

“İniyoruz.” Hep birlikte arabalardan inip mekâna girdik. Uzun büyük bir masaya oturduk. Ulaş’ın hemen yanına oturdum. Herkes sırayla sipariş verdi “Siz?” sadece ben mi kalmıştım sipariş vermeyen. “Karışık tost yeterli.” Ulaş başını eğip bana baktı, “Çok acım demiştim.” Başımla onayladım, ama şuan aç hissetmiyordum “Şuan çok istemiyor canım.” Allah Allah der gibi baktı.
“Sude, Batur söyledi bebek alışverişi yapmışsınız. İstediğiniz gibi bir şey bulabildiniz mi?” Sude heyecanla Batur’a baktı “Çoğu şeyi bulduk.” Batur’un yüzünde aynı ifade yoktu, mesajları da düşününce biraz tuzlu olmuş anlaşılan. Derin bir nefes alıp yavaşça başımı Ulaş’ın omzuna koydum, elini yavaşça tuttum. Bizimkiler ile konuşmaya devam ederken başını hafifçe başıma yasladı. İnsanları bu şekilde dinlemek o kadar güzeldi ki.
“Komutan iki gün izin demişti Albay ama karargâha öğlen dört gibi gelmemiz ile ilgili bir mesaj gelmiş. Bir sorun mu var? Biliyor musunuz?” Pars başını iki yana salladı “Bir bilgi geçilmedi siz ne kadar biliyorsanız bende o kadar biliyorum.” Bakışları ile Begüm’ü ve Sude’yi işaret etti “Sonra konuşalım olur mu gençler.” Herkes aklındaki soruları silip yavaşça sustu. “Bir sorun var değil mi? Neden susuyorsunuz?” Hemen Sude’ye döndüm “Bir sorun yok, sadece sorunumuz şu, siz asker değilsiniz. Özel bilgileri ulu ortada konuşmamız doğru değil.”
Begüm benim ile aynı sakinlikle “Rahat ol aşkım, zamanla alışıyorsun hiç unutmam bir keresinde bunlar bana Pars özel görevde diyip durdu bende takılmadım meğersem esir düşmüş zor bel bulmuşlar oradan çıkarmışlar. Pars gelince gerçeği öğrendim. Uzun lafın kısası onlar istemeyince hiçbir şey öğrenemezsin.”
Sude rahatlamak yerine daha çok gerilmiş gibi duruyordu. Gözlerini önce Batur’a sonra Pars’a çevirdi “Geçen ay Batur özel görevde korkma gelecek demiştin. Arama açamaz demiştin. Ağabey?” herkes derin bir suskunluğa büründü.
…
“Tekrar ediyorum kor geri çekiliyoruz.” Hızlı adımlarla geriye doğru ilerlerken birden telsizden “Bera! Komutanım Bera’yı götürüyorlar. Komutanım!” sesi yankılandı “Kor, Bera’ya destek olun.” Hepimiz seri şekilde etrafını taramaya başladık. Yineden engel olamadık, uzağa doğru sürüklemeye başladılar hemen ardından da yok oldular.
“Komutanım, hedef görünmüyor.” Derin bir sessizlik oluştu “Komutanım hedef benimde görüşümden çıktı.” Bu ses birkaç kez daha yankılandı “Pars ne yapacağız?” istemsizce sormuştum, Pars derin bir nefes aldı “Geri çekilin.” Ne? Ne demek geri çekilin? “Komutanım Bera kaldı.” Selçuk’un sesi titriyordu “Hem onu hem sizi tehlikeye atamam geri çekiliyor. Emir tekrar ettirmeyin bana.” Hiç kimse cevap vermedi, ortalık biraz dinginleşince ve uzaklaşınca bir araya toparlandık.
Selçuk devasa adımlarla Pars’a doğru yürürken kolundan tutup durdurdum “Bırak, komutanım bırak!” geriye doğru ittim “Sakin ol! Emir bu karar bu askersin sen kendine gel!” eliyle dağları işaret etti “Geride hani adam kalmazdı? Batur neden orada o zaman!” zor bela tutuyorlardı, “Uzaklaştırın şunu.” Emre ve Ulaş zor bela götürdüler.
Pars’a döndüm “Gidip alalım, burada bırakamayız.” Başını iki yana salladı “Batur kardeşim ama onun için bütün bir timi tehlikeye atamam. Esem eğer geri çekilmezsek buradan sağ çıkan olmaz. Mutlaka geri döneceğiz kardeşimizi kurtaracağız ama şimdi değil.” Aklıma mukayyet olmakta zorlanacağım cümleler duyuyordum.
“Aklın nerede senin? Ya hepimiz ya hiç birimiz. Burada bırakırsak sağ bulamayız. Tim komutanı olarak ya bizi kardeşimize götür yada bana izin ver ben kardeşimi alayım!” olduğu yerden kalktı, gözlerimin içine bakarak “Yüzbaşı olabilirsin ama tim komutanı benim ve emir gayet net geri çekiliyoruz.”
Yüzümde kocaman bir sırıtma oluştu “Tim komutanı olabilirsin ama bana emir vermezsin. Dağda adam bırakmak ne demek ya!”arkasını döndü, sert bir şekilde “Kor, Ankara’ya dönüyoruz.” Başımı iki yana salladım “Umarım ben haksız çıkarım.”
Hepimiz öfkeli adımlarla helikoptere doğru ilerledik, herkesin gözünde büyük bir öfke vardı. Dilimiz belki susuyordu ama gözlerimiz korkumuzu, acımızı öfkemizi haykırıyordu. “Komutanım kusura bakmayın ama Sude’ye ne diyeceksiniz tam olarak?” Emre’nin sesi hem öfkeden hem üzüntüden titriyordu.
“Kocasının özel görevde olduğunu söyleyeceğim, sonra buraya geri geleceğim kardeşimi alıp karısına vereceğim. Başka soru?” hepimiz sustuk, belli etmese bile o da endişeleniyordu “Alacağız, ne pahasına olursa olsun.” Ulaş’ın sesi tek umudumuz oldu ne olursa olsun onu alabilmek.
Helikoptere bindiğimizde Selçuk kararmış gözlerle Pars’a bakıyordu, hafifçe yanına eğildi bir şeyler fısıldadı. Pars birkaç dakika boyunca dondu. “İyi misin?” gözlerini kaldırıp hafifçe baktı, sessizce onayladı. “Hiç kimse Sude’ye bir şey çaktırmayacak tamam mı?” elimizden geldiğince yapacaktık.
“Helikopterden iner inmez Albay karşıladı bizi, gözlerindeki hüzün o kadar sert kurşunlar atıyordu ki yüreğimize hepimiz kendimizi sıkıyorduk dünyayı yakmamak için. “Kor, arkadaşınızdan haber gelene kadar izinlisiniz. En kısa sürede evladımızı yuvasına getireceğiz.” Tek tek hepimiz baktı “İyi istirahatlar.” Arkasını dönüp gitti. Hepimiz olduğumuz yere çöktük.
“Komutanım?” Asel ve diğerleri koşar adımlarla yanımıza geldi “Batur? Yaralı olarak mı ele geçirdiler?” bilmiyorduk, görüş açımız çok kısıtlıydı sadece savunacak kadar görebiliyorduk.
“Bilmiyoruz, hiçbir şey bilmiyoruz.” Güney kaskı sinirle yere fırlattı “Allah kahretsin ki bilmiyoruz. Kardeşimizi gözümün önünde aldılar ama biz yarası var mı bilmiyoruz. İyi mi bilmiyoruz. Bilmiyoruz!” Güney bütün bunlar yaşanırken susmuştu ama şimdi öfke ile bağırıyordu.
Hemen yerimden kalkıp durdurdum “Sakin ol.” Başını iki yana salladı “Ne sakini bak birileri çok sakin zaten. Biz öfkelensek kaç yazar.” Cümlesi biter bitmez Pars yerinden kalktı “Siz sadece Batur’u düşünürsünüz ben hepinizi. Ben mutlu muyum? O çocuk benim askerim, başına bir şey gelse benim yüzümden anladın mı? Söyle hangimizin canı daha çok yanıyor.” Eşyaları yere fırlatıp kışlaya geçti.
“Herkes sakin olsun. Karargahtayız.” Altay’ın sakinliği hiçbir şeyi görmediği içindi, Ulaş hafifçe yerinden kalktı “Tamam kardeşim bizde o kısım sen Pars’a bak.” Altay istemese de kabullenerek içeri yöneldi Ulaş bize döndü “Batur gelecek. Sakin olun, toparlanın.” Yavaş ve yorgun adımlarla kışlaya yöneldi bizde peşinden gittik.
…
“Komutanım, ağabeyim nerede?” Çağrı dolu gözlerle titrek bir sesle soruyordu. Hiçbirimiz cevap veremedik “Ağabeyim nerede? Biriniz bir şey desin ağabeyim nerede?” gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü, elinin tersiyle sildi. “Dönecek kardeşim dönecek.”Ulaş yanına birkaç adım atınca geriye çekildi. “Ağabeyim nerede!” Yerimden kalktım “Esir düştü diyelim ama alacağız geri alacağız.” Bakışları hafifçe çöktü, diyecek hiçbir şey bulamadı, Olduğu yere çöktü yanına oturdum, diğer yanına Ulaş oturdu.
“Kim aldı? Nereye aldı? Bir şey biliyoruz diyin bana.” Derin bir nefes aldım “Ne yazık ki bir şey bilmiyoruz.” Başını öne eğdi, “Bulacağız ama değil mi?” umudum bu yöndeydi ama fazla pozitif konuşmak boşuna ümit vermek olurdu. “Umarım.” Ulaş en mantıklı ve en doğru şeyi söyledi. “Aldığımız ilk haberde ne pahasına olursa olsun onu bulacağız.” Diye ekledi daha kısık ama güven veren bir tonla.
“Eve geçelim artık Sude ile konuşacağım daha.” Hepimiz Pars’a döndük “Biz merdivende bekleyelim o zaman sen konuş bir sorun olursa yanına çıkalım hepimiz kalabalık yapıp iyice germeyelim.” Emre haklıydı, hepimizi karşısında görünce kötü bir şeyler olduğunu kesin anlardı.
“Sude ile Esem seninde aran iyi yanımda dursan daha iyi olmaz mı?” başımı iki yana salladım, en eski dostumdu yalan söylesem saniyesinde anlardı hem ben ona yalanda söyleyemezdim “Ben yapamam, Sude’ye yalan söyleyemem, anlar.” Pars mecburen onayladı. Hızlı adımlarla arabalara ilerledik binaya gelir gelmez adımlarımız yavaşladı. Hepimiz yavaşça merdivenlere oturduk.
Pars ağır adımlarla merdiveni çıktı, “Allah’ım sen bana güç kuvvet ver.” Derin bir nefesin ardında kapıyı çaldı, çok geçmeden kapı açıldı.
“Pars ağabey? Ba-Batur nerede? Ne oldu ona?” sesi direk korkuyla ağlamaklı bir hale geçmişti “Sakin ol kızım, kocan özel görevde. Komutanı olduğum için göreve çıkmadan telefonunu falan bana vermişti onları vereyim dedim. Korkulacak hiçbir şey yok.” Sude’nin vereceği cevabı beklemeye başladık.
“Doğru söylüyorsun değil mi? Ağabey lütfen bana dürüst ol o iyi değil mi?” ara sıra sesi çok titrediğinden duraksayıp sonra devam ediyordu “İyi, gelecek özel görevde. Neden korkuyorsun kızım sen?” gözümden akan yaşları sildim, timde herkesin rengi atmış canı sıkılmıştı.
“Korkmamak elde değil ağabey ya bir şey olursa.” Pars sesini toplamak için sertçe öksürdü “Korkma hiçbir şey olmayacak. Buna izin vermem.” Vermeyiz, canımız pahasına vermeyiz.
…
“Geçmiş geçmişte kaldı hayatım. Boş verelim şimdi eski sayfaları.” Batur’un dediklerini Sude resmen duymuyordu, “Pars ağabey bir şey desene sen bana yalan mı söyledin?” Pars başını hafifçe kaşıdı “Kızım ben sana nasıl diyeyim kocan esir düştü diye. El mahkûm yalan söyledik.” Sude derin bir nefes aldı, suyundan bir yudum aldı “Öyle olsun.”
Bize döndü “Size de aşk olsun, hiçbiriniz bana gerçeği söylemedi.” Hepimiz yarım gurulu bir ifade ile birbirimize baktık “Biz emir kuluyuz.” Hepimize sert bakışlar attı “Kahvaltı bitsin, benden çekeceğiniz var.” Güney kibar minik bir gülümseme ile “Bazen göreve gitmeyi çok seviyorum.” Hepimizi bir gülme tuttu. “Gülmeyin be!” sakince sessizleştik.
“Oyalanmadan kalksak mı biz komutanım. Kızları eve bırak, karargâha geç anca.” Rüzgar’ın cümlesi biter bitmez hepimiz ayaklandık. “Komutanım siz direk geçin isterseniz bir Alp ile bırakalım yengemleri.” Mantıklıydı boşuna dolanmaya gerek yoktu. “Olur olur en mantıklısı o.” Herkes yavaşça uzaklaştı, “Uğurum, kesene bereket aşkım.” Heyecanla döndü “Şuan bu hesap beni üzemez senden şu cümleleri duydum ya.” Başlarımı hafifçe kaldırıp omuzlarımı silktim “Gönül isterdi ki bu sohbeti uzatayım ama işte görev beklemez.” Kedimi hafifçe esnettim “Kapıda bekliyorum yüzbaşım.”
“Geliyorum yüzbaşım.” Aynı ses tonu ile cevaplayınca istemsizce yüzümde bir gülümseme oluştu. Dışarı çıktığımda Emre dışında kimse kalmamıştı “Sen niye onlarla gitmedin?” kaşlarını çattı “Sen beni istemiyorsun anladım ama bu kadar belli etme.” Başımı iki yana salladım, “Ben öyle mi dedim? Görev beklemez diye.” Yanına eğildim, kaldırıma oturdum “İyi misin sen?” başını evet manasında sallayınca hafifçe omzuna dokundum.
“Göreve çıkmadan söylemediğin derdini ya çöz ya da unut. Aklında kalırsa hata yaparsın. Halledemiyorsan gel bize anlat beraber halledelim.” Derin bir nefes aldı “İyi ki varsın.” Başımı omzuna koydum “Sende” yüzündeki ifade sabitti, dümdüz karşıya bakıyordu elindeki çakmağı yüzlerce kez çevirmiş halende çeviriyor bir yandan da ara sıra gözlerini kısıp aklından geçenlere iyice takılıyordu.
Her şey bir anda olmuştu, birden kahvaltıda telefonuna bir mesaj gelmişti ve birden dünyadan kopmuştu. “Emre?” ikimiz aynı anda sesin geldiği tarafa döndük, güzel sarışın bir kadın bize bakıyordu. Emre onu görür görmez ayaklandı “Canan.” Kimdi bu Canan?
Ağır adımlarla yanımıza yanaştı, “Gözlerimi görmeden inanmazsın diye düşündüm.” Emre başını iki yana salladı, hızlıca kızın elini tuttu “Bir daha düşünsen, çözeriz mutlaka. Aşılamayacak bir şey değil ki.” Kız başını hafifçe yana yatırıp ellerini çekti, “Ben asker eşi sevgilisi olamam yapamam Emre. Özür dilerim.” Boynundaki kolyeyi çıkarıp Emre’nin avuçları arasına sıkıştırdı“Özür dilerim.” Koşar adımlarla gidince Emre peşine yöneldi. Kolundan tutup durdurdum.
“Böyle sebep mi olur ya?” olur, her an ölümle yaşamak her insanın kaldıracağı bir iş değil neticesinde “Sakin ol biraz. Kız güzelce açıkladı kendini. Elinde hiçbir şey gelmez.” Elindeki kolyeye çevirdi gözlerini “İlk defa biri beni sevmişti.” Başımı iki yana salladım “Saçmalama, seni seven çıkacak elbette doğru zamanı geldiğinde karşına çıkacak.” Emre kaşlarını hafifçe çattı “Sanmıyorum.” Sıkıca sarıldım “Ben inanıyorum.” Ulaş ile göz göze geldik. Hafifçe Emre’yi işaret ettim. İyi değil manasında kaşlarımı kaldırdım.
“Kardeşim?” Emre yavaşça beni bıraktı, Ulaş’a döndü. İkisi arabanın arkasına oturdular ben öne geçtim. “Anlat ne oldu?” Emre derin bir nefes aldı “bir hafta falan önce kızla barda tanıştık. Kafamız baya uyuştu beni seviyor sanmıştım, öyle değilmiş.” Net bir sesle “Öyle bir şey demedi kız, ben asker eşi sevgilisi olamam dedi.” Emre bakışlarını dikleştirdi, “Aynı şey, ben askerim ha beni böyle kabul etmemiş ha sevmemiş ne fark eder.” Ne demem gerektiğini bilemedim.
“Çok şey fark eder kardeşim, mesela seni sever ama kaybetme korkusu çok büyük basar. O zaman seni sevmeyi değil başka şeyleri düşünür. Bak oğlum kız beklide sevgilisi varken aylarca yalnız kalmak istemiyordur. Bilemeyiz, yıpratma kendini.” Emre yine az önceki sessizliğe büründü, karargâha yaklaştığımızda hafifçe sırtını dikleştirdi “Hadi işimizi yapalım.” İkimiz aynı anda “Sen iyi misin?” yutkundu, “İyiyim. Görevimi yapabilecek kadar iyiyim.”
Arabadan önce o sonra biz indik, karargaha girer girmez Tuna bizi karşıladı “Komutanım tim kışlada.” Hemen o tarafa doğru ilerledik. “Bir sorun yok değil mi Tuna?” başını iki yana salladı “ Bize henüz bir bilgi geçilmedi komutanım. Belki siz geldikten sonra bir şeyler söylerler.” Ulaş başını hafifçe salladı “Allah Allah, Pars’ı çağırıp bilgi vermediler öyle mi?”
Başını sadece sallayarak onayladı, kışlaya kadar hiç konuşmadan ilerledik, kışlaya girdiğimiz gözlerim istemsizce Pars’ı aradı ama bulamadım, Ulaş ile aynı anda “Pars nerede?” Rüzgar eliyle içeriyi işaret etti, “Albaydan haber gelene kadar spor odasında olacağım dedi.” Bakışlarımı Selçuk’a çevirdim “O içerde ise sen niye buradasın?” kaşlarını kaldırdı.
“Kimse peşimden gelmesin. Selçuk sende!” Pars’ın sesinin neredeyse birebir aynısını yaparak söyleyince kendime engel olamadım, gülmeye başladım, tam o sırada Çağdaş ekledi “Bu timde hiç özel alan bilgisi yok yav!” iyice gülmeye başladık.
“Beyler güzel mi böyle eğlence falan. Esem sana da aşk olsun komik bir şeymiş gibi gülüyorsun.” Pars’a doğru döndüm, “Ben gülmedim. Şuan gülüyorum gibi görünüyor aslında ama yok öyle değil.” Ama konuşması, taklitlere o kadar benziyordu ki. Gülmeme engel olamadım.
“Bengi yapma.” Ulaş eliyle dürtse de ben bütün bir sinir boşalması ile gülmeye devam ettim olduğum yere çöktüm “Ama aynısı.” Daha fazla gülmeye başladım, ellerimi yere vura vura. “Bu kadar komik mi?” Çağrı’ya döndüm, başımı hafifçe evet manasında sallayarak gülmeye devam ettim, istemsizce gözümden akan yaşları sildim.
“Güney, siz biraz hava alın.” Başımı gerek yok manasında sallasam da kimse dinlemedi. Dışarı çıktık, biraz hava alır almaz bütün sakinliğim geri döndü “Az önce tam olarak ne oldu?” Güzel soruydu ama bende cevabı yoktu “Bilmiyorum kontrol dışı oldu.” Hafifçe sarıldı “Sinirlerin gerilmiş bence, ama asış sorunumuz şu ne oldu?” derin bir nefes aldım.
“Meslek gereği beklide her şeyi çok hızlı atlıyoruz, ölümü yaşamı her şeyi yani bilmiyorum. Mesela bak siz öldünüz dirildiniz, Batur baba oluyor, biz sevgiliyiz ama bunlar o kadar hızlı ilerliyor ki. Halledeceğim ama.” Birden yüzünde minik bir tebessüm oluştu, “Kendimi çok güçlü hissediyorum şuan.”
Kaşlarımı çattım “Neden?” gülmeye devam etti “Bana ilk defa dert tarzı bir şey anlatıyorsun. Pars’a değil, Ulaş’a değil bana. Hep ben geliyordum. Çok şey oldum şuan.” Yüzü hafifçe kızardı, “Ya sen bunun olmasını mı bekliyordun?” başını gururla sallarken gülünce yanaklarını sıkıca sıktım. “Kız önce söyleseydin ya bana bunu sana da anlatırdım.”
“Komutanım, iyiyseniz hazırlık yapıyoruz. Sizde gelin isterseniz.” Başımı hafif çevirince bize merakla bakan Doruk’u gördüm, yumuşak bakışlarla yanına ilerledim, koluna girdim “Gidelim bakalım.” Diğer elimide geriye doğru uzattım, Güney elimi sıkıca tutarak arkamızdan geldi.
Kışlaya girer girmez bütün timin bakışları bize döndü “Nedir?” net çıkan sesimle bir şey olmadığına ikna olarak işlerine geri döndüler. “Kontrol görevimiz var. Onun için hazırlanıyoruz.”Onaylayarak çantamı kontrol ettim “Emre sen burada kalıyorsun, Çağdaş sende Emre’nin yanında kalacak. İtiraz istemiyorum.” Bütün bakışların üzerimde olduğuna emindim ama umursamadım.
“Komutanım neden?” Sert bir bakışla Çağdaş’a döndüm “Ben öyle uygun gördüm.” Pars yanıma yanışınca gözlerimle Batur’u işaret ettim, ağabey kardeşin aynı anda aynı göreve çıkması ne kadar sağlıklıydı? Değildi hem de hiç sağlıklı değildi. “Esem ne diyorsa öyle olacak itiraz yok. Değil mi Emre?”
Emre bakışlarını bize çevirdi “Nasıl komutanım?” Ulaş sakin bir tonla “Sen göreve gelmiyorsun.” Emre direk elinde ki silahları bıraktı, “Başka bir şey var mı?” başımı iki yana salladım, köşedeki sandalyeyi çekti. “Bu gün bir şey mi oldu?” Selçuk bomboş bakışlarla hepimize baktı. “Biriniz gülme krizine girer, biri donar, biri bizi istemez biri göreve sebebini bilmediğimiz bir şekilde gelemez. Bir sorun varsa söyleyin bize de.” Açıklama yapmaya üşendiğim için çantamı hazırlamaya geri döndüm. Sanırsam bütün herkes benimle aynı tepkiyi göstermiş olacak ki derin bir sessizlik oluştu.
“Teşekkürler arkadaşlar hep böyle sohbetimiz bol olsun olur mu?” sakin bir şekilde hiç tepki göstermeden devam ettim, time göz gezdirdim herkes aynısını yapıyordu, üzerimde bir yükümlülük hissettim “Olur.” Tabi biraz geç söylediğimden kaynaklı bakışları bana döndü “Baya erken cevap verdin baya.”
Elimdeki bereyi hızla fırlattım “Rica ederim.” Çantamı toplamayı bitirdim, “Kapının önündeyim.” Pars onaylayınca hemen çıktım. Masanın üzerine oturdum, “Kara.” Altay’a doğru döndüm. Yanıma oturdu “Görev emri geldi mi?” üzerime baktım, “Sence?” zırhımın kenarını düzeltti “İyi misin?” başımı iki yana salladım. “Aklıma o gün geliyor.”
Sırtını duvara yasladı, daha kibar ve meraklı bir sesle “Hangi gün?” başımı kışlaya çevirdim “Kaybettiğim gün.” Birkaç dakika kışlaya baktı, kapıda bizim yaptığımız silah çizimine bakıp güldü “Kazandığın günden bahsediyorsun yani.” Anlamadığımı oldukça belli eden bir ifade ile baktım “Nasıl yani? Neyi kazandım.”
“Elini aklıma götürdü “Kaybettin sandığında bile devam edebilecek kadar güçlü olan seni kazandın.” Başını öne eğip devam ettirdi “O gün ben bile inandım öldüklerine bizi çağırdın konuştun ya odadan çıkınca gidip ben söyledim Albay’a kendine çocuklara zarar verme diye. Ben bilmiyordum ama sen biliyordun.”
Gözlerim kocaman açıldı, duyduklarıma sevinsem bile dona kaldım “Albay şans eseri kalmadı yani, sen beni ispiyonladın yani.” Başını hiç kaldırmadı “Sanırsam özür borçluyum.” Omzuna hafifçe dokundum “Sen özür borçlu değilsin, ben teşekkür borçluyum. Sayende yaşıyorum.”
Bu sefer onun yüzünde şaşırmış bir ifade oluştu “Gerçekten mi? Yani kızmıyor musun?” başımı iki yana salladım, “Kızacağım bir şey yapmadın, doğru olan buydu.” İkimizde masum tebessümler ile koşu yapan erleri izlerken derin düşüncelere daldık.
Neredeyse son birkaç haftada birçok şey yaşadık, öldük dirildik. Yaralandık, belki tartıştık ama hep birlikte kaldık eksilmedik, sakince devam ettik. Bundan sonrada öyle olacak aslında ne geçmişte takılmaya nede geçmişi düşünüp durmaya gerek yok.
“Esem, hadi da uçuyoruz.” Hemen ayaklandım, timin yanına gidecekken Altay’a döndüm sağ ol.” Gülümseyerek karşılık verdi time yetişmeden kışlaya girdim. Çağdaş’a baktım “Bana kızma olur mu? Şuan böyle olması gerekiyor.” Başını iki yana salladı “Eminim ki öyledir, belli ki burada kalmam daha iyi olacak. Hem siz yokken ben kışlayı temizlerim.”
“Çok makbule geçer.” Güldü, “İyi görevler, dikkat edin kendinize.” Aynı ifade ile karşılık verdim “Sende.” Başını iki yana salladı “Ben güvendeyim, mevzu sizsiniz.” Hızlıca timin yanına koştum, arkamı döndüğümde Emre halen sandalyede düşünceli bir ifade ile otururken, Çağdaş hafif bir tebessüm ile bize el sallıyordu. Adımlarımı iyice hızlandırdım en sonda olsa hızlıca helikoptere bindim.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |