28. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 27. Bölüm

27. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

Batur

“Aşkım ben geldim.” Hemen ayağa kalktım. Kontrole gelmemi istememişti. “Nasıl geçti?” gülümsedi “Öğrendim.” Hemen sarıldım, heyecanla gözlerine bakıyordum “Söyleyecek misin?” Başını iki yana salladı “Sürpriz hazırlayacağım sen salona geç geliyorum.” Hemen salona geçtim. Kızım veya oğlum hiç fark etmezdi sağlıkla gelsin tabii ama ben oğlum olsun daha çok istiyordum.

Kardeşimin adını taşıyan yiğit bir oğlum olsun. Belki oda benim gibi asker olurdu veya kaybetmeye korktuğumuzdan onu annesi gibi hukukçu yapardık. Kızım olsa da güzel olurdu, babasının baş tacı gerçek bir prenses. Tatlı tatlı konuşur, her dediğini yaptırırdı sadece bana değil bütün time.

“Hazır mısın?” hemen Sude’ye döndüm, “Hazırım.” Elinde ki kutuyu uzattı. Heyecandan elim ayağıma dolaşmıştı, ne yapacağımı bilemiyordum Kutunun kapağını açtım. Mavi bir zıbınlık, üzerinde “Ben babamın oğluyum.” Gözlerime inanamadım, “Oğlumuz mu olacak?” ağlayan gözlere rağmen kıkırdadı. “Ciddisin.” Gözlerime inanamıyordum. Hemen kutudan zıbınlığı aldım “Son ayda cinsiyetini öğrenmiş olsak da hoş geldin aramıza oğlum.” Oğlum diyordum, benim bir oğlum olacaktı.

Sude’ye sarıldım, saçlarından boynundan öpüyordum bir yandan da gözümden yaşlar süzülüyordu. “Oğlumuz oluyor Batur.” Başımı iyice boynuna gömdüm, “Oğlumuz oluyor.” İkimizde başka hiçbir şey diyemiyorduk. İkimizin de kalp atışını hissedebiliyordum çılgın gibi atıyordu. Yavaşça bıraktım, bir elini Sude’nin yüzünde gezdirdim diğer elimi karnına koydum. “Rüya gibi.” Gülümsedi, elerini kalbimin üstüne koydu.

“Gönül isterde olmaz mı derler ya. Haklılarmış, senin gibi bir adam istedim şimdide senin gibi bir oğlum olsun istiyordum olacak.” İkimizin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Elini karnına götürdü, bir yandan da sıkı sıkıya karnına koyduğum elimi tutuyordu. “Baban burada Çağdaş, hep yanında olacak.” Yüzümü başka tarafa çevirdim. Gözlerimden akan yaşlara zor bela hâkim oldum.

Başımı yeniden Sude’ye çevirdim, hafifçe eğildim “”Buradayım oğlum, buradayım Çağdaş’ım.” Elimde hafif bir hareket hissettim. Bakışlarımı hemen Sude’ye çevirdim “Tekme attı.” Başını evet manasında salladı, oğlumuz bir daha tekme attı, heyecanla Sude’ye bakıyordum, o keyifle güldükçe benimde yüzüm gülüyordu.

“Babasının oğlu çok hareketli.” Bakışlarımı ciddileştirdim, zıbını gösterdim “Doğru tercih.” İkimizde gülüyorduk. “Sude’m diyorum ki time de bu haberi versek.” Hemen onayladı “Şöyle yapalım o zaman koridordaki masaya yemek hazırlayalım.” Hemen reddettim “Olmaz yorulmak yok. Ben sipariş veririm.” Hemen şımarmaya başladı. “Tamam o zaman öyle yapalım.”

Telefonu elime aldım “Ne sipariş edelim.” Yemek listesine bakmaya başladı, “Pide?” o ne isterse onu alacaktım zaten “Tatlı?” biraz düşündü “Soğuk baklava” hemen onu da onayladım. Adet bilgisini ödeme işlemlerini ve saati yazdım hemen ayaklandım. “Ben time haber edip geliyorum.”

Bina boşluğuna çıktım “Akşama plan yapmayın birlikte yemek yiyeceğiz!” avazımın çıktığı kadar bağırdım. Üst kattan “Grubu boşuna mı kurduk Batur!” Pars bağırınca telefonda gurup olduğu aklıma geldi ama artık çok geçti “Pardon!” kapı şak diye kapandı. Heyecandan hep heyecandan oluyor böyle şeyler.

“Herkes burada değil mi?” bir yandan da parmağımla sayım yapıyordum. “Buradayız işte ne bu panik hali.” Başımı iki yana salladım, “Ne paniği be.” Selçuk inanmadığını gayet belli eden bir ifade ile bakıyordu. Asel’e dönüp bir şeyler fısırdadı sonrada gülüştüler. Herkes keyifle yemek yiyordu. “Nereden çıktı bu topluca yemek yeme işi.” Bakışlarımı hemen Pars’a çevirdim.

“Yemekten sonra size bir haberimiz var.” Hande abla hemen “Hayırdır inşallah.” Sude’nin elini sıkıca tuttum “Hayır.” Herkes hafifçe gülümsedi yemeğimize devam ettik. Kapı açılınca bütün dikkatimiz oraya yöneldi. Ulaş’la Esem kol kola içeri girdiler “Bize de yer var mı?” hepimiz ayağa kalktık. Sırayla sarıldık “Hoş geldiniz.” Esem masadan patates alıp ağzına attı “Hoş gördük.” Gözü ile masayı tarıyordu hemen yerlerine oturdular.

“Yemek yedik, tatlı faslındayız artık ne diyeceksen de.” Emre merakla bize bakıyordu. Çayımdan bir yudum aldım. “Oğlum oluyor.” Bütün tim öylece kaldı. Hiç kimse bir şey demiyordu “Vay kardeşim.” Selçuk’un sesinin ardından herkes ayaklandı, gülüşmeler sarılmalar “Bir oğlumuz daha oluyor demek.” Hemen Hande ablanın elini öpüp sarıldım. Çok heyecanlıydım ve heyecanımı sevdiklerim ile paylaşıyordum.

“İsim düşündünüz mü?” başımı evet manasında salladım Sude’ye döndüm, yüzünde kocaman bir heyecan tebessümü ile Ulaş’a döndü “Zaten önce karar vermiştik.” Elini karnına koydu “Çağdaş Deniz.” Herkes buruk bir gülümseme ile kaldı.

Doruk az önce yüzünde olan sevinç gülümsemesini hiç bozmayan tek kişiydi “Çağdaş gibi cesur yiğit, Deniz gibi uzun ömürlü olsun komutanım.” Hepimizden tek bir ses çıktı “Amin.” Bir süre sessizlik devam etti.

“Komutanım sizin oğlana çok üzülüyorum ben şimdiden.” Alp’e döndüm, yüzündeki sırıtma ifadesi ve rahatlığı beni bitiriyordu “Neden lan?” eliyle hepimizi gösterdi “Çocuk bunca askerin arasında büyüyecek, disiplin hat safa.” Gözlerimi Ege’ye çevirdim “Aslanım bunca askerin arasında büyümek kötü mü?” Ege gülmeye başlayınca afalladım.

“Ağabey güzel, güzel olmasına ama gereksiz cesaretli ve korkusuz oluyorsun.” Pars kaşlarına çattı “Mesela?” Ege rahat bir sesle, “Okulda bir elini kesiyor herkes panik. Bende öyle bir şey yok ben kurşun yarasından tut işkence yarasına kadar her şeyi gördüm. Bir tek ben sakin kalıp yardım edebiliyorum o manada.” Pars bir süre dondu. Bakışlarımı Sude’ye çevirdim. Yüzünde gergin bir ifade vardı “Ben gerildim.” Başımı salladım “Bende.”

Ede gayet rahat bir sesle “Gerilmeyin ya, insan zamanla alışıyor Deniz hayde hayde alışır.” Ne bu rahatlık ya, az önce dediklerini düşünce çok sağlıklı gelmiyor kulağa. “Oğlum az önce dediklerin içime fazlası ile kuşku düşürdü.” Ege rahat bir sesle devam etti “Şöyle ki benim çocukluğumda bu kadar çok evli insan yoktu, şimdi çocuk gayet kadınların çoğunluklu olacağı ortamda büyüyecek.” Pars hafifçe kafasına vurdu, “Lan sıpa sende sadece Batur evli değildi.” Ege gülmeye başladı.

“Baba belki hatırlıyorsundur, annemin işi vardı senin eğitimine denk geldi.” Pars hızlıca ağzını kapattı. “Sanki Begüm ablanın haberi yok gibi.” Begüm Alp’e döndü “Aferin deli çocuk.” Pars’a geri döndü “Sal çocuğu.” Pars hemen bıraktı “Anlat anneciğim ne oldu sen çocukken.” Begüm kadar bizde merak ediyorduk, bizimleyken mi olmuştu önce mi?

“Ya anne çok bir şey olmadı. Beni de götürdü, babam eğitimdeyken beni Albay’ın odasına götürdüler. Bir sürü askerin arasında öylece oturdum. Komutan bir yandan diğer askerle bağırıyor falan. Öyle acayip bir gündü.” Begüm sakin bir şekilde gülümsedi “Hikaye değişti gibime geldi ama neyse.” Hepimiz gülüştük.

Sude’yi kendime çektim, “Bak ne kadar tatlılar.” Sude hafif mutsuz bir ifade ile “Sanki tatlı olmasa bu hayattan vazgeçme şansımız var.” Gözüme şikayetlenirken ayrı bir tatlı geliyordu. Yanağından hemen öptüm. “Batur!” sesini alaycı bir tavırla tekrar ettim “Sude!” ikimizin de bir eli karnındaydı.

Esem

Evin kapısını açar açmaz Alfa bana doğru koştu “Bebeğim.” Hemen tüylerini sevmeye başladım. Deli gibi özlemiştim anlaşılan bu durum karşılıklıydı. “Bengi emin misin tek kalmak istediğine.” Hemen Ulaş’a döndüm, “Tek kalmayacağım zaten nöbeti bitince ağabeyim gelecek dedim ya.” Halen aynı mutsuz ifade ile bakıyordu “Ağabeyin gelince haber et aklım sende kalmasın.” Hafifçe eğilip öptü ve gitti.

“Gel içeri geçelim.” Yerimden kalktım, Alfa ile salona geçtim “Evde tek bir toz bile yok nasıl oldu bu?” Selçuk’un yapacak hali yoktu, Güney zaten yanımızdaydı. Kapının üzerinde not kâğıdını görünce hemen okudum. “Yengem bizim kızla senin evi dip köşe temizledik taburcu olunca gel temiz temiz otur.” Canım yengem ya.

Kapı çalınca hemen açtım. “Ben geldim.” Ayakkabılarını çıkarıp hemen içeri girdi bende Ulaş merak etmesin diye ağabeyimin geldiğini hemen mesajla söyledim. “Ne yaptın fıstığım, var mı ağrın sızın?” hafif sırtım e karnım sızlıyordu.

“Sırtım ve karnım hem kasıyor hem sızlıyor.” Eliyle salonu gösterdi “Çıkart üstünü pansuman yapayım.” Ağabeyim hiç vücudumu görmemişti, yaralardan haberi yoktu. Çiçek sap olsun görmemesi için her şeyi yapmıştı. Şimdi görse üzülecekti. “Yok, iyiyim pansumana hiç gerek yok.” Başını eğdi “Doktorum ben çok yara gördüm.”

Şimdiden sesi titremeye başlamıştı, “Ağabey iyiyim ama.” İyice kaşlarını çattı “Otur üzerini çıkart.” Oturdum tişörtümü çıkardım. Tamamen sargılıydı vücudum. Çantasından eldiven aldı, “Acıdığı zaman söyle.” Arkama geçti, sargıları açmaya başladı, ikimizde birbirimizin yüzünü görmüyorduk ama ağabeyim ara sıra durup zorlanıyormuş gibi nefes alıyordu.

“İlaç süreceğim, acıyacaktır.” Sesi titriyordu, yavaşça sürmeye başladı, sesimi çıkarmamak için ayağımı daha sıkı yere bastım, o devam ederken gözümden yaşlar süzülüyordu. İlaçla pamuğu masaya bırakıp tam karşıma geçti. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, karnımdaki yarlara ilaç sürerken benim gözlerimden yaş aktıkça o daha çok ağlıyordu. “Yanan yere ilaç sürerken daha çok yanacaktır.” İlacı sürücünde istemsizce acıyla bağırdım. “Özür dilerim.” Hemen yanıma oturdu, suyu uzattı “Sürmesek.”

Yavaşça pamuğu geri eline aldı “Olmaz, iltihaplanır.” Sürmeye başlarken sıkıca yastığı sıktım, çok kötü yanıyordu acısını bütün hücrelerimde tek tek hissediyordum. “Bitti saracağım şimdi.”

“Bitti, şuan iyi misin?” Başımı göğsüne yasladım, acıyacağını bildiğinde sırtımı sıvazlamıyordu bile “Geçecek fıstığım.” Sadece saçlarımı seviyordu.

Hafifçe geri çekildim, “Sen bana ne diyecektin?” kaşlarını çattı “Ben sana bir şey mi diyecektim.” Telefonumu açıp mesaj kutuma girdim , “Bak görevden dönünce konuşalım demişsin.” Biraz düşündü. Birden yüzü düştü, “Kuzenlerimiz gelecek ay Ankara’ya geliyorlarmış.” Hanileri geliyorlardı, “Hangi kuzenlerimiz?” Başını eğdi “Teyzemin çocukları.” Başımı öne eğdim.

“Evime sokamam onları.” Başımı hafifçe kaldırdı “Olmaz, geçmişi unut teyzem baktı o kadar bize olmaz.” Başımı iki yana sallayarak ayağa kalktım “Babamla vurdu o çocuklar beni biliyorsun. Giremezler evime.” Arkasında yaslandı, yapma der gibi bakıyordu sadece “Esem olmaz, teyzem vefat etmiş ev sahipleri çıkın demiş depozito haklarını kullanıyorlar.” Gülmeye başladım.

“Onları ben evime sokmam, sen ağırlamak istiyorsan ağırla hürmetle.” Yerinden kalktı, “Otur.” Başımı iki yana salladım “Sana otur dedim Esem!” hemen koltuğa oturdum, dizlerimin dibine oturdu “Güzelim fıstığım ben seni anlıyorum ama teyzemin hakkı için.”

“O sinemaya gelemez onun babası yok parası da yok.”

Kulaklarımı sıkıca kapattım, “Sus!” ağabeyim hemen geri çekildi “Tamam, tamam.” Gözlerimi sıkıca kapattım.

“Babası şehitmiş, babası yüzünden teyzemde şehit olmuş hepsi eniştemin suçuymuş.”

“Sana sus diyorum.” Bacaklarımı kendime çektim, iyice kapattım kendimi duymamaya çabalıyordum ama olmuyordu.

“Şehit deyip duruyor ben sordum şehit ölü demekmiş yani babası yok.”

Derin bir nefes aldım, “Ağabey yardım et. Sustur onları!” Ağabeyim hemen yanıma gelip oturdu, sıkıca sarıldı, canım acımıyordu ama sesler kesilmeye başladı. “Buradayım.” Başımı kaldırdım, hafifçe ağabeyime baktım “Gelmesinler bu eve.” Başını başıma yasladı “Bu eve sokarsam en adi şerefsiz benim.”

“Güzel olmuş mu kahve?” neredeyse tamamını içmiştim bile, battaniyeden elimi çıkardım çok güzel olduğunu gösterdim. “Afiyet olsun.” Bakışları halen endişeliydi “Fıstığım?” bütün dikkatimi ona verdim. “Bu sesler hep var mı?” başımı öne eğdim “Hayır, sadece ara sıra çok gerildiğimde oluyor evdeysem oluyor.” Hiçbir şey demedi, kahvesini içmeye devam etti.

“Fıstığım?” kahvesinden bir yudum alıp yanıma iyice yaklaştı, elimi sıkıca tuttu “Ben yatılı okula giderken sana kötü mü davrandılar?” ne demeliydim, kötü davranmamışlardı aslında saygı göstermemişlerdi, memur çocuğu olduklarından beklide böyle şeyleri bilmiyorlardı saygıları da yoktu. “Hayır.” Yanağımı sevdi hafiften “Bilseydim yatılı okula gitmezdim.”

“Sen yatılı okula gitmeseydin bu gün ikimizde buralara gelemezdik.” Yine cevap vermedi, yerinden kalktı “Ben yatağını açıyorum.” Salonda çıktı, peşinden gitmek yerine öylece salonda kaldım, Alfa gelip yanıma uzandı, tüylerini sevdim. Evin içinde çok sık olmayan huzur havası vardı. İçerden ağabeyimin sesi geliyordu, yanı başımda köpeğim vardı.

Yatağa uzanır uzanmaz ağabeyim hemen eğildi, sanki küçük bir kız çocuğu varmış gibi karşısında yanaklarımdan öptü “İyi geceler. Tatlı rüyalar fıstığım.” Işığı kapatıp odadan çıktı adım seslerini duyabiliyordum salonda gezindi tahminimce dağıttığımız yerleri topladı. Sonra dış kapı açıldı çok geçemeden kapandı. Yeniden tek başıma kaldım.

“Eee beyler ne yapıyoruz?” Selçuk uykulu gözerini bana çevirdi, “Vallahi hiçbir bilgimiz yok sadece sabahın köründe çağrıldık bu kadar.” Güney başını masada kaldırdı “Bende aynı fikirdeyim öylesine çağrılmadıysak hiçbir şey bilmiyorum.” Pars gayet enerjik bir şekilde asıldığı barfiks çubuğundan gülerek “Gençlik bitmiş ya.”

“Komutanım yemin ediyorum siz yaşınıza rağmen bizi ona katlarsınız.” Alp’in cümlesinin ardından hepimiz dudağımızı ısırdık “Mal bu çocuk.” Batur gülerek Pars’a bakıyordu, Pars yere inip Alp’in karşısına geçti boynunu kütletti, ellerini arkasında bağladı “Ne var benim yaşımda?” çocuğu yiyecekmiş gibi bakıyordu. Alp panikle ayağa kalktı “Şey komutanım gençsiniz siz ben yanlış anlaşıldım.” Pars başını yana yatırdı “Ben mal mıyım lan!” Alp hemen hazır ola geçti bizi iyice gülme aldı.

“Komutanım?” Pars başını hafif çevirip Doruk’a baktı “Beliz komutanımla Çağrı komutanım değiller mi onlar?” hepimiz eliyle gösterdiği yere baktık. Resmen ağacın altında yan yana oturmuş gülüşüyorlardı. “Bunlar ne ayak lan!” Güney gözlerine inanamıyordu ki bizde inanmıyorduk. “ Batur gülerek “Ben geçen bunları restoranda gördüm.” Pars kitlenmiş gibi onlara bakıyordu. “Albay görürse kesin vurur.” Hepimiz onayladık “Bahis açıyorum, üç kurşun.” Batur bize baktı.

“Tek kurşunda alır.” Ulaş’ın fikri bana da mantıklı gelmişti “Bende tek diyorum.” Batur hemen deftere yazdı “Var mı başka?” Selçuk hemen katıldı “İki kurşun topuklara.” Ulaş’a döndüm “Buda mantıklı tam albaylık.” Biz güle eğlene bunu konuşurken Pars bize döndü “Gidiyoruz.” Hepimiz ayaklandık.

“Komutanım bütün tim gidip utandırmasaydık keşke gençleri.” Emre gayet keyif almasına rağmen çok anlayışlı gibi dav-ranmaktan ayrı bir zevk alıyordu. “Dikkat.” Güney keyifle bağırdı, Beliz ve Çağrı resmen sıçrayarak yerlerinden kalktılar. Korku dolu gözlerle bize bakıyorlardı. “Siz ne ayaksınız lan?” Pars’ın sesi ile ikisi de başlarını eğdiler. “En azından reddetmiyorsunuz bazıları gibi.” Pars net bir sesle konuşuyordu.

“Konu bana nasıl geldi ya.” Selçuk öyle diyince hepimiz güldük, ilk başlarda benim Asel’le işden başka hiçbir şeyim olamaz falan diyordu sonra bir öğrendik sevgililermiş. “Konuyu dağıtmayalım. Siz ciğer mi yiyip geldiniz?” Ulaş o kadar alaycı bir sesle konuşuyordu ki Pars ile ses tonları arasında dağlar kadar fark vardı.

“Komutanım, şöyle ki.” Cümlenin uzun bir süre devamı gelmedi, Ulaş gözlerini hafifçe kısıp dudaklarını içeri çekti “Neyle ki oğlum?” Güney baktı cevap gelmiyor “Şey değil mi burada albay görmez dediniz bu köşeye geldiniz.” İkisi de başlarını salladılar. “İki yana açıldık, elimle karargâhı gösterdim. “Sizce şuan neredeyiz? Karargâh!” hemen yüzlerini bir mahcubiyet kapladı. “Lan, geri zekâlılar biz değil de başka asker görse albaya gitse ne yapacaksınız!” Pars gayet sert konuşuyordu. “Haklısınız komutanım.” Pars, alaycı bir yüz ifadesi ile güldü “Onu bileydin. Yürü!” Çağrı hemen öne geçti, Beliz peşinden geçecekken Batur önüne kırdı “En az dört adam mesafe.”

Oflayarak ayrıldılar birlikte yürümeye başladık. “Baban görse ne diyecektin?” Başını öne eğdi, “Seviyorum diyecektin.” Gözlerim ve ağzım istemsizce açıldı “Çağrı’yı vursun diye mi?” Güzlerini devirdi, “Seviyoruz babam anlayışlı bir adam.” Elimle Çağrı’yı gösterdim “Baban anlayışlı bu kızına askerini alacağı anlamına gelmiyor.” Oflamaya başladı, “Hiç oflama.”

Kışlaya girdik birini bir köşeye öbürünü diğer köşeye oturttuk “Bizden başka bilen var mı?” Pars halen çok ciddiydi elinden geldiğince korku salmaya çabalıyordu. “Var komutanım.” Hepimiz Çağrı’ya döndük yutkundu “Begüm abla biliyor ama ilk günden beri biliyor.” Pars’ın şokla ağzı açıldı “Karım?” Çağrı gözlerini kırparak onayladı. “Canım karım ya hiç bana söyleme gereğinde bulunmamış bile.” Selçuk’la birbirimize baktık onları da ilk öğrenen ve kimseye söylemeyen Begüm’dü, ilişki konusunda en güvenilir insanlardan biriydi.

“Ne kadar süredir bu saçmalık söz konusu.” Çağrı ve Beliz birbirilerine bakıp gülümsediler. “Lan deli mi edeceksiniz beni!” Pars’ın ses ile Beliz hemen “Yedi ay.”

“Oha!” bütün timden sadece bu ses çıktı. “Sen bizim time girdiğinden beri Beliz ile sevgili misin?” Saçma olmasına rağmen soruyordum “Aynen komutanım.” Beliz’e döndüm “Keşke söyleseydiniz.” Yüzünde muzur bir gülümseme oluştu. “Hiç fırsat olmadı.” Gözlerimi kocaman açtım “Yedi aydır.” Başını öne eğdi “Allah size akıl fikir versin.” Yerimden kalkıp sebile doğru ilerledim.

Sudan bir yudum aldım “Komutanım biz evlenmeyi düşünmüyoruz zaten.” Su olduğu gibi ağzımdan fışkırdı “İyi misin lan?” Herkes bana bakıyordu. Bense şokla Çağrı’ya “Ne düşünüyorsunuz siz?” Çağrı başını dikleştirdi “Evlenmeyi.” Hepimiz Çağrı’ya kitlendik bu çocuk bizi anlamamak için çırpınıyor gerçekten.

“Şimdi daha açık olması için anlatayım istiyordum. Senin evleneceğim dedin kız yani Beliz Rüya Türk. “Albay Kemal Türk’ün kızı.” Ulaş bunları anlatırken bir yandan da kışlanın içn de turlayıp ellerini kollarını hareket ettiriyordu. Ciddi konuşmalarda gelen bu hareketliliği çok hoşuma gidiyordu. “Peki kim bu Albay Kemal Türk? Kızına zarar gelmesin diye kızını karargâhtan çıkarmayan kızını dünyadaki en değerli varlığı olan adam. Daha önceki sevgililerini ayrılana kadar takip ettiren adam.”

Çağrı’ya iyice yaklaştı “Sana neler neler yapar var ya.” Tam bunun ardından Alp sakin bir tonla “Ben daha anlaşılır kılıyım komutanımı. Diyor ki Albay seni parçalara bölüp gömer diyor.” Çağrı’nın yüzünü hafif bir korku kapladı “Gömmez ya.” Ellerimi iki yana açtım “Nereye gömmüyor lan?” yavaştan ecel terleri dökmeye başladı. Kapı aralanınca o tarafa döndük. Rüzgar içeri girdi selam verdi.

“Biliyor mu?” Pars başıyla Rüzgar’ı işaret ediyordu. Çağrı başını iki yana salladı, “Rüzgar sana çok güzel bir haberimiz var oğlum. Gel.” Pars Rüzgar’ı yanına aldı. Eliyle parmaklarıyla oynayan Beliz’i gösterdi “Bu kız kim biliyor musun?” Rüzgar her zamanki donuk ifadesi ile “Tanıyorum, Albay’ın kızı.” Elini Çağrıya çevirdi “Bu kim?” Rüzgar kaşlarını çattı “Çağrı?” Pars başını iki yana salladı “Yanlış cevap.” Yeniden Belize’e döndü “Bunun sevgilisi.”

Rüzgar’ın gözleri fal taşı gibi açıldı “Şaka değil mi?” Hepimiz iki yana başımızı salladık. Hemen Çağrı’nın yanına geçti “Aklını kaçırdın değil mi?” Çağrı başını yana yatırdı “Seviyorum.” Rüzgar hemen ciddileşti “Sen beni gördün. Neler yaşadığımı gördün. Buna rağmen mi?” hiçbirimiz ne olduğunu anlamdık. “Rüzgar.” Eliyle durdurdu “Sen delirmişsin, görev arkadaşından sevgili olmaz.” Başını kaldırdı “Başına gelecek hiçbir şeyde ben yokum..” Kenara sandalye çekip oturdu.

Çağrı hiçbir şey demeden öylece yere bakıyordu “Beliz sen git sevgilim.” Hepimiz ona döndük “Bari burada öyle deme.” Güney kibar ama anlaşılır bir şekilde kızıyordu. Beliz ayağa kalktı, selamını verip çıkıp gitti. “Sonra konuşulacak bu konu.” Çağrı başını iki yana salladı “Sonu ölüm olsa bile ben onu seviyorum o da beni. Boşuna dil dökmeyin.”

Çağrı hızlı adımlarla odadan çıktı, “Ben onunla konuşacağım.” Rüzgar yerinden kalkerken o kadar öfkeli görünüyordu ki “Sen niye bu kadar sinirlendin aslanım.” Rüzgar boynunu esneterek Pars’ın yanına geçti “Ben görev arkadaşından sevgili eş olmayacağını biliyorum. Tecrübeyle sabit. O da bunu gördü buna rağmen devam etmesine kızıyorum.” Geçmişi hakkında bilmediğimiz detaylardan biriydi anlaşılan “İzninizle komutanım.” Rüzgar çıktıktan sonra hepimiz bomboş birbirimize baktık.

“Eğitim?” Emre can sıkıntısıyla yada aşk meşk işleri ile ilgilenmekten oldukça sıkılmış bir ifade ile yerinden kalktı. Hepimiz onayladık, “Kor biraz ter atalım ya.” Emre bizden olumlu yanıt alması yetmiyormuş gibi gazlıyordu “Maç?” bütün timin gözleri parladı “Ben hakemim o zaman.” Dedim peşlerinden sahaya koşarken.

 

Bölüm : 11.11.2024 15:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...