

“Komutanım biz neden bu kadar acele ettik.” Bakışlarımızı Emir’e çevirdik. “Nasıl olsun istersin aslınım?” Emir başını öne eğdi, “Yani komutanım filimler de falan helikoptere binerken herkes onları izler ya. Hiç öyle bir şey olmadı.” Batur hafifçe kendine çekti “Tabii aslanım, hatta normalde konfeti falanda oluyor ama işte unutmuşlar bu sefer.” Hepimiz güldük, Emir’in yanakları kızardı. “Normalde albay ve iki askeri uğurlar göreve ama bu seferlik böyle oldu.” Arda kaşlarını çatarak “Niye?” bunu bizde merak ediyorduk.
“Güzel soru niye Pars?” Ulaş bakışlarını oldukça ciddi bir şekilde Pars’a çevirdi “Şuanda albayın ilgilenmesi gereken bazı işleri vardı, siz rahat olun görev bilgileri tam telsiz ekibi hatta.” Selçuk gurulu bir ifade ile “O zaman sırtımız yere gelmez.” Batur, kısık ve alaycı bir sesle “İyi ki sevgilisi var.”
“Komutanım iniyoruz.” Bizim cehenneme giriş anonsumuzda geldiğine göre atlamak için hazır olabiliriz. Peş peşe indik, “Ne tarafa komutanım.” Pars eliyle gösterdi “Selçuk sana koordinatları yolladılar, en güvenli yol?” Selçuk hızlıca haritaları kurcaladı, “Dağ yolu komutanım.” Bakışlar bana döndü “Kaç dakika?” Selçuk’un yanına geçtim, gösterdiği yola baktım “Dakika hesabı zor iş dört saat yirmi iki dakika Bera’nın yorulma payı ile birlikte.” Batur hemen tövbe çekti “Ben görevde yorulmam.” Başımı iki yana salladım “Sen adam döverken, biçerken yorulmazsın. Yürürken yorulursun.” Başıyla onayladı.
“Kor sohbet güzel değil mi? Çay kahve.” Hemen toparlandık, yürümeye başladık, yürürken birden telsizde “Komutanım.” Alp’in yine saçma sapan soruları cümleleri geliyordu, “Lüzumsuzsa konuşma.” Ulaş gayet sert bir sesle susmasını istese de, Alp hemen cıkladı “Aşk olsun komutanım ben ne zaman lüzumsuz konuştum.”
“Tabi oğlum sen asla lüzumsuz konuşmazsın, direk lüzumsuzsun.” Pars’a belli etmeye çalışsak da hepimiz bıyık altından güldük. “Kırıcısınız komutanım.” Alp telsizi kapatır kapatmak Pars telsizini açtı “Sizin niye çeneniz düştü, konuşmadan yürüyemiyor musunuz?” hepimiz sustuk. Yaklaşık bir saat sessizlik devam etti. “Komutanım?” hepimiz gülme başladık “Oğlum ne soracaksan sor rahatla.” Alp hemen keyifle, “Biz tam olarak nereye gidiyoruz?” Pars, göz ucuyla bize baktı “Kampa.” Hepimiz için yeterliydi, “Komutanım?” Alp için değilmiş.
“Söyle.” Bıkkın çıkan sesine rağmen büyük bir sabır gösteriyordu “Komutanım bu kamp ne kadar büyük?” en azından mantıklı sorular soruyor “Kişi başı en az otuz leş.” Selçuk’un ıslığı çaldı kulaklarımızda “Benim sorularım bu kadar komutanım.” Pars gülmeye başladı “Bu çocuk acayip sinirlerimi bozuyor ama çokta sempatik kızamıyorum.” Hepimiz için aynısı geçerliydi, Alp’in soruları cümleleri insanı topallatıyordu.
“Komutanım, telefonum çalıyor bakayım mı?” Batur normalde böyle şeylere çok dikkat ederdi, kaç yıldır tim arkadaşıyız ilk defa telefonunun görevde açık olduğunu görüyordum, Pars’ta benim gibi afallamıştı. Görevde böyle bir şey olmaması gerekirdi. “Kor duruyoruz, çok seri ol sadece bir kere.” Hemen durduk, Batur telefonu açıp ağacın kenarına çekildi “Kim ki?” Ulaş dudaklarını büktü “Sude olabilir mi?” başımı iki yana salladım “Göreve çıkacağımızı haber etmiştir.”
Batır telefon kulağında Pars’ın yanına koştu, hepimiz panikle yanına ilerledik “Komutanım Çağdaş.” Hiçbirimiz bir şey anlamadık, “Ne diyorsun oğlum?” Pars anlamaya çalışıyordu ama Batur o kadar panikti ki hiçbir şey anlayamıyorduk “Oğlum komutanım.” Devam et, kesme cümleyi der gibi baktı “Geliyor.”herkesin yüzünü kocaman bir gülümseme aldı. “Sağlıkla gelsin.” Batur başını hafifçe eğdi “Ben buradayım komutanım.” Pars telefonu Batur’dan aldı, “Ağabeyinin çiçeği, herkes yanında korkma hiçbir şey olmayacak sağlıkla gelecek çocuğunuz bende kocanı en kısa zamanda getireceğim tamam mı?” telefonu kapatıp geri verdi.
“Sakin ol, korkulacak hiçbir şey yok.” Batur başını iki yana salladı, “Ben buradayım bir şey olursa.” Pars göğsünden fotoğrafı çıkardı, “Bak, Ege doğduktan tam üç ay sonra eve döndüm ben, fotoğraf çekip gönderecek kadar çok zaman geçti. Yan, anlayacağın hiçbir şey olmuyor. Şimdi odaklanman lazım tamam mı? Bu senin baba olarak bitireceğin bir görev.” Batur, gözlerini Ege ve Begüm’ün fotoğrafından ayırmadan “Sağ ol ağabey.” Derin birkaç nefesin ardından kendine geldi.
“Kor devam ediyoruz.” Hepimize bir enerji gelmişti, yarımda olsa sevinçli bir haber almıştık, bu timin ilk bebek görüşü olacaktı, yuvaya gelen yavru kurttu Çağdaş bir yerde, genç bir savaşçı olarak adını bırakmıştı şimdi ise temiz, sıfırdan açılmış yavru bir kurt olarak yeniden aramıza katılıyordu.
“Komutanım, yolu değiştirmemiz lazım.” Selçuk elinde haritalar ile Pars’ın yanına geçti bir süre derin derin konuştular bizde onları beklerken bütün ciddiyetimiz ile etrafı izledik, bir şey yoktu görünürde.
“Kor orman yoluna sapacağız, oradan gireceğiz kampa, yok oluyoruz.” Hemen Selçuk’un önderliğinde ormana saptık, adımlarımı yavaşlatarak Pars’ın yanına kaydım, “Hayırdır?” eliyle dağlık alanı gösterdi “Gece oluyor saldırı olsa fark etmeyebiliriz, başka bir sebebi yok.” Başımla bizimkileri işaret ettim “Saldırı ihtimali varsa haber edelim yani artıysa.” Başını iki yana salladı “Dağda taş aralarına sineceğiz. Sonra sabaha kadar oradayız.” Doğru daha mantıklı yapacak hiçbir şey yoktu.
“Komutanım aslında beş kilometre daha yürürsek daha yüksek taşlıklı dağların eteğine varırız ne yapalım?” Selçuk kaşlarını çatmış aslında bunu meraktan bekliyordu ama yüz ifadesi anlatılmıyordu. “İlerleyelim ama dikkatli olalım.” Hepimiz onayladık.
…
“Komutanım buraya yerleştiğimiz baya iyi oldu, hiçbirimiz görünmüyoruz.” Herkes yemek yediğinden Alp’i kimse umursamadı, “Sus yemek ye kardeşim.” Doruk ağzı dolu olduğundan boğuluyor gibi konuşuyordu. Başımı çevirip, Güney’i baktım “Balıklarımı yer misin?” Güldü elindeki köfteli ekmeği uzattı, “Hep sana denk geliyor.” Başımı evet manasında salladım. Ekmeklerimi değiştirdik.
“Havalar nasıl ısındı nasıl?” emre mutsuz bir şekilde homurdanıyordu, gecenin bir vakti olmasına rağmen havada sıcak nemli iğrenç bir hava vardı. “Senin en sevdiğin havalar.” Batur rahat ve alaycı bir tonla devam ediyordu “Ya ne demezsin.” Herkes gülüştü bizim keyfimiz yerineydi ama ne Arda’nın nede Emir gülmüyordu, sessiz sessiz karşıyı izleyerek ekmeklerini yiyorlardı.
“Bunlar nereye daldılar lan?” Herkes onlara bakıyordu onlar hiç duymuyordu bile. “Zalim, kesin? Hayırdır beyler geminiz mi battı?” Pars sakin bir ses tonuyla söylemesine rağmen cevap gelmedi, “Dürtün oğlum şunları.” Selçuk yerinden kalktı, yanlarına doğru bir adım attı ve birden sola doğru devrildi “Baskın!” Herkes silahlarını aldı “Perk iyi misin oğlum.” Selçuk kendini kenara çekti, “Turp gibiyim komutanım sıyırdı.” Rahat bir nefes aldım.
“Komutanım körü körüne çatışıyoruz resmen! Ben gördüğüm ışığa göre sıkıyorum vuruyor muyum? Boş mu geçiyorum hiçbir fikrim yok.” Emre’nin sesi olduğunu tahmin edebiliyordum kurşun seslerinden telsizimdeki sesi zar zor duyuyordum “Tarcan burada sıkışırsak hepimiz patlarız. Bölünelim bir ekip gitsin.” Ulaş mantıklı olanı söylüyordu ama Pars’ın kabul etmeyeceğini ikimizde biliyorduk.
“Yok, öyle bir şey, tim olabildiğince emin olduğunuz atışlar yapın hep birlik çıkacağız buradan.” Hiç mantıklı değildi ama yinede onayladık, havanın en karanlık olduğu saate baskın yiyorduk, Emre’nin de dediği gibi kör göz ateş ediyorduk. Elimizden geleni yapıyorduk ama bu doğru değildi.
“Emre yer değiştirme şansın var mı?” Emre’nin gözlerini kocaman açarak Pars’a baktığını hissedebiliyordum, “Olumsuz komutanım.” Pars’ın öfkelendiğini biliyordum, “Selçuk yaran derin mi? Sıyırdı dedin ama çatışma sürecek gibi duruyor.” Sesi çok gergin çıkıyordu, “Komutanım ben taş gibiyim gayet iyiyim.” Hep birlikte, çatışmaya devam ettik hav hafiften alacalanır gibi olmaya başlayınca hızlı hızlı adamları indirdik.
“Yerini değiştir.” Emre direk Selçuk’un yanına geçti, “Başka yaralı var mı?” Hepimiz kendimizi kontrol ettik, gözlerimi Arda ve Emir’e çevirdim. “Sizde var mı bir şey? İkisi de başlarını iki yana salladılar. “Neye göre acaba?” yanlarına doğru ilerledim, ikisi de çok yorgun ve bitkin görünüyorlardı, yaraları yoktu ama bunu kontrol etmeden söylemişlerdi “Genelde sıcak çatışmalardan sonra kontrol etmek daha mantıklı olur. Elinizi vücudunuzda gezdirin, yaranız varsa sızlar tamam mı?” ikisi de çocuk gülümsemesi ile onayladı, çantamdan vitamin barı çıkarıp uzattım “Enerinizi boşa harcamayın.” İkisi birlikte gülümsediler. “Sağ olun komutanım” Yavaşça yanlarından ayrıldım, Selçuk’un yanına ilerledim. “İyi misin len?” Başını evet manasında salladı, elimi uzatıp tutunarak kalktı “Çok saçma yaralandın ya.” Kaşlarını yadırgar bir şekilde kaldırdı “Bir dahakine daha mantıklı yaralanırım.”
“Devam etmemiz lazım tim. Hadi! Toparlanın.”Hemen çantaları aldık, Selçuk çantasına eğilirken durdurdum “Yürü.” Güldü “Eyvallah” çantasını alıp kendiminkine bağladım, “Hazırız.” Hızlıca yürümeye başladık biran önce varmamız gereken konuma varıp kampın anasını ağlatıp evimize dönmek istiyorduk…
“Çevreliyoruz tim. Size inancım tam tim.” Pars’ın gururlu sesi arkasında, hepimiz dağıldık “Emir gelmeden saldırmıyoruz. Yeni ikili sesimi alıyor musunuz?” ikisi aynı anda “Alıyoruz komutanım?” Pars derin bir nefes aldı, hafif solumda olduğundan görebiliyordum. “Siz ben demeden sakın, hareket etmiyorsunuz. Batur sende yanlarındasın tamam mı?” herkes onayladı. “Komutanım aslında Selçuk yaralı ya o kalsa olmaz mı?” Selçuk hemen itiraz eder bir ses tonuyla “Ben yaralıyım ikisini birden bir sorun çıksa savunma Batur iyi bir tercih bence komutanım.”
“Sataşmayın birbirinize emir kesin anlaşıldı değil mi?” Batur hemen oflamaya başladı “Anlaşıldı komutanım.” Hepimiz son hazırlıkları yaptık, Pars bütün dikkati ile hareketliliği takip ediyordu. “Komutanım direk dalalım bence kalabalık değiller.” Alp ve aşırı aydın fikirleri “Oğlum dalalım onlarda bize dalsın. Sus emri bekle.” Anlaşılan biricik sevgilim benim kadar sabırlı değil. “Ne dedim ki komutanım hemen kızıyorsunuz.” Pars kaşlarını kaldırdı önce Alp’e sonra Ulaş’a gayet manidar ve anlamlı bakışlar attı, ne istediğini açık açık belli ediyordu sessizlik ve odaklanmak. Bizim timse sessizliği sağlarsa odağı, odağı sağlarsa sessizliği sağlayamayan mükemmel bir yapıya sahipti.
“Tim.” Herkes sessizleşti bu emirden öteydi bu tehditti. “Ateş.” Havada uçan kuşu bile görecek şekilde konumlanmıştık, adım atsalar görüp iki kaşın arasından tek kurşunla işi bitiriyorduk “Ezer, Perk çıkın.” Emre ve Selçuk aynı anda ayaklandılar, seri adımlarla ilerliyorlardı, “Kara, Turan koruma ateşi.” İkimizde sadece onları korumaya hedeflendik.
…
“Temiz komutanım.” Telsizden ardı ardına bu ses gelince Pars gururla başını kaldırdı “Etrafı tarayın tim.” Herkes tam binalara yönelecekken “Tim.” Diye sesini yükseltti, hepimiz ona döndük, yüzünde gurulu bir ifade ile tek tek bize baktı “Delisiniz, manyaksınız, akıllanmazsınız siz.” Doruk ve Alp hariç herkes gülmeye başladı “Sen bizi över miydin?” dedi Ulaş yünde uğraşmanın huzuru ile oluşmuş sırıtan bir ifade ile.
“Ara sıra bana da geliyorsa demek ki.” Hiç kimse ses etmedi sadece övülmenin başarmanın verdiği mutluluk ile kabarmış omuzlar ile işlerine döndüler yani herkesi göremiyorum ama ben bile Pars’tan iltifat alınca böyle hissediyorsam herkes böyledir herhalde.
Emin değilim ama başka bir timde görev alsaydım bu kadar mutlu olamazdım galiba, bu kadar aileden hissedemezdim bu kadar sevemezdim, sevilemezdim. Tim arkadaşı dediğin insanlarla göreve çıkarsın her derdini tasasını bilirsin ama her anında olmazlar, onlar olmadan ne yapacağını bilemezlik yaşamazsın. Yada ağabey dersin ama laf arasında öz ağabeyinden farksız olmaz mesela.
Her hallerini bilirsin ama etkilenmezsin bit etkileniyoruz birimiz öfkesi hepimiz öfkesi birimizin umudu neşesi hepimizin umudu neşesi. Korkuyoruz mesela bazılarımız o kadar korkuyor ki, içimizde korkmayan varsa bile artık korkuyor. İşimiz gereği ölümle maytap geçiyoruz korkmuyoruz da maytap kendimizde değil de kardeşimizde patlayacak diye öd patlatıyoruz.
Binaların sadece birinde tuzak kurulmuş olsa hepimiz ölürüz Ruhan aklen kalben. Sadece birimizin nabzı durur sadece birimizin hikâyesi yarım kalır ama hepimizin ruhu da bedenide o anda milyonlarca kez takılı kalır. Kaybettiklerimiz oldu yakında uzakta ama kaybettik. Çağdaş gitti mesela biz yine biriz ama bir eksiğiz. Anlatılması en zor şey galiba kendime bile anlatamıyorum, hep bir kalıyoruz ama hep bir eksiliyoruz. Ne bitiyoruz nede çoğalıyoruz.
Bakılınca hepimiz çok sıradan insanlarız. Pars, Ulaş, Güney, Esem, Batur, Emre, Selçuk, Alp, Doruk, Arda, Emir. Herkesin her an duyabileceği kadar sıradanız ama unutulmayacak kadar özeliz. Hangimiz dünümüzde bugünümüzde büyük dilekle yarınımızda olan insanları sıradan insanlardan farklı görebildik ki göremedik. Belki biz bu yüzden efsaneleştik biz birbirimizi özel gördük özel sevdik.
Hızla geriye çekildim, korkuyla başımı geriye çevirdim ben ensemden yakalayıp geriye çeken kim, neden çekiliyorum anlamaya çalışıyordum. “Doruk?” başını hafifçe salladı, gözlerinde anlamsız bir ifade kaşları çatık bana bakıyordu hafif gerisine baktım bütün tim bize bakıyordu “Komutanım sen bizi duymuyor musun?” Başımı iki yana salladım “Dalmışım.” Ulaş geriden sert adımlarla geldi. “Salak mısın sen? Görevdeyiz!” kaşlarımı çattım neden bu kadar öfkelendiğini anlamıyordum “Ne oldu anlamıyorum?” kolumdan tutup yönümü binaya çevirdi “Tuzak. Güney dedi hepimiz geri çekildik sadece sen mal gibi binaya yürümeye devam ettin. Doruk yetişemese ne olacaktı?” sesi kükrer gibi soluk soluğa ama oldukça gür ve net çıkıyordu “Özür dilerim.” Kolumu bıraktı “Ölünce özür işe yaramaz. Aklını topla yüzbaşım.” Başımı hafifçe salladım haklıydı “Sağ ol.”
Kulağıma doğru hafifçe eğildi “Sağ ol çok anlamlı değil mi? Bence de anlamlı sağ ol Bengi. Unutma sağ! Ol Bengi!” hafifçe yanımdan uzaklaştı, ilk defa bu kadar tehditkar ve sakin konuşmuştu. Gerisinde kalmışken sadece baktım, bütün tim halen bana bakıyordu “Pardon beyler.” Doruk hafifçe gülümsedi omzuma hafifçe dokundu “Siz iyisiniz biz iyiyiz sorun yok yani komutanım.” Hafifçe başını geride duran time çevirdi “Değil mi?” herkes istemeden de olsa onayladı.
“Sağ ol kardeşim.” Başımı hafifçe salladım, omuzlarımı silkeledim toparlanmam lazımdı “Nedir?” Doruk halen gülümseyen ifadeyle bakan tek kişi olara lafa atıldı “Camdan giriş ayarlayacağız komutanım. Güney ko- Güney bakacak şimdi.” Teğmen olduğu aklına geldiğinden olsa gerek cümlenin sonuna doğru gülüşü iyice büyüdü “Sağ ol teğmenim.” Gözleri parladı.
“Efendim komutanım?” elimle hafifçe kaskına vurdum “Sağ ol teğmenim dedim. Duydun mu bu sefer teğmenim?” Başını hafifçe salladı, Munzur bir çocuk gibi gülerek uzaklaşacakken kolundan tuttum “Artık sana bir can borcum var teğmenim.” Başını iki yana salladı “Yok komutanım. Sizin bana borcunuz yok olmazda ben bugün burada varsam sayenizde.” İkimizde sadece gülümsedik “İzninizle.” Gitmek istiyordu, hemen onayladım. Yine tebessüm ederek uzaklaştı.
“Eee yüzbaşım. Teğmenler mutlu üsteğmenler mutlu sen dalgın hayrola?” minik adımlarla Pars’a döndüm “Bir şey olduğu yok sadece daldım.” Kaşlarını kaldırdı “Sadece daldın. Ölümüne daldın farkında mısın?” başımı yana yatırdım “Her zaman dalmıyorum.” Hafifçe eğildi gözlerimin içine bakarak “O yüzden hala bu timdesin ve sağsın.” Gözlerimi kaçırdım “Haklısın.”
Başını benimle aynı yöne yatırdı “Olmamayı tercih ederim.” Yüzündeki ifadeyi değiştirdi, gözlerini hafif endişe kapladı “Bir yüzbaşının yapmayacağı hatalar yapıyorsun. Hayatımda gördüğüm en hatasız askerdin, asla ama asla şaşmaz bir pusulaydın. Aklın kalbin sadece görev için atıyordu sana çok özeniyordum. Şimdi ise gördüğüm en iyi askersin minik hatalar yapsa bile asla ama görevi bitirmeden dönmeyen. Senin gibi bir askerin böyle minik hatalar yapması felaket getirir. Tim komutanın olarak korkuyorum. Bil!”
Diyecek hiçbir şeyim yoktu evet hatalar yapıyordum ama tekrara binmiyordu aklım karışıyordu belki ama ben yine bendim yine savaşan bendim “Tekrarlanmayacak, ne hatalar nede korkular.” Güldü, elini yüzüme getirdi “Umarım.” Yanağımı hafifçe sevip duruşunu bakışını sertleştirip Güney’in yanına geçti. Bende peşinden ilerledim.
“Komutanım camların altına da sensor var. Camı kırsak bile içeri giremeyiz kessek de aynı şekil, bütün binaları aynı şeyi yapmışız benim aklıma herhangi bir giriş planı gelmiyor.” Pars ofalayarak camdan içeri baktı “İçerde bir şey olmalı ki bu kadar koruyorlar Güney ne yapıyorsan yap içeri sok bizi.” Yavaşça yanlarından ayrıldım timden en uzakta olan binaya doğru ilerledim.
Camlardan ve kapıdan giremiyorsak bacadan gireriz. Duvarda minik oyuklar vardı onlara tutunarak kendimi yukarı çektim. Çatının tuğlaları kayacak şekilde olduğundan çıkmak neredeyse imkansızdı ama bende zaten bu yüzden eğitim almıştım, aralarından bazılarını elimle kırdım sadece onlara basarak baca kısmının yanına ilerledim, içeri aktım. Herhangi bir kablo yoktu, yinede işi şansa bırakmamak lazımdı yeniden çatının en geri kısmına geçtim tuğla parçalarından birini olduğu gibi bacadan içeri attım, sıkıca gözlerimi yumdum. Patlamadı.
“Güzel ölmedim.” Hızlıca bacadan aşağı atladım, telsizi açtım “İçerdeyim.” Telsizden koro halinde “Nasıl?” sesi yükseldi. Etrafa bakınmayı başladım “Atasözü ne demiş kapıdan kovsanız bacıdan gireriz.” Bir süre sessizlik oluştu “Tim binalara girin.” Herkes aynı şeyi yapacaktı anlaşılan. Etrafta bir şey yoktu, umarım onlar bulabilirlerdi.
“Komutanım girmesine gireriz nasıl çıkacağız.” Emre’nin meraklı sesine Pars’tan önce ben cevap verdim “Güney paşa bir zahmet içten çözer işi değil mi?” Benim sesimi duyar duymaz “Girmesini halledersek çıkması bende hiç merak etmeyin.” Aslanım benim. “Burası temiz sizde vaziyet ne beyler.” Olduğum yere oturdum, bizimkilerin önce araştırması sonrada Güney’in kablo işini halletmesini beklemek zorundaydım.
“Temiz.” İlk Selçuk’un sesi geldi, hemen ardından birkaç dakika aralıklarla bütün timden aynı ses yükseldi “Geliyorlar.” Batur’un sesini duyar duymaz, Ulaş ile aynı anda “Tuzağa düştük.” Diye bağırdık. “Güney çöz şunu!” Pars resmen telsize kükrüyordu “Deniyorum komutanım çok komplike sistemleri” elimizden hiçbir şey gelmiyordu dışarıda üç adamımız vardı ve onları kaybedebilirdik.
“Bana ne olum komplike olmasından çöz çıkar bizi.” Pars’ın öfkesini iliklerime kadar hissedebiliyordum, böyle olmayacaktı bir şekilde bu binalardan çıkış olması gerekiyordu, bu şerefsizler nasıl çıkmışlardı mantıken bir yolu vardı. Etrafta görmediğim ne vardı. İçerde sadece masa sandalye ve birde kitaplık var bütün kitaplara baktım birinde bir şey yok masada ne var kağıtlar hepsine baktım. Ne var o zaman çıkış nerede?
Düşün, adamları vurduğun anda ne taraftan çıkıyorlardı arkadan, arkadan arka tarafta ne var masa, çekmeceler. Hızlıca masayı çektim, çekmecelerim arkasında tuğlalar öylesine konuşmuştu dokunduğum gibi geriye doğru devrildiler “Evde masa varsa çıkış arkasında yoksa herhangi büyük bir malzemenin arkasında çıkış vardır.” Hemen binadan çıktım, hemen yandaki binanın etrafında gezinmeye başladım, hepsi tuğla örgüsü görüntüsünde olduğundan dıştan anlamak imkansız gibiydi, birden ayaklarımın dibindeki tuğlalar döküldü, hemen eğilip elimi uzattım “Sağ ol komutanım.” Çıkar çıkmaz Alp üzerini temizlemeye başladı. Bunlar bu temizlik aşkını kimden aldı acaba.
“Üç dört dakikaya baskın yeriz acele edin.” Başımı öne eğdim “Bir kere iyi bir şey söyle be çocuk.” Hızlıca mevzi alabileceğim bir yere geçtim, timdeki herkes aynısı yapıyordu “İçerde olan var mı?” evet cevabını duymak istemiyordum “Burada çıkış falan yok.” Doruk sesini duyar duymaz gözlerim büyüdü. “Geliyorum.”
“Esem dur durduğun yerde ikinizi aynı anda tehlikeye atamam.” Elimdeki silahı bıraktım, “Sormadım.” Binanın yanına geldim bir çıkış göremediyse açardım. Kasaturamı çıkardım, iki tuğlanın arasına soktum “Geldiler.” Hemen ardından silah sesleri duymaya başladım “Komutanım mevzi al.” Başımı iki yana sallıyordum, görmüyordu ama yapıyordum “Bırakmam seni. Buraya girerlerse seni alırlar.” Tuğlalardan çatlama sesi gelir gelmez daha sert hareket ettirmeye başladım, ses git gide çoğalıyordu. Bütün gücümü toplayıp dirseğimle vurdum.
“Bak artık birbirimizi görüyoruz.” Kırık iki tuğlanın etrafındaki tuğlaları bütün gücümle çekip çıkarmaya çalışıyordum, beş dakika uğraştıktan sonra anca bir tanesini sökebiliyordum. “Ensenizdeler, hızlı olun.” Olmuyordu elimden geleni yapıyordum olmuyordu, kaskımı çıkardım, onunla vurmaya başladım, ikişer ikişer kırılıyordu ve çok hızlı ilerliyordu.
Doruk hızlıca dışarı çıktı, “Çıkalım mı?” ikimizde koşak için hazırdık “Koruma ateşi. Koşun!” taşlığa doğru bütün kuvvetimizle koştuk. Taşın arkasında geçer geçmez birbirimize baktık “İyi misin lan?” elini üzerinde gezdirdi “İyiyim komutanım.” Gülmesi iyice arttı “Delirdin herhalde.” Başını iki yana salladı. “Az önce dediniz ya sana can borcum var diye, en hızlı ödenen borç oldu.” İstemsizce bende gülmeye başladım “Manyak.”
“Şu şerefsizleri dağıtalım sana diyeceklerim var oğlum.” Yine hiç çizgisini bozmadan gülerek onayladı, ikimizde silahlarımızı aldık. En iyi bildiğimiz şeyi yapmaya başladık.
…
“Bitti şerefsizler.” Derin bir nefes alıp sırtımı taşa yasladım. “Tim çevre kontrolü. Ardından hareket, Selçuk telsiz.” Herkes emri uygulamaya başladı, Doruk tam gidecekken yine kolundan tutup durdurdum “Sen niye sürekli gülüyorsun?” başını yana yatırdı “Bilmem sürekli gülüyor muyum?” Başımı salladım, kaşlarını çattı sonra gülerek “Başka yapacak bir şey yok galiba komutanım. Hayat bu üzülsek bile akıp gidiyor gülmek lazım.” Güzel bir mantıktı ama bir o kadarda tuhaftı “Sevdim bu felsefeyi.” Hiç cevap vermeden arkasını dönüp gitti.
“Komutanım?” başımı yana çevirdim, korku dolu gözlerle Emir bana bakıyordu, istemsizce onun paniğine kapıldım ayağa kalktım “Ne oldu lan?” elini gösterdi, kan vardı “Lan!” hemen yanına koştum. “Nerende yara var?” Eliyle taşları gösterdi, “Ne diyorsun?” Titriyordu, gözlerinden yaşlar süzüldü “Arda.” Hemen o tarafa döndüm, içimi büyük bir korku kaplamıştı, taşların arkasına geçer geçmez Arda ile göz göze geldik, “Ulan bende bir şey oldu sandım.” Yanına eğildim, “Bırak bakayım.” Kolunu sıkı sıkıya tutuyordu, “Sıyırmış, sakin ol çok yanıyor mu?” Başını hafifçe salladı. “Emre buraya bak.”
Arda’nın gözlerinde ki korku çok rahat anlaşılıyordu “Korkma hiçbir şey olmayacak, sorun yok.” Derin bir nefes aldı “Acıyor.” Başımı hafifçe salladım, “Derin nefesler al yarana bakma geçer.” Emre yanımıza gelince hemen çekildim. “Sende.” Emre göz ucu ile Arda’ya baktı “Kedi bir tarafını görmüş yaram var demiş. Seninki de o hesap yok bir şey. Korkma!” hafifçe kolundan dürttüm “Emre!” oflayarak sustu.
Emir’in yanına ilerledim, taşın üstüne oturmuş, eline bakıyordu “İyi misin?” çantamdan su çıkarıp uzattım. Bakışlarını hiç kaldırmadan “Siz böyle nasıl yaşıyorsunuz? Yarası büyük değil evet ama olabilirdi bu ihtimal sizi delirtmiyor mu?” Başımı iki yana salladım “Delirtiyor ama her an için bu ihtimalin var olduğunu anlayınca artık o kadar delirtmiyor.” Kaşlarını çatarak bana döndü “Nasıl yani?” gülümsedim “Asıl meslek ne?” gururlu bir sese “Mimarım.”
“Projenin zemin sorunlar sebebi ile kayma ya da eğilme ihtimali hep vardır değil mi?” başını iki yana salladı “Eksik çizersen var, ama demir boyutlarını ve yerleşkeyi doğru ayarlansan asla kayma olmaz. Yani dediğinden fazla olmaz.” Biraz sessizleşti “Da ne alaka.” Elimle timi işaret ettim “Bu adamlar eğitimli adamlar yanlış anlama ama devlet bize para harcadı yani. Kolay kolay yakalanmayız vurulmayız, vurulsak devrilmeyiz. Mimar için kayma payı neyse bizimde vurulma ihtimalimiz aynı.” Kafası karışmış gibi görünüyordu.
“Sadeleştirirsek bina yıkılabilir evet ama bu ihtimal en iyi hale planla göz ardı edilecek derece küçülür. Vurulabilir ama en iyi eğitimlerle bu en aşağı çekilir.” Başını yana yatırdı “Mantıklıymış.” Gülmeye başladı “Öğretmen olsaydım ne diyecektiniz?” yerimden kalktım. “Öğretmen olsaydın duyardın.” İkimizde güldük, şişeyi işaret ettim “Geri kalanla elini temizle.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |