

Bir hafta sonra:
“Uğur, olmadı mı hala?” yattığım yerden emir yağdırmaya bayılıyorum. Elinde kocaman kase ile yanıma geldi “Kek istedin yapıyorum deli etme beni.” Başımı iki yana salladım “Sevgiline yaptığın bir kekin lafını yapıyorsun demek. Öyle olsun.” Elindekileri masaya bıraktı, yanıma doğru emmelerini gözlerinden anlayacağım şekilde gelmeye başladı “Hayır.” Başını iki yana salladı, yanıma yanaştı “Sevgilim değil misin?” başımı yatırdım “Bu her aklına geldiğinde öpebilirsin demek değil.” Başını salladı, şaşırtıyor beni.
Başını hafifçe omzuma koydu, ellerini belime sardı. Elimle saçlarını sevmeye başladım “Kek biraz beklese.” Güldüm, “Olur.” Geriye doğru çekildim, oda benimle geriye geldi, yavaşça kucağıma uzandı. Ne o nede ben asla bir kelime etmiyorduk, o sadece dinleniyor bense sadece saçlarını seviyordum. Yavaşça eğildim saçından öptüm, yan tarafta duran pikeyi üzerine doğru çektim. Elimin birin sıkıca tuttu, yavaşça öptü.
“Seni çok seviyorum, hiç gitme olur mu?” bakışlarını kaldırdı, küçük çocuk gibi afacan bir şekilde bakıyordu, “Olur.” Elimi yanağına götürdüm “Geç oldu, uyu dinlen.” Kalkmaya yeltendi, durdurdum “Yat dinlen dedim, merdivenleri in demedim.” Gülümsedi yeniden uzandı, “Saçları sevecek misin yine?” hemen saçlarını sevmeye başladım. Sessizlik arttıkça Ulaş’ın gözleri kapanmaya başladı zorla açmaya çabalıyordu bana döndü “Keşke bir şeyler mırıldansan.” Şansını zorlama konusunda bir numaraydı. “Kapa gözlerini.” Oflayarak kapattı, saçlarını sevmeye başladım.
“Yum usulca gözlerini,
Uzat üşümüş ellerini,
Sakla o masum yüreğini,
Zaman gibi sessiz uyu,
Bu dünya dipsiz bir kuyu.”
Tamamen uykuya dalınca yavaşça başını yastığa koydum, yerimden kalktım yere oturdum, sadece izlemek istiyordum öylece izlemek. Yavaş yavaş gözlerim kapanıyordu ama kendimi onu izlemekten alamıyordum. “Bir dilek diledim Uğur, ailem olsun istedim. Seni verdi bana ailem oldun, arkadaşım oldun yoluma yoldaş oldun.”
…
“Gitme anne.” Hemen yanına eğildim, hem terlemiş hem de sayıklıyordu, elimi alnına koyar koymaz “Ateşin var.” Üzerinden pikeyi aldım, “Uğur!” tekrarlamama rağmen hiç tepki vermiyordu, “Nasıl bu kadar hastalandın bir anda.” Yerinden kaldırmaya çalıştım, zor bela kucağıma çektim. “Uğur, hadi uyan duş alman lazım.” Halen sayıklıyordu. “Allah’ım ya.”
Mutfaktan bezler alıp hemen bir kovaya ılık sı ve sirke koydum, “Üzerini çıkarmamız lazım.” Yavaşça tişörtünü çıkardım. Etrafi boşalttım, yavaşça dümdüz yatırdım, başına bileklerine bezleri koydum diğer bezi vücudunda gezdirdim. “Halen yanıyorsun. Duş alman lazım.” Sırtımı alabilir miydim? İmkânsız gibiydi kilolu değildi ama çok uzundu. “Emre!” hemen telefona sarıldım. Diğer yandan Ulaşın yüzüne su sürüyordum ama sayıklamaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Pikeyi ayağına örttüm.
“Alo.” Hemen “Ulaş’ın ateşi var, sayıklıyor uyandıramadım sirekli su ile bez koydum ama hiç, banyoya taşıyamadım.” Cevap vermesini belerken merdivenlerden pata küte sesler gelmeye başladı ardından kapı çaldı “Oha!” hemen kapıya koştum. Açar açmaz içeri daldı “Salonda.” Hemen oraya geçti “Banyoya geç ılık su ayarla ben getiriyorum.” Hemen banyoyu geçtim suyu ılıttım. “Gel.” Ulaş’ı kucağıma doğru bıraktı, “Ben ilaçları alayım, sen yavaş yavaş su dök.” Ne derse tamamdım.
Suyu açtım yavaşça üzerine döktüm, irkilerek gözlerini açtı “Bengi.” Gülümsedim, “Buradayım.” Su değdikçe irkiliyordu ama gözleri sürekli bendeyi “İyi misin?” Başını iki yana salladı “Üşüyorum.” Farkındaydım ama elden hiçbir şey gelmezdi “Geçecek.” Güldü “Sen sarılsan ısınırım.” Başımı iki yana salladım “Ateşin düşsün sıkı sıkı sarılacağım ama şimdi biraz üşümen lazım.” Gözlerini devirdi “Of!” yavaşça yanağından öptüm “Oflama bana.” İkimizde gülümsedik.
“Yettim.” Hemen yanımıza eğildi, “Ayıldığına göre sudan çıkaralım seni. Havlular nerede?” Ulaş ile aynı anda dolabı gösterdik “Tövbe tövbe ya.” Yerinden kalkıp havluları aldı, tuvaltein üzerine serdi. “Gel.” Sıkıca kollarından kavrayıp ayağa kaldırdı sonrada tuvalete oturdu, havluyla hemen kurulamaya başladım.
“Ateşi kaç baksana.” Hemen ölçtü “Şimdi bile kırk.” İstemsizce korku kapladı içimi “Ne yapacağız?” Biraz düşündü, “Hastaneye götüreceğiz ilaçla olmaz bu.” İçeri geçti gömlek getirdi hemen giydirdim. “Arabayı sen çalıştır ben Ulaş’ı getireyim.” Hemen dışarı çıktım. Çıktım çıkmasına ama topyekûn ıslaktım. Arabayı çalıştırdım aşağı getirmesini beklerken Emrelerin eve girdim. Ulaş’ın dolabında tişört e eşofman aşırdım hızlıca giyinip çıktım. “Ben sürerim.” Emre öne geçti, Ulaş’ın yanına geçtim. “İyiyim.” Alaycı bir ifade ile “Ayakta duramıyorsun.” Gülümsedi.
“Kim nöbetçi bu gün biliyor musun?” biraz düşündüm “Ağabeyim.” Hemen telefona uzandı. “Söyleyelim de sedye hazırlasınlar bu hasta falan değil başka bir şey var.” Gözlerim büyüdü “O ne demek ya?” dudaklarını kıvırdı “Görevde turp gibiydi, birden bu kadar ateş normal değil onu diyorum. Kırgınlık falan olurdu.” İçim iyice huzursuz olmuştu.
“Alo, Akın merhaba ben Emre.” Dikiz aynasından bana bakıp hafifçe gülümsedi, bende öyle yaptım “Ulaş birden bire kırkın üzerine çıkan bir ateş durumu yaşadı. Zor ayıldı diyebiliriz. Hastaneye geliyoruz sana haber edelim istedik.” Halen yüzünde garip karışık bir ifade vardı, sürekli onaylar gibi başını sallıyordu “Bende aynı ihtimalden korktum açıkçası.” Gözlerimi Ulaş’a çevirdim.
“Emre beni çok korkutuyor.” Gülümsedi, “Sen yanımdasın, ben sırf bu yüzden bile iyi olurum korkma.” Başımı iki yana salladım “Her yerde her zaman full romantizm diyorsun.” Güldü, halen ateşten kıpkırmızıydı, su gibi olmuştu. “Sen bu ana kadar nasıl hiç falso vermeden geldin.” Sesim kontrolüm dışında sert çıkmıştı. “İyiyim.” Kaşlarımı çattım “Ulaş!” gözleri kocaman açıldı “Ulaş olduk iyi mi?” başımı iki yana salladım “Biraz sonra ağabeyim kötü bir şey derse yüzbaşım olacaksın.” Oflayarak başını tamamen geriye bıraktı.
“Çocuk gibisin çocuk.” Saçları yüzüne düşüyorduk, hafifçe elimle geriye ittirdim. Araba durur durmaz hemen ağabeyim kapıyı açtı, “Çekil bakayım sen.” Hemen arabadan indim, ağabeyim alaycı bir sesle “Sorsan askerler, yüzbaşılar her gün buradalar böyle olmaz. Sizin buradan kopmanız lazım.” Ulaş’ı hafifçe sedyeye yatırdı. “Nefes almakta zorlanıyor.” Hemşireye bakarak söyledi “Ateşi çok yüksek, nabzı çok hızlı tansiyon yavaş. Gözlem odasına alın ilaç başlayın geliyorum.” İçime sürekli taş oturuyor gibi oluyordu, “Ne oluyor?” Başını iki yana salladı “Siz gidin kafeteryada oturun geleceğim ben.” Hemen başımı iki yana salladım, ağabeyim elleri arasına aldı yüzümü “Hadi ağabeyim hadi fıstığım.”
Emre koluma girince birlikte kafeteryaya geçtik. “Hiç içime sinmedi böyle.” Başını yana yatırdı “Esem, ağabeyin yanında ilaç verirler serum takarlar odaya alırlar sonrada bizi yanına şutlarlar, antibiyotik yazarlar bu kadar.” Kaşlarımı çattım “Bunu bizim yanımızda da yaparlar, hem sen neyden şüpheleniyordun?” gözlerini kaçırdı “Ne şüphesi?” birden bire sinir kapladı içimi “Emre!” başını geriye yatırdı. “Kızım sen hiçbir şeyi atlamaz mısın?” başımı iki yana salladım “Atlamam, neyden şüphe ettin?”
Elini alnına götürdü birkaç saniye düşündü “Emre düşünmeden cevapla.” Başını kaldırdı “bir yerinde yarası olup söylemesinden yada eski yaralarından birinin mikrop kapmasından.” Yerimden fırladım “Esem nereye?” olduğum yerde durdum, büyük bir hışımla Emre’ye döndüm. Tepkimi kontrol etmem gerekiyordu önce dudaklarımı birbirine bastırdım sonra gözlerim açıldı. Sakin olmak için derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. Yutkundum, elimle arkayı işaret ettim.
“Eğer yarası varda söylemediyse bir yarada ben açayım dedim nasıl fikir?” Başını yana yatırdı “Şakanın sırası değil?” sinirle gülmeye başladım “Şaka yapar gibi bir halim mi var?” gözleri büyüdü, kolumu sıkıca kavradı “Önce hava alalım biz.” Başımı iki yana salladım “Esem, adamı deli etme! Yürü!” birden içinde Pars çıktı, başımı hafifçe salladım. Dışarı yöneldim. “Sana ne oldu öyle ya.” Başını yana yatırdı “Bir şey olmadı size öbür türlüsü kar etmiyor.”
Bir şey demedim, sadece kendimi geriye bıraktım sırtımı banka yasladım, karşımızda ağaçlık bir bahçe vardı oraya bakmaya başladım. “Tepkilerimi kontrol edemiyorum.” Başımı ona hiç çevirmiyordum dümdüz karşıya bakıyordum. “Aklımı, dilimi düşüncelerimi.” Güldüğünü duydum, kafa karıştı bakışlarımı ona çevirdim. Elini kalbime götürdü “Artık onun sesini duymayı öğrendin.” Kaşlarımı çattım “Önce kalpsiz miydim?”
“Yalan mı? Esem sen duygulardan uzak sadece mantık ile yürüyen bir insandın.” Gülümsedi, elini kalbimden çekti “Sende sevebilirmişsin.” Bütün bu kargaşa imdeki dağınıklık bunca fikir aşık olduğum için mi yaşanıyor yani? “Aşık oldum diye bütün her şey alt üst oldu öyle mi?” başını iki yana salladı. “Sen alt üst olmuştun, aşık oldun normale döndün.” Başımı iki yana salladım “Senin düşüncelerin hiç durmuyor mu?”
“Durmuyor.” Gözlerim açıldı, “Ben duygusuz değildim.” Gülmeye başladı “Emin misin?” başımı salladım. “Sen duygusuzdun yeni yeni bazı duyguların olduğunu görüyorum ben. Mesela sende bizim gibi hata yapabilirmişsin.” Güldüm “İnsanım sonuçta.” Başını hafifçe salladı “Eskiden daha çok robot gibiydin.” “Abartma.” Gözlerini yeniden bana çevirdi “Abartmıyorum Esem, sen hiçbirimiz ile böyle konuşmazdın. Hepimizle kardeş gibiydin ama senin derdin tasan olmazdı. Sıkışmazdın bizim gibi hep biz sana gelirdik.”
Kaşlarımı çattım “Şimdi gelmiyor musunuz?” güldü “Geliyoruz ama sende bize geliyorsun. Kısacası sende bizim gibi oluyorsun.” Ben bunu istemiyordum ki ben ben gibi kalmak istiyordum. “Ben kendim olmak istiyorum.” Gözlerini devirdi “Sen yine sensin sadece duygusalsın.” Toparlanmam gerekiyordu yani ben ve duygusallık kafam çok karışmıştı. “Toparlanacağım.” Kaşlarını çattı “Esem yapma bunu kendine.”
“Emre anlamıyorsun ben böyle bir insan değilim ben dağılırım düşerim yanılırım ama kendi içimde suskunluğumla durgunluğumla hallederim. Senin dediğin gibi olmak demek ben olamamak demek.” Başını iki yana salladı “Ben seni anlamıyorum.” Biliyordum beni anlamadığını biliyordum ama anlatabilecek biride değildim.
“Sizinkine serum verdik iyi şimdi.” İkimizde ayağa kalktık “Bilmemiz gereken bir şey var mı?” başını iki yana salladı “Yani fıstığım antibiyotik takibini kendisi yapabilecek yaşta.” Gilerek yanına gittim. Ağabeyimin bakışları bir Emre’ye bir bana döndü “Ne oldu size?” İkimizde başımızı iki yan salladık “Ne olacak bize.” Aynı anda söyleyince ağabeyim kaşlarını kaldırdı “Peki” Emre içeri yöneldi bende gidecekken ağabeyim durdurdu “Bir sorun yok gerçekten Ulaş adına korkma.”
“Ne adına korkayım?” ellerini iki yana açtı “Bilemeyeceğim.” Kaşlarımı çattım “Gece gece anlamıyorum ağabey.” Gülümsedi, elini yüzümde gezdirdi “Bende bunu diyorum gece gece seni buralara getiren her neyse ondan kork.” Başımı öne eğdim, elimi kalbime götürdüm “Korkuyorum zaten.”gülümsedi “Ondan korkmayacaksın salak.” Kaşlarım çatıldı “Neyden korkacağım.” Kulağıma eğildi “O hissi kaybetmekten.” Güldüm, içeri doğru koştum “Âşıkları sizi.” Yanaklarımın kızardığına o kadar emindim ki.
…
“Oğlum anlatamıyor muyum? İyim ben ilik suyu falan içmek istemiyorum.” Ulaş bütün gücüyle yatağın sınırları içerisinde Emre’nin elinde ki ilik suyundan kaçamaya çalışıyordu Emre ise bütün bir ciddiyetle “İçeceksin.” Emretti aslanım ya. Ulaş mutsuz bir ifade ile bana baktı, ellerimi kaldırdım “Beni karıştırmayın.” Emre başının yavaşça bana çevirdi “Tutsana şunu!” hemen Ulaş’ın arkasına geçip sıkıca sarıldım.
“Ya neden yanına ilik kemik suyu alırsın bu nasıl bir delilik o telaşta nasıl aklına geldi?” bende aynı şeyleri merak ediyordum “Güzel soru sevgilim nasıl aklına geldi?” Emre gayet sakin bir sesle “Lazım olur diye yanıma aldım iyi ki almışım içsin hemen ayaklanır.”ne kuşku.
“Aç ağzını iç şunu ben bunaldım.”Ulaş derin bir nefes aldı ermenin uzattığı şişeyi aldı, “Allah’ım ne olur ölmeyeyim.” Hızlıca tekte içti, “Allah’ım!” derin bir nefes verdi, “Sana geliyorum.” Gözlerini sıkıca yumdu, Emre yerinden kalktı “Tamam benim buradaki görevim bitti, siz halledin gerisini.” Ulaş gözlerini kocaman açtı “Salıyon yani beni.” Emre ceketimi giydi “Salmayayım mı?” başını iki yana salladı.
…
“Karam.” Bakışlarımı ona çevirdim, “Söyle.” Elini yatağın kenarına hafifçe koydu “Söyle işte kaldırma beni ayağa.” Başını iki yana salladı, “Gel.” Oflayarak yerimde kalktım, yanına oturdum. “Koltukta dört büklüm yatma.” Elimi ağzıma götürüp kapattım “Kovuyorsun yani beni.” Başını iki yana salladı. Eliyle örtüyü yana çekti “Burada yat diyorum işte.”
Yanına uzandım, üzerimizi örttü “Ağabeyim geldikten sonra ne açıklama yapacaksın?” gurulu bir şekilde göğsünü kabarttı “Seviyorum ulen seviyorum!” gözlerimi devirdim “Bunu diyeceksin yani.” Başını yana yatırdı “Daha ne diyeyim?” nefseine iyice yanaştım “Bilmem.” Gözleri dudaklarıma kayınca hemen kendimi çektim “Karam!” belinden tutup kendine çekti, “Uğur!” geriye çektim kendimi. Kurtulamıyordum “Benimle alay ederken aramızdaki güç farkına dikkat etmelisin.”
“Tamam, güçlüsün bırak şimdi beni.” Yüzünde sinsi bir ifade oluştu “Öp bırakmam.” Kaşlarımı çattım, kendimden emin bir sesle “Asla.” Öylemi der gibi baktı kendine iyice çekti beni “Öpecek misin?” başımı geriye çektim aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordum. Ulaş asla izin vermese de.
“Oww!” ikimizde kapıya döndük, ağabeyim bize bakıyordu “Ayrıl!” hemen bıraktı geriye çektim kendimi “Bir şey yapmadık.” Ağabeyim ensemden yakaladı “Ya yapmıyordunuz.” Elinden kurtulamıyordum, “Gerçekten bir şey yapmıyorduk.” Ağabeyim bakışlarını Ulaş’a çevirdi “Bana bak yüzbaşı mısın nesin biz kızımızı sokakta buladık, sevgilisiniz iyisiniz hoşsunuz izin verdik ama o kadar. Artık el koyuyorum bu ilişkiye.”
Beni yavaşça dışarı ittirdi “Düş önüme.” Başımı iki yana salladım “Yürü!” yavaşça dışarı çıktım, kapıyı kapattı ama hafif aralık kaldı “Bana bak madem âşıksın ölüyorsun adam gibi gel iste keyfim isterse veririm ama o zamana kadar seni kardeşimin yanında görürsem seni öldürürüm.” Ulaş’ın sesi hiç çıkmıyordu bile, az önce öten bircik sevgilimin dili şimdi lal olu vermişti.
“Tamam sen nasıl istersen öyle yapalım. Benim itirazım yok.” Yuh ya resmen kedi gibi mırlıyor ayıp ya. Seviyorum ulen diyecekmiş sen önce şu sesini bir topla koskoca yüzbaşına bak ya. “Gel birde itirazın olsun. Bu arada ben öyle kuru kuruya istemeyi kabul etmem, önce al yanına büyüğünü artık kimi alırsan arkana eş dost tanışmaya geleceksin.” Ağabeyim yapabildiği kadar gıcıklık yapacaktı anlaşılan.
“Hayır belki çevreni gözüm tutmayacak.” Ulaş’ın artık bir şey demesi lazım, “Haklısın ama tutar gözün bence.” Yuh ya timi böyle satamazsın be adam, bizim timin delisinin geldiği hale bak ya. “Bence de haklıyım, iyi o zaman müstakbel damat yat dinlen ben sana hemşire yollayacağım.” Toparlan Esem sınavın senle olan kısmı başlamak üzere.
Kapı yeniden açıldı “Ağabey?” başını yana yatırdı, yüzündeki memnuniyetsiz ifade halen devam ediyordu. “Buyur.” Ellerim ile oynamaya başladım. “Ne o kızgın gibi?” hafifçe eğildi, gülümseyince bende gülümsedim “Kardeşimi öpüşürken bastım daha ne olsun değil mi!” birden kükreyince hemen geriye sıçradım.
“Asla öpüşmüyorduk. Yanlış anladın.” Elini yeniden enseme koydu “Lan o mesafede ne yapıyordunuz. Yürü odama bağırtma beni hastanenin ortasında.” Halen bırakmıyordu, birlikte odasına girdik. Masasına geçti bende köşeye fırlatmak usulü ile yerleştirdiği sandalyeye oturdum. “Ben değilde asistanlar girseydi. Hocalarının kardeşini öpüşürken görselerdi ne açıklama yapacaktınız.” İstemsizce güldüm bütün bir özgüvenle.
“Vallahi onlara pek bir açıklama yapmazdık.” Gözlerini kocaman açtı “Esem!” başımı öne eğdim “Ayrı yeten öpüşmüyorduk.” Başını evet manasında salladı “Tabi canım yakın mesafede göz kırpmama yarışması yapıyordunuz değil mi?” başımı yana yatırdım “Ağabey ya.” Yanıma gelip eğildi, “Yok artık eskisi gibi sizi yakın veya yalnız bırakmak, isteyecek seni.”
“Tamam ya sen ne istiyorsan öyle yaparız ama ben şimdi yanına gideyim tek kalmasın.” Kaşlarını kaldırdı “Olmaz.” Gözlerimi doldurdum, sesimi olabildiğince tatlı çıkartmaya çalıştım “Ağabey, lütfeeeen.” Başını gayet net bir şekilde iki yama salladı “Asla, burada put gibi duracaksın.” Oflayarak başımı önüme eğdim “Çok kötüsün.”
“Siz çok yakınsınız yoksa ben böyle bir adam değilim.” Hiç cevap vermedim. “Hastalara bakıp geliyorum. Geldiğimde burada olacaksın.” Başımı tamam manasında salladım. Hılzıca odadan çıktı bende peşinden çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz ağabeyime çarptım “İçeri gir.” Oflayarak geri döndüm. Arkamdan kapıyı kitledi “Ayıp ama.” Sedyeye uzandım, elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Yan tarafta dosyalar vardı. “Lale Derin Baran, Kerem Baran, T.K.” Herkesin ismi yazarken neden T.K. acaba hemen yerimden fırladım. Dosyayı elime aldım. Ellili yaşlarının başlarında bir adam vardı, kahverengi saçlı, kahve gözlü, hafif esmere çalan bir teni. Başka bilgi yazmıyordu sadece sağlık testleri vardı, isim soy isim yoktu. Her yerde T.K. olarak kayıtlıydı. Ağabeyim gelince sormak için kenara ayırdım.
Diğer dosyalara baktım, bütün karargahın sağlık dosyaları buradaydı. T.K. dan sonra başlıyordu yani bu adamın karargahtan olma ihtimali vardı yada yoktu ama yani olabilirdi. İyice merak etmiştim. Diğer dosyalara bakarken Ulaş’ın dosyasını görüm hemen elime aldım. “Ulaş Uğur Turan.” Fotoğrafının yanında büyük harflerle bunlar yazıyordu.
“Anne adı ve baba adı nasıl yazıyor.” Gördüklerim dilime yansıdı, fısıldar bir tonla “Lale Derin Baran, Kerem Baran.” Birkaç adım geriye attım, yanda duran dosyadaki isimler ile birebir aynıydı. O dosyaları da alıp masaya koydum. “Nasıl ya?” elim ayağım birbirine dolandı. “Esem?” ağabeyimin sesini duyunca istemsizce irkildim, dosyaların ikisi yere düştü. Hızıca eğilip aldım.
“Sen benim dosyalarımı mı karıştırdın?” Başımı salladım “Ulaş’ın ailesi yaşıyor mu? T.K. kim? Sen niye böyle dosyalara sahipsin?” hiç umursamdan kucağımdaki dosyaları elimden aldı. “Haberin olsun diye söylüyorum hasta doktor gizlilik politikası diye bir şey var onların bilgilerini sana veremem.”
İstemsizce geriye doğru adımladım “Sağlar yani? Neden soyadları farklı? Ağabey!” dosyaları yerine koydu, eliyle koltuğu işaret etti ikiletmeden oturdum ne açıklama yapacağını merak ediyordum “Koruyucu ailesi ama ailesi. Görüşmemeleri bir şeyi değiştirmiyor.” Kafam iyice karışmıştı “Direk yetimhane çıkışlı olduğunu sanıyordum.” Ağabeyim kaşlarını çattı “En az dört beş aile görmüş.” Duyduklarıma inanmam mümkün değildi Ulaş nasıl bu kadar sık aile değiştirmiş olabilirdi daha da önemlisi nasıl olmuştu da hiçbiri ile aile ilişki kuramamıştı.
“Bunu üstelemeyeceğim ama başka bir şeyi merak ediyorum. TK kim?” gözlerini devirdi “Hasta.” Ciddi misin ya. “Ağabey!” oflamaya başladı “Adını bende bilmiyorum. Askerler ile geliyor adını vermiyor. Sadece ü ayda bir kontrol yaptırıp gidiyor. Garip biri üst rütbeli gıcık bir adam.” Kafam karışıktı ama ağabeyimi de zorlamak istemiyordum “Fotoğrafını çekebilir miyim?” başını iki yana salladı “Askerim ben bana güvenmen gerekir.” Başını iki yana salladı “Çok kötüsün.” Bu sefer gülümsedi “Her zaman.”
“Ağabey?” Başını bıkkın bir şekilde bana çevirdi “Sıkıldım senden.”kollarımı birbirine bağlayıp yana döndüm “Tamam tamam küsme gel.” Başımı eğdim “Hıh!” gülerek sarıldı “Sıkıldım ama senden değil sorulardan.” Başımı hafifçe dikleştirdim “Son bir soru?” başıyla onayladı “Duygular insanın zekasını ve aklını etkiler mi? Yanlış kararlar aldırır mı?” Biraz düşündü.
“Kesinlikle.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |