

Kapı alacaklı gibi çalınıyordu, yataktan sıçrayarak kalktım, gözlerimi ovuşturarak kapıya yöneldim. Alfa’da afallamıştı, Masanın üzerinde ne olur olmaz diye tabancamı aldım “Tanıdık mı oğlum?” Olduğu yere oturdu tanıdık biriydi yani, kapı deliğinden bakınca sürekli etrafa bakan Ulaş’ı gördüm.
Kapıyı açar açmaz hızlıca bana döndü “Gelebilir miyim?” Başımı evet manasında salladım, içeriyi işaret ettim. Buram buram terlemişti, gözleri de kızarmıştı “Su gibi olmuşsun.” Odama koştum, ağabeyimin tişörtlerinin birini aldım. Salonda nefes nefes oturuyordu “Ne oldu sana?” Elimden tutup kendine çekti “Kabus.” Gözlerimi gözlerine diktim “Kabus?”
Koskocaman adamı bu duruma getiren bir kabustu yani hem de gecenin bir köründe yanımda soluğu aldıran sadece bir kabus, nasıl bir şey görmüş olabilirdi ki. Resmen su gibi olmuş, gözlerinden anladığım kadarıyla ağlamasına sebep olmuş bu denli etkileyen bir kabus.
“Hiçbir şey sormadan, yanımda durabilir misin?” Başımı salladım, elimi yüzüne götürdüm “Bir ömür.” Elini elimin üstüne koydu sıkıca tuttu, avcumdan öptü, sonra tekrar kendine çekti boynumdan öptü “Sakın, sakın bir görevde şehit düşme. Beni sakın çaresiz, hayatsız bırakma.” Gördüğü kabus zaten buydu ben şehit oluyordum. “Denerim.” Elimi göğsüne götürdüm “Çok hızlı atıyor.” Zorla gülümsedi “Korkuyorum.” Başımı yana yatırdım. “Korkma.” Bakışlarını kaçırdı.
“Yetimhanede büyümüş ailesi olmayan bir çocuğa aile olursan ne olur biliyor musun?” bu sefer ben gözlerimi kaçırdım, “Bilmiyorum.” Güldüğünü hissedebiliyordum “Gözlerime bak.” Ona döndüm “En büyük sevgisi olursun canından çok sever, en büyük korkusu olursun kendini kaybetse seni kaybetmek istemez. Her şeyi olursun, çıksan eksileceği parçası olursun.” Gözümden bir damla yaş aktı, kendinden bahsediyordu. Sebebini bilmediğim bir şekilde canımı yakıyordu. Onun beni kaybetmekten bu kadar korkması beni incitiyordu. Biz ipteki cambazlardık her an düşebilirdik.
“Yetimhanede büyümüş bir çocuğa aile olursam ne olur bilmiyorum. Bilmem imkânsız ama başka bir şey biliyorum.” Hafifçe dikleşti, “Ne? Neyi biliyorsun?” ellerimin arasına aldım korkuyla bakan yüzünü “Ailesi şehit olmuş bir askerin, bir askere aşık olduğunda nasıl korkular yaşadığını biliyorum.” Bakışarını kaçırmaya çalıştı izin vermedim “Her aşk masalında her aşık korkar gerektiğinde korur ama onun dışında bunu dile dökmez.” Gözlerini kıstı “Neden?”
“Dil söylerse kulak işitir, kulağın duyduğu korku kalbe işlenir.” Gözlerini kaçırdı, ellerimi hafifçe yüzünden çekti hemen ardımdan saçlarımda gezindi ellerinden, başımı göğsüne yasladı “Sadece uyu.” Güldüm, bu gürültüde uyumak imkansızdı “Denerim.” Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarken yavaş yavaş sakinleşti, ellerimi saçımda gezindikçe sakinleşiyordu.
…
Hafifçe gözlerimi kaldırdım, uykuya dalmış Ulaş’ı izlemeye koyuldum. Saçları geceden dağılmış, ellinin biri belimle saçım arasında kalmış diğeri ise yere doğru sarkıyordu, boynu arkaya düşmüş. Çocuk gibi uyuyordu. Gözlerini hafif araladı, hemen bana döndü, gülümsedim “Günaydın sevgilim.” Güldü “Günaydın Karam.” Kalkmasına izin vermedim “İşe gitmiyoruz herhalde.” Başımı iki yana salladım, “Gidiyoruz ama biraz daha vakit geçirebilir bence.” Hafifçe eğildi alnımdan öptü “Hazırlanmalıyız.” Oflayarak bıraktım. “Git hazırlan, “Bende seni seviyorum.” Kapı kapandı, yerimden kalktım banyoya girdim.
“Biliyor musun Alfa?” tabii konuşamıyorsun tam kouşmaya devam edecekken telefondan gelen mesaj sesi ile dikkatim dağıldı. Ağabeyimdi, “Görev sonrası mesaj at, konuşmamız lazım.” İçimi bir korku kapladı “Bir sorun mu var?” iyi bir mesaj beklerken bir yandan da saçlarımı topladım, üzerimi giyindim.
“Önemli ama korkma tamam mı? Görevine odaklan ağabeyinin fıstığı sonra konuşuruz.” Hayra alamet değildi, “Tamam ağabey seviyorum seni görüşürüz.” Mesajı yolladım hızlıca dışarı doğru gidecekken Alfa’ya döndüm tüylerini sevdim “Görüşür bebeğim.” Mamasını kontrol edip evden çıktım. Bahçede timi beklemeye başladım. “Günaydın.” Döndüm, “Günaydın Pars.” Yanıma yanaştı, gözlerini kısarak bakıyordu “Yorgun musun sen?” Başımı iki yana salladım.
“Aklına bir şey mi takıldı?” Hayır desem bile anlayacaktı “Ağabeyimden bir mesaj aldım aklım orada kaldı.” Sadece onayladı, “Görevde kalmasın yeter.” Asla, görevde görevden daha değerli hiçbir şey olamazdı “Tamamdır.” Yavaş yavaş timin geri kalanı da geldi. “Hadi!” hemen araçlara bindik. Yanımda oturan Güney’e sinsi sinsi bakmaya başladım.
“Söyle abla.” Hafifçe yanaştım “Eee, nasıl evlilik güzel mi?” Tövbe çekerek cama döndü “Güzel abla tavsiye ederim.” Hafifçe başımı omzuna koydum “Tamam canım niye sinirleniyorsun.” Kolunu omzuna attı “Sinirlenmiyorum ciddiyim. Tavsiye ederim.” Bakışlarını Ulaş’a çevirdi “Tabii senle evlenmek her yiğidin harcı değil.” Ulaş hemen dikiz aynasında bize döndü “O nedenmiş?” Güney yan aynaları işaret etti.
“Bunca ağabeyi olan üstüne üstlük ona düşkün öz ağabeyi de olan bir kadından söz ediyoruz. Onunla evlenmek yürek ister.” Yüzümde mutlu bir ifade oluştu “Sen bana mı iş koyuyorsun?” Ulaş dikiz aynasından dik dik Güney’e bakmaya başladı, “Sana iş koymuyor doğruları söylüyor seni kesin süründüreceğiz.” Emre’ye döndüm “Canımsın.” Güldü “Sende.” Ulaş yıkkın bakışlarla yola döndü “Bende bu timdenim keşke beni de savunsanız.” Emre gülmeye başladı “Kız evi naz evi ama biz sana da destek oluruz rahat ol kardeşim.” Ulaş mutlu bir ifade ile Emre’ye döndü “İşte benim kardeşim.”
…
Karargahın önünde toparlandık, içeri girer girmez Tuna ile denk geldik “Komutanım şuanda bütün ekipler burada olduğundan eğitim sahaları da dolu sizi bir süre kendi kışlanızda bekleteceğim.” Hepimiz onayladık, kışlaya yöneldik. Pars önden içeri girdi sırayla herkes içeri girdi ama Batur sadece kapının önünde duruyordu, öylece kapının eşiğinde duruyordu. “Yok ben giremeyeceğim.” Nefesi daralıyormuş gibi ceketini çıkardı. Selçuk yerinden kalktı.
“Batur içeri girmen lazım, biz daha çok uzun burada duracağız. Hadi!” Batur hızlıca gözlerini yumdu, adımını içeri attı, gözlerini açar açmaz kendini geriye çekti “Yok yapamıyorum.” Sesi titriyordu. Pars yerinden kalktı “Selçuk çekil aslanım.” Batur’un karşısına geçti, kulağına eğildi bir şeyler fısıldadı. Batur’un gözleri büyüdü. Pars sakin bir tavırla yerine geri oturdu ardından Batur derin bir nefes alıp yanımıza oturdu.
“Ne söyledin?” Ulaş merakla bakıyordu, Pars kendinden emin bir ifade ile başını kaldırdı “Gerçekleri.” Ulaş Batur’a döndü “Ne dedi?” Batur masadaki sudan bir yudum aldı “Adım attığım her yerde bir şehit hanı olduğunu söyledi, yıllardır böyle olduğunu söyledi.” Hepimiz duraksadık, anlık nutkumuz tutuldu “Haklı.” Sadece bunu diyebildim.
Hepimiz konuşmayı bıraktık, “Sessizliğe boğulma çayı.” Doruk, semaverin yanında gülerek sorunca herkes kabul etti, “Sende gidiksin. Akıllı gibi duruyorsun da.” Selçuk bakışlarını Alp’e çevirdi “Sen direk gidiksin, akıllı gibi de durmuyorsun.”
“Komutanım ya.” İkisi aynı anda fazla kibar bir sesle söylemişlerdi “Lan! Asker gibi konuşun. Asabımı bozmayın.” Ulaş’ın bağırması ile ikisi de irkildiler “Emredersiniz komutanım.” Çaları hepimize uzattı. “Beyler eğitim sahası boşalınca bir ölçü alalım.” Herkes oflamaya başladı, Pars sertçe elini masaya vurdu “Tim eğitim.” Herkes dükleşti “Emredersiniz komutanım.” İstemsizce gülmeye başladım.
“Ya uğraşınca zevk alıyorsunuz değil mi?” İkisi birlikte gururla başlarını salladılar “Favori aktivitem.” Ulaş’a bakıp gözlerimi devirdim “Belli, yüzbaşım belli.” Çayımdan bir yudum aldım. Keyifle arkama yaslandım.
“Dikkat.” Hepimiz ayağa kalktık, Albay içeri girdi masanın başına oturdu “Güney Eroğlu, Batur Bera, Pars Tarcan, Selçuk Perk.” Hepsi bir adım öne çıktılar ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk “Evlerinize dönün.” Hareket etmediler “Evlerinize dönün!” hepsi hızlı adımlarla kışladan çıktılar.
“Esem Bengi Kara, Ulaş Uğur Turan, Emre Ezer.” Bir adım öne çıktık “Çantalarınızı hazırlayın.” Hemen aldığımızı emri yerine getirmek için dolaplarımıza yöneldik. “Siz ikiniz diğer timle birlikte eğitim sahasına geçin.” Onlarda hızlıca kışladan çıktılar, çantalarımızı yerleştirdikten sonra Albay’a döndük. “Üçünüz aranızda bekleyeni olan var mı?” Net bir sesle cevapladık “Yok komutanım.”
Bakışlarını merhamet kapladı “Sizden gizlice çatışmanızı istiyoruz, tehlikeli başınıza her şey gelebilir. Lafı uzatmayacağım sizi her şeyi göze alarak oraya yolluyorum. Ne zaman gelirsiniz gelebilir misiniz? Bilmiyorum. Ama size güveniyorum oraya gidin ve temizleyin.” Üçümüzde aynı anda “Emrederseniz komutanım.” Albay arkasını dönüp gitti, Asel çıkmadan bize dönüp baktı mahcup bir gülümse ile selamlaştık ve albayın peşinden koştu.
“Ölüme yolluyorlar bizi.” Ulaş bunları söylerken kitlenmiş gibi bana bakıyordu, başımı onaylarcasına salladım “Öyle yüzbaşım, korkuyorsan gelme.” Başını yana yatırdı “Bengi yapma.” Derin bir nefes verdim “Yüzbaşım görev emri aldın hazırlığını yap.” Başını iki yana salladı “Emre ile ben giderim senin gitmene gerek yok.” Yavaş yavaş boynumu esnettim “Beni zorluyorsun yüzbaşım. Karşında çocuk yok bir yüzbaşı var göreve gidiyorum sende öyle bu kadar. Duygu bindirme.”
Olmasından en çok korktuğum şey oluyordu, işle evi ayırt edemiyordu. Benim bir asker olduğumu unutup beni korumaya çalışıyordu ama bunu yapması bir yerden sonra bize zarar verecekti, şimdi bile aklımı görev planları ile doldurmam gerekirken onun bu davranışı ile doldurmama sebep oluyordu. Her şey hem de her şey işi yokuşa sürüyordu birlikte ölüme yollanmak beni de korkutuyordu ona bir şey olması ama elimden ne gelirdi hiçbir şey.
“Her şey hazır değil mi?” Çantamı son kez kontrol ettim, karşımızda bizi seyreden Altay’a döndüm “Hazır.” Gülümsedi, “Dikkatli olun.” Yüzündeki gülümseme silindi “Geri dönün.” Yine sadece onaylayabildik. Hepimize sarıldı, “Size güveniyoruz, temizleyeceksiniz hasar olmayacak.” Gülerek birbirimize baktık “Olmayacak diyelim öyle olsun.” Ulaş halen gergin bir ifade ile bana bakyordu. “Helikoptere binebilirsiniz o zaman.” O tarafa doğru ilerledik.
…
“On dakika sonra ineceğiz yaklaşık beş saat yürüyeceğiz, bir saat molamız olacak ardından beş saat daha yürüyeceğiz asıl alana varmış olacağız orada plan değişikliği olmazsa sızarak içeri gireceğiz. Karşımıza çıkanı sessizce indiriyoruz. Anlaşıldı mı?” Bakışlarım Emre ve Ulaş arasında mekik okuyordu ikisi de anlamış gibi görünüyordu.
“Yürürken saldırı yeme ihtimalimiz çok yüksek değil mi?” Haritadan açığa çıktığımız yerleri gösterdim “bunlardan sonraki dağlık alanlarda baskın yeme ihtimalimiz iki kat artacak. Bütün yolu hesap edersek yüzde iki yüz baskın yiyoruz.” İkisi de güldüler “Üçüncü olmaz diyorsun?” Başımı salladım “Umudum o yönde.”
“Komutanım inişe geçiyoruz.” Hepimiz son ayarlamalarımızı yaptık. Önce Emre sonra Ulaş en son ben atladım. Etrafa bakındık, hemen yönümüzü ayarladık “İlerliyoruz, dikkatli olalım.” Hızlı ve dikkatli adımlarla ilerlemeye başladık. “Komutanım burada hiç kimse yok.” Ne oldun istiyorsun acaba “Şimdilik kimse yok ilerde göreceğiz.” Ulaş net bir sesle cevapladı “Görmesek daha iyi mi kötü mü bilemiyorum.”
Yaklaşık iki satir yürüyorduk, dağ taş demeden yürüyorduk artık yavaştan yorulmaya başlamıştık, “Dur!” Ulaş ağaca doğru çekilince bizde saklandık “Ne gördün?” İlerden silahlı bir grup geçiyor, gitmelerini bekleyelim.” Hemen silahlarımızı ayarladık “İkinci bir emre kadar ateş yok.” Beklemek tek yolumuzdu bizde bekliyorduk, çatışmadan oldukça kaçmamız gerekiyordu yanımızdaki mühimmatları dikkatli harcamamız gerekiyordu.
“Uzaklaştılar.” “Dikkatli çık.” Önce Emre ardından Ulaş sonra ben çıktım. Etrafta görünmüyorlardı ama bu gittiklerini de kanıtlamazdı “Dikkatli ilerliyoruz.” Takip mesafesini artırdık olası bir saldırıda açık hedef olmamalıydık ama üçümüzde birbirimizi görebiliyorduk. İstemsizce gerlimiştim, gerildikçe kendimi sıkmıştım, sayıca her şekilde biz azdık. Çok dikkatli olmamız lazımdı birimizin yaralanması demek üçümüzün de ölüme bir adım atması demekti.
Dördüncü saatimizin sonlarına gelmiştik ama mola vermemiz yere gelememiştik “Herkes dayanacak halde ise devam edelim.” İkisine de dikkatlice bakıyordum, bacaklarımdaki ağrıyı yok sayıyordum, güvende olmak şuan birinci önceliğimdi “Devam edelim.” Ulaş’a çevirdim bakışlarımı o da onaylayınca hızlıca yürümeye devam ettik. “Ne kadar mesafemiz kaldı.”
Haritayı kontrol ettim baya az kalmıştı “Son on kilometre.” İkisi de keyifle güldüler “İyi bir şey kalmamış.” Başımı evet manasında salladım, bir saat daha yürüyecektik sadece. Günün sıcak saatlerini yürüyerek geçirmiştik bile, şimdi tam sıcağın ardından hafifi serinlediği saatlere gelmiştik. Bir saat sonra daha serin olacaktı en azından serin serin dinlenecektik.
Bir saat daha yürüdükten sonra varmamız gereken mola noktasına varmıştık. “Tedbiri bırakmadan dinleniyoruz.” Kayalıkların arasına yerleştik, çantamdan tavuklu pilavımı çıkardım, yemeye başladım baya acıkmıştım “Sağlam acıkmışız.” Emre gülmeye başladı “Kurt gibi.” Bu sefer ikimiz güldük. Hayatta en sevdiğim benzetmeydi kurt benzetmesi.
“Bu şekilde ilerlersek çok iyi olacak.” Ulaş bir yandan silahının dürbünden etrafı seyrediyordu bir yandan da bizimle sohbet ediyordu, “Umarım böyle devam ederiz. Mühimmattı sadece ana mekânda harcarız çok iyi olur.” Şuan ki tek dileğim buydu. “Siz böyle konuştunuz ya şimdi baskın yeriz mühimmatın yarısı burada gider.” Ben tövbe çekerek yemeğimi yerken Ulaş dürbüne iyice odaklandı.
“Hangimiz şom ağızlı bilmiyorum ama geliyorlar.” Hemen yemeği kapadım çantam koydum, “Bizi fark etmedikleri sürece ateş etmiyoruz, bir sorun çıkarsa kimse öne atılmıyor.” Sözlerimin sahibine ulaşmasını düşünerek silahımı ayarlamaya çalıştım “Kimse kimsenin öne atılacağı bir hata yapmazsa sorun olmaz elbette.” Derin bir nefes aldım. “Emre konuşulanları duymamış gibi yapacaksın tamam mı?” başını salladı.
“Bak ne olursa olsun öne atılmak yok. Bende korkuyorum bende endişeliyim ama askerim senin için kendimi vatan için seni yakarım unutma. Dahası yok ikimiz içinde.” Ulaş bakışlarını bana çevirdi gözlerini önce sıkıca yumdu sonra derin bir nefes aldı “Dahası yok ikimiz içinde.” İstemeden de olsa tekrarladı.
Adamların hareketini seyretmeye başladık. Ağır ağır buraya geldikten sonra birden durdular içlerinden bir adam eline megafon aldı “Türk askeri orada oldugunu biliyoruz teslim ol.” Tek kişi sanıyorlar telsize döndüm “Çok kalabalıklar ve karşısında tek kişi olduğunu sanıyor.” Ulaş kısık bir sesle “Ne yapıyoruz, siksek bitiremeyiz bunları.” Derin bir nefes aldım, mantıklı olan birimiz açığa çıkması diğerlerinin yolunu açmasıydı.
“Açığa çıkacağım, araçlar ile ben gittikten sonra yola devam edeceksiniz. Mekânda buluşuruz zaten.” Ulaş kabul etmeyeceğini gayet belli ederek baktı, “Saçmalama.” Bakışlarımı ciddileştirdim “Saha mantıklı fikir?” ses gelmedi silahımı yere atıp ayağa kalktım. “Teslim oluyorum!” ellerimi havaya kaldırdım. “Aferin asker.” Yavaşça dağdan indim. Adama yaklaşınca adamları üstüme üşüştüler. “Gidiyoruz.” Zorla arabaya bindirdiler.
“Adın ne asker?” hiç cevap vermedim, güldü “Sizin bu rahatlığınız. Elimizdesin elimizde söke söke öğreneceğiz nasılsa.” Yine cevap vermedim sakin bir ifade ile yüzüne bakmaya devam ettim, “Neye güveniyorsun asker? Biz istemediğimiz sürece senin yok olduğunu bile bilmeyecekler.”
Yine hiçbir şekilde ifademi bozmadım, “Konuşacaksın asker.” Gülümsedim, sinirle çenemden kavradı “Öteceksin, şimdi sus bakalım ne kadar dayanacaksın hiç konuşmadan.” Yüne gülümsedim. Ben rahat tepkiler gösterdikçe sinirleniyordu. Çenemi bırakıp boynumu kavradı “Elimdesin asker elimde!” yüzünde mutlu bir ifade oluştu, boynumu bıraktı geri yerine oturdu. “İne gidince nasıl şakıyacaksın o kadar merak ediyorum ki.” Mekâna kendi aralarında in diyorlar unutma Esem sakın unutma.
Araba durur durmaz beni yine zorla indirdiler “Krala götürün şunu.” Kral mı? Kral kim? Böyle bir bilgi verildiğini hatırlamıyorum. Çok büyük yapılar olmasa da yaklaşık olarak yirmi tane bina vardı tam merkezde yani ulaşılması en zor yerde kral vardı anladığım kadarıyla zorla beni oraya götürmeye çalışıyorlardı. Kapıyı çaldılar yavaşça açıldı. Yüzü gözü örtülü bir adam açtık “Kral’a söyle asker bulduk.” Adam içeri yöneldi. Biz kapıda bekliyorduk. Çaktırmadan etrafı arıyordum, bir şey yakalamaya çalışıyordum.
Az önce giden adamla birlikte iki tane adam geldi, koluma onlar girdi. İçeri doğru sürüklemeye başladılar sadece ne kadar güçlü olduklarını merak ettiğimden ayağımı yere sapladım. Oldukça zor hareket ettiriyorlardı istediğim anda indirebileceğimi anlamama yetmişti fazlasıyla.
Ortada duran odaya soktular, “Çök.” Karşıya baktım, sandalyede orta yaşlı çirkin bir şerefsiz oturuyordu kral o idi anlaşılan. İnatla çökmedim, yanımda duran adam arkadan bacağıma sertçe vurdu düşmedim, bakışlarımı küçümser bir şekilde vuran adama çevirdim beklemediği bir anda aynı hareketi ben yaptım yere düştü hafifçe güldüm diğer adamın karnına vurdum oda düştü. Elimdeki kelepçeler ile birinin boğazını sıktım diğeri saldıracakken hızlıca tekme attım. İkisi de can çekişirken içeri bir sürü adam doluştu zorla kenara çekildim.
“Güçlüsün.” Yerinden kalkıp karşıma geçti, umursamaz gözlerle bakıyordum. Bir yandan da yüz hatlarını ezberlemeye çalışıyordum. “Adın soyadın ne asker?” cevap vermedim, bakışlarımı etrafa çevirdim kaç adam vardı? On mu hayır tam on iki adam vardı.
“Adın soyadın ne?” yine cevap verdim, sadece sıkılmış gibi nefes verdim. Öfkeyle karnıma vurdu, saçımdan çekerek başımı kaldırdı “Adın ne? Konuş!” güldüm, hiçbir şey söylemeden bakmaya devam ettim. “Adını bilmem senin için iyi olur asker, en azından komutanlarına elimde olduğunu söylerim. Adın ne?” cidden sıkılmaya başladım.
Karnıma sağlam bir tekme attı, üstüne sert birkaç yumruk attı. Yeniden saçlarımdan tutup başımı kaldırdı “Adın ne asker.” Derin bir nefes aldım “Yaklaş.” Yanaştı, sağlam bir kafa attım geriye savruldu, keyifle kahkaha attım. Sinirle yerden kalktı karşıma geçti “Gül bakalım, gül! Ben göreceğim seni.” Adamlarına döndü “Bunu zindana götürün ezin. Bakalım o zamanda aynı havada olacak mı?” Zorla götürülürken birkaç adamı daha devirdim.
Zindan dedikleri yere geldikten sonra elimdeki kelepçeyi duvardaki zincire bağladılar ayağımdaki kelepçeleri de duvara bağladılar. İçeri iri yarı bir adam girdi elinde uzun bir kırbaç vardı kısacası mesaim başlıyordu. Gözlerimi tam karşıya diktim.
Acı ne Esem? Sadece bir zihin yanılgısı hiçbir kuvvet senin canını yakamaz. Sakın bir acı yok şuanda hiçbir şey hissetmiyorsun, ne hissedebilirsin ki. Ne var karşı duvarda yarık mı? Hayır sanmıyorum biraz daha odaklan Esem ne duvardaki sanırsam çatlak. Çatlak evet, dışarıdan ışık geliyor Esem. Işık hangi açı geliyor Esem, saati bulabilir misin? Bulmalısın. Arkadaşlarının geleceği saati bilmen için saati bulman lazım.
“Hiç tepki vermiyor lanet kadın!” elinde ki kırbacı yere fırlattı, bakışlarımı adam çevirince başka bir yöne baktığını fark ettim kral lakaplı piç karşımdaydı. “Nasıl tepki vermiyor lan!” öfkeyle bağırdı yerde duran kırbacı aldı.
Çatlak Esem evet çatlak ışık giriyor, az önceye daha az ne kadar zaman geçti on beş dakika mı? Hayır bu kadar belirgin bir ışık değişimi için en az bir saat geçmiş olması lazım. Arkadaşlarının gelmesine artık tam iki saat daha az var. Hayır acı hissetmiyorsun odaklan kızım. Cam cam var mı burada? Yok değil mi o zaman bu güçlü ışık nereden giriyor içeriye hadi o deliği bul.
“Nasıl? Nasıl hiç tepki vermez!” sinirli adımlarla karşıma geçti “Sen bir şekilde şakıyacaksın.” Etrafa bakındı, belinden silahı çıkardı, Bacağıma doğrulttu, sıktı. Tam o ada başımı kaldırdım, hafifçe gülümsedim. “Burada tek başına bekle bakalım saatler sonrada böyle susabilecek misin?” herkes çıktığı gibi hemen yere oturdum, boynumdan bandanamı çıkarıp yırttım bacağımı sıktırdım. Sırtımı duvara yasladım, duvarın soğukluğu ile yaralarımın sızlaması azda olsa diniyordu.
Karnımdaki yaralar acayip fena yanıyordu onları dindirmek adına ara sıra sırtımı değil karnımı duvara yaslıyordum. Beklemekten başka çarem yoktu sade bekleyebilirdim. Tek korkum Ulaş’la Emre’nin de yakalanmalarıydı.
…
“Ne yaptın asker konuşmaya karar verdin mi?” zorlanarak ta olsa ayağa kalktım. Dimdik duruyordum “Sadece adın için bunca tantanaya gerek var mı?” sertçe geriye ittirdi, hiçbir şey belli etmemek için yüzümü oldukça aynı tutmaya çabaladım “Peki o zaman seni biraz daha ezeceğiz.” Arkadaki adama döndü, oda iki yanındaki adamlara döndü ellerinde sopalar ile bana yaklaştılar. İstemsizce gülmeye başladım, biz zaten daha dayanaklı olalım diye komutanlarımız tarafından odunla dövülüyorduk. İşlemezdi bize da işte yaralar.
Esem ne diyorduk nereden geliyor bu ışık? Tavana baktın mı? Bakmadın bak bakalım. Evet tavandaki kırık yerden geliyor bu ışık. Hava kararmaya başlamış bu ne demek arkadaşların çok yakında demek. Dayan kızım.
“Lan seni betondan mısın? İnsan gözünü bile kırpmaz mı?” gülümsedim, silahını çıkarttı koluma sıktı bu sefer, acı bütün hücrelerime hızla dağıldı bütün yaralarım sızladı ama yinede dimdik durdum. “Adın ne asker?” yutkundum, bizimkiler yakında burada olacaksa bir ihtimal bile olsa albayın kulağına gitmemiz gerekebilirdi “Esem Bengi Kara.” Güldü “Aferin.” Adamlar ile dışarı çıkınca kendimi yere bıraktım ayakta kalacak gücüm kalmamıştı, gittiklerinde sadece yarım saat boş kalıyordum. Bu hesapla ben neredeyse üç saattir dayak yiyordum.
…
“Bunları da diğerinin yanına götürün.” O an kaynar sular başımdan aşağı döküldü, kapı aralandı. Bütün gücümü kullanıp ayağa kalktım. Boş olan diğer zindana önce Ulaş’ı sonra Emre’yi bağladılar. Kral denen şerefsiz bana döndü “Bak sana arkadaş getirdim.” Gülerek çıktı, çıkar çıkmaz olduğum yere oturdum.
“İyi misin?”Ulaş korkak gözlerle bana bakıyordu az önce adama öfke püskürerek bakan gözler iki saniyede silinmişti. Başımı evet manasında salladım, “Siz nasıl?” Emre öfke ile çıkan sesiyle “Çoğunu indirdik, sonrasında mühimmat bitti.” Yüzümü buruşturdum. “Harika.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |