
Marcus'un dikkatini çeken iki yabancı bir anda tüm avlunun odak noktası olmuştu. Zedia hala az önce olan şeyin şaşkınlığını yaşarken Devian ise sakin bir şekilde Kader Muhafızına bakıyordu. Marcus'un yaptığı hareket bir düello çağrısıydı ancak Devian bunu bilerek yapıp yapmadığı hakkında bir fikre sahip değildi.
Kader Muhafızları sıradan insanlar değillerdi, az önce yaptığı şovdan bile bunu anlamak mümkündü ancak bunun gibi birçok numaraya sahiplerdi ve kılıçlarının bile bu numaralara sahip olduğunu söyleyen insanlar vardı.
Marcus onlara doğru yürümeye başladığında Zedia'nın ölüm kızılı gözlerindeki şaşkınlık büyüyüp genişledi. Az önce onlara yolu gösteren asker panikle yanlarına koşup "Efendim, ben kılıçları onaylatmak için onları bekletiyordum." diye açıklama yaptığında Marcus sandığa kısa bir bakış atıp askere döndü.
"Biz Merd'ün kılıçlarını kontrol etmeyiz çömez, bir daha yabancıları eğitim alanına sokayım deme."
Merd, kalenin en eski kılıç ustasıydı ve epey saygın bir yere sahipti.
Marcus onları süzerken gözleri uzun bir süre Zedia'da oyalandı ve sanki onu bir yerden çıkarmaya çalışıyormuş gibi kaşları çatıldı. "Merd neden her zamanki çocuklardan birini yollamadı?"
Zedia donup kaldığında Devian öne geçti ve soğukkanlılıkla cevapladı. "Bizi deniyor. Eğer güvenini boşa çıkarmazsak artık bizimle çalışacak."
Marcus bu cevaptan tatmin olmamıştı. "O ilk bakışta kimin ne olduğunu anlar."
"Belki de artık yaşlanmıştır." diyerek sesini çıkaran Zedia'ydı. Marcus kaşlarını bir kez daha çatarak kıza baktığında Zedia şaşkınlığını atmış ve öfkeyi bakışlarındaki yerine geri bırakmıştı. Adam omuz silkip Devian'a döndü ve yere saplanmış kılıcını alarak arkasını işaret etti. "Kılıcım sana meydan okudu, düelloyu kabul edecek misin?"
Devian, Marcus'un onunla ilgili bir şeyler hissettiğini farkındaydı. "Bir Kader Muhafızıyla düelloya girmek azraille düelloya girmekten farksızdır." diyerek sıyrılmaya çalıştı ancak Marcus gülmüştü. "Gözlerim genelde yanılmaz, sende bir savaşçının duruşu var."
Devian, ısrarcı olursa dikkat çekeceğini farkındaydı. Sandıktaki kılıçlardan birini alıp eğitim alanına yürürken tedirgin gözlerle onu izleyen Zedia'ya sakin olmasını anlatan bir bakış attı. Zedia hiçbir şeyi böyle planlamamıştı. Marcus'la konuşmanın ve gerçeği öğrenmenin bir yolunu bulacaktı ancak bunun yerine bir düello izliyordu.
"Benimle değil, iyi eğitimli bir askerimle dövüşeceksin." demişti Marcus. Devian neden böyle bir değişiklik yaptığını anlayamasa da biraz daha rahatlamıştı.Acemi gibi davranmaya çalışıyordu ancak bu pek mümkün değildi çünkü çocukluğundan beri kılıç ve bıçak kullanan biri tüm bunları bilmiyormuş gibi yapmayı beceremezdi. Bu yüzden saldırılardan kaçıyor ve karşılık vermemeye çalışıyordu. Marcus onun ne yaptığını anlayarak öfkelendi.
"Düzgün dövüşmeye başlamazsan ben geçeceğim karşına!"
Devian nasıl bir sınavın içinde olduğunu anlayamıyordu. Üstelik karşısındaki asker gevşek bir ifadeyle gülüyor ve "Korktun mu kaslı çocuk?" diye alay ediyordu. İçindeki öfkeye engel olamayıp kılıcı gerçek bir usta gibi kullanmaya başladığında bir kişi hariç herkes şaşkındı. O kişi Marcus'tu çünkü ona baktığı ilk an bunu anlamıştı. Yılların tecrübesini taşıyordu, sayısız asker eğitmiş ve artık ilk bakışta kimin işe yarayacağını anlar olmuştu.
İyi eğitimli diye ortaya atılan alaycı asker ardı ardına gelen saldırılarla köşeye sıkışmış ve kısa süre içinde kılıcını düşürerek dizlerinin üzerine çökmüştü. İki kaşının ortasına doğrultulan kılıca öfke ve biraz da korkuyla bakarken Devian "Korktun mu kaslı çocuk?" diyerek onunla alay etmişti.
Kılıcı yere saplayıp Marcus'a döndüğünde hata yaptığını farkındaydı. Kendini ifşalamak üzereydi ve hemen bu derece iyi kılıç kullanmasına bir kılıf uydurması gerekiyordu. "İnsanları gözünden tanıyorsunuz muhafız," diyerek sırıttığında Marcus başını salladı ve açıklaması için bir baş hareketi yaptı. "Babam güneyde eski bir kılıç ustasıydı. Merd'e bana iş vermesini o söylemiş."
Marcus askerlere işlerine bakmalarını söylediğinde Zedia, Devian'ın yanına gelmişti. Az önce söylediği şeylerin yalan olduğunu biliyordu ve bu durum onun Devian hakkında aslında hiçbir şey bilmediği gerçeğinin önemini kavramasına neden oluyordu. O kadar usta bir şekilde kılıç kullanmıştı ki katil olarak tuttuğu adamın kim olduğunu sorgulamaya başlamıştı.
"Merd'ün yanında çalışmak sana hiçbir şey katmaz. Senin gibi bir adam krallığına asker olarak hizmet etmeli."
Marcus'un sözleri Devian'da gülme isteği yarattı ancak bunu ustalıkla bastırdı. Ölüm Getirenler, krallığın en büyük düşmanlarıydı. Krallığı yıkmak isteyen bir güce hizmet ediyorlardı onlar.
"Eğitilecek kadar genç bir yaşta değilim." dedi Devian başka bir bahane bulamayarak. Krallığın askerleri neredeyse çocuk yaşlarında eğitilmeye başlanırdı. Zedia onun kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye çalışırken buldu kendini. Yüzünde gizemli bir olgunluk vardı fakat yaşını kestirmek güçtü. Yirmilerin sonunda belki de otuzlarının başında, diye düşündü. Daha yukarısında olduğunu sanmıyordu.
"Bu sıralar iyi bir asker bulmak çok güç, bu teklifimi iyi düşün..." Marcus duraksayıp adını söylemesi için ona baktığında Devian adını söyledi. "...Devian." diye tamamladı Marcus.
Zedia bu sahte gösteriden sıkılmış bir şekilde Devian'a bakarken Devian kaşlarını çattı. Az önce bir kılıç şovuna imza atmıştı ve karşısındaki adama birini öldürüp öldürmediğini sormak için iyi bir zaman değildi. Ancak genç kız bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Tam bir şey söyleyecekti ki yanlarına koşarak gelen bir asker buna engel oldu.
"Efendim, kızı içeriden çağırdılar."
Zedia kendinden bahsedildiğini anlayarak şaşkın bir şekilde Devian'a baktığında onun da aynı ifadeyle ona baktığını gördü. Marcus, Zedia'ya göz ucuyla bakıp askere "Neden?" diye sordu. Asker kalenin büyük camlarından birini işaret ederek "Tybalt çağırıyor efendim." dedi. Marcus askeri yollayıp Zedia'ya "Tybalt kralın sağ koludur. Kalede ya da dışarıda bir şey mi yaptın?" diye sordu. Zedia biraz panikleyerek başını iki yana salladığında Marcus kaleyi işaret etti.
"Şimdi öğreniriz, gel bakalım. Devian sen kalenin dışında bekle."
Devian, kralın sağ kolunun Zedia'yla ne işi olduğunu merak ediyordu ancak peşinden gitmekte ısrarcı olacak kadar da aklını yitirmemişti. Kız hakkındaki sırlar günden güne artıyordu ve onun yüzünden kendini yeterince riske atmıştı. Zedia'nın çaresizce ona bakan kızıl gözlerini yok sayarak arkasını döndü ve avluyu geçerek kaleden çıktı.
Zedia, Marcus'la yan yana kaleye girerken bundan daha iyi bir fırsatın gelmeyeceğini farkındaydı ancak Tybalt denen adamın durup dururken neden onu çağırdığı gizemi yüzünden bir türlü lafa giremiyordu. Hem ne diyecekti? "Hey sen, bir kral kadar saygı gören Kader Muhafızı! Benim yaşlı ve zararsız babamı sen mi öldürdün?" diyemezdi ya.
Kalenin içi, dışından bile daha kasvetli hissettirmişti. Etrafta koşuşturan insanlar vardı ancak hepsinin suratındaki ciddi ifade bu kaledeki kimsenin mutlu olmadığını düşündürüyordu. Hayal ettiği hiçbir şey yoktu burada. Babasının anlattığı hikayelerde kalede her gün davetler oluyor, hizmetliler bile mutlulukla koşturuyordu. Oysa buradaki herkes sağa sola yerleştirilmiş heykeller ve duvardaki ölü insanların portreleri kadar cansızdı.
"Adınıza çok üzüldüm," dedi Zedia kısık bir sesle. Adam omzunun üzerinden ona baktığında etrafını işaret etti. "Bu kadar kasvetli bir yerde yaşasaydım birkaç seneye ölürdüm muhtemelen."
Marcus belli belirsiz gülümsedi. "Ülkene hizmet etmeye yemin ettiğinde ruhundaki birçok şeyi öldürüyorsun zaten. Yalnızca bu şekilde hayatta kalabilirsin burada."
Babam da öldürdüklerine dahil mi diye sormak istiyordu ancak bir türlü yapamıyordu. Gerçeği öğrendiğinde onu kim bu adamın gırtlağına yapışmaktan alıkoyacaktı?
Gösterişli bir kapının önünde durduklarında Zedia epey gerilmişti. Kapıdaki muhafız Marcus'u selamlayarak kapıyı açmış ve Marcus kızı kolundan tutarak içeriye sokmuştu. Toplantı odasına benzer bir yerdi. Oymalı ahşap bir masa, gösterişli sandalyeler, büyük ancak içeriyi karartan perdelerle örtülmüş pencereler vardı. Duvarları kaplayan büyük kitaplıkta, krallığın birçok yerinde bulunmayan yasaklı kitaplar dahil her şey vardı. Zedia etrafını incelerken pencerenin önünde durup onu izleyen yoluk saçlı adamı fark ederek derin bir nefes aldı.
Altmış yaşlarında, ince yapılı ve uzun boylu bir adamdı. Kafasındaki seyrek kır saçlarını bir tavuk gelip yolmuş gibi görünüyordu ve yüzündeki ciddi çizgiler onu ürkütücü gösteriyordu. Marcus'la birbirlerini selamladıklarında Zedia da adamı selamlayıp duruma uyum sağlamaya çalışmıştı. Burada ne aradığını deli gibi merak ediyor ve korkuyordu.
"Bu genç hanım kalemize nereden geldi Marcus?" diye sordu çatallı sesiyle.
"Merd işe almış ve denemek için yollamış Tybalt, bir sorun mu var?"
Adam, Merd'ün adını duyunca rahatlamış gibiydi. Zedia, Merd gibi bir ihtiyara duyulan saygı karşısında bir kez daha şaşırdı.
"Kralımız onu penceresinden görmüş, hizmetinde çalışmasını istiyor."
Zedia şaşkın bir şekilde iki adama bakarken ikisi de epey ciddi görünüyordu. Marcus kaşlarını kaldırıp "Bunu bizzat kendisi mi istedi?" diye sorduğunda iki adamın bakışlarından kızın anlayamadığı bir ifade geçti ve Tybalt başını salladı. Kral, son birkaç aydır ciddi bir bunalımdaydı. Fiziksel bir hastalığı yoktu fakat sürekli odasındaydı, yatağından çıkmıyor ve kolay kolay bir şey yemiyordu. Günde bir kere tuvalete gider, o sırada kısa bir şekilde penceresinden dışarıyı izlerdi.
Elbette halk bunu bilmiyordu ancak dedikodular dallanıp budaklanmıştı.
"Neden ben? Burada çalışmak istemiyorum." dedi Zedia aniden. Buraya kalede çalışmaya gelmemişti, babasının intikamını alıp eve dönmek istiyordu. Tybalt öfkeyle kıza baktı.
"Kralın emrine karşı gelebileceğini mi zannediyorsun?"
Zedia çaresiz gözlerle Marcus'a baktığında, babasının katiline yardım ister gibi baktığı için kendinden nefret ediyordu. "Bu sırrı saklayacağını aksi halde ölümle cezalandıracağını önden söylüyorum küçük hanım. Kral bir süredir hasta ve uzun zaman sonra ilk kez bir şey istiyor. Kaledeki hizmetlileri yanına bile yaklaştırmıyordu, şimdi bu isteğinin ne denli önemli olduğunu anlayabiliyor musun?"
Zedia başını olumlu anlamda sallarken başka çaresi olmadığını farkındaydı ancak yine de şansını denedi. "Ben bir krala hizmet etmekten ne anlarım? Hem... başka bir şey istemediğine emin misiniz?" Kralın onu yatağına istemiş olması ihtimali ödünü koparmıştı. Tybalt omuz silkti. "Şimdilik ima ettiğin şeyi istemedi ama kendine gelir ve isterse buna çok sevinirim."
Zedia kulaklarına kadar kızardığını hissetti. Hem utanmış hem sinirlenmişti. "Ben düşündüğünüz gibi biri değilim." dedi çenesini yukarı kaldırarak. "Bir kral dahi olsa istemediğim kimsenin yatağına girmem."
Tybalt "Tamam tamam," diyerek onu savuşturdu. "Sana hızlı bir eğitim verilsin bugün. Yarın sabah da erkenden işe başlarsın. Burada konuşulan her şey sır, bunu iyice anla tamam mı? Bu kalede bir sırrı yaymanın cezasını canınla ödersin, sakın unutma."
Zedia sanki başka bir şansı varmış gibi başını yukarı aşağı salladı ve Marcus'la birlikte odadan çıktı. İşler beklediğinden farklı bir yöne gidiyor gibiydi ancak babası olsa tam tersini söylerdi. "Kader senin planlarına göre işlemediğinde yolundan sapıyor sanma Zedia. Her kaderin kendi yolu vardır ve her bir yol birbirine bağlanan kavşaklardan oluşur."
Her şeyin bir anlamı olduğunu farkındaydı ancak böylesini hiç planlamadığı için tedirgindi.
"Şehirde herhangi bir suça karıştın mı?" diye sordu Marcus. Zedia şaşkın bir şekilde başını iki yana sallarken "Geleli bir gün bile olmadı daha." diye cevap verdi. Marcus başını salladı. "Hakkında kısa bir araştırma yapılacaktır ama bu önemli değil çünkü kral seni istedi. Eğitimden sonra iyice dinlen ve yarın sabah eşyalarını toplayarak kaleye gel. Artık burada kalacaksın."
Zedia başını salladığında Marcus onu yaşlı bir kadına teslim etmişti. "Ve Zedia, sakın gelmemezlik yapma. Kral istemediği sürece bu şehirden çıkamazsın artık."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.27k Okunma |
237 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |