

Hasas insanların bu bölümü okumadan geçmesini tavsiye ederim.
Emre
Tim gider gitmez Çağdaş yanıma geldi. “Neyin var ağabey?” gülümsedim, “Aşk acısı geçer.” Kendini geriye çekti, kafası karışmış bir şekilde saçlarını kaşıdı “Nasıl ya? Senin sevgilin mi var?” başımı evet manasında salladım, sonra aklıma artık olmadığı geldi “Vardı.” Yüzünü hüzün kapladı.
“Neden bitti?” elimdeki kolyeye baktım, “Asker yari mevzusu.” Ne diyeceğini bilemedi ikimizde sustuk. Üzerimizde karanlık bulutlar kol geziyordu. Ben sevdiğim kadını o gidemediği görevi düşünüyordu. “Eee, Çağdaş efendi ne yapacağız burada böyle kös kös oturacak mıyız?” başını hafifçe kaldırdı.
“Ben biraz sonra buraları temizleyeceğim, kışlayı pislik götürüyor olmaz böyle.” Şuraları temizlemek sonunda birinin aklına gel ya. “Hay aklınla bin yaşa aslanım.” Güldü, “O zaman sen temizliğe başlamadan ben sana bir çay ısmarlayayım.” Hemen ayaklandı “Acıktık sanki.” Gözlerimi kıstım “Eşek sıpası, tamam lan yemekte yedireceğim yürü.” O önden ben arkadan kışladan çıktık.
Koridorda biraz yürüdükten sonra elinde çanta ile yürüyen üniformasız birini gördüm. “Pardon. Bir bakar mısınız?” bakışlarını bana çevirdi, yanına doğru ilerledim. Hafifçe süzdüm “Siz kimsiniz? Burada ne arıyorsunuz?” boncuk boncuk terliyordu, titreyen bir sesle “Ustayım ben, kışlanın birinde dolapların bakımını yapmak için geldim.” Gülümsedim “Öyle desen amca. Hangi kışlayı arıyorsun sen?” zoraki bir gülümseme ile baktı “Kor timi onların kışlasını.” Bizim kışlada dolapların tadilata ihtiyacı yoktu ki. “Ben götürürüm senide bizim dolaplar sağlam.” Ellerini iki yana açtı “Ben emir kuluyum.” Orası öyleydi tabi.
“Çağdaş, sen götür kışlaya bende senin tostunu yaptırayım.” Hemen onayladı adamla birlikte kışlaya ilerlediler. Kafeteryaya inince Köşede tek başına oturan yengem çarptı gözüme yanına doğru ilerledim, beni görür görmez ayağa kalktı “Otur, otur.” Gözlerinde merak olduğunu görebiliyordum. Yanına oturdum.
“Siz niye timle gitmediniz komutanım.” Cebimden kolyeyi çıkarıp uzattım “Bitti mi?” yüzümdeki gülümsemeyi görünce devam etti, “Neden?” bakışlarım üniformama kaydı “Şaka.” Ne yazık ki değildi “Ah be, olsun daha iyisini bulursun sen ben inanıyorum.” Gülümsedim “Umarım, ben bir tost siparişi verip geliyorum.” Benle birlikte ayağa kalktı anlaşılan salmayacaktı.
Ben siparişi verirken büyük bir sessizlik ama ciddiyetle bana bakıyordu “Anlatacak mısın? Nasıl oldu? ne oldu?” zaten bildiğim her şeyi anlatmıştım “Ne dediysem o kadarını biliyorum bende.” Başını öne eğdi, insanın diyecek bir şeyi kalmıyordu, sebepsiz öylesine bitmiş güzel bir ilişki.
“Geldim komutanım.” Çağdaş’ın sesi ile o tarafa döndüm, elimle tostu işaret ettim, çayları ve tostu tepsiye koydu dışarı çıktık. “Sen niye gitmedin göreve.” Asel’in meraklı sorusu ile Çağdaş’ın tostu boğazına takıldı “Komutanlar öyle uygun gördü.” Yüzündeki ifade aslında neden burada kaldığının farkında olduğunu gösteriyordu.
“İyide neden hata mı yaptın? Başka bir şey mi oldu? Sizin ağzınızdan lafları da cımbızla alıyoruz ha.” Çağdaş çayından bir yudum aldı, olgun bir sesle “Ağabey kardeş aynı timde olmamız etik ve doğru değil o yüzden olduğunu düşünüyorum. Gelince beni başka bir time yollarlar herhalde.”
Hafifçe omzuna dokundum, bana bakıp gülümsedi “En azında bir gün şehit düşersem tarihimde efsane kor timine girmiş olduğum yazacak.” Asel ile aynı anda bakışlarım sertleşti “Tövbe de lan, daha gençsin biz senin düğününde oynayacağız daha.” Çağdaş, sahte bir şaşırma ifadesi ile “Benim?” başına hafifçe vurdum “Yok ebemin. Tabi senin lan.”
Bir süre düşündü “Yok ben kendimi evlenirken hayal edemiyorum.” Asel gülerek “Bende kendimi sevgilim varken hayal edemiyordum ama hayat işte neyi beklemesen başına getirir.” Çağdaş omuzlarını dikleştirdi “Benim kendime uygun bir sevgili bulmam çok zor.” Deli manyak birde kendine uygun olanını bulacaktı, sanki sipariş ile oluyor bu işler.
“Nasıl biri sana uyar aslan parçası anlat bakalım.” Heyecanla cümleye başladı “Öncelikle böyle uzun ince, dalgalı saçlı, tatlı dilli. Gamzeli böyle şeker gibi su gibi bir kız olması lazım.” Ellerimi iki yana açtım, “Sipariş oluşturuyor sanki aslanım benim ya.” İstemsizce gülerek Asel’e döndüm “Ağabeyi gibi çok kriteri var.” Asel arkadaşını savunur gibi bir ses tonuyla “Ve buldu. Hayat işte.”
Çağdaş ile aynı anda “Biz yengeye laf yapmadık hiç çarpıtma.” Gururlu bir ifade ile Çağdaş’a uzattım, elimi uzattım, hızlıca tuttu “Aslanım ya.” Güldü, çayının son yudumunu aldı “Ben gideyim anca bitiririm temizlik işlerini.” Komutanı olduğumu belli etmek adına rütbemi düzelttim “Dikkatli yap, kontrole geleceğim.” Yerinden kalktı, “Emredersiniz komutanım.” Hızlı adımlar kışlaya yöneldi.
“Bunlarda ailecek delilik var. Takıntılılar insan durup dururken kışla temizler mi? Temizlemez ama işte bu temizliyor.” Asel rahat bir ifade ile “Tabi canım sadece onun temizlik sorunları var değil mi?” istemsizce gülmeye başladım “Senin sevgilin başka bir boyut.”
“Demişken birde şimdi tadilatın temizliğini var uğraşır durur.” Asel’in birden bakışları ciddileşti “Nasıl yani? Ne tadilatı?” geldi ya adam, Asel’in nasıl haberi yok. “Dolap tadilatı için bir adam geldi ya.” Başını iki yana salladı “Yok, tadilat için birini çağırmadık. Hem sizin kışlada tadilata gerek var mı?”
Başımı iki yana sallarken ustanın hızlı adımlarla dışarı doğru gittiğini gördüm “Bu usta işte.” Asel o tarafa döndü “Bana böyle bir adamı içeri aldıklarıyla alakalı bir haber gelmedi.” Yerinden kalktı adama doğru koşmaya başladı. Bende peşinden koştum.
“Hey sen, mavi kazaklı olduğun yerde dur.” Arkaya doğru bakıp daha hızlıca adımladı. Koşmaya başladı, Asel’in eli beline gitti hızla silahına yöneldi, omzundan vurdu. “Uyardım ben.” Etraftan gelen askerleri elimle durdurdum, Asel ile adamın yanına ilerledik. “Lan sana dur dedim niye durmuyorsun hoş mu zor kullandırıyorsun.” Asel adamı ensesinden tutup kaldırdı.
Adamın yüzünde rahatsız edici bir gülümseme vardı “Kimsin lan sen?” yüzündeki gülümseme iyice büyüdü, adamı hızlıca yere fırlattı. “Sen bittin artık yoksun.” Adam hafifçe gülümsedi “Ve boom!” ikimizin de aynı anda kaşları çatıldı. “Ne anlatıyorsun ya?” derin bir nefes aldım. Aklımdan kesitler geçmeye başladı “Kor timinin kışlası.” Hedef belliydi hedef bizdik “Çağdaş!” kışlaya doğru koşmaya başladım.
Koşarken ayağım kaydı, hızla yere düştüm. Asel önümden son sürat geçti. Sonrada ikimiz büyük bir gürültü ile geriye doğru havaya uçtuk. “Yo, yok!” Asel’in sesi yankılanırken dondum kaldım. Arkamı döndüm bir sürü asker bizle birlikte geriye savrulmuş şok üçünde kalmışlardı herkes panik haldeydi.
