

Güney’i sağlık ocağına götürdükden sonra bütün tim kapıya yıkıldık, İçerde sadece Emre ve ona yardım etmek için Pars kaldı, sinirle dışarı çıktım. “Bizden ne istiyorsunuz ya?” Olduğum yere çöktüm, Selçuk ve Batur da yanıma eğildi, “Komutanım biraz sakin ol.” Gözlerimi Batur'a çevirdim. "Bengi şehit, belki Güney'de şehit. Allah Kahretsin ki karargaha bizim şehit haberimizde gitti yani bizi arayanda yok.”
Selçuk sertçe vurunca ona döndüm, sinirle boğazıma yapıştı "Bana bak yüzbaşı, Güney'e hiçbir şey olmayacak. Hatta eminim ki Albay bizi bulmak için tim bile kurmuştur. Şimdi kendine gel” Başımı onaylarcasına salladım. Batur elini uzattı, tutup kalktım. Başım dönünce yere düşecek gibi oldum. Batur ve Selçuk aynı anda kolumdan tutup “Ulaş” iyiydim, sadece yaralarım sızlama yapıyordu. "iyiyim.” dedim ve hemen ardından yeniden dengemi kaybettim.
"Emre, Pars yardım edin. Ulaş’a bir şey oluyor.” Başımı hayır dercesine salladım, susması için Selçuk'a baktım. Gözleri dolmaya başladı. "Sakın,sakın Ulaş sende gidemezsin. Sen benim ağabeyimsin, sakın” cümlesi biterken, ondan destek olarak yerimden kalktım. Batur'da eminsiz gözlerle bakıyordu.
"Beyler, Güney turp gibi” Emre'nin sesi ile hepimiz o tarafta döndük. Hızlıca Yanına vardık. Emre bana, “ sanada bir bakalım.” Başımı tamam manasında sallayıp içeri girdim. "iyi misin?” iyi olmadığımı zaten biliyordu, yaralarıma krem falan sürerken "Emre iç kanama çok can yakar mı?” kafasının karıştığı gözlerinden anlaşılıyordu. "Evet, acısı kötüdür. Niye?”
Çok acı çekti yani canı çok yandı belkide bekledi mi bizim onun yanına gitmemizi. Bekledi tabiki beklemez mi? Belkide ben orada olsaydım yaşayacaktı belkide. Yarası ağır mıydı? Acısı çok muydu? Allah’ım ya benide al yada bana bir yol göster ya rabbim.
‘‘Ulaş, cevap versene. Niye sordun?’’ başımı hayır manasında salladım. ‘‘Ben bir nefes alayım.’’ koşarak dışarı çıktım, nefesim daraldıkça daraldı. Peşimden gelenlere elimle dur işareti yaptım. Köyden çıktım, gördüğüm ilk ağaca sırtımı yasladım, ağlamaya başladım.
‘‘Uğurum, Uğurlum ağlama.’’
heme başımı kaldırdım etrafa bakındım. Bu sefer gördüm, yerimden kalkıp peşine koştum. Kaçmadı, aksine kollarını açtı, koştum sarıldım. ‘‘Karam, benim frezya kokulum.’’ gülümseyerek yere oturdu, yanına oturdum. Üzerinde yine en sevdiğim kıyafetleri vardı, üniformaları. Saçlarını arkadan tek bir tane örmüştü yine, saati bizim tam aksimize sağ bileğide.
‘‘ Sen orada tek başına ne yapıyorsun?’’ başımı sesin geldiği tarafa çevirdim. Küçük bir kız çocuğu merakla bana bakıyordu, gülümsedim, tek değildim. Bengi’ye döndüm. Yoktu, içim bir ok saplandı ama çaktırmadım. Kıza baktım gülümsedim. ‘‘Dinleniyordum, yanıma gelmek ister misin?’’ hemen koşup yanıma oturdu, Bengi’m gibi mavi gözleri vardı.
‘‘Neden üzgünsün?’’ ne desem bilemedim. ‘‘Benim çok sevdiğim biri vardı, artık yok. Onun için üzgünüm.’’ güldü, neye güldüğünü anlayamamıştım. ‘‘Yoksa o da babam gibi gelinmez yola mı gitti?’’ başımı evet manasında salladım. Eliyle karşıda duran atları işaret etti.
‘‘İltin, benim atım. Ben babamı özleyince ona biniyorum. Etraf koşuyoruz, istersen sende binebilirsin.’’ elimle saçını sevdim, ‘‘Çok teşekkür ederim. Binmek istersem söylerim. Bu arada senin adın ne?’’ hemen cevapladı. ‘‘Ayca.’’ ‘‘İsmin çok güzelmiş. Bende Ulaş.’’ bir anda sarıldı. ‘‘Memnun oldum Ulaş.’’ sonrada seke seke gitti.
İstemizce arkasında güldüm, kız çocuğu her haliyle mükemmel bir şey ya. Yerimden kalktım. Hava kararmaya başlamıştı bile. Hepimize birer ev gösterdiler ben Güney’in yanında kalmayı tercih ettim. Gecenin geç saatlerine kadar uyku tutmadı. Güney’e baktım, o derin bir uykudaydı.
…
‘‘Günaydın, Güney efendi.’’ sesimle bana döndü. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu, zor bela elini gözlerin götürdü ovuşturdu, ‘‘Ulaş, tim nerede? Biz nerdeyiz?’’ yanına oturdum. Sıkıca elini tuttum, ‘‘Timde bizde güvendeyiz merk etme. Türk köyündeyiz. Ağrın sızın var mı?’’ başını iki yana hafifçe salladı. ‘‘Komutanım, karargaha ulaşabildiniz mi? Yani bizi almaya gelecekler mi?’’ belli oldu, kuruntusu.
‘‘ Burada, telsiz veya telefon çekmiyormuş. Yarım saat uzakta bir dağ varmış, orada büyük bir Çınar onun dalına çıkınca çekiyormuş. Yarın ben, Selçuk ve Emre gideceğiz. Buranın koordinatları geçeceğiz. İçini ferah tut oğlum.’’suskun bir ifade ile cama döndü. İçinde bir yerlerde bir fırtına vardı da söylemiyordu.
Birkaç saat boyunca öylece dışarı baktı. Hakkında pek fazla şey bilmiyordum aslında bende. Hiçbirimiz bilmiyorduk onu tek bilen Bengi idi. Güney’in başına ne zaman bir şey gelse hepimizden kaçardı, Bengi’ye giderdi. Bengi bir derdi olsa benden bile kaçıp Güney’e anlatırdı Pars’tan sonra. Sebebini bilmediğim bir bağ var aralarında.
‘‘Ooo, Güney’im uyanmışsın. Nasılsın aslanım?’’, Güney hemen gözlerini Pars’a çevirdi, ‘‘İyiyim komutanım, sağ olun.’’ Pars onaylarken bana döndü, ‘‘Sen nasılsın, kardeşim?’’ gülümsedim, ‘‘Süperim komutanım.’’ gülümsedi.
‘‘Madem herkes iyi. Ben hemen komutan ayarlarıma dönüyorum.’’ gülümsedim, başımı sallayarak onayladım, başını sağa sola oynattı. Sırtını ağır ağır kütletti. Sesini temizledi, ‘‘Asker.’’ diye bağırdı ikimiz aynı anda ayağa kalktık. Timin geri kalanı içeri girdi, hep birlikte ip gibi dizildik.
‘‘Kor, şimdi iyi beni dinleyin. Yorulduk, dağıldık ama yaşıyoruz. Bana bakın, toparlanıyoruz. Ulaş, Selçuk ve Emre siz dağa gidiyorsunuz. Batur, sen burada Güney ile kalıyorsun ben gidiyorum, halk ile konuşup bilgi alıyorum.’’ hepimiz net bir şekilde ‘‘Emredersiniz komutanım.’’ diye seslendik dediği gibi dağılmaya başladık.
‘‘Komutanım, biz bu eski telefonla gidiyoruz dağa ama kimi arayacağız. Ne yapacağız. Plan ne?’’ Selçuk’a doğru yaklaştım, ‘‘Albay’ı arayacağım. Koordinatları söyleyeceğim. Ulaşamazsak.’’ Emre sözümü kesti, ‘‘Ulaşamazsak ne olacak?’’ duraksadım, hemen ardından. ‘‘Ezberimde Bengi’nin numarası var onu ararız. Biri aça mutlaka.’’ ikiside onayladı. Selçuk, gülerek ‘‘Bende galiba Asel’in numarasını biliyorum olmazsa onu ararız.’’ aynen öyle yaparız.
Rahat bir nefes aldık, Emre ortamda ki gergin havayı dağıtmak adına ‘‘Burada ne güzel piknik yapılır, komutanım bir gün buralara gelip piknik yapalım mı?’’ yok bu çocuğun akli melekelerinde bir sorun var, ‘‘Lan ruh hastası, mavi göl neyine yetmiyor lan. Manyak mıdır nedir? Lan salak burası Türkiye’de bile değil biliyorsun değil mi?’’ Emre yargılayarak bana baktı.
‘‘Sen çok kırıcı bir asker olmaya başladın aslan parçası.’’ Gözlerim kocaman oldu. Ne dedi o ban aslan parçası mı dedi o bana? Aha yedim bebe seni. ‘‘Selçuk, doğru duydum değil mi? Bana aslan parçası dedi.’’ Selçuk yüzünde kocaman bir gülümseme ile onayladı. Emre’ye döndüm, aynı gülüşle baktım ve Emre şov bir anda dağın tepesine ışınlandı.
Bizde peşinden koştuk. Ağacın önüne geldik, Selçuk’a baktım. Hemen ağaca sırtını yasladı, ellerinin konumunu ayarladı, hızlıca ellerine çıktım yukarı doğru ittirdi. Dala tutunup oraya çıktım, oturdum.
Albay’ın numarasını tuşladım, derin bir nefes aldım ve çaldırdım. Dudaklarımı ısırdım. Telefonun çaldığını duyunca rahat bir nefes aldım, ‘‘Çalıyor.’’ Selçuk ve Emre keyifle birbirlerine sarılıp güldüler. Çaldı, çalmasına da açan olmadı. Tekrar çaldırdım, yine açan olmadı. Bengi’nin numarasını tuşladım. Çaldı ama içimi şimdiden bir tedirginlik kaplamıştı, ya yine açan olmazsa.
‘‘Alo, kimsiniz?’’ tanımadığım bir ses olsada açıldı. Erkek sesiydi ama Akın’ın sesi değildi. ‘‘Alo, ben şuan kiminle konuşuyorum.’’ cevap beklemeye başladım. ‘‘Kardeşim sen kimi aradığını bilmeden mi arıyorsun?’’ ne gıcık biri ya. Bengi’nin bu kadar gıcık bir tanıdığı olamaz herhalde.
‘‘Esem Bengi. Ben onu aramıştım. Ulaş ben tim arkadaşıyım yanında asker biri varsa telefonu ona ver.’’ hemen cevapladı. ‘‘Üsteğmen Rüzgar Doru. durumunuz nedir komutanım?’’ beni tanıyor, garip. ‘‘ Üsteğmenim, şu anda bir Türk köyüne sığındık. Bizi buradan gelip alabilir misiniz?’’
‘‘Komutanım, sizi teğmenime veriyorum. Koordinatlarınızı ya da tahminizi mekan bilginizi bildirin.’’ beklemeye başladım, ‘‘Teğmen Asel kurt, dinlemedeyim.’’ hızlıca koordinatları söyledim. ‘‘Koordinatlarınızı kaydettim. Durumunuz nedir?’’ , ‘‘Bir yaralı var durumu iyi, telefon hattı çekmiyor. Buraya ne kadar sürede gelebilirsiniz?’’
‘‘Komutanım, dört beş saat içinde timimiz orada olacak. Size ulaşabileceğimiz bir bağlantımız var mı?’’ keşke olsa. ‘‘Hayır. Baskın yemezsek beş saat çok rahat geçirebiliriz.’’ Asel’in rahat bir nefes aldığını duyabiliyordum içi iyice rahatlasın diye ‘‘Teğmenim rahat olun. Teğmen Selçuk Perk gayet sağlıklı. Sesini duy diye verirdim ama ağacın dalına çıkamaz.’’ gülme sesi geldi. ‘‘Komutanım, daldan inince benim yerime bir tane yapıştırın. Söyleyin ona bir daha bende habersiz sakın böyle bir şey yapmasın.’’ Ulan, selçuk yakacağım seni.
Telefonu kapatıp daldan aşağı atladım. Selçuk hemen heyecanla bana baktı, ‘‘Ne diyor komutanım’’ güldüm, çaktırmadan elimi kütlettim. ‘‘Onları söylerim ama önce yapmam gerekenler var.’’ cümleyi bitirir bitirmez hızlıca bir tane yapıştırdım. Bir daha ondan habersiz böyle bir şey yapmayacak mısın.’’ güldü, keyifli bir şekilde yerde yuvarlandı.
‘‘Köye dönelim, yaklaşık beş altı saat daha buradayız beyler.’’ Emre’nin gözleri kocaman açıldı, ‘‘Beklediğimden daha azmış.’’ sonra düşündü ‘‘Yani çok gibi sanki.’’ tövbe çeke çeke yürümeye başladım Selçuk ve Emre arkamdan geldiler. Ağır adımlarım sayesinde onları duyabiliyorum, mahalle teyzesi gibi fısır fısır konuşuyorlardı. Konuları ise beş saat boyu ne yapacaklarıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |