

Pars
“Ben anlamıyorum komutanım bizi neden eve yolluyorlar.” Güney sinirle bahçede volta atıyordu. Selçuk’a işaret ettim kolundan tutup durdu “Ölmek için fazla bekleyenimiz var.” Güney’e birden kal geldi “Ne?” elimle camdan bizi izleyen Elif’i gösterdim “Yeni evlisin, çocuğum var. Batur baba olacak Selçuk’un hem yari hem anası. Bizim bekleyenimiz var.” Kardeşlerimi bile bile ölüme yolluyorlardı ama elimden emir kulu olduğumdan hiçbir şey gelmiyordu.
“Bende askerim. Bekleyenim var diye niye göreve gitmiyorum.” Derin bir nefes aldım, “Ölüm garantiyse bekleyeni olmayanı seçerler.”Güney öfkesinden deliriyordu yerde duran taşlara sertçe vurdu. “Ölüme yolladılar!” Kabul edemiyordu, bir süre öfke ile etrafa saldırdıktan sonra sakinledi.
“Ne olacak? Bize emir mi verecekler arkadaşlarınız görevi tamamladı gidin naaşlarını alın bu mu olacak?” Selçuk dişlerini sıktığından zor bela konuşuyordu benden önce Batur atıldı, “Hayır, gidin ölmeden alın diyecekler biz onları hastaneye yetiştirmeye çalışcağız. Onlar gizli olmakla yükümlüdür açığa çıktıktan sonra her şey Allah’a kalıyor.” Söylerken sürekli iç çekiyordu. Gücüne gidiyordu ama bir şey diyemiyordu, tıpkı benim gibi.
“Tim elden gelmeyen şeyler için kendinizi yıpratmayın evlerinize dağılın aileniz ile vakit geçirin. Ben sizi anlıyorum arkadaşlarımızı ailemizi cehenneme yollayıp evlerimize çekilmek çok güç ama bir şey yapamıyoruz, yemin ederim çıkar bir yol bulursam burada bir saniye durmayacağım.”
Hiçbiri eve girmek istemiyordu, daha doğrusu eve sığmayacaklarını biliyorlardı ama elden ne gelir yavaşça evlerimize geçtik. Kapıyı tıklattım, Ege açtı. “Baba.” Yüzünde kocaman bir gülümseme ile bakıyordu, güldüm “Oğlum.” Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, Ege’ye sarıldım saçlarını bozdum.
“Erken geldin?” Başımı salladım, “Mutsuz mu oldun?” başını iki yana salladı “Şaşırdım ama sevindim.” Eliyle konsolu gösterdi “Maç?” Başımı olur manasında salladım. “Yolla gelsin.” Birlikte yan yana yere oturduk, televizyona bağladı oynamaya başladık bir türlü odaklanamıyordum her oyunda üst üste yeniliyordum zaman hızla akıyordu ama sürekli gözümün gittiği telefona hiçbir mesaj gelmiyordu.
“Baba sen iyi misin? Odaklanmıyorsun.” Konsolu yere bıraktım “Aklım işte kaldı oğlum kusuruma bakma.” Kaşlarını çattı meraklı gözlerle bana döndü “Ne oldu? Herkes iyi mi?” gülsüm kendime doğru çektim “Sen büyüdün de benim derdimi öğrenmeye mi çalışıyorsun.” Kıkırdadı “Baba ya.” Saçlarını iyice karıştırdım “Ya of baba, saçımı ne hale soktun.” Güldüm birde kara harp istiyorsun ha saçlara bu kadar değer verip asker olmak istemek.
“Süslü git düzelt.” Hafifçe omzuna vurdum içeri koştu, aynaya bakıp düzelmeye başladı telefonu elime aldım yok halen ne bir mesaj nede bir arama vardı. Kapı çalınca Ege hemen o taraf yöneldi “Baba, Rüzgar ağabey ve Çağrı ağabey gelmişler.” Yerimden kalktım. “İçeri alsana zeki oğlum benim.” Dememin ardından içeri girdiler. Elimle koltuğu işaret ettim “Hayrolsun.” Gözlerini Ege’ye çevirdiler Ege hemen anladı. “Ben odamdayım o zaman.” Koşarak içeri geçti. “Evet beyler?”
“Esem komutanımdan haber var mı?” başımı iki yana salladım, “Sizin nereden haberiniz oldu?” başlarını eğdiler “Bütün karargahın ağzında ölüme yollandılar diye.” Başı ellerimin arasına aldım “Ne olacak ne yapacağız hiç bilmiyorum.” Rüzgar hafifçe omzuma dokundu.
“Komutanım timin her şeyine siz yetişemezsiniz göreve gittiler sizin elinizden hiçbir şey gelmez.” Çağrı’ yanıma oturdu “Komutanım, çok harap ediyorsunuz kendinizi.” Elimden başka hiçbir şey gelmiyordu bunu anlamaları imkânsızdı. Esem, Ulaş ve Emre hepsi benim kardeşim gibiydi onları ağabeyi gözü kulağı olmuştum. Onları kaybetmek benim için o kadar acıydı ki.
“Siz karargaha mı geçeceksiniz?” ikisi de başlarını salladılar “Bir şey duyarsanız haber edin olur mu?” ikisi de duraksadı “Herkesin dilinde dolanan bir şey duyarsak söyleriz ama.” Çağrı devam ettirdi Rüzgar’ın bitiremediği cümleyi “Gizli bir şey öğrenirsek asla.” Gülüm sağ olun der gibi baktım onlarda gülerek karşılık verdiler.
“İyi görevler gençler.” Hemen ayaklandılar hızlıca evden çıktılar mutfağa girdim Begüm gelmeden yemekleri ayarladım. Ege’nin odasına ilerledim. Kapıyı hafifçe tıklattım “Girebilir miyim?” kapı hemen açıldı “Gel baba.” Artık bazı şeyleri konuşmak lazımdı. Benden sakladığı sırları konuşmak lazımdı en azında belki bu benim aklımı oradan alırdı.
“Senle bir şey konuşacağız oğlum.” Başını salladı birlikte yatağa oturduk. Elimi saçarımda gezdirdim, derin bir nefes aldım “Bana söylemek istediğin veya benden sakladığın bir şey var mı?” birkaç dakika duraksadı sonra başını öne eğdi “Var baba.” Gülümsedim, “Söylemek ister misin ?” sesi iyice kısıklaştı “Söylesem kızacaksın.” Başını kaldırdım.
“Utanacağın sıkılacağın bir şey yok. Biliyorum ben zaten ve senden guru duyuyorum.” Gözleri fal taşı gibi açıldı “Gerçekten mi?” Başımı evet manasında salladım. “Gerçekten.” Kafası iyice karıştı “Kızmadın mı?” başımı iki yana salladım “Kızmadım. Kızmamda.” Künyemi avucumun arasına aldım. “Kan kokulu yollarda yürüyeceksin aklını kaybetme eşiğine geleceksin bundan korumak istedim seni dinlemedin beni. İyi puan almışsın asker olacaksın belli, bundan sonra bana sadece destek olmak düşer.” Gözleri doldu, “Baba.” Sıkıca sarıldı, ağlamaya başladı. İlk defa böyle ağladığını görüyordum.
Sıkıca sarıldım “Buradayım, aslanım.” Başka bir şey varmış gibi içli içli ağlıyordu. Belkide fark etmeden omzuna çok fazla şey yüklemiştik, içime iyice bir sıkıntı oturdu “Neyin var aslanım?” Başını kaldırdı “Bana sen hiç gitme olur mu?” yüzümde gurulu bir gülümseme kapladı “Senin asker olduğunu görmeden bana ölüm yok.” Daha sıkıldı “Asker olsam da burada kal.” Yavaş yavaş taşlar oturmaya başladı.
Şehit haberim geldiği günde sonra hiç oturup o konu hakkında konuşamamıştık, şimdi patlıyordu çok fazla şey gördü bu yaşta şehit gördü, babasını yaralı gördü ah benim yavru aslanım, yavrum. Benim minik oğlum. Sıkıca sarılıyordum o ağladıkça daha sıkı sarılıyordum. Birden duraksadı, “Baba?” gülümsedim. “Söyle aslanım.” Başını eğdi “Erkek adam ağlar değil mi?” Başımı salladım “Hem de nasıl ağlar, öyle bir ağlar
“Baba?” gözünden akan yaşları sildim “Söyle aslanım.” Künyeme çevirdi gözlerini “Asker ağlar mı?” başımı yine salladım “Ağlar, düşmana göstermeden ağlar. Canı için ağlamaz canından eğerli arkadaşları için ağlar.” Başını göğsüme yasladı “Sen hiç asker ağlatma olur mu baba?” saçından öptüm “Olur oğlum.” Bir süre sessizce öyle durduk. Evin kapısı açılınca Ege hemen toparlanma moduna geçti “Gerek yok.” Kendime çektim.
“Ben geldim.” Begüm’ün sesini duyunca gülümsedim, “Hoş geldin.” Hemen koşar adım sesler geldi içeri girdi, Ege’yi görünce korku kapladı yüzünü bana döndü ,başımı iyi manasında salladım boş elimi açtım hemen koşup sarıldı. Bir elimle Ege’nin saçlarını bir elimle Begüm’ün saçlarını sevmeye başladım.
“Siz böyle göğsümde olunca beni bir mutluluk huzur kaplıyor.” İkisi de hafifçe başlarını kaldırıp bana baktılar. Hiçbir şey demeden öylece baktılar, önce Begüm’ü alnından sonrada Ege’yi alnından öptüm. “Çok güzel tavuk sote yaptım.” Begüm hemen gülerek sırtını dikleştirdi “Ben tabaklayayım o zaman. Sonrada birlikte yemek yiyelim.”
“İyi misin oğlum?” Başını evet manasında salladı, “Sağ ol baba.” Eşek sıpası ya, “Sende sağ ol oğlum.” Yerimden kalktım. Çalışma masasına baktım, “Topla buraları.” Burnunu çekerek gülmeye başladı “Baba ya.” Kaşlarımı kaldırdım “Yok baba ya, asker adamın odası dağınık olmaz topla buraları.” Güldü, “Emredersiniz komutanım.” Ellerimi arkada birleştirdim sakin adımlarla odasından çıktım.
Mutfağa girer girmez Begüm bana döndü “Ne oldu? Niye ağladı Ege?” belinden tutup kendime çektim “Savcı hanım ne yazık ki söyleyemem oğlum ile aramda erkek sırrı.” Gözleri kocaman açtı “Hiç belertme o güzel gözlerini söyleyemem.” Hafifçe ittirdi “Peki yüzbaşım, yazdım bunu sonra hesaplaşacağız.” Gülerek masaya oturdum. Birlikte güzel bir yemek yemeye başladık. Telefonum içerde çalıyordu “Ege fırla.” Koşarak gidip gelid bilinmedik numaraydı, hemen ayağa fırladım “Alo.” Duyduğum ses ile sinirle telefonu kapattım.
“Kimmiş hayatım?” sinirle iç çektim “İnternet yenileme işi için aramışlar.” İkisi kıkırdarken benim aklım bizimkiler ne halde acaba sorusunda takılı kaldı.
…
Batur
Kapıyı yavaşça tıklattım, “Yettim.” Kapı aralandı “Hayatım.” Heyecanlı çıkan sesi kulaklarımda bayram yaratırken parlayan gözlerle bana bakıyordu, “Meleğim.” İçeri girdim güzelce sarıldım. “Erkencisin niye gittin niye geldin?” Bir şey diyemedim “Görev emri yoktu eve yolladılar bizi.” Yüzü hafifçe düştü, elini yanağıma götürdü “Bir şey olmuş.” Gözlerimi yumdum, “Olmadı bir şey.” Salona ilerledim, penguen gibi adımlarla peşimden geldi, koltukta yanıma hafifçe sokuldu “Senin canın niye sıkkın o zaman?”
Dudağından hafifçe öptüm “Yok bir şey bebeğim.” Güldüm “Bebeğim demişken bebeğimiz nasıl?” elimi karnına koydum, gözleri yeniden parladı “Yarın kontrol var bu sefer kesin gösterecek bence cinsiyetini doğuma iki ay kaldı neredeyse ama halen cinsiyetini öğrenemedik.” Güldüm, hafifçe karnını sevdim “Utangaç çocuğum benim.”
Hemen kıkırdadı, “Gülerken ayrı güzel oluyorsun. Hep gül emi.” Başını göğsüme koydu “Sende hep gülsen keşke gülmediğinde seni buruklaştıran her neyse gelip bana anlatsan ne güzel olur.” Saçlarını sevdim ne anlatacaktım. En yakın arkadaşım bekleyeni yok diye ölüme yollandı ben burada kaldım. Haberi olsun mu diyecektim ne diyecektim.
Yutkundum “Diyecek sözüm olsa demez miyim gülüm?” iyice yanaştı “Kötü bir şey var ama.” Ne dersem diyeyim anlamıştı zaten “Olmadığını olmayacağını umuyoruz.” Başını hafifçe kaldırdı “Umarım gönlünce olur ne istiyorsan bilmiyorum ama.” Birden gözleri doldu “Ne oldu meleğim.” Göz yaşlarını sildi “Hormonlar beni çok etkiledi ya!” birden sinirli moda gçeit, istemsizce güldüm. Bakışları bana kitlendi.
“Gülmedim!” dudaklarını ağlamak üzere büzdü “Güldün.” Ağlamaya başladı. Başımı iki yana salladım “Ben benim ağzıma sıçsınlar bir daha gülersem neyim.” Sıkıca sarıldım, kollarım arasından kurtuldu “Dolapta kek var yiyelim mi?” bu kadar hızlı değişmesine şok olmak yerine iyi bir iş gibi başımı salladım birlikte mutfağa geçtik. Dolaptan keki çıkarırken ben masaya tabağı koydum. Masada duran çerçeveyi elime aldım, Çağdaş ile resmime baktım gözlerim doldu ama gülümsedim “Aslanım benim. Yiğidim kardeşim.” Gözlerimden akan yaşları silip resmi kenara koydum.
Sude keki getirip tabaklara koydu, “Afiyet olsun.” Güldüm “Sana da meleğim.” Bakışlarımı karnına çevirdim “Yarasın babam.” Sude küçük çocuklar gibi gülerek elini karnına koydu ikimiz de sırıtarak kekimizi yedik. Bir anda durdu “Batur?” ne günah işlediğimi anlamak adına gözlerimi kaldırdım. “Ben sana bir şey söylemek istiyorum.” Günahsızım çok şükür. “Söyle aşkım.”
“Eğer oğlumuz olursa adını Çağdaş Deniz koyalım mı?” Öylece kaldım sözler boğazıma düğümlendi, bakışlarım fotoğrafa kaydı, kendimi sıkmama rağmen gözlerimden akan yaşı sildim. Yerimden kalktım, Sude’nin dizlerinin dibine çöktüm “Sen benim bu hayattı ki en büyük şansımsın.” Sude hemen saçlarımı sevdim “Sende benim.”
“Ya kız olursa o zaman ne koymak istiyorsun?” Yüzünde muzur bir ifade oluştu “Deniz.” Güldüm “Kız erkek fark etmez diyorsun.” Utanarak kızardı “Olsun sen ne istiyorsan adı o olsun.” Yüzünde güller açtı, “Seni çok seviyorum.” Konuyu dağıtmak adın yerimden kalktım, tabakları ve mutfağı toplamaya başladım belini tutarak kalktı “Ben biraz kestirsem.” Hemen ona döndüm “Tamam hayatım.”
Sude gittikten sonra saatlerce balkonda oturdum, yakınızdaki futbol sahası görünüyordu çocuklar sıcak demeden maç yapıyorlardı, bütün dikkatimle onları islememe rağmen hep gözüm telefondaydı Pars’tan gelecek haberi bekliyordum. Bir türlü gelmeyen o haberi bekleyip duruyordum. İçimden sürekli dualar ediyordum arkadaşlarımın sağ salim dönmesi için ama elimden başka hiçbir şey gelmediği düşünce aklımdan çıkmadıkça öfkeyle doluyordum.
Birini daha kaybedemezdim daha biricik kardeşimi toprağa vereli sadece otuz yedi gün olmuştu, daha kanı kurumamışken başka bir kardeşimi daha toprağa vermezdim, bu düşünce bile kalbime oklar fırlatıyor, can acısı ile kıvrandırıyordu. Nefesimi kesen bir his vardı ya üçünü birden kaybedersek. Üçü de ölmeyi hak etmiyordu.
Esem, içimizde en masumlarımızdan biriydi. Ailesini kaybetmiş acı ile büyümüş ona rağmen içindeki iyiliği korumayı başarmıştı. Bütün timin her an yanındaydı destek olurdu birimizi yalnız bırakmazdı. Hayalleri vardı mesela kimseye söylemediği bize bile söylemediği ama gözlerine bakınca o karanlık korkunç bakışların altında yatan tatlı hayaller.
Ulaş, o da Esem gibi kimsesiz kalmıştı hata yalnızdı bir ağabeyi de yoktu. Timin sert ağabeyi gerektiği yerde masaya yumruğunu vururken pamuk gibi kalbi ile herkesin yanında duran o adam. Herkesin tırstığı ama başı sıkışınca gittiği limanlardan biriydi. Bu adam nasıl ölmeyi hak edebilirdi ki.
Emre, bizim aşka aşık sevdaya düşman kardeşim. Hep aşık olmak isteyen o duyguya aşık olan ama karşısına sevda hissini yaşayacak biri çıkmayan bizden başka kimsesi olmayan biriciğimiz, neşemiz, doktorumuz. Üçü de tıpkı Çağdaş’ım gibi ölümü hak etmiyorlardı ama ölüme en yakın olanlarda yine onlardı.
…
Güney
Kapıyı açıp içeri girdim, etrafa bakındım. Elif yavaşça mutfaktan çıktı “Hoş geldin.” Başımı eğdim, “Hoş buldum.” Salona doğru geçtim. Elif’te ardımdan geldi. Koltuklara karşılıklı oturduk, suskun ama meraklı gözlerle bana bakıyordu. “Bence sağ salim gelecekler.” Bütün kalbi ile inanarak söylüyordu. Yerimden kalkıp yanına oturdum, “Umarım.”
İkimizde birbirimize uzun uzun bakıyorduk ama gözlerimiz denk geldiği zaman hemen acele acele bakışlarımızı kaçırıyorduk. “Senin okul eve yakın değil mi? Başlayınca rahat gidebilecek misin?” başını eğdi “Çok yakın.” Gülümsedim, elimle hafifçe yüzünü kaldırdım “Başını eğmene gerek yok.” Halen gözlerini kaçırıyordu “Ben senin kocanım.” Bakışlarını kaldırdı, yüzünde korku vardı umursamadan devam ettim.
“Sende benim karımsın yani anlayacağın benden aşağı değilsin. Başını eğme. Dünyanın o güzel gözlerine kiraz dudaklarına gülüşüne ihtiyacı var. Başını eğip dünyayı bundan mahrum bırakma.” Bir anda gözleri parladı, “Gerçekten böyle düşünüyor musun?” Başımı iki yana salladım “Dilim düşündüklerimi aktarmaya yetmiyor en basit haliyle yetinmek zorundasın.”
Fırsattan istifade kendime çektim sarıldım “Güney seni seviyorum.” Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu ama o bunu göremedi “Bende seni çok seviyorum karıcım.” Gülmeye başladı, “Gerçekten hayallerimi süsleyen adam senmişsin.” Gururla kasıldım, “Bir meleğin hayallerini süsleyen adam olmak. Önceki hayatımda nasıl bir sevap işledim acaba?” iyice gülmeye başladı.
Gözlerim etrafta gezindi hiç evli evi değildi “Buralara en kısa zamanda çeki düzen vereceğim. Kusura bakma.” Başını iki yana salladı, “Eşyalar umurum da değil sen bana mutlu bir çatı verdin.” Sıkıca elini tuttum “Daha iyisine layıksın emin ol.” İç çektim ”Bu evi gerçekten en kısa zamanda toplayacağım.” Elini yanağıma koydu, bütün nefesim kesildi öylece baka kaldım.
“Acelesi yok para harcama şimdi zamanla indirimde falan bulur hallederiz.” Elini tutum, kendime çektim hafifçe omzundan öptüm. Düne kadar tek başıma sadece kitap okuyup yemek yediğim yer şimdi çocukluk aşkımla evim haline gelmişti. Hayat ne kadar şaşırtıcıydı hiç beklemediğin anda hiç olamayacak şeyler yaşatıyordu.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |