dörde bölünüyoruz ana hatta iki grup olacak diğer iki grup çaprazlarda kalacaklar. Eğer dağılırlarsa çaprazdan açılmaları rahat olacak. Anlaşıldı mı tim?” Pars’ın son ana kadar susup, en son nokta atışı sorunları çözmesine bayılıyorum baba gibi baba ağabey gibi ağabey.

“Emredersiniz komutanım.” Hemen dörde bölündük, ben, Rüzgar ve Güney dört numaralı alana geçtik. “Komutanım, Ankara’ya dönünce birlikte yemeğe gidelim mi?” Çok masum bir sesle sormuştu “Gidelim Güney’im neden?” gülümsedi, “Özledim be, uzun zaman sonra yeninde göreve çıktık çıkmışken de dönüşünü pide ile tamamlayalım istedim.” Yüzümde bir gülümseme oluştu, “Olur oğlum yapalım.” Silahlarımızı ayarlayıp beklemeye başladık.

“Geliyorlar.” Sesinin üzerine silahın dürbününe yaklaştım. “Kor her kurşun bir kelle.” Ulaş’ın motivasyon konuşmasının üzerine hepimiz güldük. Ufukta görünmeye başlamaları ile bizim silah seslerimiz etrafta yankılanmaya başladı. “Dağılıyorlar.” Hemen yönümü çevirdim “Bende.” Bu ses sadece benden değil aynı anda Rüzgâr’dan da çıktı. “Hızlısın fırtına.” Rüzgar’ın yüzünde bir gülümsem oluştu “Eyvallah komutanım.” Herkes bütün odağını adamları öldürmeye harcıyordu.

“Komutanım bir şey oldu bunlar niye bir anda kesildi.” Selçuk’un öfkeli sesini Pars’ın her zamanki sakinliği dindirdi “Silahlarınızı hazırda tutun mutlaka devam edecekler, bittiklerini sanıp açığa çıkmamızı bekliyorlar.” Gerçekten amaçları bu kadar aptalca olabilir miydi? Elimizden başka ne gelirdi ki ne yapabilirdik ki? Silahlarımızın mermisini doldurup beklemeye başladık.

“Askerler size bir sürpriz hazırladık.” Hepimiz sesin geldiği yöne odaklandık “Herkes dikkatli olsun ben demeden ateş etmeyeceksiniz.” İçimi hafiften bir sıkıntı kaplamaya başlamıştı. Yavaş adımlarla birbirlerine bağlı bir şekilde bizimkiler çıktı. “Emre!” Ulaş’ın çığlığı o kadar yüksek sesle yankılandı ki, anında nefesim kesildi “Ulaş sakin ol.” Pars derin bir nefes aldı, telsize yöneldi “Ne istiyorsun lan? Onlarla dokunursan yemin ederim seni ölmekten beter yaparım.” Hepimiz artık öfke ile soluyorduk.

“Ağabey, Emre orada! Emre ağabey Emre!” Pars öfkeli bir sesle “Batur, Turan’ı arkaya götür.” Ulaş ile ikisinin direnmesi başladı bir anda, Batur onu arkaya götürmeye Ulaş ise Emre’nin yanına doğru koşmaya çabalıyordu “Kardeşim orada lan!” Batur sağlamından bir yumruk yapıştırdı “Kardeşlerimiz orada, kalk arkaya gidiyoruz. Sen bizim komutanımızsın lan, kendine gel.” Kolunda tutup geriye doğru götürmeye başladı.

“Teo, onu bize ver adamların yaşasın.” Pars kaskını yer fırlattığı an ne kadar çaresiz bir hale düştüğümüzü fark ettim, “Yarım saat müddet veriyorum sana asker.” Başını öne eğdi hepimiz ona bakıyorduk “Telsiz versin biri.” Selçuk hemen telsizi uzattı hızlı adımlarla alandan çıktı, boş odalardan birine girip kapıyı kapattı. “Ne olacak şimdi ya vermeyin derse.” Çağdaş’ın gözlerini korku sarmaya başlamıştı bile. Çağrı kendine çekti “Onlara bir şey olmasına asla izin veremeyiz.” Vermeyiz vermeyiz de Albay ne der acaba?”

Pars öfke ile içeri geri döndü “Kimse telsize bakmıyor.” Olduğu yere çöktü başını kaşımaya başladı, camdan bizimkilere bakıyordu, “Ne yapıyoruz komutanım?” Rüzgar meraklı gözlerle bakmasına rağmen sakin bir ses tonu ile soruyordu “Bilmiyorum oğlum biraz düşünmeye ihtiyacım var.” Sesinden çaresizlik o kadar rahat okunuyordu ki. “Kor arka tarafa geçin.” Hepsi bakışlarını bana çevirdi, sonrada sağ olsunlar ikiletmeden çıktılar, Güney çıkarken hafifçe omzuma dokundu, elinden geldikçe destek olmaya çalışıyordu.

Herkes çıkınca olduğum yerden zor bela kalktım, Pars’ın yanına oturdum. “Onları ölüme yollayamam.” Başımı salladım “Yollayamayız.” Başını duvara yasladı “Teo’yu veremem onlar gibi nicesini ölüme yollamak bu.” Başımı yine salladım, elimi dizine koydum “Haklısın.” Bakışlarını bana çevirdi “Ne yapacağım?” derin bir nefes aldım “Vermeyeceğiz ne onlar nede Teo’yu.” Kaşlarını çattı, “O nasıl olacak?” elimle dağın altı kısmını işaret ettim. “Onların iplerini görüyor musun? Dışta birileri tarafından tutuluyor, Ulaş onları vuracak bunlar kendinlerini dağdan aşağı yuvarlamayı akıl ederler zaten. Bizde koruma ateşi açacağız.”

Gözlerini kıstı, kafasında kurguluyordu sessizleştim düşünmesine izin verdim. “Çok tehlikeli.” Başımı salladım, “Tek yolumuz.” Oflayarak elini yere vurdu “Bundan nefret ediyorum, şu çaresizlikten nefret ediyorum şunu yaşamak yerine ölmeye tamamım biliyor musun?” görevde hepimizin sorumluluğu onun üzerine biniyordu. Omzuna başımı koydum “Elimizden geleni yapacağız. Çaresiz değiliz çarelerimiz tehlikeli.” Başını yana yatırdı “Çaresiz değilsek bile çarelerimizin tehlikeli olması bile beni çok yoruyor.” Gözlerimi hafifçe kaldırdım ona baktım “Toparlanalım, kardeşlerimizi kurtaralım. Hadi baba hadi!” sesimle timdekilerde geldi. Pars kendini esnetip hazırlandı “Ulaş emir verdiğimde dışta ki ipleri vur.” Ulaş anlık bir duraksadı “Ne yapacağım, ne yapacağım?” Pars rahat bir sesle yineledi “Bizmkiler ile adamlar arasında dış ipleri vuracaksın.” Ulaş hemen silahını ayarlamaya başladı “Ahsenim, şaşırtma kızım benim.” Kendi kendine söylenmeye Ahsen’i öpmeye başladı.

“Sonra ne olacak komutanım?” Selçuk merakla Pars’a bakıyordu “Onlar bizim olduğumuz tarafa doğru kayarken koruma ateşi açacağız. Tehlikeli, belki de onlar için ölümcül. Ama tek çaremiz bu.” Batur başını iki yana salladı, “Değil verelim yine yakalarız bu iti verelim. Üç askeri tehlikeye atmaya değer mi bu adam?” bakışlarından öfke fışkırıyordu “Batur sana konuş demedim. O adamı vermeyeceğim.” Batur sinlerle elini duvara vurdu “Askeri başarıları bir kenara bırak artık! Orada üç asker var. Üç özel harekâtçı, onlar bizim kardeşimiz lan!” Herkes katılır gibi bakıyordu, “Beyler, o adamı vermek demek onlar gibi nice askeri öldürecek planları onlara vermek demek. Anlaşıldı mı?” bakışları öfke ile bana döndü.

“Siz komutanınız bir emir verdi, mevzi alın.” Hepsi hızla mevzilerine döndü, Batur ağır adımlar yanıma yanaştı kulağıma eğildi “Eğer onlarla bir şey olursa sakın ama sakın üzülme. İkinizin de buna hakkı yok, siz bunun sebebisiniz.” Yanımdan süzülüp geçti, eski yerine geçip silahını ayarladı. Yüzümde kırgın ama gururlu bir gülümsem oluştu.

Beni kırmaya bile kabuldü bu timi korumak için. Belki de bu yüzden yıllardı hiçbir kavga yaşamadan bu kadar rahat bir şekilde bu günlere gelmiştik. Yerime geçtim. Birkaç dakika sonra Pars derin bir nefes aldı “Ateş.” Hayatın da verdiği en zor emir olduğuna emindim. Ulaş, iki el ateş ettikten sonra hepimiz anlamaları için dua ettik hemen anlayıp dağın bizden tarafına atladılar. Hemen koruma ateşi açtık. Bizim silah sesimize onlarınki de eklendi “Kor bastırın şunları, hadi aslanlarım hadi.”

Bölüm : 16.09.2024 15:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...