“Çağdaş!” Asel deli gibi bağırıyordu zor bela ayağa kalktım. “Ağlama o orada değildi olamaz.” Kışlaya doğru ilerlemeye başladım adımlarım geriye doğru çekti, İnatla yürüyordum, inatla durmadım. Altay komutanım arkamda belirdi “Yapma oğlum.” Başımı iki yana salladım “Çağdaş orada değil.”duvardan destek alarak kapının önüne geldim. “Emre açma!” ben kapı kulpunu sıkıca tutuyordum, Altay iste benim elimi sıkıca tutuyordu.
“Bırak!” elimi bastırmamla kışlanın kapsının geriye doğru yıkılması bir oldu. Her yer simsiyah olmuştu, etrafta parçalanmış eşyalar, “Çağdaş!” içeri daldım, her adım attığımda bir şeyler yıkılıyordu. Gözüm dolabıma takıldı, çelikten olmasına rağmen çökmüş, hafif yana yatmıştı. İçerdeki ağır barut kokusu nefesimi kesiyordu. Gözlerimden akan yaşlarla etrafı görmem iyice zor oluyordu. Ellerim titremesin diye bütün gücümle sıkıyordum ama ne çare.
Burası bu haldeyse Çağdaş ne haldedir düşüncesi aklımdan çıkmıyordu, Elimi başıma götürdüm sertçe vursam sesiler kesilecekmiş gibiydi ama kesilmedi. Nerede bu çocuk. ne diyeceğiz biz ailesine kaç yaşında daha. Olmaz ne olur olmasın.
“Çağdaş nerede? Yok mu burada?” Altay’ın sesilerini hiç umursamadan bakınmaya devam ettim. Hafifçe dikleşmiş omuzlarımız yarım açık yan kapıyı görünce geri düştü “Yapma, yapma bunu yapma oğlum bize.” Adımlarım az önceki gibi titrekleşmeye başladı, Altay benden önce davrandı, koşar adımlarla kapıya ilerledi, gözleri açıldı nefesi kesildi. “Hayır!” sadece bunu söyleyebildim. Kapının önüne düştü, elini sertçe yere vurdu “Allah kahretsin!” yere vurmaya devam ediyordu, gözlerinden akan yaşlar dinmiyordu.
Dışarıdan Asel’in bağrışları geliyordu, “Bırak Beliz, gitti çocuk!” elimden hiçbir şey gelmiyordu adımlarım ilerlese Altay’ın yanına gidecektim olmuyordu, geriye gidebilsem Asel’in yanına varacaktım o da olmuyordu. “Ne olur yaşıyor olsun.”
Adımları zorlaya zorlaya Altay’ın yanına geldim. Kapı’ya yaklaşınca Altay başını iki yana salladı derin bir nefes aldım. Kapıyı hafifçe geriye ittirdim. Çağdaş dolaba sırtını yaslamış öylece duruyordu, dudağından, kulaklarından ve anlından akan kana rağmen halen dimdik karşıya bakıyordu.
“Çağdaş!” dizlerim bütün gücünü kaybetti yere düştüm, başımı öne eğdim. Bağırmak çağırmak elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Yerde resmen sürünerek yanına geçtim, kucağıma çektim. Duvardan gelen tozlarla saçları beyazlamıştı, yavaşça onları sildim “Çağdaş, kardeşim.” Dudağının kenarından akan kanı sildim. Elimi anlına götürdüm, bir çare akan kanı durdurmaya çalışıyordum.
“Dayan kardeşim, kapatma gözlerini ben buradayım. Ağabeyinde gelecek.” Cümlem biterken bir el Çağdaş’ın yüzünü örttü yavaşça gözlerini kapattı. Başım kaldırdım, kıpkırmızı gözlerle bakan albay’a baktım.
“Vatan sağ olsun.”
Gözlerimi yenden Çağdaş’a çevirdim, elimi anlından çektim “Gitme lan! Bunu yapma bize lan. Genceciksin lan!” elim yüzüne gittiği anda elimdeki kan yüzüne bulaştı. Ellerimi üzerinden hafifçe çektim. Öylece yatıyordu kucağımda. “Çocuklar, götürsünler evlat.” Kimseye bırakmazdım, yerimden kalktım, derin bir nefes aldım. Çağdaş’ı kucağıma aldım.
Kapıdan güçlü sert adımlarla çıktım. Sedya ile bekleyen gençlere baktım “Nereye gidecekse göster ben götürürüm.” Gözleri albaya döndü, sanırsam onay verdi ki biri önüme geçti, kapıyı açtı, yavaş adımlarla ilerlemeye başladı bende arkasından çıktım. “Ah be aslanım senin gibi baba yiğit bir çocuk benim kucaklarımda ha.” Birkaç adım daha ilerleyince Asel ve Beliz’in önünden geçtim. Arkamdan geldiklerini hissedebiliyordum.
Koridor boyu gözüm bir yola bir Çağdaş’ın gitgide beyazlaşan yüzüne kayıyordu. Eli yere doğru hafifçe sallanıyor, ve elinden yere ağır ağır her adımda kan damlıyordu. Kucağımda git gide donuyor ama benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Sabah kahvaltıda, tabağımda yiyemediğim yiyecekleri alıp keyifle yiyen çocuk, şimdi kucağımda şehit sıfatı ile duruyordu. Çocuk adı üstünde, bizim dünkü çocuk dediğimiz kardeşimiz ona ağabeylik yapmış benim kucağımda cansız, soğuk bir o kadar masum öylece yatıyordu.
Şimdi usul usul naşı ile yürüdüğüm koridordan sadece bir saat önce yemek çay muhabbeti yaparak geçmiştik. Ağzından çıkan son cümle neydi? “Emredersiniz komutanım.” Temizlemek için girdiği kışladan naşı çıkan Teğmen Çağdaş Bera’nın son cümlesi buydu. Çocukluğunu geçirdiği biricik memleketi Çanakkale büyüdüğü yıllarda şehitlerin hikâyesini dinleyerek büyümüş. Büyüyünce asker olmuş bu deli kurt tam bir asker gibi komuta emrinde şehit düşmüştü ve ona komutalık eden ben buna engel olamadım.
Amca olma hayalleri kurarken şimdi al bayraklı tabuta sığacak, heyecanla beklediği yiğeni onun çiçeklerini sulayacak, büyük bir kahraman olan amcasını sadece babasının ve bizim anlattıklarımız kadarı ile tanıyacaktı, onu dört gözle bekleyen amcasının sesini hiç duymadan, onunla hiç oyun oynayamadan sadece duydukları kadarı ile sevecek ve bilecekti.
Bu düşünceler aklımı zihnimi ve kalbimi samanlığa düşmüş ateş gibi yakıyordu, ne koruyabilmiştim nede kurtarabilmiştim. Öylece kucağımda yatan yiğidi ölümden çevirememiştim.
Önümdeki çocuk kapıyı açtı, eliyle sedyeyi işaret etti tamamen demirdi, bakışlarım istemsizce Asel’e kaydı, üzerindeki hırkayı çıkardı, katlayıp baş ucuna koydu, Çağdaş’ı yavaşça bıraktım. O kadar uzundu ki ayakları sedyenin dışına çıkıyordu. Eğilip anlından öptüm “Allah’a emanet kardeşim.” Asel başını hafif yana yatırmış, resmen ağlamaktan zor bela nefes alarak bizi izliyordu.
Hafifçe koluna dokundum, başını omzuma yasladı “Gitti.” Sırtını sıvazladım. Nefesim kesilmiş gibi hissediyordum ne yapacağımı bilemiyordum. “Dışarı çıkalım, biraz hava alın.” Çelik sakin bir ses ve donuk bir ifade ile bize bakıyordu, yanımıza geldi Asel’i tutu birlikte dışarı yöneldiler.
Kapıdan çıkınca Altay yanıma yanaştı sıkıca sarıldı, istemsizce bende ona sarıldım. Ayrılınca, omzuma hafifçe dokundu. Dışarı doğru yöneldik. Çelik, Beliz ve Asel çardağa geçmişlerdi yanlarına ilerledik. Gözüm ilk baş Asel’i taradı, susmuş öylece ağaçlara bakıyordu, gözlerinden yaşlar usul usul akıyordu.
Beliz tamamen donuk bir ifade duruyordu, nefesi daralıyordu ara sıra sadece omuzlarını dikleştirip kendine geliyordu sonra yeniden dalıp gidiyordu. Çelik çardaktan birazdan uzakta kızlara bakarak sigarasından yudumlar alıyordu. Altay beni biraz daha geride bırakarak kızların karşısına oturmuştu, aklında tilkiler geziyordu.
Altay’ın yanına oturdum, Asel bakışlarını bana çevirdi “Ağaçlar.” O tarafa döndüm, “Siz, göreve gittiğinizde hep bu ağaçları budamakla uğraşırdı eskiden. Sizin time girdiği günü hep hayal ederdi.” Ağlamaktan zor bela konuşuyordu. Titriyordu resmen.
“Bizim timde şehit düştü.” Diyebildiğim tek şey buydu. Hayallerine kavuşup gitti düşüncesine tutunmaya çalışıyordum. Sadece içimi ferahlatacak bir şeyler arıyordum ama olmuyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |