

"Bir Kader Çalan çeşitli şekillerde gelir yeryüzüne. Kimse onun gerçekte neye benzediğini bilemez. Ruhu bazen sıradan bir çakıl taşının içine saklanır, fırlatıp suyun üzerinde sektirdiğimiz herhangi bir tanesi gibi. Bazense bir elmas gibi parlar, onun gerçekte ne olduğunu bilmeseniz bile arzularsınız.
Öylesine güçlüdür ki Tanrının sizin için yazdığı kaderi sizden çalabilir, onu bir başkasına verebilir, kaderinizi baştan yazabilir. Ona sahip olan kişi kaderin tüm gizemine sahip gibidir. Yeryüzünün bütün nimetleri önündedir ve eğer niyeti kötüyse bu yaşayan herkes için bir felakettir."
Saatlerdir tüm kütüphaneyi dolaşmış Kader Çalan'lar hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Ne işe yaradıkları yazıyordu ancak bunu nasıl yaptıkları hiçbir kitapta yoktu. Bütün kitaplarda yazan ortak şey gücü ve yanlış ellere geçmemesiyle alakalıydı. Boynumu sağa sola oynatarak esnetip arkama yaslandım ve derin bir iç çektim. Mors aradığı şeyin bende olduğunu ne zaman anlardı acaba? Baloda bir şeyler hissetmiş ve benimle ufak bir konuşma yapmıştı ancak Orlagh, Kader Çalan'ın bir insan olduğunu şimdilik bilmediğini söylemişti. Kolyemle ilgilenmişti ve bu da olasılıkların kolyemde toplandığını gösteriyordu. Annemden kalan tek şeyi ona vermeyecektim. Tıpkı o takasçıdan koruduğum gibi koruyacaktım kolyemi. Bir de henüz gizemini çözemediğim hançeri...
Hastalığımın üzerinden bir hafta geçmiş ve tamamen iyileşmiştim. Hekimin verdiği ilaçlar, kralın sürekli odama yolladığı yiyecekler ve güzel bir bakımla hızlı toparlanıp işime dönmüştüm. Bir hafta önce yaşananlarsa zihnimden hiç çıkmıyor, gözlerimi her kapattığımda Devian ile öpüşmemi hatırlıyordum. Dudaklarının sıcaklığını hala hissedebiliyordum, o kadar yakıcıydı ki saniyeler içinde küle çevirmişti beni. Ne yazık ki gecenin sonu tahminlerimin çok ötesinde bitmişti ve o günden sonra bir daha hiç konuşmamıştık. Duyduğum kadarıyla her gece başka bir kadın geçiyordu yatağından, kızların kıyıda köşede fısıldaşıp birbirlerine anlattıkları ahlaksız hikayeleri duymamak için sağır olmak gerekiyordu.
Ona kızmıyordum, hep böyle biriydi ve o gece kral odama gelmemiş olsaydı ben de o kızlar gibi olup bir köşeye atılacaktım. Hala aklım almıyordu, arzular benim gibi birinin bile gözünü kör edecek kadar güçlü olabilir miydi? Oluyordu demek ki... o gece düşünebildiğim tek şey tenine karışmak ve beni yok etmesine seyirci kalmaktı. Sırf bu yüzden bile krala minnet duyabilirdim; engel olduğu şey sayesinde kendime olan saygımı koruyabilmiştim. Hayatım boyunca hiçbir zaman öylesine ilişkiler kuran ve sonunu düşünmeden yaşayan biri olmamıştım. Aşka dair bir fikrim yoktu ve hayaller kurmuyordum ancak tek gecelik ilişkiler yaşamak ve önüne gelenin tenime dokunmasına izin vermek bana göre değildi.
Az kalsın oluyordu ancak bundan sonra böyle bir şey yaşanmayacaktı.
Kütüphaneden çıktığımda Lemys'in beni aradığını öğrenerek onu aramaya başladım ve kralın odasının önünde onu buldum. Beni görünce gergin ifadesi daha da genişledi. Kötü bir şey olduğunu düşünerek merakla yüzüne baktığımda konuşmaya başladı. "Biraz evvel kraliçeyle görüştüm, bu gece kralın odasının ikisi için hazırlanmasını istedi ve bazı talimatlar verdi. Bazılarının kralın özel isteği olduğunu söyledi."
Kaleye geldiğimden bu yana aynı odada kaldıklarını görmemiştim, kralın hasta olduğu süreçte de kraliçenin kendi odasında kaldığını duymuştum. Kral iyileştiği için mi tekrar onunla kalmak istiyordu yoksa başka bir şeyler mi dönüyordu emin değildim. Üstelik Marcus'la öpüştüklerini de görmüştüm, burada neler dönüyordu bilmiyordum ancak çarpık ilişkiler midemi bulandırıyordu. Lemys'in gergin ifadesine anlam veremeyerek kaşlarımı çattım ve düşündüklerimi gizlemeye çalıştım.
"Karı koca onlar Lemys, bundan doğal bir şey yok. Ayrı odalarda ve hatta ayrı katlarda kalmaları bile saçma ya, neyse."
Lemys'in memnuniyetsiz ifadesi değişmemişti. Tüm çalışanlara dedikoduyu yasaklamasına rağmen kendisi dedikodu yapmak üzereymiş gibi duruyordu. "Bunu kralın istediğini sanmıyorum ancak gidip soramayacağımı da farkındayım." dediğinde kaşlarımı çattım. "Karısıyla yakınlaşmaktan memnuniyet duyacaktır Lemys, biz işimize bakalım."
Kendime hayran kalmıştım, nasıl da gerçek düşüncelerimi saklıyordum ama! Kralın bana ettiği sözlerden sonra karısıyla aynı yatağa gireceğini düşünmek istemesem bile kötü hissettirmişti. Bir yanım hissettiğim şeyin yanlış olduğunu farkındaydı ancak diğer yanım kralın verdiği sözleri tutamayacağını anlayarak üzülmüştü. Yine de bunu biliyor ve bekliyordum. Evli bir adama göz koymamıştım, evli bir adam bana göz koyduğunu açıkça ima etmişti ve Tanrıya şükür ki kralın sözlerine kapılıp kendimi bir yanlışa sürüklememiştim.
Lemys sanki başka bir tepki vermemi bekliyor gibi şaşırmış ve ardından memnun bir tebessümle bana bakmıştı. "Sen akıllı bir kızsın Zedia," dediğinde neden böyle bir şey söylediğine anlam veremeyerek ona baktım. "Yaşın genç ama tepkilerin olgun. Kadınlar bazen gerçek duygularını bastırmalı ve olması gerektiği gibi davranmalı. Günü geldiğinde gösterdikleri sabır meyvesini verecektir."
Gerçek duygularımı bastırmak istemiyordum ancak arzularımın ve hislerimin esiri olup kendimi içinden çıkılmaz duygulara sürüklemek de istemiyordum. Eğer bu olgunluksa evet olgundum ancak içten içe bunun korku olduğunu biliyordum. Teslim olmaktan ve sonunda yenilmekten korkuyordum.
"Hadi işimizi yapalım." diyerek kralın odasının kapısını açtığımda Lemys geride kaldı.
"Kraliçe beni başka bir iş için görevlendirdi, odayı senin hazırlaman gerekecek."
Bu defa gülümseyen bendim ancak bu gülümseme samimiyetten uzaktı. Kraliçenin ne yapmaya çalıştığı açıkça belliydi ancak onun tuzağına düşmeyecektim. Lemys'ten isteklerini öğrenip işimin başına geçerken mümkün olduğunca sakindim. Av günü ortadan kaybolduğumda kralın ortalığı ayağa kaldırması, ben bulunana kadar kimsenin kaleye dönmesine izin vermeyişi ve hastalığım boyunca benimle ilgilenmesi kraliçeyi kızdırmış olmalıydı. Zaten sessizliği ürkütmeye başlamıştı, bu hamlesine neredeyse sevinmiştim bile.
Kocamın başka bir kadın için böyle tepkiler verdiğini görsem çok daha kötülerini yapardım muhtemelen. Tabi onu aldatmıyor olsaydım. Kraliçenin haklılığı yaptığı tezat davranışlarla önemini yitiriyordu gözümde. Kocasına olan aşkından değil kendi egosu için yapıyordu tüm bunları.
Bunları düşünürken kralın yatağındaki çarşafları kraliçenin isteği üzerine altın rengi saten çarşaflarla değiştirmiş, banyoyu temizlemiş, küveti suyla doldurup içine gül yaprakları serpmiş ve cam şişelerdeki inci çiçeği kokularını odanın çeşitli yerlerine koyup içlerine çubuklar yerleştirmiştim. Çiçeklerle ilgilenen biri olarak bu çiçeğin afrodizyak etkisi olduğunu biliyordum. Yerler parlamış, hiçbir yerde tek bir toz zerresi kalmamıştı. Elbette istekleri bitmemişti. Sevdikleri meyve ve yemişlerden güzel bir masa hazırlamış, kralın favori şarabını çıkarmıştım. Epey yorulmuştum ancak iyi iş çıkarmıştım. Etrafı son kez süzerken kraliçe odaya girdiğinde dizlerimi kırararak onu selamladım.
Bana küçümseyen bir bakış attığında umursamadım ve bir eksik var mı diye etrafı incelemeyi bitirmesini bekledim. "Güzel," diyerek gülümsediğinde işimin bittiğini sanıyordum ancak elbette bitmemişti. Peşindeki kızlar bir sürü kıyafeti yatağa bırakıp çıktıklarında kraliçe bana baktı. "Birini seçmem için bana yardım eder misin Zedia?"
"Ben... bu işlerden çok anlamam majesteleri." diye gevelediğimde kaşlarını çattı. "Hayret, bana tam aksi gibi gelmişti."
Sinirlenmeyecektim. Bana ima ettiği şey karşısında saçlarını yolmak istesem de sakin kalacak ve ona istediğini vermeyecektim. Bu kalede kalıp kralı korumak istiyorsam kraliçenin basit sözlerle beni kışkırtmasına müsaade etmemeliydim. Yine de çenemi tutamadım.
"Siz bu işleri çok daha iyi bilirsiniz kraliçem." Kaşlarını çattı, ne demek istediğimi anlayamamıştı. İki erkeği idare ettiğini açıkça söylemek istiyordum ancak bunun benim kellemi alacağını da farkındaydım bu yüzden aklına şüphe düşürmeden devam ettim. "Yıllardır evlisiniz, kralın zevklerini biliyor olmalısınız."
Kaşları eski şeklini alırken başını belli belirsiz salladı. "Elbette biliyorum, o benim kocam."
Bunu bütün ülke biliyordu ancak bana kanıtlamak ister gibi duruyordu. Kıyafetleri tek tek ona göstermemi istedi, beğendiklerini üzerine tutup aynada kendine baktı ve nihayet bir tanesini seçti. Giyinmesi için yardımımı istediğinde sabrımın sınırlarında geziniyordu ancak bir şey diyemiyordum. Beyaz tenine geçirdiği gecelik morun asil bir tonuna sahipti, vücudunu sarıyor ve ince askıları zarif boynuna basit bir kurdeleyle tutunuyordu. İster istemez kralın o kurdeleyi çözüp karısının güzel vücudunu tüm çıplaklığıyla gördüğünü hayal ettim. Bu görüntünün beni rahatsız etmesi tuhaftı, daha bir hafta önce başka bir adamla yatağında öpüşen bendim üstelik.
Kralla ya da Devian'la aranda bir şey yok, diye hatırlattım kendime. Ne evliydim ne de kimseye bir söz vermiştim.
"Çok güzel oldunuz," derken hissettiklerimi bastırmaya çalışıyordum. Kraliçeyi yargılarken ona benzemek istemiyordum, iç meselelerim ve karmaşık duygularım bir an önce çözüme kavuşmalıydı.
"Belki bu gece bir çocuğumuz olur," dediğinde gözlerimiz buluştu. Bunu büyük bir özlemle söylediğini fark etmiştim. Kraliçe bir çocuk istiyordu. Yalnızca o değil herkes bir veliaht bekliyordu onlardan. Soyun devamı ve krallığın güvenliği için bu gerekliydi. Krala bir şey olursa yerine geçecek birinin varlığı halka güven verirdi.
"Umarım olur." derken gülümsemeye çalıştım ve görevim bittiği için izin isteyerek odadan çıktım. Birbirlerine sadık oldukları bir evlilik ve sağlıklı bir çocuk diliyordum onlar için. Kralla bir geleceğim olmadığını hep farkındaydım ve biraz önce bir kez daha yüzleşmiştim bununla. Ülkemi çok seviyordum ve önceliğim krallığımızın ayakta kalmasıydı. Kral ve kraliçenin birlik olarak ülkenin başında durması ve çocukları olması lazımdı. Kendime bunu tekrar edip duruyordum, kralın bana ettiği sözlerin bir anlamı yoktu ve olmayacaktı.
Merdivenleri inerken sadece zemine baktığım için "Zedia?" diye seslenen kralı aramızda son bir basamak kaldığında fark etmiş ve hızla selam vermiştim. "Sizi fark etmedim majesteleri, özür dilerim."
"Bir sorun mu var?"
Hissettiğim karmaşayı belli etmeyecektim. Gülümsemeye çalıştım. "Hayır efendim, sadece biraz yoruldum."
Kral dikkatle yüzüme bakarken sinirlenmeye başlamış gibiydi. "Ağır işlerde çalışmaman için talimat vermiştim Lemys'e."
"Ağır bir iş yapmadım majesteleri, odanızı siz ve karınız için hazırladım o kadar."
Anlamayan bir ifadeyle yüzüme bakarken şaşırmadım. Haberi olmadığını tahmin etmiştim, kraliçenin Lemys'e söylediği şeyler yalandan ibaretti. "Bu da ne demek?" diye sordu. "Her şey çok güzel oldu," diyerek gerçekçi bir ifadeyle gülümsedim. "Kraliçe odanızda sizi bekliyor, bekletmeseniz iyi olur majesteleri."
Bir şey söylemesine fırsat vermeden reverans yapıp merdivenleri hızla inmeye başladım ve bahçeye kadar koştum. Hava karanlık ve biraz soğuktu ancak iyi gelmişti. Derin bir nefesi ciğerlerime çekip yürümeye başladım. Ne istediğini ve hatta ne hissettiğini bilmeyen aptal bir kız çocuğu gibiydim. Devian'ı arzuluyor ve yanında güvende hissediyordum ancak aynı zamanda kralın sözlerinin ruhumu okşamasına izin veriyor ve ilgisiyle mutlu oluyordum.
Babamın Merd'e söylediği sözler bir şimşek gibi düştü aniden zihnimin ortasına.
"Kalbin iki farklı duyguyla bölünecekmiş ve hangisini yaşamayı seçtiğini hepimizin kaderini belirleyecekmiş."
Bahsettiği şey bu olabilir miydi? Bahçenin sonuna kadar yürüyüp ay ışığının düştüğü okyanusu izlerken kalbimi tuttum. Kalbim gerçekten de ikiye bölünüyor gibi hissediyordum. Bir yanında kabullenmek istemesem de Devian'a duyduğum arzu saklıydı, diğer yanında da krala olan bağlılığım. İçimden bir ses bu iki duygunun dallanıp budaklanacağını ve arzunun bir yangına; bağlılığın da bir zaafa dönüşeceğini söylüyordu. İşin kötüsü bu iki farklı duygu kalbimde kapladıkları yarımla yetinmeyecek ve birbirlerine savaş açacaklardı. Birini seçmem herkesin kaderini nasıl etkileyecekti? Neden seçim yapmam gerekiyordu?
"Baba," diyerek gökyüzüne baktım. "Neden yoksun? Neden beni bir bulmacanın içine terk ettin ve cevapları bulmak için daha fazlasını vermedin?"
Arkamdan gelen adım sesleriyle irkildim ve omzumun üzerinden bakınca gelenin Marcus olduğunu gördüm. "Hektor bir cevap veremez ama gerçek baban belki yardımcı olabilir, ne dersin?" dediğinde yeniden okyanusu izlemeye başladım. "Gerçek babamın küllerini uçurumdan aşağı serptim, ne yazık ki bana yardım edemez."
İç çekti, canını yakmak istemiyordum ancak hamile bir kadına ve öz çocuğuna sahip olamayan bir adamın gerçek babam olduğunu vurgulamasından rahatsız oluyordum. Gerçeklik için kan bağına ihtiyacım yoktu.
"Zor bir gece sanırım." derken hemen yanımda duruyordu. Asıl onun için zor olmalıydı, ilişkisinin boyutunu bilmediğim kadın başka biriyle yatak odasındaydı. Kocasıyla.
"Burada olduğuna göre senin için de zor bir gece." dedim düşünmeden. Bakışlarımız yukarı tırmandı, kralın penceresine bakarken Marcus'un yüzündeki acı çeken ifadeyi açıkça görmüştüm. Saniyeler içinde eski haline dönerken kafam karışıktı, kraliçeye aşık mıydı?
"Neden öyle söyledin?" diye sorduğunda beni yokladığını farkındaydım. "Sen neden öyle söyledin?" diye karşılık verdim. Zeki bir adamdı, saniyeler içinde göz bebekleri irileşirken neyi ima ettiğimi anlamıştı. Buz gibi bir ifadeyle gülümserken bildiğimi daha fazla saklamama gerek olmadığını farkındaydım. Umarım sırrı ortaya çıkmasın diye kızını öldürmeyi düşünecek karakterde biri çıkmazdı.
"Ona aşık mısın?" diye sordum öylece. Sadece yatıyorlar mıydı yoksa arada duygular var mıydı merak ediyordum. Bir süre konuşmadı, sanırım ne söyleyeceğini tartıyordu.
"Aşk çok iddialı bir kelime," dedi belli belirsiz bir sesle. "Birbirimize iyi geliyoruz."
Derin bir nefesi içime çektikten sonra "Ne zaman başladı?" diye sordum. Cevap vereceğini düşünmemiştim ancak "Kral hastalandığında." yanıtını vermişti. Gözlerimi öfkeyle kapadım. Bunu krala nasıl yaparlardı? O canıyla uğraşırken ihanetin bıçağını sırtına saplamışlardı ve hala yüzüne bakabiliyorlardı.
"Zedia," dedi Marcus gözlerimi açmam için. Göz kapaklarımı araladığımda öfkemle karşılaşmasını isteyerek baktım ona. Her zaman yüzünde asılı duran güçlü ifadesi yerle bir olmuştu ve savunmasız görünüyordu. "Krala ihanet etmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Soren, kralın hastalığıyla dağılmıştı ve üzerine binen sorumluluklarla baş edemiyordu. Hem halkın bir şeylerden şüphelenmesini engellemek hem de ona yardım etmek için gece gündüz yanında olmaya çalıştım. Nasıl oldu bilmiyorum, bir şekilde yakınlaştık ve sonra kendimize engel olamadık. Aşk mı diye sordun ancak aşk değil. Yine de engel olamıyorum, her gün majestelerinin yüzüne bakmaktan utanacağımı bildiğim halde kendimi Soren'in yanında buluyorum."
Duymak istemiyordum. Korkunç ve hastalıklı bir şeydi bu. Marcus'un bağlılık yemini ettiği kralın karısıydı Soren. Kraliçeydi. Onun gibi zeki ve ülkesine bağlı bir adam nasıl böyle bir hataya düşerdi?
"İğrençsiniz," dedim tiksindiğimi belli eden bir ses tonuyla. "Kral bunu hak etmiyor."
Marcus'un utanç dolu ifadesi değişti ve yerini kendini haklı çıkarma çabasına bıraktı. "Kral sadık bir koca olmadı hiçbir zaman. Soren'i yargılarken kralın da masum olmadığını unutma. Şimdi bile..."
"Şimdi bile, ne?"
"Şimdi bile açıkça sana ilgi duyuyor ve bunu karısının önünde yapıyor."
Bu üçgene dahil edilmekten hoşlanmıyordum. "İkisinin yaptığı da doğru değil ancak..." dedim ve babamın gözlerinin içine baktım. "...kralın yatağına aldığı kadınlar kraliçenin dostum diyerek güvendiği insanlar değildi. Yanlış olsa bile sizin yaptığınızın daha kötü olduğunu biliyorum. Kral sana çok güveniyor, belki de bu kaledeki herkesten daha çok. Kraliçenin değil ancak senin ihanetin onu yıkar."
Marcus'un gözlerinde acı dolu bir ifade belirdiğinde ona acımadım. Kralın karısını sevmediğini biliyordum ancak onu seviyordu ve öğrendiği zaman en çok Marcus'a öfkelenecekti.
"Zedia," dedi bir kez daha. "Kral bunları asla bilmemeli ve inan bana bunu kendim için istemiyorum. İhanetin onu derinden sarsacağını ben de farkındayım ancak sadece sarsılmakla kalmayacak ve öfkeyle hareket edecektir. Halkın kafası zaten Mors'un söyledikleri yüzünden karışık, bir de kaledeki skandallarla akılları bulanmamalı. Üstelik Mors bu karışıklığı fırsat bilerek hamle yapacaktır ve kral her şeyle tek başına mücadele edemeyecek."
Kralına ihanet eden adamın onu düşünüyormuş gibi sözler etmesi güldürüyordu. Yine de aptal değildim, böyle bir skandalın patlak vermesinin herkes için kötü olacağını farkındaydım. "Söylemek gibi bir niyetim yok," dedim öfkeyle. "Ancak bunu ne senin için ne de kral için yapıyorum. Muhtemelen hiçbir zaman anlamayacaktır ama bunu kraliçe için yapıyorum. Ne yazık ki bir kralın karısını aldatması kimsenin umrunda olmaz ancak bir kraliçenin kocasını aldatması herkesi ilgilendirir. Leş kargaları gibi üzerine çullanacaklar ve ölmesini isteyecekler. Bir erkeğin ihanetinin bedeli alkışlar olurken bir kadının ihaneti hayatına mal olacak."
Marcus düşünce şeklimin onu şaşırttığını gizlemedi ve tuhaf bir hayranlıkla izledi beni. "Hektor seni o kadar akıllı bir kız olarak yetiştirmiş ki benimle değil onunla büyümenin hayrına olduğunu görebiliyorum."
"Vicdanını bu şekilde rahatlatmakta özgürsün tabi." dedim ve gitmek için bir adım attım ancak kolumdan tutarak bana engel oldu. "Zedia, nasıl öğrendin bilmiyorum ancak yalnızca krala değil kimseye anlatamazsın bunu. Özellikle de Soren'e. Eğer senin bildiğini öğrenirse başına geleceklere ben bile engel olamam."
Gülümsedim. Bugün bu gülümsemeyi bir kere bile gerçek anlamında yapmamıştım. Hep bir şeyleri gizlemek için kıvrılıyordu dudaklarım iki yana. "Biliyorum," diye fısıldadım. "Ne yazık ki iğrenç sırrınız şimdilik güvende."
Kolumu ondan kurtarıp kralın odasının penceresine son bir bakış attım ve kaleye doğru yürüdüm. Bu kale beni tüketiyordu.
Ertesi gün uyandığımda beni zor bir günün beklediğini farkındaydım. Tek görevim kral ve odasıyla ilgilenmekti, doğal olarak o odaya girmeli ve etrafı toplamalıydım. Kral çoğu zaman kahvaltısını odasında yapardı, bugün de aksini talep etmediği için odasına iki kişilik kahvaltı götürmem gerekiyordu. Ne yazık ki kaçış yoktu ve dün gecenin izleriyle yüzleşmek zorundaydım. Tekerlekli servis arabasını kralın odasının önüne kadar sürükledikten sonra askerlerin orada olmayışının nedenini bilerek derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. İçeriden belli belirsiz bir ses duyulduğunda çekinerek kapıyı açtım ve içeri girdim.
Etraf dağılmıştı. Saten çarşaflar kırışmış, yastıklardan bazıları yere düşmüş, hazırladığım masadaki yiyeceklere dokunulmamasına rağmen şarap şişesi dibi görmüş ve kadehlerden biri devrildiği yerden masa örtüsünü kırmızıya boyamıştı. İster istemez burada ne yaşandığını düşünürken bulmuştum kendimi. Seviştiklerini herkes biliyordu da bu kadar şiddetli bir görüntüyü beklemiyordum. Kralın gömleği ve pantolonu odanın iki ayrı köşesine fırlatılmıştı.
Kraliçe oturduğu pencere kenarından kalkıp yanıma gelirken banyo kapısının kapalı olduğunu ve içeriden su sesi geldiğini duydum. Kralın banyosunu hazırlamaya alışkın olduğum için tuhaf gelmişti.
"Kahvaltınızı getirdim majesteleri." diyerek reverans yaptığımda servis arabasındaki peynirlerden birini ağzına atmakla meşguldü. Yorgun ve uykusuz görünüyordu, birbirlerini öylesine özlemişlerdi ki sabaha kadar sevişmişlerdi muhtemelen. Karnıma bir kramp girdiğinde derin bir nefes alarak dün geceden dağılan masayı hızla toplamaya başladım.
"O kadar yorgunum ki odadan çıkasım yok." dedi kraliçe kollarını göğsünde birleştirip beni izlerken. Ne yapmaya çalıştığını biliyordum ancak bir kez daha ona istediğini vermemekte kararlıydım. Hafifçe tebessüm ettim. "Kızlara söyleyeyim masaj için hazırlık yapsınlar."
Utangaç bir genç kız gibi kıkırdadı. "Masajın iyi geleceğini sanmıyorum ama olabilir." Gözlerimi devirdim. "Tamam en çok sen seviştin, bir sus be kadın!" diye bağırmak istiyordum.
Masayı kurmaya devam ederken kraliçe durmadı. "Hastalığı geçmemiştir diye bir süredir dinlenmesine müsaade ediyordum ancak dün gece tamamen iyileştiğine emin oldum."
Masaya koymak üzere olduğum fincan elimden tabağa düştü ancak kırılmadı. Kendime kızdım. Ne yapmaya çalıştığı ortadayken böyle tepkiler vermemem lazımdı. "Adınıza sevindim," dedim kendime gelerek. "Uzun zamandır yalnızdınız, zor olmalı."
Kraliçenin yüzü değişti, belki bir başkası olsa bu değişimi fark etmezdi ancak gerçeği bildiğim için hemen anlamıştım. Yutkundu. "Evet, yalnızlık zordu." İşime geri dönerken havadan sudan sohbet ediyor gibi görünmeyi başarmıştım. "Yerinizde bir başkası olsa dayanamayabilirdi ancak siz gerçekten sadık bir eşsiniz. Herkes sizi takdir ediyor."
Marcus'un uyarıları aklımdaydı ancak kraliçe sanki kocasıyla ilişkim varmış gibi beni kıskandırmaya çalışınca öfkeme yenik düşmüştüm. Bir şey söylemesine fırsat kalmadan banyonun kapısı açıldı ve kral dışarı çıktı. Belinde beyaz bir havlu sarılıydı ve şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Hemen reverans yaparak başımı öne eğdim. Anlam veremediğim bir öfke geziniyordu damarlarımda ve bunu belli edecek bir hareket yapmaktan korkuyordum. Zaten kraliçeyi tedirgin etmiştim ve bu hareket benim aleyhime işleyecekti, bir de krala pot kıramazdım.
"Kahvaltınızı getirmiştim majesteleri." dedim yere bakmaya devam ederken. Odanın içine doğru yürümeye başlarken "Gerisini biz hallederiz, sen çıkabilirsin." dedi. "Ama..." diye itiraz ediyordum ki "Lütfen Zedia." diyerek kibarca kovdu. Kendimi dışarı atıp sırtımı duvara yasladım ve boğazımdaki yumruyu oradan göndermek için yutkunmaya çalıştım. Ses tonu farklıydı. Tek bir gece bana olan tavrını tamamen değiştirmeye yetmiş olmalıydı. Doğru olanın bu olduğunu bilsem de kendimi kötü hissetmeme engel olamıyordum. Oysa hiçbir erkeğin sözlerine güvenilmeyeceğini bilmem gerekiyordu. Annem de bir adamın sözlerine kanıp ortada kalmamış mıydı?
Oradan ağır adımlarla uzaklaşırken berbat hissediyordum. Öpüştüğüm adam her gece başka bir kadınla yatıyordu, beni istediğini söyleyen adamsa evliydi ve karısıyla harika bir gece geçirmişti. Onlara kızıyordum ancak asıl kızdığım bendim. Kendimi böyle bir konuma nasıl düşürürdüm? Hani sadakat istiyordum, hani kalbim tek bir kişiye ait olmalıydı? Kader insanı büyük konuştuğu yerden sınıyordu her seferinde ve bir Kader Çalan olmak bile buna engel olmuyordu.
Kalbimin hangi iki duyguyla ikiye bölüneceğini bilmiyordum ancak bunun bu iki adam yüzünden olmayacağına kendime söz veriyordum. Gerekirse bir ömür yalnız kalacaktım ancak kalbime aynı anda iki adamın sızmasına ve aralarında tercih yapmak zorunda kalmama izin vermeyecektim. Evet, yine büyük konuşmuştum.
Kaledeki herkes kral ve kraliçenin gecesini konuşuyor, kızlar sürekli odaya girdiğimde gördüğüm şeyleri sorup duruyordu. Kimseye cevap vermiyordum, Lemys de yakaladığı yerde azarlıyordu herkesi. Tuhaf bir yerdi bu kale. İnsanlar sinek gibi üşüşüyordu dedikodunun başına. Yatak odalarının bile özeli yoktu, duyduğum şeylerden ben utanırken onlar açıkça her şeyi konuşabiliyorlardı.
Biraz uzaklaşmak için kütüphaneye gitmeye karar verdim. Kalede kimse oraya gitmiyordu ancak herkese açıktı. Önemli kitapların orada tutulmadığını farkındaydım yine de içindekiler beni memnun ediyordu. İçerisi tahmin ettiğim gibi boştu, raflardan rastgele bir kitap seçip pencerenin önündeki masaya oturdum ve okumaya başladım. Birkaç dakika sonra kütüphanenin kapısı bir kez daha açıldı, önemsemeyerek kitabımı okumaya devam ettim ancak gelen kişi bana doğru yürümeye başlayınca omzumun üzerinden geriye doğru baktım ve onu gördüm.
Devian.
Her zamanki ihtişamıyla karşımdaydı ve onu görür görmez dudaklarımda bıraktığı iz yakıcı bir hisle kendini belli etmeye başlamıştı. Hemen sonra, bir haftadır yattığı kızların listesi belirdi gözümün önünde, tiksinerek baktım yüzüne. "Kitap okumak için buraya geldiğine hayatta inanmam." dedim soğuk bir sesle. Hafif bir şekilde gülümseyip tıpkı benim gibi rastgele bir kitap alarak yanıma oturdu. Biraz öteye kaydığımda aramızdaki boşluğa kısa bir süre bakıp kitabı açtı.
"Ben kitap okuyamaz mıyım?"
"Bilmem, daha önemli işlerin var gibi duruyor."
"Ne gibi işler?"
Omuz silktim ancak cevap vermedim. İlgileniyor gibi görünmek istemiyordum, daha bugün kendime bir söz vermiştim.
"Aslında kitap okumayı severim ama epeydir vaktim olmadığı doğru. Bu kale beni yordu."
"Yormuştur tabi." dedim gözlerimi kitaba dikerek. Tabiki okumuyordum ancak ona bakmak da istemiyordum. O geceden sonra hiç konuşmamıştık ve yakınlaştıktan hemen sonra iletişimi kesen birine karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum.
"Söylemeye çalıştığın bir şey mi var?" diye sordu bana dönerek. Başımı iki yana salladım. Bir süre daha hiç konuşmadık, elindeki kitap yerine beni okumak istiyor gibi izliyordu yüzümü ancak dönüp bakmıyordum.
"Üzüldün mü?" diye sorduğunda kafamı kaldırıp karşımdaki pencereye baktım. "Neden üzüleyim?"
"O gün kralı dinlerken ben bile sözlerinde samimi olduğunu düşünmüştüm, seni düşünemiyorum."
Ateş saçtığına emin olduğum bakışlarımı ona dikerken gerçekten öfkeliydim. "Daha önce de söyledim Devian; ne senden ne kraldan bir şey beklemiyorum ben. Kral evli bir adam ve olması gerektiği gibi karısıyla birlikte. Bunun için üzüldüğümü düşünmen beni aşağılamaktan başka bir şey değil. Ben bir metres değilim."
Bu çıkışımı beklemediği ortadaydı. Karanlık gözleri beni içine çekmeye başladığında titrediğimi hissettim. Sinirden mi başka bir şeyden mi bilmiyordum.
"Öyle olmadığını biliyorum," dedi benim aksime sakin bir tonla. "Genç bir kızın kral gibi bir adamın sözleriyle göklere uçacağını ve bugün de yere çakılacağını düşünmüştüm yalnızca."
"Yere falan çakılmadım. Evli bir kralla hayaller kuracak kadar aptal biri gibi mi görünüyorum oradan Tanrı aşkına?"
Bana doğru yaklaştığında o geceki tüm hisler yavaşça bedenime hücum etmeye başladı. "Peki ne istiyorsun?" diye sorduğunda ellerimi yüzüme kapatıp ağlamak istediğimi fark ettim. Gardımı düşürmek istemiyordum ancak ona engel de olamıyordum.
"Babamın katilini bulmak, intikam almak ve kasabama geri dönmek istiyorum."
Bunu o kadar içten söylemiştim ki her zaman çelik gibi ifadesiz ve sert olan bakışları tuhaf bir hale bürünmüştü. "Gerçekten tek istediğin bu mu?" diye sorduğunda bakışlarımı kaçırdım. Aptal kalbim başka şeyler de istiyordu ancak yemin etmiştim; onun isteklerini gerçekleştirmeyecektim.
"Evet," diye fısıldadım. "Ama buradan gidemem."
"Gidebilirsin. Her şeyi siktir edip huzurlu hayatına dönebilirsin." dedi bunu kendisi de çok istiyormuş gibi bir sesle. Başımı şiddetle iki yana salladığımda kaşlarını çattı. "Neden Zedia? Madem kralı istemiyorsun seni bu aptal kalede tutan şey ne? Ne saklıyorsun?"
Ona söyleyemezdim. Birine söylemek için delirsem de kimseye anlatamazdım gerçeği. Sessizliğim onu öfkelendirmişe benziyordu, biraz daha yaklaşıp yakından baktı gözlerimin içine. "Ormanda kaybolmadığını biliyorum." Gözbebeklerim irileştiğinde bilmiş bir ifadeyle başını salladı ve devam etti. "Nereye gittin ya da kiminle buluştun bilmiyorum ancak kamp yerinden o kadar uzaklaşman için aptal olman gerekir ve sen aptal bir kız değilsin. Belki sonrasında gerçekten yolu bulamamış olabilirsin ama en başında bilerek uzaklaştın kamptan."
Gözlerimi bir kez daha kaçırırsam ona haklı olduğunu kanıtlardım bu yüzden doğrudan bakmaya devam ettim. "Kayboldum ve seni buna inandırmak zorunda değilim. O gün beni bulduğun için teşekkür ederim ancak gerisi seni ilgilendirmez."
"İlgilendirir!" diye bağırdığında irkilerek geri çekildim. Sesi kitapların üzerinde çınlamıştı adeta.
"Neden?" diye sordum cılız bir sesle. Neden onu ilgilendiriyordum? Ondan bir beklentim olmaması gerektiğini kendi ağzıyla söylemişti, o halde neden sürekli yanımdaydı? Neden sorular soruyordu, neden merak ediyordu beni?
"Bilmiyorum," dedi öfkeyle. "Seni kamp yerinde bulamayınca neden kraldan bile daha fazla endişelendiğimi, neden senin hakkında konuşan askerlere kızdığımı, neden seni öptüğüm birkaç saniyede aldığım zevki bir haftadır başka hiçbir kadında alamadığımı, neden sürekli yanına geldiğimi... hiçbirini bilmiyorum!"
Öylece kalakaldım. Söylediklerini ne tam olarak idrak edebilmiş ne de ne demem gerektiğini düşünebilmiştim. Ne anlama geliyordu bunlar? Sessizlik aramızda büyüdü, siyah gözleri beni yuttu ve zaman olduğu yerde donup kaldı. Nihayet dudaklarımı aralayıp konuşacak gücü kendimde buldum.
"Sen nedenini bilmiyorsan kimse bilemez Devian."
Aniden beni kendine çekip boynumu kavradı ve aç bir kurt gibi dudaklarıma saldırdı. Bir kez daha yer ayaklarımın altından çekildi, gözlerimin ardında yıldızlar uçuştu ve uçurumdan aşağı düşmeye başladım. Ona karşılık vermeyi deli gibi isteyen bedenim zihnimin uyarıları yüzünden şoka girmiş bir halde öylece duruyordu. Onu bir kere öpmek felaketim olmuştu, ikincisinde o felaket ecelime dönüşürdü. Ne yazık ki kendimle savaşımı kaybettim ve karşılık vermeye başladım. Onu öpmek tattığım en güzel histi.
Geri çekilip alnını alnıma yasladı ve nefes nefese konuştu. Dudaklarının yokluğu yangın yerine dönen bedenimi üşütmüştü adeta.
"Küçük kelebek," diye fısıldadı işaret parmağını alev alev yanan dudaklarıma bastırarak. "Neden tek bir öpüşte bu dudakların bağımlısı olduğumu bilmiyorum ancak tadına bakıp şifanı almazsam ölecek gibi hissediyorum."
Kalbimin o an durduğuna yemin edebilirdim. "Devian..." diye mırıldandım güçlükle. Ayağa kalktı ve başını iki yana salladı. "Buna izin veremem Zedia," Buz sarkıtı gibi olan ses tonuna dönmüştü yeniden.
"Bir kelebeğin üç günlük ömrüne göz diken bir katil olabilirim ama o kelebeği güzel bir gelecek ihtimaline inandıracak kadar kötü biri değilim."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |