

Ağabeyim, ben ve zorla Doruk kolilerin bir kısmını aşağı taşıdık. “Ben bunları arabaya yerleştireyim. Sizde geri kalanları getirin olur mu fıstığım?” Doruk ile hemen içeri koştuk. “Oğlum senin bu saate kadar benle uykusuz kalmana gerek yoktu.” Başını iki yana salladı “Ben gitsem siz yanımda olmayacak mısınız komutanım?” ikisi aynı şey değildi ama yinede ses etmedim son dört koliyi alıp kapının önüne koyduk.
“Ben bir eve bakayım.” Başını salladı “Komutanım ben bu dördünü rahat taşırım.” Dedi ve dediğini de yaptı dördünü de kucaklayıp aşağı indi. Tekrar içeri girdim. Kapıyı kapattım derin bir nefes aldım “Bir efsanenin sonuna geldik demek.” Eşyalar olduğu gibi duruyordu aslında ama hepsinin içi bomboştu. İçlerinde anı değerinde ne varsa benimle geliyorlardı.
Gözlerimden yaşlar yavaş yavaş süzülüyordu. Elimi çalışma masamın üzerinde gezdirdim. Gözlerim yüzüğüme takıldı “Aşk ve savaş yürümezdi.” Dedim sanki biriyle konuşuyormuşum gibi. Yavaşça yüzüklerimi çıkarıp masaya bıraktım “Bir gün askerlikten koparsam ve aşk için yaşamaya karar alırsam geri geleceğim ve o gün sizi eri takacağım.” Çalışma odamdan çıktım salona girdim. Renkli koltuklarım televizyonum sadece bakıp gülümseye biliyordum. Yerden kalan son su bidonu kaldırdım tek tek çiçeklerime döktüm “Ağabeyime emanetsiniz. Sizinle ilgilenemediğim için kızmayın olur mu bana?” gözlerimden akan yaşı sildim. Salondan da çıktım son kez mutfağa girdim. Yüzümde bir gülümseme oluştu oluşmasına da çok kalmadan silindi. Gidiyordum. Baba yadigârım Ankara’dan, yurdumdan evimden gidiyordum.
Aşağı indiğimden bütün kolileri arabalara yerleştirmişlerdi. “Gidelim mi fıstığım?” Gözümden akan yaşları silemedim, sadece koşup sarıldım “Gitmek istemiyorum.” Gülümsedi “Esem!” oflayarak başımı kaldırdım “Ya ağabey ya!” Eliyle gözümden akan yaşları sildi. “Doruk’a hoşça kal de gidelim olur mu?” Hafifçe Doruk’a döndüm o da ağlıyordu. Sıkıca sarıldım o da sıkıca sarıldı “Yapma ya komutanım. Ağlama sen ağlayınca bende dayanamıyorum.” Sorun şu ki ne o nede ben ağlamamızı durduramıyorduk.
“Varınca beni arayacaksın yeni numaranı kaydettim. Kendimi de sana kaydettim arayacaksın.” Başımı hafifçe salladım binaya baktım. “Her şeyden haberim olacak tamam mı?” Başını salladı “Olacak ben sana her şeyi anlatacağım. Fotoları yollayacağım.” Gülümsedi “Sen oraya yerleş ben izin kullanıp hemen geleceğim.” Tekrar sarıldım “Çok sağ ol.” Oda göz yaşlarını “Sizde sağ olun komutanım.” Arabaya bindirdi beni.
Ağabeyim önde ben arkada çıktık yola Doruk arkamızdan su döktü. Derin derin düşüncelerde boğuluyordum resmen benden nefret edeceklerdi kızacaklardı aptalca bir karar gibi gelecekti onlara ama doğru ve mantıklı olan buydu hata yapmıyordum giderek söylemeyerek bir anda yok olarak hata yapıyordum. Telefonun sesi beni kendime getiren ses oldu. Ağabeyim az önümde olmasına rağmen arıyordu.
“Fıstığım nasılsın?” Gülümsedim, “İyiyim. Sen nasılsın?” Güldüğünü duyabiliyordum “Bende iyiyim bir tanem. Adana da tutuğumuz ev umarım fotoğraflarda gösterdikleri gibidir.” Bende aynı şeyden korkuyordum, kocaman evi baya uyguna satın almıştık.
“Umarım gösterdikleri gibidir yoksa sokakta kalacağız.” İkimizde güldük, “Ben senin için bu yollara düşüyorum bir zahmet beni en iyi oteller götürürsün.” Güldüm “Götürürüm.” Yol baya uzun sürecekti ama ağabeyim hiç şikayetlenmiyordu bile hatta benden daha heyecanlıydı. “Bakalım yeni görev arkadaşların nasıl tipler olacaklar?” o kısmı hiç düşünmemiştim.
“Ay hiç bilmiyorum ağabey ama umarım soğuk tipler olurlar. Kimse ile yeni bir arkadaşlık kurmak istemiyorum.” Aslında sadece istemiyor değildim hazırda değildim ne bir şey yapmak istiyordum nede bir ortam. Timden yeni ayrılmıştım sözde gönüllü olsa da gönülden istekli değildim zorunluluktu. “Ağabeyinin fıstığını bana bak orada insanları kendinden uzak tutmaya çabalamak falan yok tamam mı? Mutlu olmak seninde hakkın.” Ağabeyim ve hep beni savunmaları.
“Burada kora acı verirken gidip orada gülüp eğlenmek doğru gelmiyor.” Ağabeyim telefondan bile rahatlıkla anlayabileceğim bir sertlikle “Sen onlar birbirime bırakıp gidiyorsun tek kalan sensin onlar birbirini toplar ilerlerler sen dağılma.” Gözümden süzülen yaşları elimin tersiyle silip attım. “Her şeye tamamım ağabeyde ben gittikten sonra timden biri şehit düşerde iki cihanda bana küs olursa dayanamam.” Ağabeyim bir süre cevap vermedi.
“Allah korusun ne onlara ne saa nede başka bir askere bir şey olmasın.” Olmasın olmasında oluyor işte elden ne gelir “Amin.” İkimizde sessizleştik, “Eğer ben şehit düşersem timdekilere söylemeyin olur mu?” ağabeyimin kaşlarını çattığını, gözlerini doldurduğunu hissedebiliyordum. “Öğrenmeyeceklerini mi sanıyorsun?” Umuyorum belki öğrenmezler. Hem giden benim mezarıma gelip beklesinler istemem “Öğrenmezlerse.” Ağabeyim arabayı sağa çekice bende çektim “Ne oldu?” Telefonu kapattı, arabadan indi yanıma doğru koşunca bende indim.
“Esem orada seni tek bırakacağım bak benim kapıma komutan yollatma. Dayanmaz oğlum benim kalbim dayanmaz! Dört kişilik bir evden tek kalan ben olarak yaşayamam bunu bana sakın yapma.” Beni sertçe kendine çekip sarıldı, “Her hatanda yanında olurum, her anında yanında olurum. Ama sakın yanında olamayacağım bir şey yapma Esem.” Yavaşça bıraktı benim konuşmama fırsat vermiyordu, verse de konuşamazdım ben onun gibi değildim hıçkıra hıçkırarak ağlarken konuşamazdım. Ellerinin arasına aldı yüzümü “Asker olabilirsin altında bir sürü asker olabilir ama sakın benim kim olduğumu unutma.” Elimle gözlerinden akan yaşı sildim gülümsedi.
“Ağabeyinim ben. Sözümü dinleyeceksin. Gözümü arkada bırakmayacaksın.” Daha fazla ağlamamak için kendimi sıktım “Bırakmayacağım.” Gülümseyip arabasına yöneldi yanda duran tabelaya baktım. Büyük harflerle Ankara yazıyordu üzerini kırmızı ile çarpılamışlardı. Arkama döndüm, gülmeye başladım.
“Hoşça kal Uğurum Uğurlum, hoşça kal babam. Hoşça kal annem, hoşça kal kor. Hoşça kal bir millete babadan yadigar kalan şehir.”
...
Doruk
Binaya girer girmez masadan destek alarak oturdum. Bizi bu time alan kadın gitmişti, onları buraya geri getirmek için çabalayan kadın gitmişti. İşin komik olan yanı ise bu binada şuanda uyuyan hiç kimse bunu bilmiyordu sabah öğrendiklerinde ona çok kızacaklardı, öfkeleneceklerdi.
Her şey çok garipti, korun birliğini korumak için bağıra çağıra bütün bir güçle savaşan kadın bu sefer o birliği korumak için sessiz sedasız gitmişti, gözlerinde kalbinde bir acı ile gitmişti. Onunla uzun uzun muhabbetler etmemiş, sadece onun askeri konularda ne kadar efsane olduğunu düşünüp ona hayranlık duymuş ben giderken yanında kalmıştım. Ve bundan sonrada timle onun arasında kalacaktım.
Yarın sabah ne olacaktı mesela Pars komutanım ne yapacaktı nasıl davranacaktı nasıl yıkılacaktı, Güney de aynı şekil darmadağın olacaktı. Selçuk’ta yine asıl soru şuydu Ulaş komutanım o ne yapacaktı? Nişanlısı birden sessizce yok olmuştu ama elden hiçbir şey gelmemişti. Mesela ne kadar öfkelenecekti ne kadar kızacaktı. Karargâhta duruyor muydu dolabı, yoksa alıp götürmüşler miydi artık timde olmadığı için. Kaldıysa öfkeyle timi çıkartacaktı dışarı.
“Doruk?” Arkamdan Alp’in sesini duyar duymaz o tarafa döndüm. “Alp.” Ağır adımlarla yanıma gelip oturdu, yeni uykudan uyanmış olacaktı ki gözlerini ufalıyordu. “Sen neden bu saatte kalktın.” Gerçeği söylememem gerekiyordu “Bir şey daralttı.” Kaşlarını kaldırdı “Beni niye uyandırmadın?” güldüm “Uyansan ne yapacaktın lan!” güldü “Alırdım bir altı dudak gelirdi keyfin yerine.” Kahkaha atmaya başladı “Alp!” gülmeye devam etti.
“Tamam canım bir şey demedim. İçinde ki kötü his geçti mi?” Başımı salladım “Eve girelim hazırlanalım o zaman yarım saat kadar sonra karargâha geçeriz.” Başımı salladım yeniden. Alp’le içeri girecekken kolundan tutup durdurdum “Ne v-” sarılınca şokla kaldı. Sıkıca o da sarıldı “Sikerim böyle işi neyin var lan?” bütün bir ciddiyet kaplamıştı. “İyiyim bir şey yok.” Kolumdan tuttu “Ağlamışsın birde. Halen gözlerin kırmızı.” Başımı iki yana salladım “İyiym.” Hiç ciddiye almıyordu beni huzursuz bir şekilde bana bakıyordu “Peki sen duşunu falan al kardeşim ben bize güzel bir kahvaltı hazırlayayım.” Gülerek ekledi “Pankek yapayım mı gardaşıma?”
Başımı iki yana sallamakla yetinecektim ama bana bakan gözlerini görünce “Yok kardeşim ben tokum kahvaltı yapmayacağım.” İlerleyen saatlerde nasıl yüzünüze bakacağımı düşünüyorum nasıl boğazımdan lokma geçsin. Onunda yüzü düştü ama elimden gelen bir şey yoktu, banyoya girdim. “Yinede yapıyorum gardaşıma ben yav!” halen neşemi yerine getirmeye çalışıyordu ama biraz sonra onunda morali benimkinden farksız olmayacaktı.
…
“Ben bir Bengi’yi arayayım yarım saat geç kalmak hiç onun işi değil.” İşte başlıyoruz. Ulaş komutanım telefonu çaldırır çaldırma gözleri büyüdü. Tekrar çaldırdı “Böyle bir numara bulunmamakta ne demek lan!” herkesin kaşları çatıldı bütün eller telefona uzandı. “Arayın bir sizde.” Zaten herkes öyle yapıyordu. Arayanın yüzü düşüyordu “Nasıl lan?” Güney sinirle yerinden kalktı “Giden Esem mi? Hem de isteyerek mi?” Ulaş komutanım çöktüğü yerden kalktı.
“İmkânsız.” Elindeki yüzüğü gösterdi “Nişanlıyız oğlum biz nişanlısını bırakıp mı gidecek.” Gitti bunu bilip susmak çok büyük yiğitlik gerçekten. Ellerimi sıktım, ne yapacağımı bilmiyordum sadece Pars komutanıma döndüm sakin bir şekilde olduğu yerde duruyordu. Düşünceli görünüyordu ama çok sakindi.
“Oğlum Esem neden gitsin ki her şey yolundaydı. Olmasa bana söylerdi.” Gözlerimden bir damla yaş süzüldü, sorun vardı ama bu sorun Esem komutanımın kalbindeydi kendini mutluluğa iliştiremiyordu mutluluk onun için felaket demekti sanki. “Gitmediyse o değilse neden telefon numarası kapatılmış.” İşte Emre komutanımın bu sorusuna kimse cevap vermedi.
“Kor.” Albayın sesi ile “Dikkat!” Pars komutanımın sesinin çıkması bir oldu hemen yan yana dizildik. “Artık timiniz göreve böyle devam edecek. Yüzbaşı Esem Bengi Kara kendi isteği timden ve karargahımızdan ayrıldı.” Mutsuzluk aka sahte bir gülümse ile gülüp kışladan çıktı. Ulaş komutanım dizleri üstüne çöktü “Bunu bana nasıl yaptın Karam!” ağlamaya başladı Emre komutanım yanına oturur oturmaz başını yavaşça Emre komutanımın omzuna koydu. Resmen hıçkırarak ağlıyordu, onu ilk defa öyle ağlarken gördüm.
Güney komutanım ise hızlıca Esem komutanımın dolabını açtı açar açmaz “Bu ne lan?” Hepimiz ona döndük elinde renkli renkli bir sürü zarf vardı “İsimlerimiz yazıyor.” Gözünde yaşlar süzüldü “Gerçekten gittin ha!” Elinde ki zarfları sinirle dolaba fırlattı, dışarı fırladı “Batur!” Pars komutanımın seslenmesinden hemen sonra Batur komutanımda Güney’in peşinden koştu.
Selçuk olduğu yerden yavaşça kalktı dolabı tekrar açtı zarfları eline aldı hepimize kendi adımızın yazdığı zarfı uzattı “Ben diğerlerinin zarflarını da vereyim.” Pars komutanım zarfa bakarken birden Selçuk’a döndü “Başka kime yazmış ki?” Selçuk zarfları önüne bıraktı “Herkesi düşünmüş.” Dedi ve gülerek kışladan çıktı.
Yavaş yavaş kâğıt sesleri yükseldi kışladan, ara sıra derin nefesler geliyordu, hıçkırma sesi gülme sesi herkes mektubun bazı kısımlarında okumayı bırakıp başka bir yöne bakıyordu. Esem komutanım öyle şeyler yazmıştı ki herkes ağlayarak okuyordu. Tek tek özenle yazmıştı. Anladığım kadarıyla herkesin mektubu aynı cümle ile bitiyordu.
“Kor yine siper al! Roket için değil, deliliğim canınızı yakmasın.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |