4. Bölüm
Deren Doğan / Deli kurtlar 1- Kor / 3. Bölüm

3. Bölüm

Deren Doğan
deren_yazar

 

Arka bahçeye çıktım, haber kanallarından gelenler vardı, birçok asker köşede ip gibi dizilmiş duruyordu, beş tabut vardı ve ağlamaktan bir hal olmuş aileleri. Ağır adımlarla yarbay’ın yanına ilerledim. ‘‘Komutanı ben nereye gideyim.’’ göz ucuyla baktı, ‘‘Şehit yakınlarının yanına geç onlara destek ol.’’ selamımı verip hızlıca Begüm’ün yanına ilerledim. Beni görür görmez sarıldı.

‘‘Sana inanıyorum ama gözlerimin gördükleri farklı bir şey hissettiriyor.’’ haklıydı, yaşadıklarını iddia eden birtek ben vardım. Herkes şehit düştüklerini savunuyordu, şuan burada bir tabur asker vardı ve hepsi onların şehit olduğunu söylüyordu. Akşam haberlerinde onlardan şehit diye bahsedilmişti.

Askerler emirlere uyarak koca bir timi tek tek cenaze araçlarına yerleştirdiler, etrafta askerlerin adım seslerinden daha çok yankılanan bir şey varsa o da Hande ablanın, Sude’nin haykırışlarıydı. Begüm, Ege ve Asel ise daha toparlanmış haldelerdi, onların yaşıyor olma ihtimalleri azda olsa içlerine su serpiyordu.

Kor timine cenaze arabasına, yakınlarını gelen araçlara bindirdik. Albay ve yarbay da kendi makam araçlarına biinip cenazelerimizin peşinden gitti. Koşarak içeri girdim. Bütün tim bana bakıyordu, ‘‘Yemininizi gelince vereceksiniz. Gidiyoruz.’’ Alp yanıma doğru geldi, ‘‘Komutanım ne demek gidiyoruz, karargahta kimse yok. Biz göreve nasıl çıkacağız.’’ duraksadım, bunlar neden bu kadar emir sorguluyor.

‘‘Sizi bana sayıyla mı veriyorlar lan. Bakın ben geride adam bıraktım ve benim onları kurtarmam lazım. Bakın o adamlar benim ailem, sizde benim ailemsiniz. Onları kurtaracağız. Şimdi iki seçeneğimiz var. Dönüp gidin, bu timden ayrılan ya da bizden biri gibi davranın.’’ derin bir sessizlik oluştu, bir süre duraksadılar. Öğrenilirse askerliklerinin yanacağına çok eminlerdi ama öyle olmayacağını birtek ben biliyordum.

‘‘Dağda adam bırakmaz askerliğe sığmaz ben varım komutanım.’’ dedi Çağrı sonra arkasını dönüp silahını ayarlamaya başladı, Rüzgar’da hiçbir şey demeden hazırlanmaya başladı, Çağdaş gülümseyerek bana baktı ‘‘Bende arkanızdayım komutanım anca beraber kanca beraber.’’ dedi oda hazırlanmaya başladı, Alp ve Doruk’a baktım.

Aynı anda derin bir nefes aldılar, ‘‘Doruk’da bende varız komutanım.’’ dedi Alp hazırlamaya başladılar. Asel içeri girdi, ‘‘Komutanım bilgiler geldi, helikopterde hazır. İstediğiniz zaman çıkış yapabilirsiniz.’’ derin ve huzur dolu bir nefes aldım. ‘‘Sağ ol Asel.’’ sarıldı, ‘‘Siz sağ olun komutanım.’’ dedi ve gitti.

‘‘Kor uçuyoruz.’’ çantamı alıp kışladan çıktım. İçim rahattı Albay’ın öğrenince kızmayacağından emindim, Çelik’in yanına geldim. Başını onaylarcasına sallayınca iyice rahatladım hiçbir sorun yoktu işler tıkırında ilerliyordu. Helikoptere bineceğimiz sırada arkadan bir ses geldi, ‘‘Yüzbaşım.’’ hızlıca geri döndüm, Albay’ı karşımda gördüm, hemen hazır ola geçtim. ‘‘Dikkat.’’diye bağırdım bütün tim hazır ola geçti.

Albay koşup karşıma geçti, sert bir ifade ile bakıyordu, ‘‘Sen nasıl olurda benden habersiz bunca şeyi hazırlarsın. Yüzbaşı sen delirdin mi? Başınıza bir şey gelse ne olur biliyor musun? Siz mezara girersiniz o kısımda sorun yok. Ben ve bu karargahta senin komutanın olan kim varsa o ceza alır.’’ başımı hafif aşağı eğdim haklıydı.

‘‘Bu sebepten ötürü burada bekliyorsunuz ve bende hazırlanıp geliyorum.’’ dedi, gözlerim istemsizce kocaman açıldı, Alp’in ağzından ‘‘Sizin Allah’ınız kurban komutanım.’’ kelimeleri döküldü. Albay gülerek içeri girdi. Albay’ın gelmesini beklerken yere çöküp oturdum. ‘‘Yahu ben ne oldu anlamadım? Koskoca albay resmen fake attı. Gelde şaşırma.’’ Doruk’a bakıp güldüm. Çağdaş yanıma oturdu. Gözlerinde ki merak rahatlıkla okunuyordu. Bile bile konuşmasına izin vermediğimi belli eden bir ifade ile baktım. Oflamaya başlayınca keyfim iyice yerine geldi.

‘‘Dikkat.’’ hepimiz yan yana dizildik, albay hızlı adımlarla yanıma geldi, hızlıca helikoptere bindi bizde arkasından bindik. Albay ile karşılıklı oturuyorduk, gözlerini bana dikmişti, ‘‘Bir sorun mu var komutanım?’’ başını hafifçe sallayarak onayladı, ‘‘Bu görevle alakalı nasıl bu kadar çok bilgi topladın yüzbaşım.’’ duraksadım ne demem gerekiyordu, ne yapmam gerekiyordu bilmiyordum. Sadece sakın kalmaya odaklanmıştım.

‘‘Kaybolan adamların çok seveni varmış diyelim.’’ başını hafif yana yatırdı, ‘‘Sonra konuşacağız’’ der gibi baktı, bende mecburen onaylar gibisine baktım. Alp kulağıma doğru eğildi, ‘‘Komutanım yanlış anlamazsanız. Albay gelmişimizi geçmişimizi sikecekmiş gibi bakıyor.’’ dedi, bütün tim gülmeye başladı Albay fısıldayarak ‘‘Telsizin açık.’’ dedi, Alp bunu kulaklarında fazlasıyla sesli duymuş olacak ki sanki o konuşmamış gibi etrafa bakınmaya başladı garip bir çocuktu.

Alp ve Doruk, Emre ile çok iyi anlaşacaklar. Çelik birden telsizlerimize bağlandı, ‘‘Komutanım eğer az yol yapalım derseniz sizi buraya çok yakın bir yerde bırakabilirim ama atlayış yapmanız gerekir.’’ herkes Albay’a bakarken Albay gözlerini Çağrı'ya çevirdi, Çağrı hızlıca çantasından tablet gibi bir şey çıkarıp baktı, ‘‘Uygundur komutanım buradan rahatlıkla tahmin edilen yöne gidebiliriz sorun olmaz.’’ albay hızlıca Çelik’e döndü konuşmaya başladı, Bizse atlayış için hazırlanmaya başladık. Helikopterden ipi salladık ondan tutunarak inmeye başladık. ‘‘Herkes çok dikkatli olacak. Hata istemiyorum. O adamları ölü yada diri bulup ailelerine götüreceğiz.’’ birbirimize baktık, tek bir ses çıktı ‘‘Emredersiniz komutanım.’’ kontrollü adımlarla ilerlemeye başladık.

Kor timinin her bir ferdi benim için çok değerliydi;

Başta tim komutanım yüzbaşı Pars Tarcan o benim her şeyimi bile her derdimi koşup gidip anlattığım kimsenin bilmediği sırlarımı bilen. Babamdan sonra bana baba sıcaklığını yakınlığını hissettiren tek adamdı, o benim kaybettiğim her şeyimdi, kafamı karıştıran sorularımın cevabı, ailem.

Yüzbaşı Ulaş Uğur Turan, bu hayatta kimsesiz kalmıştı, küçükken ailesi tarafından yetimhaneye bırakılan ama yüreğinde ki sevgi saygı hiç solmayan benim biricik aşkım. Yalan yok ona asla kendimi açmasamda içten içe ona karşı ayrı bir sevgi besliyorum. Gözlerinde güneşli günlerin o sıcak toprağını, görebiliyorum, asla dağılmayan dalgalı saçlarında umutlarım var. Her haline aşık olduğum insan. İlk ve son aşkım.

Üsteğmen Güney Eroğlu, benim minik kardeşim aramızda çok bir yaş farkı yok aslında ama o benim miniğim, kırılgan yapısı bana olan bağlılığı ve her şeyi ile benim küçük kardeşim. Kor timinden önceki timimizde de birlikte görev almıştık. Onu oradan çekip çıkarmıştım. Şimdi ise yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen bir hale bürünmüştük.

Teğmen Selçuk Perk, benim erkek halim gibiydi, her zman için onunla vakit geçirmek oldukça kıymetliydi benim için, beraber gülmek eğlenmek her haliyle beni mutlu etmesiyle benim için çok değerliydi, o da benim kardeşim gibiydi benim değerlilerimden biriydi. Neşesiyle içimizde ki en çocuksu askerlerden biriydi.

Teğmen Batur Bera, kaliteli ruh hastası arıyorsanız gideceğiniz ilk limandır. Tek işi gücü görevi olan bir manyak. Sevdası için ve vatanı için bir insan en fazla ne yapabilir ki sorusuna verilen tek cevap gibi adam. Benden yaşça küçük olmasına rağmen bana ağabeylik taslayan minik ağabeyim o benim.

 

Üsteğmen Emre Ezer, Batur kadar olmasa da o içimizde ki nadir delilerden. Kendi aynı zamanda yer ve zaman fark etmeksiniz hepimizin tıpçısı, her şeyimize koşar ama onunda bir kusuru var sap olmak. Bunu fazlasıyla kafaya takıyor, bir insanın sapım yazılı battaniyesi olabilr mi? Onun var o benim sap kardeşim.

‘‘Komutanım daldınız. İyi misiniz?’’ Doruk’un dokunması ile ana döndüm, etrafa bakındım baya ilerlemiştik. ‘‘İyiyim düşüncelere dalmışım. Kaç saat oldu biz yürümeye başlayalı?’’ duraksadı, kafası karışmış bir şekilde saatine baktı ‘‘Bir saat kadar oldu komutanım.’’ albaya doğru çevirdim bakışlarımı, ‘‘Bir sorun var mı?’’ dedim, kafası karışık bir ifadeye büründü yeniden arkadan Rüzgar geldi, ‘‘Şuanlık her şey yolunda komutanım. Komutanım bilmeniz gereken başka bir şey var.’’ ne kastediyordu, neyi bilmem gerekiyordu.

‘‘Neyi bilmem gerekiyor üsteğmenim.’’ gözlerini hemen Çağdaş’a döndü, bende baktım. Yorgun görünüyordu ‘‘Komutanım ne kadar asker kimliğine sahip çıkmaya çalışsa da ağabeyi söz konusu.’’ haklıydı, ‘‘Rüzgar sen yanında dur.’’ hemen onayladı hızlı adımlarla Çağdaş’ın yanına gitti. Alp’e baktım, gayet dikkatli bir şekilde ilerliyordu, Çağrı ve Albayda emin adımlarla ilerliyorlardı.

Hepimiz dağın farklı noktalarına yerleşmiştik. ‘‘Etrafta bizimkilerden bir işaret gören var mı?’’ Albayın sesi ne kadar rahatmış gibi gelsede kafası karışıkt, o da en az bizim kadar meraktaydı. Ne yapacağını bilmiyordu, burada yoksalar diğer kampa o kampta yoksalar başka bir kampa pes etmeyecekti ama yine bulamazsa onu da benide geren asıl şey buydu.

‘‘Komutanım sadece burada çok fazla adam var başka hiçbir bilgimiz yok.’’ Çağrı’nın net bir sesi vardı, etrafı göz ucuyla taradım ‘‘Komutanım burada ya büyük bir kelle var ya da büyük bir esir ama her durumda biz kardayız.’’ Etrafı iyice süzdüm, adamların sayısını aşağı yukarı tahmin etmeye uğraştım.

‘‘Kor, emirim ile birlikte. Taş üstünde taş omuz üstünde baş kalmayacak. Herkesi temizleyin.’’ herkes sessizleşti, silahlarımızı ayarladık. Albay’In emirini beklemeye başladık. Birkaç dakika daha hiçbir şeydemeden dürbün ile bakmaya devam etti, ‘‘Ateş.’’ heryerden ateş etmeye başladık, nce bir yangın gibiydik ateş saçıyoruk, kalbimizde ki yangının ateşlerini tek tek kurşunları aeşlemekte kullanıyorduk.

‘‘Yüzbaşım,emrime içeri sızacaksın.’’, ‘‘Emredersiniz komutanım.’’ komutan emir verince silahımı bırakacaktım, tabancamı ve kasaturamı alıp içlerine girecektim, inin derinliklerine inip orada olup olmadıklarını haber edecektim. ‘‘Yüzbaşım şimdi, kor koruma ateşi.’’ yerimden kalkıp ilerledim. Bana doğru gelen çoğu adam vuruluyordu, vurulmayanı ben vuruyordum. İnin girişine kadar geldim.

Sol arkama saplanan mermi ile dizlerimin üstüne düştüm. ‘‘Komutanım!’’ sesi telsizde yankılandı. Nefesim kesildi, gözlerimden birkaç damla yaş istemsiz döküldü, dudağımdan serin bir damla kan süzüldü. Kendimi kenara çekmem gerekiyodu, çetim de. Taşın arkasına saklandım, ‘‘Ses ver asker iyi misin?’’ derin bir nefes aldım, yeniiden sesler netleşti.

‘‘İyiyim komutranım. Şimdi içeri giriyorum.’’ sesimle birlikte, rahatlamış sesler, keyifli gülüşlerin gelmesi bir oldu. Yerimden kalktım, saçlarımın yüzüme dökülen birkaç teli vardı onları kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Yerimden kalktım, hızlıca içeri girdim karşıma çıkanı indirdim. En sonunda birzindan kapsının önüne geldim, deir tellerin arasından onları görebiliyordum, başlarında siyahpoşetler vardı aa üniformaları bizim üniformamızdı.

‘‘Dayanın geldik biz.’’dedim, etrafa bakındım kapının anahtarını bulmak için, bulamadım. Elimde ki silaha baktım artık son çarem buydu galiba hızlıca kapıya birkaç el ateş ettim, kapıyı açmayı denedim en sonunda açıldı, içeri yanlarına doğru koştum. Geriye doğru savrulan adımlarımla yere düştüm.

Yanlış görüyordum, hepsinin sol yanlarından aka kan gerçek değildi, ‘‘Hayır ya. Yetişim ben yetiştim hayır.’’ çığlıklarıma engel olamıyordum, yerimden kalkabilsem gidip başlarında ki örtüyü çıkaracaktım ama o kadar gücüm yoktu, nefesim kesilirken gözlerimle Uğur’u aramaya başladım.

Yan taraflarımdan hızlı adımlarla timdekiler geçtiler, ailemin yüzünden torbaları çıkaracakları anda gözlerimi sıkıca yuttum. Arkamdan Çağdaş’ın çığlıkları geliyordu, birden kesildi ‘‘Bunlar onlar değil ki.’’ gözlerimi hemen açtım. Doğru söylüyordu bunlar onlar değillerdi, rahat bir nefes aldım, yanıma eğilen Çağrı’ya baktım, ‘‘Onlar değil.’’ dedim büyük bir sevinçle, bşını tam zıttı bir gerginle salladı ‘‘O zaman onlar nerede?’’ dedi, haklıydı kor neredeydi?

Albay içeri girip adamlara baktı, ‘‘İtler kendi adamlarına bile acımıyorlar, hepsini tek tek geberteceğim, gebertmediklerimde gebermek için yalvaracak. Kimse benim askerimin canını yakmaz bunu öyle güzel öğreteceğim ki.’’

Yanıma eğildi, sırtımda ki kurşun yarasına baktı. ‘’Yarana baksınlar.’’ başımı tama manasında salladım hızlıca üzerimdekileri çıkardım, Alp yarkama geçti, yavaşça ilgilenmeye başladı, zindanda sadece ben Alp ve Çağdaş kaldık. Timin geri kalanı hem hazırlanmak için hemde çevre kontrolü için dışarı çıktı.

‘‘Acıyor mu komutanım?’’ başımı hayır anlamında salladım. Çağdaş arkamda duran Alp’e kaş göz yaptı, gerçekten iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Alp arkamdan yumuşak bir ses tonuyla ‘‘Komutanım mermiyi çıkarmazsam iltihap kapar, dayanabilir misiniz?’’ dayanırdım, daha önce nelere dayanmıştım. ‘‘Dayanırım tabi ki oğlum yap sen ne yapman lazımsa.”

Kasaturasını çıkarıp ısıtmaya başladı Çağdaş yanıma geldi elimi sıkıca tuttu, ‘‘Dayanabilirsin.’’ gülümsedim ‘‘Biliyorum.’’ oda gülümsedi. Alp bana yalaştıkça, Çağdaş’ın gözlerini korku bürüdü benden daha çok korktuğu kesindi. ‘‘Komutanım, üçtem geriye sayacağım.’’ tamam manasında başımı salladım. ‘‘Üç’’ dişlerimi sıkmaya baaşladım burnumdan derin bir nefes aldım. Ağzımın içinde duran bez parçasını gevelemeye başladım,‘‘ İki’’ gözlerimi sıkıca yumdum. ‘‘Bir.’’ omzumda ki acı ile inledim, iki elimide sıkca sıktım.

Nefesimin kesildiğini hissedebiliyordum, dişlerimin sıkmaktan aradığını artık çıkarmış olması gerekiyordu ama o halen uğraşıyordu, sırtımdan kasaturasını çektiği gibi kendimi öne doğru bıraktım, başım Çağdaş’ın omzuna düştü, ‘‘Kemiğe saplanmış, çıkmıyor.’’ Hemen ardında Çağdaş’ın sesi geldi, ‘‘Lan çıkmıyorsa başka bir şey yap. Ne olacak şimdi.’’ Alp cevap vermedi, zarzor yerimden kalktım. Üzerime ekipmanlarımı aldım. ‘‘Komutanım cerrahi müdahaleye ihtiyacınız var Ankara’ya dönmemiz lazım. Birkaç adımla yanına vardım, göz gözeydik.

‘‘Kor’u bulmadan dönmeyeceğim. Sende susacaksın anlaşıldı mı?’’ yutkundu, bense gözlerimi ondan ayırmadan bakmaya devam ettim,‘‘Ama komu-’’, ‘‘Anlaşıldı mı asker?’’ yeniden yutkundu, gözlerini kaçırdı. ‘‘Emrederseniz komutanım.’’ Ben önde diğerleri arkada dışarı timin yanına çıktık. Herkesin gözü bize döndü, başım iyiyim manasında salladım. Albaya çevirdim gözlerimi, ‘‘Timimi aramaya devam edeceğiz buraya yaklaşık altı saat uzaklıkta bir kamp daha var.’’ hepimiz başımızı onaylarcasına salladık. Albayın ilerlemeye başlaması ile hepimiz ilerlemeye başladık. Alp ve Çağdaş, yanıma doğru yanaştılar. ‘‘Komutanım, sağ kalamazsınız.’’ Alp’e döndüm, ‘‘Timimi bulmadan dönmeyeceğim. Onların ailelerine verilmiş bir sözüm var.’’ Çağdaş derin bir nefes aldı.

‘‘Senin ailen. Onlar seni merak etmiyor mu? Senin ardından ağlayan olmayacak mı?’’ sakinleşmek için hızlı hızlı nefes alıp verdim, ‘‘En azından siz benim aileme benim naaşımı teslim edebileceksiniz. Benim verilmiş sözlerim var.’’ devam edecektim aslında Albay’ın sesi ile duraksadım, ‘‘Siz üçünüz ne fısırdaşıyorsunuz aranızda.’’ birbrimize baktık.

‘‘Emredersiniz komutanım.’’ dedim ve ikisinin arasında ayrıldım, arkamdan oflayıp pofladılar ama umursamadım. Üç saat kadar kimse çıtını çıkarmadı, üçüncü saatin ortalarında albay durdu bizde durduk. ‘‘On dakika mola verelim, biraz atıştırın. Dinlenin.’’ herkes olduğu yere oturdu, çantalarımızı açıp yiyeceklerimizi çıkardık. Rügar ve Çağrı gelip yanıma oturdular. Göz ucu ile bana bakıyorlardı.

‘‘Hayrola bir sorun mu var beyler?’’ Rüzgar başını onaylarcasına salladı, ‘‘Solgun görünüyorsun. Yaranın iyi olduğuna emin miyiz?’’ başımı evet manasında salladım, ‘‘Vurulan herkes yorgun ve solgun görünür bunda bir problem yok.’’ dediğim şey içlerini ya rahatlatmamıştı ya da istedikleri cevap bu değildi.

‘‘Herkes hazırsa devam ediyoruz beyler.’’ gölerimi kuşkucu bir ifade ile albaya çevirdim, bana baktı cümlesinde ki hatayı fark etti. ‘‘Kor desem daha iyi olacaktı sanki.’’ güldüm ‘‘Sanki komutanım.’’ sonrada çantamı toplamaya başladım. Çağrı, birden elimden eşyaları alıp çantama yerleştirmeye başladı, sonrada çantayı alıp yerinden kalktı.

‘‘Ne yapıyorsun acaba?’’ gülerek bana baktı, ‘‘Yükünüzü hafifletiyoruz komutanım.’’ gülümsedim, sert konuşma tarzlarına rağmen iyi kalplilerdi, neden gözümün tuttuğunu şimdi daha rahat anlayabiliyordum. ‘‘Eyvallah.’’ dedim ve yerimden kalktım. Albayın yanına ilerledim, ‘‘Baban gibi can acını asla belli etmiyorsun’’ kocaman bir gülümseme oluştu yüzümde, babama benzetilmek çok hoşuma gitmişti.

‘‘Baban senin hep aynı şeyi söylerdi, Bengim büyüyünce çok yiğit bir asker olcak. O da benim gibi dik duruşlu, haklıymış. Çok yiğit bir asker oldun.’’ halen istemsizce gülüyordum, o da gülümseyerek anlatıyordu. Sakin bir nefes aldım, ‘‘Komutanım sizce ben babama her konuda benziyor muyum? Yani babam şimdi yaşasaydı benimle gurur duyar mıydı?’’ önce sessizleşti sonra gözlerini hafif hüzünlü bir tavırla bana çevirdi, ne oluğunu anlamaya çalıştım.

‘‘Kesinlikle gurur duyardı. Yüzbaşım sen iyi bir askersin e daha önemlisi iyi bir insansın. Keşke Beliz’im de senin kadar iyi bir asker olsaydı, senin kadar çevik, iyi gözlemci olsun çok isterdim.’’ buruk ama huzurlu bir his kapladı içimi, bu övgüler içimi rahatlatmıştı, güçlü hisetmeme sebep olmuştu ama Beliz için üzülmüştüm, onun ne kadar iyi bir asker olduğunu babasının görmemesi fazlasıyla kırıcıydı.

‘‘Beliz en az benim kadar iyi bir asker komutanım.’’ bana döndü, yüzünde ki ifadeden bana karşı koyacağını hissedebiliyordum, ‘‘Teğmen zayıf bir asker. Aslına bakılırsa iyi bir görev deneyimi bile yok. Bazen kan bağımız olduğuna inanmak bile güç geliyor.’’ hayır manasında başımı salladım. Beliz gayet iyi bir teğmendi sadece üstün başarılı değildi.

‘‘Hakkını yiyorsunuz komutanım, o tanıdığım iyi askerlerden, hatasız bir kere genel manada gayet güçlü kuvvetli.’’ albayın yüzünde hafif bir tebessüm oluştu, kızını başka birinin gözünden görmek iyi hissettirmişti anladığım kadarıyla. Etrafa bakınırken telsizden bir ses geldi.

‘‘La gardaş, albay Kemal’in yürüyüşüne bak adam yürüyen asalet yeminime.’’ Alp'in telsiz ile ciddi problemleri var, gerçekten bir gün başına iş açacak. Gülüşme seslerinin ardından albay gülerek, ‘‘İltifat için sağ ol evlat.’’ Alp derince yutkundu. Sinirle telsizi kapattı.

‘‘Komutanım, görüş alanımıza girdiler, yerleşelim mi?’’ ne ara zaman bu kadar ilerlemişti, albay bir anda ciddiyete büründü, etrafa bakındı ‘‘Üstlerine her noktadan çökelim açılın.’’ demesiyle etraflarını sardık, silahlarımızı ve duruşlarımızı ayarlayıp beklemeye başladık.

Ellerim ağırdan titiriyordu artık, gözlerimin önü ara sıra bulanıklaşıyordu mesela, en kötüsü ise donuyor gibi hissediyordum. Kendime verdiğim sözü tutmadan ölmeyecektim, kor timini görmeden onları bulup ailelerine kavuşturmadan ölmeyecektim.‘‘ Ateş.’’ sesi ile hepimiz ateşlemeye başladık. Artık gecenin kör saatlerindeydik hedefleri silahlarından çıkan ışığa göre vuruyorduk. İki saat kadar çatıştık ardından tamamen bitti şerefsizler.

‘‘Çevre güvenliğine alarak açığa çıkın.Dikkali olun.’’ dedim, herkes onayladı. Dağın tepesinde girişi olan bir in vardı, tırmanmamız gerekiyordu. Albay ile göz göze geldik aynı anda taşlara tutunarak çıkmaya başladık. Canımın acısından deli gibi titriyordum. ayağa kalktı, gözlerim karardı,uçuruma doğru düşerken biri kolumdan tutup çekti.

‘‘Komutanım, iyi misin?’’ gözlerimi hemen Rüzgar’a çevirdim. Başımı hayır anlamında salladım. Dnegemi kaybettim, yere düşemedim, Rüzgar hafifçe tutarak beni yere oturttu. ‘‘Alp, Alp koş.’’ diye bağırdı, ellerimi zor bela kaldırabildim. İni gösterdim, Rüzgar başını kaldırıp baktı, ‘‘Ordalardır belki gidip bakalım.’’ başını onaylarcasına salladı.

‘‘Bakacağız, vallahi bakacağız komutanım ama önce sizi kurtaralım. Sabit durun.’’ başımı hafifçe eğdim, elimi de indirdim. Gözlerimi kapattım. ‘‘Ben onları istiyorum. Ben ailemi istiyorum.’’ ağlamaya başladım, görevde olmamıza rağmen kendime hakim olamıyordum. Rüzgar, kulağıma eğildi,‘‘Ailen için saki ol. Ailen için yaşa. Komutanım korkutma beni.’’ gözlerimi ona çevirdim. O sırada Alp geldi.

‘‘Komutanım, Esem komutanım gidiyor komutanım.’’ sesini duydum ama onu artık çok zor görebiliyordum. Sesler yavaş yavaş arttı, birileri daha geldi yanlarına sonra değişti azalmaya başladı, gözlerim bulanık görüyordu ama etrafımın kalabalık olduğunu anlayabiliyordum. Sesler tamamen kesildi.

‘‘Bizi bulmadan ölemezsin değil mi?’’

Gözlerim kocaman açıldı, sesler yeniden geldi. ‘‘Komutanım, duyuyor musun?’’ Çağdaş’a döndüm başımı hafifçe salladım. ‘‘İne baktınız mı? Ordalar mı?’’ hepsi birbirine baktı, Albay başını hayır manasında sallayınca yerimden kalkmaya çalıştım ‘‘Tamam hadi gidelim bakalım.’’ Albay yanım eğildi. Gözleri dolu dolu baktı bana, ‘‘Baktık, yoklar.’’ başımı hızlı hızlı hayır manasında salladım. Uçuruma doğru yöneldim, kolumdan tutup çekti beni kendine.

‘‘Komutanım bırak, komutanım bende bakayım bende bakayım. Oradalardır orada eminim oradalardır.’’ halen kollarından kurtulmaya çalışıyordum. Benim ailem neredeydi, neredelerdi? Saatlerdir arıyorduk, iki kamp patlatmıştık yoklardı. Ben Kor’u istiyorum ben hayatımı istiyorum. Benim olan her şeyi benden aldılar benden şimdi koruda alıyorlar benden olmaz yapılmaz bu.

 

‘‘Komutanım, yok mu başka kamp yok mu? Ordalardır belki, komutanım. Oradalardı komutanım yok olmuş olamazlar ya. Değil mi?’’ Albay gözlerini kaçırdı. Timdekilere baktım hepsi köşe bucak saklanıyorlardı,ne oluyor bunlara?

‘‘Esem kızım. Bak yavrum biz takası kabul etmeyince onların naaşını kurda ku-’’ istemeden çığlık attım, ‘‘Hayır, hayır komutanım. Hayır olmaz.’’ ağlamıyorum, sadece öfkeyle bağırıyordum Çığlıklarım acımı anlatıyordu. Albay, yanımdan kalktı ağır adımlarla uzaklaştı. Çağdaş’a döndüm. ‘‘İnanmıyorsun değil mi?’’ gözlerini kaçırdı.

‘‘Komutanım, yapma bunu kendine.’’ Çağrı’ya döndüm, Çağdaş’ı gösterdim. ‘‘Arkadaşına söyle ağabeyi yaşıyor. Söyle!’’ konuşmadı, öfkeyle olduğum yerde doğruldum, ‘‘Söylesenize! Teğen Batur Bera yaşıyor desene. Desenize! Niye susuyorsun?’’ olduğum yerde çırpınıyordum, ellerimi sertçe yere vurmama rağmen ne acı hissediyorum ne de acım diniyordu.

Çağdaş öfkeyle yerinden kalktı. Parmağını bana doğru doğrulttu, ‘‘Benim ağabeyim, senin timin şehit düştü. Benim ağabeyim artk Şehit Teğmen Batur Bera.’’ Doruk koluna girdi, ağır adımlarla onuda diğer tarafa götürdü. Gözlerimi one çevirdim.

Bölüm : 03.09.2024 11:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...