17. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 16. Bölüm

16. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

“Komutanım yanlış anlamazsınız, bir şey sorabilir miyim?” Hangimize dediğini anlamadığımız için üçümüz aynı anda bakışlarımızı Batur’a çevirdik. “Çağdaş görevlerde fark etmediğim bir hata mı yaptı? Yani neden bizimle göreve gelmedi?” şimdi ne diyeceğim, sakince Pars’a döndüm ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. O benden daha iyi bir açıklama yapacaktı mutlaka.

“Batur’um şöyle ki ağabey kardeş aynı görevde ve timde olmaz. Yani dönüşte ben albay ile konuşacağım başka bir time geçmesini sağlayacağım.” Batur’un anında yüzü düştü, bir düre bir şey demedi “Öğrenince fena bozulacak.” Orası Allah’ın emri ama en doğrusu bu.“En azından ne seni nede onu tehlikeye atmayacağız öyle düşünmek lazım” bana döndü “Bende öyle düşünüyorum ama onun açısından fazla kötü, ağabeyi timde olduğu için bir timden alınıyor ve başka time veriliyor. Hatası yok, başka bir şey yok.”

“Sohbetinizi bölüyorum ama iniyoruz hazırlanın.” Çelik’in sesinin ardından hepimiz toparlandık “Eyvallah Çelik.” Pars ile arası ne zaman düzeldi hani tek sevdiği yüzbaşı bendim neden satıldım ki şuan. “Ne demek komutanım.” Komutanım dedi. Allah’ım bu günleri görmek bana nasip olacak mıydı be?

“Komutanım, köye varmamıza yarım saatten az kaldı.” Çağrı’nın sesinin hemen ardından telsizde “Kor köyü çevreleyecek şekilde açılarak ilerliyoruz, köyde herhangi bir terörist faaliyeti görmezsek içeri giriyoruz, görürsek emrimle ateş.” Sesi öfkeli yada sert değildi aksine inançlı ve rahattı. Hemen ardından yükselen “Emredersiniz komutanım.” Sesi de tıpkı onun sesi gibi gür ve inançlıydı.

Yavaşça dağın eteklerine dağıldık, aslında her köşesinde biz vardık ama dıştan baksalar biz burada yoktuk. Bizi bizden başka kimse göremezdi biz istemediğimiz sürece, sağıma soluma baktığımda kendi tim arkadaşlarımı ayırt edemiyordum. Sadece ara sıra yer değiştirdikleri silahlarından varlıklarını hissedip fark edebiliyordum.

Sağlam iki taşın arasında yavaşça saklandım, eşyalarımı yanıma yerleştirdim, silahımı, dürbününü kurşunu hazırladım. Pars’tan gelecek cümleleri beklemeye başladım. “Kor, hazır olmayan varsa ses versin şimdi.” Hiçbir ses çıkmadı derin bir sessizlik, sadece Pars’ın gurulu gülüşü geldi “Emrime kadar izliyoruz, sessizce.” Sessizlik halen devam ediyordu. Diğerlerinin yüzünü seçemiyordum ama tahmin edebiliyordum, herkesin yüzünde psikopatlık ile karışık bir gülümseme olduğunu tahmin edebiliyordum yani en azından benim için öyleydi.

“Komutanım bir hareketlilik var.” Hemen dürbün ile etrafı taradım. Meydanda olan bütün insanlar acele bir şekilde evlere koşuşturmaya başladılar. Köydeki erkeklerin baktığı yöne çevirdim dürbünü it sürüsü geliyordu. Yüzümde sevimsiz bir ifade belirdi “Geliyorlar, çok kalabalık değiller.”

“Kor emrimi bekle.” Silahımı ayarladım, arabalar köyün girişini yerleştirdikten sonra inmeye başladılar. Karşılarında duran yiğitlerin hepsinin başı dikti burada olduğumuzu bilmiyorlardı ama onlardan da korkmuyorlardı. İçlerinde daha iri yarı sakallı olan önce çıktı. Bağırmaya başladı, hemen ardından itleri köye doğru ilerlemeye başladılar “Hazırlanın.” Son düzenlenmeleri yaptım. İçlerinden bir tanesi belindeki silahı halka doğrulttu “Ateş.” Çiğ yavrusu gibi etrafa dağıldılar halkta istemsizce korkunca, Pars megafonu açtı “Kimse korkmasın, Türk askeriyiz.” İstemsizce dürbünde gözüm meydandaki halka takıldı Pars’ın sesinden sonra rahatlayarak birbirilerine sarıldılar.

“Komutanım kestik mantarları.” Güldüm, Alp’in böyle yorumları tam cuk yerine oturuyordu. “Tamam kontrol sizde bakın bakalım etrafta başka mantar var mı? Bizde inelim.” Yerimden kalktım, tepeyi dolanmayı gözüm kesmedi, dümdüz kayarak insem hiçbir şeye takılma ihtimalim yoktu. Yavaşça kendimi kontrol ederek kaymaya başladım. “Manyak!” telsizden gelen sesin kendime denildiğini duydum.

“Yapıyoruz, bizde ya.” Ayağa kalktım üzerimi düzelttim “Al ikinci manyakta geliyor yanına.” Başımı hafif yana çevirdim, Güney ayaklarımın dibinde belirdi “Yalnız bırakmak istemedim.” Elimi uzattım, hızlıca tutunarak kalktı. “İki manyak bari biz gelene kadar halk ile ilgilenin.” Bakışlarımı dağa çevirdim nerede olduğunu tam olarak bilmesem de. “Biz başka bir şey yapacaktık zaten.” Gülme sesi geldi “Karşı taraftayım iki yüz yetmiş at.”

Dediğini yaptım, “Doğru mu?” gülmesini durdurdu “Doğru doğru, hadi söyle.” Az önce söylememişim gibi büyük bir ciddiyetle kendimi tekrarladım hemen ardından arkama döndüm. Küçük kızlar deliye bakar gibi bakıyorlardı. Tabi şuan onların gözünde dağa dönüp kendi kendine konuşan bir deliydim.

Yüzümde sıkıştırılmış bir gülümseme ile çocuklara bakıp el salladım “Selam.” Halen anlamaz gözlerle bana bakıyorlardı “Sen asker misin?” yanlarına eğilip diz çöktüm, “Evet.” Gözleri kocaman açıldı “Deliler asker olabiliyor mu?” çocuk acımasızlığı gerçekmiş.

“Hadi açıkla deli değilim de.” Sinirle kaşlarımı çattım “Uğur hatırlat aşağı inince seni toprağa gömeceğim.” Güldü “Bana uyar.” Tabi çocuklara bakınca, yeniden aynı duruma düştüğümü fark ettim. Kaskımı çıkardım soruyu soran kıza doğru elimi uzattım, “Gel.” Yaklaşınca kaskı taktım, telsizi açtım “Şimdi konuşunca seni diğer asker ağabeyler duyabilecek dene bak.” Heyecanla gülümsedi “Selam.”

Gelen sesle heyecanla gülmeye başladı diğer çocuklara döndüm “Sizde deneyebilirsiniz hepiniz konuştuktan sonra kaskı ger getirin tamam mı?” hepsi heyecanla kaska yanaştılar, saçlarını severek aralarından geçip Güney’e ve halkın yanına geçtik.

“Bir eksik gedik veya başka bir problem var mı?” adam başını iki yana salladı “Yettiniz daha ne olsun kızım.” Gözlerinin içi gülerek bana bakıyordu, “Bakın gerçekten size yardım etmek için geldik.” Arkasını dönüp yıkılan çuvalları dökülen meyveleri toplayan kızlara baktı. Sonra bakışları onlara yardım için koşuşturan erkeklere kaydı “Yok kızım bizi bize bıraksalar. Yetiniyoruz da işte.”

“Bundan sonra buraya yaklaşamayacak inanın.” Pars’ın geriden gelen rahat sesiyle kenara çekildim, adama elini uzattı yumuşak bir gülümseme ile tokalaştı. Güven veren bir ses tonuyla “Yüzbaşı Pars Tarcan.”

Adam aynı şekilde gülümsedi “Hasan Ali, hoş geldin oğul.” Pars etrafa göz ucuyla bakındı “Bir problem yok değil mi?” Hasan amca başını iki yana salladı “Yok oğul, geldiniz. Korudunuz bizi var olun.” Pars hafifçe yanaştı “Sizde var olun.” Hasan amca Yavaşça Pars’ın koluna girdi köyün içine doğru ilerlediler.

“Karam yüzbaşım, üzerin hep toz.” Ulaş’a doğru hafifçe döndüm, “Sağ olun söylediğiniz için Uğurlu yüzbaşım.” Gözlerine bakarken dikkatimi kendinden uzaklaştırdığı telsiz çekti “Kask telsizin kaymış yaklaş düzelteyim.” Gözleri kocaman açıldı “Asla, sen kaskını alana kadar telsizi yaklaştırmak gibi bir niyetim yok.” Cilveli bir sesle “Ya, ben yokken hiçbir şey duymak istemiyor musun?”

“Öylede denebilir tabi ama benim sorunum çocuklarla, hepsi telsize konuşunca biraz baş ağrıtıcı oluyor.” Elimin tersiyle hafifçe karnına vurdum “Ayıp ya, insan az romantik olur.” Kıkırdamaya başladı, kulağıma eğildi “Görevde ciddiyet yüzbaşım.” Benden uzaklaştıktan sonra parmak ucuna kalktım kulağına yaklaştım “Nasıl istersen yüzbaşım.”

Minik adımlarla ve bütün havamla yanından uzaklaşacakken kolumdan tuttu birden kendine çekti “Ne yapıyorsun görevdeyiz.” Başını onaylayarak salladı, “Ohoo, senin aklın hep başka şeylerde yüzbaşım ben üzerindeki tozu silecektim.” Yüzünde gıcık bir gülümseme oluştu. Kolumu kurtardım öz güveli bir şekilde üzerimi çırparken “Ben kendim halledebilirim.” Elimi kolumdan çekip bacağıma götürdü “Doğru yeri yap.”

Keyifle gülmeye devam etti. Sahte bir sinirle baktım, “Komutanım.” İkimiz aynı anda Rüzgar’a doğru döndük, koşar adımlarla yanımıza geldi “Karargah, Pars komutanımı göremedim.” Telsizi ortamıza uzattı elini hafifçe Ulaş’a doğru ittirdim, telsizi aldı.

“Yüzbaşı Ulaş Uğur Turan, dinlemedeyim.” Yüzünde ciddi bir ifade ile karşıya bakıyordu, duyduğu her cümleden sonra başını hafifçe sallayarak onaylıyordu. “Bir sorun yok değil mi teğmenim?” gözlerini hiç oynatmıyordu, sadece dinlerken dudaklarını ısırıp duruyordu, başımı hafifçe Rüzgar’a çevirdim o da tıpkı benim gibi ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Ulaş’ın birden gözleri açıldı, olduğu yere çöktü “A-“ Konuşamadı yanına eğildim, “Anlaşıldı teğmenim.” Telsizi kapattı ama kendinden uzaklaştırmadı, öylece kaldı “Ne oldu Uğur?” Rüzgar’da yanımıza çöktü, suyu açıp uzattı “Komutanım ne oldu?” Ulaş hiç tepki göstermeden başını yana çevirdi, başını yana yatırdı.

Kitlenmiş bir şekilde çocuklarla konuşan Batur’a bakıyordu, gözünden süzülen yaşı sildi “Uğur bir şey söylesene! Ne olmuş bir şey de!” yüzünü kendime çevirdim. “Kı- kış- kışlada patlama olmuş.” Başımı iki yana salladım, olamazdı Çağdaş orada olamazdı yok. “Kimse yokmuş ama değil mi? Sadece anılarımız gitti değil mi?” Cevap vermedi, “Uğur!” Rüzgar dona kalmış Ulaş’a bakıyordu.

“Çağdaş.” Sadece bunu söyledi, Rüzgar’la aynı anda aya kalktık, ikimizde aynı tepkileri veriyorduk. Kabul edebileceğimi bir şey değildi ki bu. “Yok, komutanım bir yanlışlık vardır.” Rüzgar’ın sesi kısıldıkça kısıldı.” Ulaş zorlanarak yerinden kalktı, hafifçe Rüzgar’ın omzuna dokundu “Ankara’ya kadar sır.” Sarsak adımlarla köyün derinliklerine ilerledi, Pars’ı bulmak için.

Gözlerim olan biteni görüyordu, kulaklarım duyuyordu ama gücüm yoktu. Adım atamıyordum mesela gözümden usulca akan yaşı silemiyordum mesela. Sadece akıyordu öylece akıyordu. Kalbim sanki durmuş gibi sessizdi ama her nefes aldığımda bir dikene dönüşüp öyle sert batıyordu ki göğsüme. Bütün kaslarım acı ile sarsılıyordu. Gözlerimi Batur’dan alamıyordum.

Çağdaş ölemezdi, kaç yaşındaydı dağa yirmi dokuz otuzu bile görememişti, gencecik fidandı. Neşeydi, umuttu yaşam hevesi ile dolu dalında güzel goncaydı. Amca olma hevesi ile çocuklaşmış, hayatının baharında gencecik incecik bir hayattı. Hem o ölemezdi ki, daha göreve çıkmadan önce konuşmuştuk biz, güvendeyim demişti, güvendeydi. Yaşayacaktı, yaşamalıydı. Olmaz ki böyle çocuk anadan babadan önce gider mi hiç? Gitmez. Annesine babasına, asker ağabeyine ne diyeceğiz biz.

“Komutanım kışla patladıysa, Çağdaş.” Elimle durdurdum, ikimizde cümlenin nereye gittiğini biliyorduk, “Komutanım!” sesi titrerken yanımıza hızlı adımlarla Çağrı geldi “Ne oluyor? Siz ne konuşuyorsunuz?” Başını Rüzgar’a çevirince gözleri açıldı “Ne oldu? Sen niye ağlıyorsun?” derin bir nefes aldım. “Çağdaş.” Kaşları havalandı, “Çağdaş ne?” korku dolu bir sesle.

“Şehit.” Olduğu yerde öylece kaldı. Gözleri yere kaydı “Nasıl ya? Karargâhtaydı.” Ellerimi iki yana açtım “Hiçbir fikrim yok. Sadece görev sonuna kadar hiçbir ses yok tamam mı?” sessizleşti, başını dikleştirdi “Emredersiniz komutanım.” İstemsizce şaşırmıştım, Rüzgar’ın daha donuk olduğuna emindim, daha güçlü daha sert ve daha soğuk kanlı ama tam tersiymiş.

Bütün tim Ulaş’ın arkasında yorgun ve yıkılmış bir halde yanımıza geldiler. Pars yutkundu “Başımız sağ olsun.” Hepimiz birbirimize baktık.

“Vatan sağ olsun.”

Hemen ardından hepimiz birbirimize baktık, “Komutanım, Batur?” Selçuk dolu gözlerle bakıyordu en büyük korkusu timden birini şehit vermekti hem bunu yaşıyordu hem de can dostunun canını şehit veriyordu. Bakışlarındaki ağır manalı yorgunluk bundan sebep iyice can yakıyordu. Pars hafifçe gülümsedi “Ankara’ya gitmeden söylemek doğru olmaz.”

Hepimiz ona bakınca hemen koşar adımlarla yanımıza gelmeye başladı “Toparlanın.” Herkes sesini temizleyip, sırtını dikleştirdi “Bir şeyimi kaçırdım?” Pars başını onaylarcasına salladı “Görev devredeceğiz, karargâha dönmemiz gerekiyor.” Batur kaşlarını çatarak hepimizi süzdü. “İyide daha geleli neredeyse hiç, niye?” derin bir nefes aldım. “Komutandan emir böyle sen etrafta ne kadar eşyan varsa onları topla.”

Gözleri Rüzgar’a hemen ardından Alp’e ve Güney’e tek tek kaydı “Bunlar görev aşkından ağladılar yani? Ne saklıyorsunuz siz?” Alp hafifçe gülümsedi “Güney’le biz kız çocuklarının yanındaydık çok güzel iltifatlar aldık ondan, biraz duygusallaştık o kadar.” Gözlerini Rüzgar’a çevirdi “Ben şey ya komutanım devrilen çuvalları toplamalarına yardım ettim, buğday çuvalından saman kısmı gözüme geldi ondan. Bir şey yok yani.”

Batur pek inanmış gibi görünmese de yavaş adımlarla uzaklaştı. Herkes kendini bıraktı, omuzlar tek tek düştü, bakışlar hüzünle dolup taştı ama sesimiz yine çıkamıyordu. Selçuk yavaşça arkasını döndü “Ya biz ne yapıyoruz ya adamın kardeşi ö-“ öylece kaldı, “Tiyatro çeviriyoruz. Hak mı ya?” ağlamamak için kendini o kadar sıkıyordu ki damarları patlayacakmış gibi görünüyordu.

“Ne yapalım oğlum? Görevin ortasında kardeşin şehit düştü, başımın sağ olsun mu diyelim? Adam aklını oynatır lan!” Ulaş’ın öfkesi Selçuk’a değildi, elimden gelen bir şey olmayışınaydı “Komutanım nasıl olmuş öğrenelim, gidelim inlerini yakalım bulalım başlarını gebertelim.” Doruk’a döndü, “Kışlayı patlatmışlar, Çağdaş içerdeymiş!” söylerken o kadar acı çekiyordu ki.

Herkes duraksadı, kendimi zorladım “Naaşı?” başını öne eğdi “Bilmiyorum.” Herkes başını öne eğdi, kimse bir şey diyemedi. Aklımdan tahminimce aklımızdan geçen tek şey tek parça olarak kalmış olmasıydı, ağabeyinin ailesinin son kez görebileceği şekilde kalmış olmasıydı.

“Komutanım bizim buraya gelmemiz yaklaşık on dört saat sürdü yürümesiyle etmesiyle geri dönmesi etmesi derken. Biz gitmeden defnedilmez değil mi?” Ben bunu hiç düşünmemiştim, Çağrı çok haklıydı “Yok yok, biz sabaha en geç orada oluruz. Sorun çıkmaz o konuda.” Güney başını kaldırdı “O konuda derken? Hangi konuda sorun çıkacak.”

“Sude, hamile. Hem çocuğa bir şey olmasından hem de Batur’un aklından endişem.” Hepimiz aynı anda tövbe çektik, insan en kötüye bile hazır olmalıydı ama bu buna dayanamazdı Batur, Batur’un dayanamayıp delirmesi zaten timin parçalanması demekti.

“Komutan bey oğlum, bölüyom amma diğer askerler geldiler.” Pars onaylayınca hep birlikte o tarafa ilerledik, Batur çantasını alıp koşarak yanımıza geldi. Pars askerle konuştu araçlarla gelmişlerdi araçları daha hızlı gitmek adına anlaşılan biz devralacaktık.

“Araçlarla gidecek kadar ne acelemiz var bizim? Bir mantıklı açıklama yapmak bu kadar zor olmamalı.” Hepimiz Batur’u duymazlıktan geldik, “Yoksa birine bir şey oldu bana mı söylemi- Sude? Bebeğimiz?” Başımı iki yana salladım “Sude’de bebeğinizde iyi.” Derin bir nefes aldı “Oh, zaten Çağdaş’ta yanlarına geçerdi bir şey olsa. Ankara’da kaldığı iyi oldu gözüm arkada kalmamış oldu.”

Ankara’ya geçince bu cümlelerin tam tersini haykıra haykıra söyleyecekti bunu bilmek o kadar keskin bir acıydı ki. “Araçlara geçiyoruz.” Sesi timi kendine getiren ses oldu, arabalara bindik. Pars, Ulaş, Selçuk, Batur, Güney ve ben bir arabaya geriye kalan ekip ise diğer arabaya bindiler. Hepimiz düşüncelere dalmış sessizce önden giden arabayı takip ediyorduk.

“Ne saklıyorsanız söyleyin artık. Bunaldım ben ha! Güvenilmez falan mıyım ben?” Pars başını kaldırdı, sert bir ifade ile “Ne alakası var lan? Böyle olması gerekiyor. Zamanı gelince söyleriz değil mi? Bak oğlum özür dilerim ama benim korumam gereken çok şey var.”

Batur inatçı sert bir sesle “Neyi koruman gerekiyor? Söyle!” Pars derin bir nefes aldı, “Seni korumam gerekiyor, görevi korumam gerekiyor. Allah kahretsin ki bu timin komutanı benim ve benim korumama gerekiyor.” Derin bir nefes aldı, Batur gözlerinde korku ile sürücü koltuğunda ki Selçuk’a döndü “Kardeşim sen bana söylersin ne oluyor?”

Selçuk bakışlarını aynadan çekti, yola odaklandı sanki duymuyormuş gibi, Batur’u iyice bir panik kapladı. “Allah için bir şey söyleyin.” Pars’a baktım, başını iki yana salladı. Söyleyip söylememiz hiçbir şey değiştirmiyordu ki dönüyorduk zaten. Görevi teslim etmiştik.

“Pars.” Ulaş yumuşak bir sesle söylememiz gerektiğini söylemeye çalışıyordu. Hepimiz Pars’a baktık. “Selçuk çek sağa, Esem sende.” Başımı hafifçe salladım, “Çok mu kötü?” Batur’un sesi o kadar gergin çıkıyordu ki. Hiçbir şey yapamıyordum. Araç sağa çekti, yavaşça araçtan indiler, Ulaş bana döndü, belimdeki silahı ve diğer silahımı uzattım, Batur ne olduğunu anlamasa o da uzattı. Bu tedbiri kendine bir şey yapmasın diye yapıyorduk ama farkında bile değildi.

Kapıyı yavaşça kapattı sadece ikimiz vardık. Derin bir nefes aldım, “Esem ailemle alakalı değil mi?” başımı hafifçe salladım “Annem mi?” başımı iki yana salladım, “Babam?” yine aynı şeyi yaptım. “Sude değil dedin, annem değil babam değil geriye bir tek Çağ-“ duraksadı, gözünden bir damla yaş süzüldü “Değil de!” derin bir nefes aldım

“Karargâha yapılan bombalı saldırı sonucu Teğmen Çağdaş Bera şehit düştü. Başımız sağ olsun.”

Hiç takılmadan, hiç duraksamadan hiçbir damla yaş dökmeden söylemiştim. Boğazımdaki kesiklere takılmadan söylemiştim. Yana yana, Batur’sa az önceki nazaran daha sakin gözlerle bana bakıyordu. Yüzünde bir gülümseme oluştu, aklından şüphe etmemi sağlayacak bir gülümseme.

“Vatan sağ olsun komutanım.”

Birkaç dakika hiç gülüşünü bozmadı sonra yaşlarla yüzündeki gülümseme silinmeye başladı, sıkıca sarıldım. Sadece ağlıyordu hiçbir şey yapmadan. “Çok genç Esem, çok genç benim kardeşim o! Kardeşim!” sıkıca sarıldım, “yanındayız, yanındayız.” Ne desem çaresizdi ama işte sadece diyordum. Ağlaması o kadar içliydi ki, sadece şehit verdi diye ağlamıyordu, çocukluk anılarına ağlıyordu gençliğine dününe her anına ağlıyordu.

“Batur biliyorum çok zor ama dik durman lazım.” Başını iki yana salladı “Gitti, kardeşim gitti.” Öyle dedikten sonra diyecek bir şey bulamadım, sırtını sıvazlamaya devam ettim. Camdan dışarı baktım bütün tim yan yana çökmüş, fırtına sonrası yıkım gibilerdi, çok şey kaybedilmiş tutunacak hiçbir şey kalmamış dağılmış en önemlisi toparlanma umudunu yitirmiş.

Selçuk yerinden kalktı kapıyı hafifçe araladı. Karşımıza oturdu, Batur başını hafif yana çevirdi “Duydun mu? Kardeşime kıymışlar lan! Almışlar evimin en küçüğünü almışlar!” Selçuk hiçbir şey demedi sadece kollarını açtı, Batur sıkıca sarıldı, yavaşça yerimden kalktım dışarı çıktım.

Ulaş’la Güney’in arasına oturdum. Ulaş hafifçe bana döndü “Ne dedi?” gülümsedim “Güldü, ‘Vatan sağ olsun komutanım’ dedi. Ağladı, ağlıyor.” Güney derin bir nefes aldı “Bir süre yalnız bırakmamakta kar var.” Haklıydı Batur zaten delilikle dahilik arasındaydı, delirmesi an mesela olan adam çocuğu gibi sevdiği öz kardeşini kaybetmişti, ne yapacağı belli olmazdı.

“Selçuk ve ben yanında kalırız. Asel’le sende Sude’yi sizin eve götürün.” Rüzgar başını iki yana salladı “Batur komutanım bir süre ne kendi evin nede Çağdaş’ın eve girmesin bence, Bizim evde falan kalın anısı falan olmasın.” Ulaş yerinden kalkınca hepimiz ona döndük yerdeki taşa sertçe tekme attı. “Biz ne konuşuyoruz ya, bizim kör talihimizi sikeyim. Olacak iş mi ya görevden karargâhta duran askerimizin şehit haberi ile dönüyoruz. Delireceğim, ben böyleysem bu adam ne yapsın ya!”

Çağrı kolundan tuttu “Bizim sakin olmamız lazım bizim güçlü olmamız lazım.” Ulaş derin bir nefes aldı, Pars’a baktı “Gidin.” Ulaş hafifçe uzağa geçti, Çağrı ve Doruk’ta peşinden gittiler. Ellimi kaldırıp arabayı işaret ettim “Batur asker alışkın bu haberi duymaya.” Hepsi kaşlarını çatarak bana baktı, “Annesi ne yapacak? Babası?” Rüzgar hafifçe güldü “Ateş düştüğü yeri yakar. Yanacaklar ama yanlarında olacağız zor olacak ama alışacaklar.”

Gözlerimden akan yaşı sildim “Umarım alışırlar, ben bir şey olacak diye çok korkuyorum.” Güney hafifçe omzuma dokundu , sonra ayaklandı “Bana kızacaksınız ama askeriz biz, devam etmemiz lazım. Toparlanmamız lazım.” Hepimiz ayaklandık, Pars sigarasını söndürdü “Herkes az önceki arabasına geçsin.” Denileni yaptık arabalara doğru ilerledik diğerleri binci ama biz kapının önünde öylece kaldık, “Ben geçeyim önce isterseniz.” Pars kenara çekildi, Güney hızlıca kapıyı açtı, derin bir nefes alıp içeri girdi, peşinden ben en son Pars bindi. Ulaş öne geçti.

Batur az önceki gibi ağlamıyor vurgun yemiş gibi durgunlaşmıştı, yüzünde gurulu bir tebessüm kalmıştı sadece, kardeşinin aldığı en büyük unvanın gururu. Gözünden yaş süzülse büyük bir hışımla siliyordu, hırsı kendine değildi. Kaybetmenin hırsıydı. “Komutanım helikopterin geldiği bölgeye geldik.” Aracın durduğunu fark bile etmemiştim Çağrı’nın sesini duyana kadar.

Kapı açıldı, hepimiz indik. Yavaş adımlarla en son Batur indi inmeden önce derin bir nefes aldı, omuzları dik gözleri kırmızı, saçları dağılmış ama gurulu bir ifade ile indi. Yüzünden asla silinmeyen güçlü ve onurlu bir gülümseme ile.

“Başımız sağ olsun komutanım.” Doruk ağlamaklı titreyen bir sesle söyledi. Batur bakışlarını ona çevirdi, güçlü tok bir sesle “Vatan sağ olsun aslanım.” Büyük bir savaş veriyordu. Güçlü olmak için güçlü durmak için. “Karargah komutanım.” Rüzgar telsizi Pars’a uzattı, Pars biraz uzaklaşıp konuştu.

“Helikopter beş on dakika içerisine burada olacak.” Hepimiz onayladık bakışlar istemsizce Batur’daydı ama o oldukça sakin grnüyordu. Helikopter inince hepimiz bindik, sessizlik hakimdi. Kimse tek kelime etmiyor sadece meraklı ve anlayışlı gözlerle Batur’a bakıyordu.

“Komutanım inişe geçiyorum.” Çelik’in sesinin ardından hepimiz toparlandık, asıl sınav şimdi başlıyordu. İndikten sonra hepimiz yan yana dizildik. Kışlamızın kapısı kapalıydı, kapının altından simsiyah küller dışarı saçılmıştı. Gözlerimi sıkıca yumdum. “Dikkat albay Kemal Türk.”

Hepimiz dikleştik. Önde o arkada Emre, Asel, Beliz ve Altay geliyordu. “Emre’yi görür görmez Batur bir adım geriye sendeledi, “Batur!” Selçuk’a tutundu, dişlerini sıkarak yerine geri geçti Emre’ye bakmaya korkuyordum. Gözlerimi Emre’ye çevirir çevirmez kana bulanmış üstünü gördüm. Herkesin gözleri kıpkırmızı olmuştu.

“Kor, evlatlar başımız sağ olsun.” Albay en kısa ve anlamlı şeyleri söylemişti. “Vatan sağ olsun komutanım.” Batur’un karşısına geçti, sıkıca sarıldı “Her daim yanındayım evlat.” Batur olgun bir ifade ile “Sağ olun komutanım.”

Albay arkasını dönüp gittikten sonra, Batur bakışlarını Emre’ye çevirdi “Görebileceğim bir halde mi?” Emre başını salladı, hepimiz rahat bir nefes aldık. Batur ağlamaklı bir sesle “Çok korktum, son kez göremeyeceğim diye çok korktum.” Emre yanına geldi “Başımız sağ olsun kardeşim.” Batur sıkıca sarıldı “Beni kardeşime götür.” Emre önde arkada Batur ve Pars ilerlediler.

Asel titreyen adımlarla Selçuk’un yanına geçti, hepimize baktı “Koştum, yemin ederim bütün gücümle koştum. Yetişemedim. Özür dilerim.” Selçuk sıkıca sarıldı “Senin suçun değil.” Durdukça bunaltı geliyordu bana, “Kışla girebiliyor muyuz?” Altay yanıma yanaştı “Tavsiye etmem.” Gözlerini kıstı “Peki iyi durumda değil.” Birkaç dakika hepimiz sessiz sakin durduk, “Nasıl oldu?” Çağrı gergin bir sesle sorunca Beliz hemen cevapladı “Tadilat var diye içeri sızmış biri, ama nasıl girmiş bilmiyoruz. Bomba yerleştiriyor. Çağdaş yan odaya geçince patlamış, zaten tek şansımız bu.”

“O adam. Kaçtı mı?” başını iki yana salladı, yedim seni “Nerede?” Beliz başını öne eğdi, Altay “Komutanın kesin emri var kimse adamın yanına girmeyecek.” Gülümsedim, “Tamam yani adam nerede?” Ulaş kolumdan tuttu “Sakin, komutan öttürecektir.” Başımı evet manasında salladım “Ben sakinim arkadaşlar, sadece nerede olduğunu merak ediyorum. Emir çiğneyecek değilim.”

“Alt kattaki görüşme odasında, kitli.” Onaylayıp kışlaya yöneldim, “Nereye?” gülümsedim, “Yarım kalan bir temizlik var, Çağdaş başladı madem biz bitiririz.” Hepsi çantaları bıraktı, “Bitiririz.” Kapıyı yavaşça kaldırdık, dışarı doğru kara dumanlar fışkırdı. Her yer simsiyahtı eşyalar yıkılmış, yamulmuş haldeydi. “Bunların hepsinin değişmesi lazım, fena hasar almışlar.” Hepimiz Altay’a döndük “Dolaplar değişmeyecek.”

Bölüm : 07.10.2024 16:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...