26. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 25. Bölüm

25. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

Esem

Ulaş ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu, alnından süzülen kan çok canımı yakıyordu, Emre’ye çevirdim gözlerimi o da baygınlıkla ayıklık arasında kalmıştı. “Kaç hafta oldu bence albaya haber gitmedi bile.” Ulaş başını arkaya yasladı “Bilmiyorum.” Emre’ye döndü “Kardeşim iyi misin?” Emre gözlerini zar zor açtı, “İyiyim iyi, bizim buradan çıkmamız lazım yoksa burada bitecek hikâye.” Güldüm, gülünce de bütün vücudum acı ile kıvrandı.

“Nasılsınız askerler? Konuşma kararı aldınız mı?” Üçümüzde ses etmedik. Kral şerefsizi bana doğru geldi “Alın şunu.” Ulaş ve Emre aynı anda ayaklandılar “Bırak onu adi herif bizi al! Bırak kızı!” bunun gibi sayısız cümle kuruyorlardı. Bense zorla içeri götürülüyordum. “Siz ne tatlısınız ya ne kadar dayak yerseniz yiyin birbiriniz için çırpınıyorsunuz.” Güldüm gurulu bir ifade ile “İnsanlık güzel şey bir hayvan olarak özeniyor olmadan bir şey.”

Hiç takmadı bile “Oturtun.” Sandalye zorla oturdum, yanı başımda duran ateşi gösterdi sonrada içinde duran ince şişi gösterdi. “Biliyor musun bu sabah resim çizme aşkı ile uyandım. Ama kağıt kalmamış bende senin üzerinde yapayım dedim.” Başımı kaldırdım “Yeteneksiz cesareti nerede görsem tanırım.” Güldü “Az sonra bu yeteneksizin sanat eseri üzerinde olacak ömür boyu taşıyacaksın.” İşte canımı sıkan şey tam olarak bu ömür boyu taşımaktı.

“Üzerindekini çıkarın.” Zorla tişörtümü çıkardı, “Ama seninde hiç boş yerin kalmamış, hep kırbaç, odun çivi izi. Karalama defteri gibi olmuşsun.” Hiç umursamadım, karnımın yan tarafını gösterdi “Aha boş bir yer buldum.” Şişi çıkardı, üzerimde gezdirmeye başladı “Şuraya minik bir ev.” Derin nefes al kızım dayan. “Şuraya bulut.” Sen ne acılar gördün dayan kızım. Güçlü dur kızım, “Birde güneş.” Sakinim acımıyor canın neler gördün buna da dayanırsın.

“Bitti.” Elindeki şişe şöyle bir baktı “Ne yapsam bunu.” Bakışlarını bana çevirdi, “İmza olarak sanatımın yanına bırakmalıyım galiba.” Karnıma sapladı, “Geri almayacağım merak etme.” Adamlar baktı “Götürün diğerini getirin.” Ayaklarımı yere sabitledim “Diğeri yok ne yapıyorsan yap bana. Dokunma onlara.” Gülerek bakıyordu zorla içeri götürülmeye başladım.

Biraz sonra zindana gidecektim ve bütün yaralarım ayan beyan ortadaydı, nasıl öfkeleneceklerini biliyordum. Sadece pantolonum ve sporcu atletim vardı üzerimde. Bütün yaralım oldukça net görünüyordu. Zindan beni fırlatırken Ulaş’ı aldılar. Emre önce Ulaş’a engel olmaya çalıştı sonra gözleri bana döndü. “Sana ne yaptılar?” kırbaç izlerini mi kastediyordu yoksa şuan ne yaptığını mı soruyordu.

“sıcak demirle üzerime resim çizdi iyiyim.” Başını iki yana salladı “Her yerinden kan akıyor.” Başımı öne eğdim, “İyiyim.” Artık bitmek üzereydim kendimi yana bıraktım, yana bırakınca karnımda duran şişi gördü “Ka- karnında demir var.” Başımı salladım “Biliyorum.” Derin bir nefes aldı.

“Ben sizin adamlığınızı sikeyim, sizi büyütenin size bakanın sizi öldürmeyenin ta-“ hızlıca bağırdım “Ov, yavaş ben küfür duymak istemiyorum.” Derken kapı açıldı sürükleyerek Ulaş’ı getirdiler, üzerinde tişört yoktu, karnına desenler yapmıştı Ulaş resme baygın yatıyordu. Aklıma mukayyet olmam lazım. Aynı şekilde Emre’yi sürükleyerek götürdüler, “Şerefsizler!” öfkeyle bağırmam hiçbir fayda sağlamıyordu, Ulaşın her yeri morarmış vücuduna baktım, onlar geldi geleli sürekli sopa dayağı yiyorduk her yeri morarmıştı kanayan tek yeri yen yaktıkları yerdi.

“Uyan ne olursun uyan!” bağırırken Ulaş gözlerini açtı bana baktı hafifçe gülümsedi “İyiyim.” Başımla onayladım “İyi ol.” Yavaşça sırtını duvara vererek oturdu. Gözü üzerimde gezindi “Param parçasın.” Başımı eğip bedenime baktım haksız sayılmazdı “Farkındayım.” Kapı yeniden açıldı yüne sürüyerek Emre’yi getirdiler o uyanıktı en azından.

“Timin bizi bulması lazım yoksa sonumuz çok kötü.” Ulaş’a baktım Emre çok haklıydı ikimizde birbirimize baktı. “Umarım bulurlar.” Umut fakirin ekmeği demişler aslında onlarda bu cümleleri söylerken bulunmayacağımızı biliyorlardı bulsalardı çoktan bulurlardı. Bir aya yakındır buradaydık.

“Her şeye tamamım da ya yaşarsak ben bu saçma çizimleri üzerimde taşımak istemiyorum.” Emre’nin tepkinse gülmeye başladım. Güldükçe canım yanıyordu “Güldürmeyin oğlum.” Hepimiz derin nefesler aldık, başım feci dönüyordu. Sona yakındık anlaşılan. “Kaçmayı deneyelim.” Bakışlarımı Ulaş’a çevirdim o nasıl olacak der gibi bakıyordum.

“Parmakları kıralım, adamların üç tanesini kessek kaçarız.” Elimizde başka elle tutulur hiçbir fikir yoktu fikiri gerçekleştirmek adına ayağa kalktım ama daha hızla yere düştüm “Hop!” “İyi misin?” yerde acı ile kıvranırken başımı iyiyim dercesine sallıyordum. “Ben adım atamam siz gidin.” İkisi aynı anda “Asla.” Onlara döndüm “Gidin, karargaha ulaşın beni kurtarın.” İkisi de başlarını iki yana salladılar.

“Biz kaçarsak seni öldürürler. Ya hepimiz ya hiçbirimiz.” Ne dersem diyeyim ikna edemeyecektim. Kendimi saldım, en azından serbest bıraktıkları o yarım saatte dinlemiş olacaktım.

“Uyanın lan!”gözlerimi zor bela ayarladım, şerefsiz dik dik hepimize bakıyordu. “Size mükemmel bir haberim var.” Güldüm “Ölüyor musun?” o da güldü “Hayır dayak saatiniz geldi.” Göz devirdim.

“Nasıl keyif aldınız mı?” sırtımı kütlettim. Adamı hiç takmadan başımı duvara yaslayıp gözlerimi yumdum “Tahmin ettiğimden daha sağlammışsınız. Yalan yok sizin gibi adamlarım olsun isterdim.” Dedi ve gitti. “Bunun ölümü elimden olacak.” Ulaş sinir ve acı ile karışık bir ses ile konuşuyordu.

Yeniden içeri girdiler, ne sık ziyaret almaya başladık. “Kızı al.” Ulaş ve Emre yine reddercesine bağırmaya başladılar. Ama adamların durmak gibi bir niyeti yoktu. Dışarı çıkartıldım, güneş ışığı ile gözlerim kamaştı. Kral şerefsizi yine oradaydı onun yanına sürüklendim. “Bun benim eve götürün oraya bağlayın madem ölecekler bir işe yarasın.” Öfkeyle kurtulmaya çalıştım “Bırak!” zorla sürükleniyordum “Asla olmaz. Şerefsiz! Bırak!”

Pars

Kışlada üçü olmadan geçirdiğimiz yirmi sekizinci günümüz ne bir haber veriliyor ne başka bir şey. “Komutanım en azından naaşlarını alabilsek bari.” Güney titreyen sensine rağmen güçlü dimdik durarak söylüyordu. Nefesim kesiliyordu bu cümleyi duyunca “Sağ kalmış olma ihtimalleri yok mu ya.” Doruk umutlu bir sesle sormuştu, Batur başını öne eğdi “Çok düşük.”

Hepimizin rengi solmuştu, üç kardeşimizin hiçbir şeyi yoktu elimizde.

“Dikkat.” Hepimiz ayaklandık, Albay içeri girdi yüzünde mutlu bir ifade vardı “Arkadaşlarınızdan haber aldık, hazırlanın onları almaya gidiyorsunuz.” Hepimiz heyecandan dona kaldık Albay hızlıca kışladan çıkınca çantalarımızı hazırlamaya başladık. “Yaşıyorlar yani.” Belli değildi aslında “Umarım yaşıyorlardır Alp.” O kadar hızlı hazırlanıyorduk ki. Toparlanıp hemen helikoptere bindik.

“Komutanım en aşağı on saat yürürüz.” Başımı evet manasında salladım “Albay araç sağlayacağım dedi.” Hepsi onayladı helikopterden inince bizi askeri araçlar karşıladı hemen birini alıp sürmeye başladık. “Üç saat sonra kavuşuyoruz.” Hepimiz güdük.

“Komutanım çevrelerini sardık emrinizi bekliyoruz.” İçimi huzur kaplamak yerine iyice karamsarlık kaplıyordu ne göreceğimi bilmemek. “Binalara ateş etmiyoruz emrim ile.” Beklemeye başladım “Komutanım hareketlilik var.” Hemen söylediği yöne döndüm. “Asmak için yer mi kuruyor onlar?” yani yaşıyorlar. “Yaşıyorlar komutanım.” Gözümden bir damla yaşa aktı. “Ateş.”

“Bir bitmiyorlar ya mantar gibi türüyorlar.” Selçuk öfke ile bağırıyordu yavaş yavaş azalmaya başladılar. “Bittiler gibi komutanım.” “Dikkatli inin bütün binalar bakın bulalım kardeşlerimizi.” Hemen binalara öneldik hepsine tek tek bakıyorduk. “Nerdesiniz?” birkaç yere girmemiştik “Komtanım.” Hemen o tarafa koştum içeri girdim. Ulaş’ı görünce yanına koştum,” Selçuk Emre.” Selçuk hemen Emre’nin elini kolunu açtı.

“Geldik kardeşim yetiştik.” Ulaş zor bela gözlerini açtı, “Bengi götürdüler.” Güney hemen yanıma eğildi “Nereye? Nereye götürdüler. Ulaş’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. “Bilmiyorum, sadece ilk defa o kadar gür bağırdı.” Güney sinirle yerinden kalktı, bende peşinden koştum. Girmediğimiz evlere girmeye başladı hiçbirinde yoktu. “Ne olur bu evde olsun.” İçeri girdik. İlk oda boştu, ikinci odaya girdik “Esem!” hemen yanına koştuk, bakışlarını kaldırıp bize baktı “Öldürdüm şerefsizi.” Başımı çevirip yana baktım sandalyenin sopasını kalbine saplamıştı.

“İyi misin?” Güney’e baktı gülümsedi. Gözleri kapandı geriye doğru düşecekken Güney tuttu, “Esem!” her yeri kan içindeydi, karnındaki şişe baktım “Soyunuzu kurutacağım soyunuzu kurutacağım.” Güney Esem’i kucağına alınca hemen hırkamı çıkarıp üzerine attım. “Tim uçuyoruz.”

Selçuk başını iki yana salladı Emre’ye baktı sonra başını Batur’dan destek alarak zar zor yürüyen Ulaş’ı gösterdi. “Elimizden geldiğince hızlı yürüyelim.” Başımı çevirdiğimde halen zar zor yürüyorlardı. “Batur Emre.” Koşup Ulaş’ı kucağıma aldım, arabaya doğru koştuk, onları yere sedye açıp yatırdık. “Bengi.” Ulaş sadece bunu söylüyordu, Esem’in elini sıkıca kavramış.

“Karargah ile konuştunuz mu? Helikopter geliyor mu?” Alp başını evet manasında salladı, gözlerimi Güney’e çevirdim bütün dikkati ile Esem’e bakıyordu. “Sakin ol.” Gözerlini bana çevirdi “Çok canı yanmıştır, sayamadım o kadar çok kırbaç izi var ki sayamadım. Kolunda bacağında kurşun var. Karnında şiş var. Her yeri mosmor.” Yutkunamadım, bir şeyde diyemedim başımı çevirip Esem’e baktım “Bizim için değil sevdiği için, Alfa için savaşır o.”

Ulaş’la Emre’ye baktım onlarda hiç iç açıcı değildi. “Arabadan yavaşça üçünü de indirdik, helikopter gelir gelmez bindik. “Yaşıyorlar mı komutanım?” Çelik’in beklide ilk kez sesi titriyordu. “Bizi hastanenin tepesine indir.” Hemen kabul etti.

“Çiçek bir şey yap.” Sedyenin peşinden koşarken sadece bunları söyleyebiliyorduk. Ameliyathaneye kadar onlarla koştuk. Kapı yüzümüze kapanınca bir bir yere düştük. “Esem!” Akın’ın sesi ile o tarafa döndüm, hemen ayağa kalktım, içeri koşarken tuttum “Pars bırak!” zor bela tutuyordum “Dur!” başını iki yana salladı.

“Söz verdin.” Öylece kaldım, bana bakarak kendini geriye çekti “Bana söz verdin, sen ne kadar ağabeyi isen ben o kadar ağabeyiyim dedin onu koruyacağım dedin.” Ne desem olmayacaktı sustum. Eliyle ameliyathaneyi gösterdi “Kardeşim niye orda lan!” elleri titriyordu. “Akın sakin ol!” yere düştü “Yadigarım!” Batur yerinden kalktı, sakince yanımıza geldi. Akın’ın yanına eğildi “Yaşayacak.” Akın başını öne eğdi “Nasıl dik duruyorsun?” Batur hiç cevap vermeden sarıldı “Sen benim yaşadığımı yaşamayacaksın.”

Herkes biraz sakinleşmişken birden Güney üzerinde ki hırkayı fırlattı, bakışlarım ona döndü, ellerine bakıyordu “Esem’in kanı.”Selçuk yanına eğildi “Hepimiz kardeşlerimizin kanı ile boyandık.” Bunu söylerken kendi ellerine bakıyordu. Bütün time göz geçirdim herkes kan içerisindeydi.

Kapı tam yirmi saat sonra açıldı. Çiçek çıkınca hepimiz derin bir nefes aldık “Ne olur kötüyse sus.” Çiçek sakince bana baktı “Sıra sıra gideyim. Emre’de iç kanama vardı müdahale etti birkaç gün misafir edeceğiz durumu gayet iyi.” Hepimiz birbirimize sarıldık. “Ulaş ile devam ediyorum, hem iç kanama hem de dışta bazı büyük kesiler vardı. Bir hafta kadar burada tutacağız tedbir amaçlı ilk bir iki gün uyutacağız.” Emin olmak adına “İyi yani değil mi?” başını sallayınca derin bir nefes aldım. Geriye bir tek Esem kalmıştı “Esem?” Güney titreyen sesiyle soruyordu.

“Onda da iç kanama vardı onu durdurduk, kurşunları çıkardık ama olası komplikasyonlar hakkında şuanda bir şey demek için çok erken. Karnındaki şiş ne yazık ki midesini delmişti ama onu da hallettik. Ama durumunun ağır olduğunu ne yazık ki atlayamayız. Büyük bir ölçüde de travma almış. Uyanmasını bekleyeceğiz.” Hepimiz öylece kaldık.

Doruk net bir sesle “Ulaş komutanım uyutacağız dediniz. Neden Esem komutanımda uyanmasını bekliyoruz.” Bende aynı şeyi merak ediyordum “Dediğim gibi çok fazla travma almış. Elimizden gelenin en iyisini yaptık.” Derin bir nefes aldı. “Bir arkadaşım için bu cümleyi kurmaktan nefret ediyorum ama.” Kaşlarımı çattım “ama?” derin bir nefes aldı “Her şeye hazırlıklı olmalıyız.” Yavaşça aramızdan geçip gitti.

Güney olduğu yere düştü, bakışlarım Selçuk’a kaydı öylece kalmıştı Akın olduğu yerde ağlamaya başlamıştı bile. “Komutanım!” koşarak Rüzgar ve Çağrı hemen ardından Altay ve Tuna çok geçmeden Beliz, Çelik ve Asel içeri girdiler. Hepisinin gözleri timi tarıyordu “Bir şey oldu?” dedi donuk bir sesle Çağrı.

“Kim?” Altay gözlerini kısarak yanıma geldi “Pars, kim?” kolumdan sarsınca kendime geldim, “Yok, kimseye bir şey olduğu yok. Sadece durumu ciddi başka hiçbir şey yok. Herkes iyi ve iyi olacak.” Bunları söylememe rağmen imde derin bir sızı oluşuyordu. Altay yavaşça sarıldı “Evlerinize gidin dinlenin. Bekleyeceksen burada olmanızın hiçbir manasın yok.” Başımı iki yana salladım, “Olmaz onları burada bırakamayız.” Kaşlarını kaldırdı. “Çelik, Tuna kora evlerine kadar yardım edin.” Hiçbiri gitmek istemiyordu ama bir şey olmuyordu. Elden gelen yoktu.

“Ben hiçbir yere gitmiyorum.” Güney’i götürmek zaten imkansızdı, gözlerinden ateş fışkırıyordu içi yanıyordu. “Güney-” bakışlarını bana çevirdi olduğu yerden kalkıp karşıma geçti “Ne? Güney ne? Burada tek başına bırakmam ne ablamı ne arkadaşlarımı.” Tartışmanın hiçbir manası yoktu “Bir şey olursa haber et.” Başını yatırdı. “Denerim.”

Bölüm : 04.11.2024 15:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...