

‘‘Emre, gelsene biraz yanıma. Selçuk sen önden git haberi ver.’’ ikiside onayladılar. Emre yanıma yaklaştı, ‘‘Dinliyorum komutanım.’’ Selçuk’un gitmesini bekledim. ‘‘Emre. Lütfen bekle, Selçuk biraz uzaklaşsın.’’ duraksadı, ‘‘Bu bir komutan asker konuşması olmayacak değil mi?’’ Başımı evet manasında salladım. Sustu, olduğu yere oturdu. Selçuk uzaklaşınca Yanına oturdum.
Gece boyu düşündüğüm tek bir şey vardı, ben artık iyi değildim. Aklım yerinde değil sanki, eskiden dara düşünce çalışan mantığım zekam artık çalışmıyordu. Sadece kalbim o çalışıyordu ben her yerde tek bir şey görüyordum Bengi, benim minik karamım, frezya kokulu cennetim, boncuk gözlüm. Nefes alma sebebimdi artık nefes bile alamıyorum.
‘‘Emre, ben askerliği bırakacağım.’’ saçmalama dercesine güldü, inanmadı. Yüzüme baktı, ciddi olduğumu anladığında bakışları karardı ‘‘Neden?’’ gülümsedim kendimi geriye doğru baktım, ‘‘Deliriyorum. Görevlerimi tehlikeye atamam.’’ gülmeye devam ettim. Boğazıma yapıştı, kaldırdı beni, ‘‘Ne demek deliriyorum? Bana bak yüzbaşı sen askersin. Senin işin delirmek sen bir seri katilden on kat fazla adam öldürdün sen delireceksin tabi ki. Aklında neler oluyor biliyorum her yerde Esem var. Duyuyorsun hatta görüyorsun. Kabul edemediğin için bunların hepsi.’’ bir anda bıraktı, yerinden kalktı, sert bir şekilde baktı.
‘‘Yüzbaşım, başımız sağ olsun. Yüzbaşı Esem Bengi Kara şehit düştü. Tekrar ediyorum, Yüzbaşı Esem Bengi Kara şehit düştü.’’ söylerken canı yanıyordu ama susmuyordu, kabul etmişti bunu kabul edebilmişti. Sakinleşmek için derin derin nefesler aldım. Yüzbaşı Esem Bengi Kara şehit düştü.
Vatan sağolsun.
Yerimden kalktım, ‘‘Ne oldu yüzbaşı aklın yerine mi geldi?’’ üzerine doğru birkaç adım attım, kulağına eğildim ‘‘Sana bir sır vereyim üsteğmenim. Bir yüzbaşıyı kendine getirdikten sonra asla ona bağırma. Anlaşıldı mı?’’ güldü, kulağıma doğru yaklaştı, ‘‘Bendende de size bir sır yüzbaşım. Asla ama asla albayın bile laf etmediği bir üsteğmene laf etmeyin.’’ gülümsedik aynı anda.
Ağır adımlarla köye doğru ilerledik girişte bizi Ayca karşıladı, beni görünce hemen gülerek yanıma koştu bende kollarımı açtım. Sarıldı, bende ona sarıldım, etrafımda döndürdüm, kucağımdan indirmeden yanağından bir makas aldım.
‘‘Ayca, günaydın.’’ gülümseyerek cevapladı. ‘‘Günaydın, asker.’’ hemen elimle selam verdim, gülmeye başladı ‘‘Emredersiniz komutanım.’’ gülerek eliyle köy meydanını işaret etti. Meydanda bir koyun vardı, kınalı bir koyun. ‘‘Onu kesecekler. Kurtar koyunumu asker. Lütfen.’’ Ayca kucağımdayken hızla koştum. Meydana geldim.
‘‘Amcam,o koyunu kesmesek olur mu? Ya da başka bir koyunu kessek.’’ amca bir bana bir koyuna baktı. ‘‘Fark eder mi? Oğlum ha bu koyun ha öteki koyun. İkisinde sonu aynı saç kavurma.’’ istemsizce gülmeye başladım. Ayca’nın yüzündeki öfkeyi gördüm. Gülümseyerek, ‘‘Amcam biz yinede bu koyunu kesmeyelim. Başka koyunu keselim.’’ Amcam başını hafifçe sallayarak onayladı. Koyunun tasmasını aldım.
‘‘Güzelim senin evin ne tarafta?’’ eliyle gösterdi, o tarafa doğru yöneldim. İçerden genç bir kadın çıktı, Ayca’yı hemen kucağına aldı. Gözden kybolduğu için önce kızdı sonrada içeri yolladı. Bana baktı, ‘‘Sağ olun. Bir isteğiniz var mı?’’ koyunun tasmasını ona doğru uzattım, ‘‘Asıl siz sağ olun.’’ ikimizde hafifçe gülümsedi. Koyunu alıp ahıra doğru ilerledi. Bende meydana geçtim.
‘‘Turan, baksana bir.’’ hemen Pars’ın yanına ilerledim. Yanında bizi kurtaran Cemil amca vardı, yüzünde ise rahatsız bir ifade, aynı ifade Pars’ta da vardı ve timdekiler uzakta silahlara falan bakıyordu. ‘‘Bir sorun mu var?’’ Pars başını evet manasında salladı. Yanıma doğru yaklaştı. Köyün girişinde köylüler ile bir şeyler yapan Güney’i gösterdi.
‘‘Girişi bombalıyorlar şuanda, Güney bir sistem kurdu. Timin geri kalanıda köylüden aldıkları silahların temizlemesini ve köylülerin planlamasını yapıyorlar. Her hafta bugün köye gelip haraç kesip, kadınları alıyorlarmışlar. Biz burayı savunacağız ne kadar tutabilirsek tutacağız. Senden köyün etrafında sağlam bir yere yerleşmeni istiyorum. Sorun çıktığı anda senden savunma gelecek.’’ emir veriyordu, bende emiri alıp Selçuk’un yanına ilerledim.
‘‘Hangi, silahı ben alıyorum.’’ Selçuk silahlara baktı, bir tanesini bana doğru uzattı, ‘‘Komutanım, Ahsen kadar olmasada sağlam silah.’’ gülümsedim. Ahsenimi bulmuşlardır umarım. Hızlıca Silahı kntrol ettim, Emre’nin uzattığı yedek şarjörleri aldım. Güney’in yanına ilerledim. ‘‘Bombaların aktifleşmesi nasıl olacak benim yapacağım bir şey var mı?’’ başını hayır manasında sallayınca hemen dağlık alanlara ilerledim. Köyün neredeyse tamamını görmem gerekiyordu aynı zamanda açığa çıkmamam gerekiyordu, etrafta buna uygun tek bir yer vardı.
Hemen kayaya çıktım, üzerine silahımı yerleştirdim, etraftan çalı çırpı toplayıp tam anlamıyla kamufle oldum. Artık beklemem gerekiyordu, dürbün kısmının mesafesini ayarlama. Köyden biri yanıma geldi oturdu, ‘‘Komutan dedi ki sen şerefsizleri görünce bana söylecekmişsin bende köye söyleyecekmişim.’’ sessizce onayladım İkimizde beklemeye başladık.
Araçlar yaklaşmaya başlayınca, ‘‘Git söyle, dört araç. Elliyi aşkın terörist geliyor. Koş.’’ Çocuk hızla koşmaya başladı. Bende yeniden izlemeye geçtim, araç yaklaşırken iki tanesi birden durdu. Ne olduğunu anlamak için biraz daha yaklaştırdım, adamlar inip tekerlere baktılar sonrada yürüyen ekiple birlikte gitmeye başladılar. Araçların ikiside silahlı ve mühimmat dolu olan araçlardı.
Bir baktım araca doğru sinsi adılarla yaklaştı, Selçuk’u korumak için alanı dikkatle izlemeye başladım. Mühümmatlardan bir kısmını aldı ve köye doğru koştu. Selçuk sonra geri geldi birkaç birşey daha alıp resmen bana doğru bakıp, elinin sadece işaret parmağını kaldırdı. Kod buydu, Pars’ın bana nasıl haber yollayacağını gösteriyordu aslında. Silahımın önünü hızlaköye çevirdim. Kadınlar eve girmişti bile, erkekler ise Selçuk’un dağıttığı silahları aldılar. Timdekilerde üzerlerini köy halkıyla aynı hale getirmişlerdi.
En arkadan gelen araçtan, diğerlerinin tam aksine daha şık giyinimli biri indi. Bizimkilerin silahır gizli halde olsada tahminen alışkanlıktan elleri,bellerinin yanına gitti. Adam Cemil amcaya doğru ilerledi konuşmaya başladı. Adamları etrafa değişirken benim gözüm Pars’taydı. Cemil amca ile itin konuşması celallenince Pars yerinden kalkıp bir şeyler söyledi, ne söyledi bilmiyorum ama dedikleri iti baya öfkelendirdi. Pars’ın boğazına yapıştı, Pars yumruk atmadan hemen önce elinin işaret parmağını kaldırdı. Bende onunla birlikte silahımı ateşledim.
Şerefsizin kolunu hedefledim, yere yuvarlandı. Herkes sipherlere geçti, onlara uzakta kalan herkesi ben vuruyordum, Güney hızlıca eilndeki tuşa basınca köyün girişi ateş almaya başladı o ara kurşun sesleri azaldı. Buranın temizlenmesi iki üç köylü ve bizim timdekilerle olacak iş değildi, çok kalabalıklardı ve biz çok azdık.
Ateş dinene kadar bizimkiler düzenleme yaparken onlar cayır cayır tutuştular. Ateş dinmeye başlayınca yine her yeri mermi sesleri kapladı. Pars resmen delicesine bağırarak ‘‘Turan kafamızı çıkaramıyoruz.’’
Bütün öfkem diridi, daha hızlı sıkmaya temizlemeye çalıştım ama ne çare, sayıları çoktu ve şuan neredeyse tek başımaydım. Sonrasında bizimkilerin bulunduğu bölgede bir hareketlilik başladı, gözüm istemsizce o tarafa da kayıyordu, Emre bulunduğu taşın arkasından çıktı, çıkmasıyla geriye doğru düşmesi bir oldu.
‘‘Emre!’’ sesimiz dağları arasında yankılandı, derin bir sessizliik oldu ardından, Selçuk hızla onu kenara çekti. ‘‘Allah kahretsin.’’ sinirlerim iyice gerilmişti, isabetsiz atışım olmuyordu ama hiç azalmıyorlardı. Birden mermi sesi azaldı, adamlar yavaş yavaş azalmaya başladılar. Ya bizimkiler gelmişti ya da bizi bunlara kaptırmak istemeyen daha beter birileri.
Silahın dürbünün dağa çevirdim. O sırada fark ettim bizimkiler gelmişlerdi, koşarak Emre’nin yanına vardılar derin bir nefes aldım. Elimdeki silahı bıraktım. Koşarak biri yanıma gelince köylülerden aldığım bıçağa yöneldim. ‘‘Ağabey, iyi misin?’’ Çağdaş’ı görünce elimdeki bıçağı yere bıraktım. Uzattığı eli tutup ayağa kalktım. Sarıldı, ‘‘İyiyiz, iyi olmasına da senin dağda ne işin var oğlum?’’ güldü.
‘‘Komutanım, artık bir timde görev alıyorum.’’ sonunda ben şu dağ fobisini yendi, Emre geldi aklıma. Hemen köye doğru koştum. Pars ve Albay konuşuyordu ama hiç umursamadım koşmaya devam ettim. Emre’nin olduğu eve girerken Selçuk ve Batur sıkıca tutup durdurdular. ‘‘Salın lan beni, Emre’yi göreceğim.’’ ikisi tutmaya devam ederken bende aralarından sıyrılıp geçmeye çalışıyordum.
Batur sağlamından bir yumruk atınca ona döndüm. ‘‘Dur lan bir, Emre iyi. Sadece çocuklar steril olsun diye bizi içeri sokmuyorlar.’’ cümlesi bitince yere eğildi, sarıldım. ‘‘Emre’de gitmesin Batur. Bengi gitti, bari Emre kalsın.’’ Batur Sadece sarılarak destek oldu. Oda yorgundu.
‘‘Tövbe deyin komutanım, Esem komutanım sağ.’’ Batur ile aynı anda arkamızı dönüp donuk bir ifade ile bize bakan askere döndük. ‘‘Bengi, şehit düşmedi yani?’’gayet emin bir şekilde başını hayır manasında salladı. Coşkuyla Batur’a sarıldım, oda bana sarıldı. ‘‘Duydun değil mi? Yaşıyormuş.’’ gülerek cevapladı, ‘‘Duydum, nasıl duymam.’’ bizi gülerken olduğu yere çökmüş ağlıyordu, bu çocuğun duygusallığı öldürecek beni.
Ben, Selçuk’a sarılırken Çağdaş koşup yanımıza geldi, ağabeyine sarıldı. Ağlamaya başladı.Batur ise tam aksine şok çinde kaldı, kardeşini dağda gördüğü için büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. ‘‘İyiyim, aslanım iyiyim. Seni burada gördüm ya daha iyi oldum.’’ hepimizi gülerken görünce timlerin geri kalanı yanımıza geldi. Güney bize baktı ‘‘Hayrola, ne bu sevinç.’’ oturmasını işaret ettim. Yanıma gelip oturdu.
‘‘Bengi, yaşıyormuş.’’ dememle birlikte, Güney’in gözleri gülmeye başladı, rahatlamış bir ifade bürüdü yüzünü hemen diğer askerlere döndü, yüzü düştü bir anda etrafa bakındı sonra yine askerlere döndü, ‘‘Yaşıyorsa neden gelmedi? İyi değil mi?’’ o an bütün sevincim çekildi, hepimiz donuklaştık. Askerlere baktık.
‘‘Durumu gayet iyi. Merak etmeyin.’’ çocuk çok rahat ve bilgili konuşuyordu. Yerimden kalktım, ‘‘Siz hangi timde görev alıyorsunuz?’’ ikisi birbirine baktı, Çağdaş,gülerek bana baktı. ‘‘Esem komutanım sizi bulmak için yeni bir kor timi kurdu biz hepimizde oraya mensubuz. Bundan sonrada birlikte savaşacağız inşallah.’’ Batur ile ufak bir bakıştık. Aynı anda koşmaya başladık. Albay’ın yanına varır varmaz hazır ola geçtik, tabi Güney ve Selçuk’ta peşimizden gelmişlerdi.
‘‘Sizi böyle sağ salim ayakta görmek çok güzel çocuklar. Hepimize geçmiş olsun.’’ çıtımızı çıkarmadık, tek tek hepimize sarıldı o sırada ağır adımlarla Emre geldi. Boşu boşuna panik yapmışım. İyiymiş ki bu şerefsiz. Yanımıza geldi, albay onada sarıldı. Tam karşımızda ise kor timinin yeni elamları duruyordu.
‘‘Tanıtın kendinizi.’’ dedi ve uzaklaştı, içlerinde en izbandutu bir adım öne çıktı, ‘‘Üsteğmen Rüzgar Doru.’’hepimi onayladık, yanında ona nazaran sadece daha esmer olan asker öne çıktı, ‘‘Üsteğmen Çağrı Yoldaş.’’ gözüm hemen yanlarında duran sarışın yakışıklı oğlana döndü, ‘‘Asteğmen Alp Dağdelir.’’ başımla onayladım yanında ki kumrala döndüm, ‘‘Asteğmen Doruk Tanrıverdi.’’ başımı tamam manasında salladım. Tuna ile ufak bir bakışma oldu Koşup sarıldı önce Pars’a sonra sırayla bizlere.
Çağdaş’ta sarıldı biz gülüşürken diğerlerinin yüzünde garip bir ifade vardı. Pars benden daha önce fark etti, ‘‘Gelsenize lan sizde ne uzak duruyorsunuz.’’ onlarda tek tek hepimize sarıldı. Albay gülerek geldi, ‘‘Kor hazırsanız artık Ankara’ya dönmemiz lazım.’’ hepimiz onayladık son hazırlıklarımızı yapmaya başladık.
Ayca geldi yavaş adımlarla yanıma, dizlerimin üstüne çöktüm. Bacağıma oturdu, yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı. Yüzüne yavaşça dokundum, ‘‘Ne oldu fıstık?’’ sesi ağlamaklı gibiydi ve gözleri doldukça doldu, ‘‘Sen gidiyormuşsun.’’ başımı evet manasında sallayınca iyice ağlamaya başladı, ‘‘Kurban olurum senin gözyaşına. Fıstığım, üzülmek yok tamam mı biz askerler her yerden çıkarız. Bakarsın bir gün yine gelirim.’’ ağlaması hemen kesildi. Gülmeye başladı, ‘‘Belki gelirsin.’’ ikimizde hafif bir tebessümle güldük. Bileğimden bilekliğimi çıkardım, hızlıca üç tur sardım. Sevinçle bana baktı ‘‘Teşekkür ederim.’’ güldüm, ‘‘Rica ederim.’’ koşup uzaklaştı, annesinin yanına gitti bilekliğini gösterdi.
‘‘Ulaş o bileklik senin askerliğinin ilk günü alıp hiç çıkarmadığın bileklik değil miydi?’’ Pars’a döndüm, hızlıca başımı sallayarak onayladım, ‘‘Birilerinin hayatının en güzel hediyesi oldu artık.’’ herkes güldü, Emre omzuma şakaya karışık hafif bir yumruk attı. ‘‘Bir an önce evlenip, kız babası olma lazım.’’ güldüm. Olmam lazım, doğru olabilirimde artık bir engel yok önümde hayatımın aşkı yaşıyor.
‘‘İnşallah.’’ dedim, bütün tim ardımdan tekrarladı. İçimde bir umut vardı, geleceğimize bize ve hayata dair. Artık çözüyorum galiba mantığını, hayat denilen adi oyunun. Ben bu oyunu kurucu olarak oynuyorum değiştirme şansı benim. Hayır geçmişte takılı kalmayacağım. Geleceğim olan kadına bir hayat bahşedeceğim, salonuna diktiğ binbir güzel çiçekten bahçeleri olan. İçinde kızlarımızın koşuştuğu. Bir hayat ve o hayat bizim hayatımız olacak.
Albay önde biz arkada köyden çıktık, hızlı adımlarla helikopterin ineceği noktaya ilerlemeye başladık. ‘‘Komutanım izniniz varsa ben bir şey yapmak istiyorum.’’ Bizdede artık telsizler olduğu için rahatlıkla konuşmalara şahit olabiliyorduk. Emre ve tuhaf istekleri, ‘‘Ne istiyorsan yap oğlum.’’ Emre hemen gülerek başladı.
Neler gördük neler bu güne kadar.
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.62k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |